Bosnom Behar Probeharao

Mahzenlerde, sığınaklarda, tünellerde değildiler artık ama biz farkında olmadan bu ortamı onlar için canlandırmıştık.
Mahzenlerde, sığınaklarda, tünellerde değildiler artık ama biz farkında olmadan bu ortamı onlar için canlandırmıştık.

Salıncağa oturuyorum. Şarkının dinlenmiş ve yenilenmiş kelimeleri göğe doğru yükseliyor. Yavaş yavaş sallanmaya başlıyorum. En yükseğe çıktığımda kulağımın dibinde bir ıslık sesi duyar gibi oluyorum. Kalbim çarpıyor. Hayat, karanlık ve kışkırtıcı sözlerle baharı geri çağırıyor.

Farklı bir durum yoktu. Bizimkileri yine öldürüyordu dünya. Bense ölümü tanımış, güzelliği ise yeni keşfetmiştim. Birlikte olabileceklerine dair ise henüz bir fikrim yoktu. Ne var ki güzelliğin ölebilir olduğunu öğrenmem uzun sürmedi. Saraybosna’dan çocuklar geldi o sene okula. Hepsi ölümü tanıyan güzel çocuklar. Bizler içinse ortada sadece yeni ve ilginç bir durum vardı. Kızlar kalorifer kenarlarında bir garip yalnızlığa çekilirken, erkekler biraz da bizim zorlamalarımızla bir takım kurdular. Maç yapacaktık. Onlara şefkat duyabilmemiz için önce yenmemiz gerekiyordu çünkü. Elimizi omuzlarına koymak için önce yüce gönüllükle teselli etmemiz lazımdı. Maç başladı. İyiydiler. Çok iyi. Baktık işler kötü gidiyor, kavga çıkardık. Biz kalabalık, ev sahibi ve arsızdık.

"Savaşı unutun, hadi futbol oynayalım" (Vic Ferguson, Mart 1996, Mostar)
"Savaşı unutun, hadi futbol oynayalım" (Vic Ferguson, Mart 1996, Mostar)

Olan oldu, sonrasında onları bir yere, bizi başka bir yere topladılar. Aramızda öğretmeler, müstahdemler güvenli bir hat oluşturdular. Derken ilginç bir şey oldu. İçlerinden birisi bağıra çağıra bir şarkı söylemeye başladı. Sonra hep bir ağızdan ona katıldılar. Korkulu değil umutlu bir çığlık gibi yayıldı bu şarkı. Donup kalmıştık. Sarı saçlar kızarmış yüzlere yapışmış, yanaklarında ter ile karışan göz yaşları çenelerinden damlıyordu. Mahzenlerde, sığınaklarda, tünellerde değildiler artık ama biz farkında olmadan bu ortamı onlar için canlandırmıştık. Ankara güneşinin altında İgman Dağları’nın ayazını hissettim. Adını ancak birkaç yıl önce İgman’a çıktığımda koyabildim.

Bosnom behar probeharao mene zivot razocarao...

Şarkıda ne söylediğini bilmiyorduk fakat anlıyorduk. Baharları yeniden çağırdığını, umudun çiçek açtığını anlamak için Boşnakça bilmeye gerek yoktu. Kabul ettiğim ve sevindiğim tek yenilgi bu oldu. On beş yıl sonra ancak iadeyi ziyaret yapabildim.

Bu yıllar içerisinde Bosna Hersek bir romantizm nesnesi olmuş, bense aklımdaki imgeyi o kavgaya sabitlemiştim. Umudu çağırmanın bir yolunu bulabilmiş çocukların ülkesine sayısız defa seyahat ettim. Bizimkiler hâlâ öldürülüyordu başka haritalarda ve farklı dillerde. Baharı çağırmanın yeni yollarını bulamıyorduk bir türlü.

Kant ölmeden önce eline bir güvercin almış ve gözlerinin içine uzun uzun bakmış. Gökyüzüne bakmak için yapmış bunu. Gökyüzünün gözlerine bakabilmek için.

  • Şehre ilk defa adımımı attığım anda, Saraybosna’yı elime alıyor ve gözlerinin içine bakıyorum ben de. Umudu görmek için. Umudun gözlerinin içine bakabilmek için.

Bir süre sonra benim şehri değil şehrin beni gördüğünü fark ediyorum. Sonra o şarkı tekrar başlıyor. Biraz daha dinlenmiş, ölçülemez bir sabrın engin yalnızlığında demlenmiş. Küçük balkonumdan aşağıya, akordiyon çalan çocuğun kanat gibi açılan kollarına bakıyorum. Ev sahibem balkonun ucunda kurulu salıncağı gösteriyor sonra. Salıncak en yükseğe çıktığında karşısındaki binanın kapattığı görüş alanından çıkıp arkasındaki dağların hizasına geliyor. Ne anlatmaya çalıştığını daha sonra anlıyorum. Dağlarda mevzilenmiş Sırp keskin nişancılarla ölüme dair bir oyun oynamış eskiden. Salıncak en yükseğe çıktığında onların görüş alanına girermiş.

O salıncakta yazdım bazı şiirlerimi.
O salıncakta yazdım bazı şiirlerimi.

Geri inerken ise çıkarmış. Sonra salıncağın arkasındaki duvarı gösteriyor. Tam yirmi dört kurşun deliği sayıyorum. Şaşkınlığıma kahkahalarla karşılık veriyor. Yirmi dört canlıyım ben diyor. Hiç vurulmamış. Kuşatma boyunca her gün bu salıncakta sallanmış. Neden diyorum?

Eh, diyor -Boşnaklar açıkça anlaşılabilir olanı anlatmak zorunda kaldıklarında böyle başlarlar konuşmaya- ölümü daha iyi anladığımı göstermek istedim...

Salıncağa oturuyorum. Şarkının dinlenmiş ve yenilenmiş kelimeleri göğe doğru yükseliyor. Yavaş yavaş sallanmaya başlıyorum. En yükseğe çıktığımda kulağımın dibinde bir ıslık sesi duyar gibi oluyorum. Kalbim çarpıyor. Hayat, karanlık ve kışkırtıcı sözlerle baharı geri çağırıyor.

O salıncakta yazdım bazı şiirlerimi. Arkamda yirmi dört defa ölmüş bir anlamın çukurları, önümde yirmi dört defa hayatta kalmış bir şarkının nakaratları. Yükseldim ve alçaldım. Yükseldim ve alçaldım. Yükseldim...

Arkamdaki duvarda biriken ıskaları saymaya devam ediyorum.