Borges’in gidişi

Jorge luıs borges
Jorge luıs borges

XX. yüzyılda saygı duyduğumuz ve duymaya devam edeceğimiz pek çok insan vardı ancak sevebileceğimiz pek az insan var. Saygı bir tarafa, sevebileceğimiz insanlar arasında kuşkusuz, çağın en yetenekli okuru Jorge Luis Borges bulunmaktadır. Buna ilaveten o, büyük ve sıradışı yeteneğe sahip bir yazardı. Sadece iyi bir şekilde anlatmıyor, aynı zamanda ikna edici bir ifadeyle bazı şeylerde sükût etmeyi biliyordu. İsmini Shakespeare’den aldığı öyküsünü tekrar okuyun: “Pek çok şey dünyada var...” Borges orada anlatılmayanların bir hikâyenin en önemli parçası olabileceğini gösterdi. Bu da, öyle görünüyor ki, bugün bazı şeyleri anlatmak için tek bir yol olmuştur.

Borges sonsuza dek vatanı Arjantin’i terk etti, evlendi ve öldü. Bütün bunları yapmak, bir aydan az vaktini aldı. Bu şekilde, bütün hayatı bu dilsiz “sükûtla örtülü” üç haftaya sığdı. Sonunun geldiğini biliyordu. Bu yüzden ölümünde kendini unutabileceğini umarak Buenos-Aires dışında ölmek ve defnedilmek istiyordu.

Homeros gibi âmâ, yeni zamanın mitolojisinin yaratıcısı ve Latin Amerikan yazarların hocası Borges, onlara başarıya ve dünyaya açılan yolları gösterdi. Öyküyü canlandırdı ama tek bir roman bile yazmadı. Onları sevmediğini söylüyordu. Ama bu konuda ona tam olarak güvenmememiz lazım.

Aslında Borges bize, şeylerin belli bir düzeni olduğunu söylüyordu. Öyküleriyle bizi (Arjantin’i ise ölümüyle) ikaz ediyordu. Edebiyatın yarınını bütün cephelerden kuşatmak için henüz erkendi. Çünkü bu kuşatma kaybedilecekti. Borges bizi gelecek manzaralı pencereye yaklaşmak konusunda uyarıyordu.

Borges kısa öykülerle başlayarak bu pencereye doğru bir adımını atmıştı. Yani yazarın, yazdıklarından daha çabuk unutulduğu bir edebiyat türünü seçmişti. Özellikleri tevazu ve açıklık olan anlatımın en kadim türü öyküden güç alarak bu adımını atmıştı. Ve bu kadar mütevazı bir başlangıç neticesinde edebiyata dair tasavvurumuz dikişlerinden sökülmeye başladığında, Borges onu yıkmaya ve yenisini yaratmaya başlamıştı.

Borges iyi öykülerin, yazarlarının onları anlayıp anlamamalarından bağımsız olarak ortaya çıkıp yaşadıklarını düşünürdü. Hatta eğer bir öykü gerçekten iyiyse yazarının onu anlamaması gerektiğinden emindi. Yazarın konumu sanki bir ikonanın ayna karşısındaki duruşu gibi olmalıdır. Çünkü ikonanın aslında aynada yansımaması gerektiğini söylerler. Aynı şekilde Borges’e göre yazar, yani ayna, eserini yani ikonasını görmeye kâbil değildir

Yine de Borges, kimsenin yapamadığı gibi, başkasının öyküsünü değerlendirebiliyor ve onu hissedebiliyordu. Edebiyatın, çağdaş bir sanat olduğunu ve iyi bir okura, iyi bir yazardan daha az rastlanıldığını bildiği için okurların dikkatini cezbetmeye önem veriyordu. Sıkıcı bir edebiyatın iyi olmayacağını bildiği için dedektif öyküleri gibi “ıvır zıvır” (trivial) türlere yönelmeyi kendisi için aşağılayıcı bulmuyordu.

Ayrıca her yazarın haleflerini kendinin yarattığını biliyordu. İngiliz şiirini XVII. yüzyıl İspanyolcasına çeviriyordu. Antolojilere, seçilmiş eserlerin şahsî seçkilerine, müze koleksiyonlarına ve kütüphanelere zaafı vardı. Onun XX. yüzyıl Barok’u, İspanyol edebiyatının altın çağı ve Cervantes’e dayanarak, yarına giden yolu açıyordu. Ayrıca Borges’in öyküleri, edebiyatı hakiki imkânlarının sınırlarına geri getirdiği için yarının gününü fethetti. Bu da bizi uyandırdı. Borges’ten sonra sırf edebiyata saygımızdan ötürü, okumamız gereken edebiyat artık gülünç oldu. Ondan sonra dikkate şayan edebiyat, okurun gerçekten ihtiyacı olan edebiyat hâline geldi.

Borges’in edebiyatına sadece hayatı değil aynı zamanda başka kitaplar da kaynaklık etti.

Ama hayat, kitaplarda da vardır. Ve edebiyat söz konusu olduğunda bir kişinin önce hayatta, sonra kitapta ölmesinin herhangi bir farkı var mıdır? Ancak Borges çağdaş öyküye mührünü basmıştır ve artık bir edebiyat türü olan öykü, Borges öncesi ve sonrası olarak değerlendirilir.

Ancak biz Borges’in öyküye yaptıklarıyla iktifa etmemeliyiz. Onun yok edemediklerini biz yok etmeliyiz. Roman üzerindeki tasavvurumuzu değiştirip onu yeniden inşa etmeliyiz. Çünkü kriz yaşayan roman değil, romanın realizmidir. Nihayet yeni milenyumun başında belki de şiire dair tasavvurumuzu da yok edip yenisini yaratmalıyız. Borges öyküleriyle, bizi neticesinde dişlerin düştüğü ve ayakların eğrilmeye başladığı entelektüel vitamin eksikliğinden kurtararak geçmişten geleceğe giden yolu gösterdi

Borges öykülerini anlamak istemiyordu, onları bazen biz de anlamıyoruz. Nobel Edebiyat Ödülü almadı ve bugün artık anlaşıldığı üzere alamayacak da. Belki de günümüzde övgüler ve ödüller, İsveç Akademisi’nin Nobel Edebiyat Ödülü de dahil, genel geçer oturmuş değerler ve çoktan keşfedilmiş imkânlar için veriliyor. Yani onları hocalara değil, öğrencilere veriyorlar

Yollarında soğuk hava akımıyla karşılaşan kuşlar belirledikleri rotadan saparlar. Ilık hava akımıyla karşılaşan şanslılar ise kolay ve hızlı bir şekilde göklere çıkarlar. Şans Borges’in yüzüne gülmedi ama onun buna ihtiyacı da yoktu. O her zaman akıntının tersine gitmiştir. Diğerlerine gelince, artık gözümüzün önünde bir kitabeye dönüşen, Borges’in bir öyküsünden, sözler: “Bilinmesi gereken sadece, Buenos-Aires’te 1920’den sonra her şey üzerine yeniden düşünmeye başlayan ve bazı ebedî şeyleri keşfeden bir adamın olduğu.”