Bir yıkımın öyküsü
Yıkım hızlandığında ev sahibi kira için uğramaz olmuştu. Evin ağır ağır ölen bir hasta olduğunu anladığımızdan beri D.’yle ona daha çok bağlanmıştık. Bizi duymasından korkar gibi, bu konuda hiç konuşmuyorduk. İkimiz de çok üzgündük. Her sabah korkuyla uyanıyorduk. Sağa sola koşturarak neyin sökülmüş ya da yıkılmış olabileceğini bulmaya çalışırdık.
Perihel ve Julio Cortazar’ın Ele Geçirlien Ev’ine
Son zamanlarımızda, ben film seyrediyordum, D., bin parçalık yapboz yapıyordu. Parçaları bulmaya çalışırken Geyikli Gece şiirinin dizelerini mırıldanıyordu. Kutusundaki resimden gördüğüm kadarıyla; yakın planda iri iri bakan bir geyik, eflatuna kesmiş göğün altında kımıldanan bir gölün kıyısındaydı. Geyiğin ardında bir kulübe ve uçları bakır rengi sıra sıra mor dağlar... Daha uzakta gün batımının turunculuğunu lekeleyen turnalar ve ufka doğru ufak tefek saydam bulutlar görünüyordu.
Akşama doğru yürüyüşe çıkıyorduk. Ama bir an önce dönüş hayalini kuruyorduk, uzun süre evden ayrı kalmak istemiyorduk. İlk yerleştiğimizde evi sevmemiştik. Etrafında biten yüksek apartmanların ortasında bir mantar gibi kalmıştı. Dört cephesi çevrelenmiş olduğundan havasızdı. Ağır bir rutubet kokusu yaz kış evin içinden çıkmıyordu. Eşyalıydı ve çok fazla kiracı değiştirmişti. Eşyalardan en göze çarpanı salondaki kahverengi koltuk takımıydı. Kirden yapış yapıştılar ve salonun tamamını işgal etmişlerdi. D.’yle ilk zamanlarda birkaç tanesini atmak istemiştik, ama ev sahibi, takım bozulur diye razı olmamıştı. Sonraları alıştık onlara, D.’nin hoşuna gitmeye bile başladılar. İki kişilik koltuğa uzanıp kitabını okurken arada diğer koltuklara şefkatle bakardı.
Yıkımın ilk işareti perdelerde görünmüştü. O gün D.’yle öğlen yemeğinden sonra üzerimize bir rehavet çökmüş, salondaki geniş koltuğa uzanmıştık. Ardından D. kestirmek için yatak odasına geçmişti. Giderken pencerenin iki kanadını açmış, perdeyi de açık kanatların arasına çekmişti. Pencerelerde sineklik olduğundan yerleştiğimiz ilk günlerde D. bütün tül perdeleri sökmüş, sadece güneşlikleri bırakmıştı. Elimde sigara, ayaklarımı uzatarak pervaza kadar inen perdeyi seyrediyordum. İlk anda, saten gibi parlaklığıyla ayakta poz veren bir kadının dizlerine dökülen geceliğini andırmıştı. Ancak nisan ayının hafif yeli perdeyi şişirince beni iyice gevşeten görüntü kayboldu. Perdeyle bu kadar ilgilenmemin sebebi yazın havaların ısınmasıyla yüksek apartmanlar arasından esintinin ne kadarının salona ulaşacağını havalanan perdenin şiddetiyle ölçmek isteyişimdi.
O esnada açık kanatların üzerindeki derme çatma korniş çatırdadı ve sol kısmına çakılı çiviler çıkmış, bir tarafı kaydırak gibi sarkmıştı. Arkasından da perdeyi kornişe bağlayan düğmeler kaydırağa doğru hareketlenmişti. Onları kornişte tutacak kilit olmadığından kim bilir kaç defa gelip gittikleri raydan, perdeyle beraber kurtulmuşlardı. Düşen perde pencerenin açık kanadında bir anlığına asılı kalmış, ardından yumuşak bir sesle ahşap döşemeye yığılmıştı... D.’nin duştan sonra kurulandığı havluyu teninden serbest bırakışını anımsamıştım. Ve yere düşerken çıkardığı, o hayaletimsi, çok nadir duyulan ses... Aniden şişen bir yelkenin hafif boğuk sesi... Zamanla bütün pencereler perdesiz kalacaktı ve günün herhangi bir saatinde yine o sesi işitecektim. D. sanki pencere önlerinde, kurulandığı havluyu boyuna çırılçıplak vücudundan bırakıyordu. Düşen kornişleri yerine tutturmaya çalışmış, becerememiştik. Bu durumu evin köhneliğine yormuştuk. Ama zamanla çözülme ve yıkım hızlanmıştı. En çok da çivilerden anlaşılıyordu. Çiviler duvardan yavaş yavaş sökülüyordu.
Duvar saati ve ayna eş zamanlı düşmüştü. Onların dağılan parçalarını topluyorduk ki salonda D.’nin astığı tablo da boşlayan çivilerden nasibini almıştı. Kapı ve pencere menteşelerindeki miller biz uyurken gıcırtıyla usul usul yerlerinden çıkıyordu. Ampullerse kozalarından iniltiye benzeyen ince bir sesle her gün iki, üç yiv dışa doğru kayıyor, açık lambalar aniden sönüyordu. Tuvalet ve banyodaki mavi fayanslar tek tek dökülürken döşemeler, sıra sıra kabarıp kalkıyordu. Her sabah yerinden oynamış kısımları bulup oturtmaya çabalıyordum. Bunlar gözlemleyebildiklerimizdi. Duvarların ardında tıkırtılar zamanla artmıştı. Evi hiç ilaçlamadığımız halde haşereler de etkileniyordu. Sabahları tahtakuruları, örümcekler, hamamböcekleri ve gece kelebeklerinin ölülerine rastlıyorduk.
Yıkım hızlandığında ev sahibi kira için uğramaz olmuştu. Evin ağır ağır ölen bir hasta olduğunu anladığımızdan beri D.’yle ona daha çok bağlanmıştık. Bizi duymasından korkar gibi, bu konuda hiç konuşmuyorduk. İkimiz de çok üzgündük. Her sabah korkuyla uyanıyorduk. Sağa sola koşturarak neyin sökülmüş ya da yıkılmış olabileceğini bulmaya çalışırdık.
Yıkılmakta Olan Evin Son Altı Günü
1. Gün
Bu sabah balkon demiri şangırtıyla, altına begonvil ağacının dallarını da alarak düştü. D.’yle artık balkona çıkmıyoruz. Oysa evin en sevdiğimiz bölümüydü. Kahvaltımızı hızlıca bitirip çaylarımızla balkonda sigara içerdik. Korkuluk olmadan çok çirkin görünüyor. D. yerdeki begonvillerin mor yapraklarını süpürdü ve balkona açılan kapıyı kilitledi. “Artık mutfağın küçük balkonunda içeriz sigaralarımızı,” dedi, üzüntüyle. İkimiz birlikte zor sığıyoruz, bahçedeki erik dallarının büyük bir kısmı da parmaklıklara dayanmış durumda. Kafeste iki kuş gibiyiz. Hava aşırı nemli, sigara içerken ter içinde kalıyoruz. Bir anlığına da olsa yıkılmakta olan evi unutup D.’nin yapbozu hakkında konuştuk. Geyiği tamamladığını, gölün kıyısını yapmaya başladığını söyledi.
2. Gün
Sabah, D.’yi banyoda yarısı parçalanmış aynanın karşısında buldum. Avcunda çok sevdiği küpesinin teki vardı. Tavan çökmüş, bir moloz tepeciği oluşmuştu. Akşam uyumadan önce, küpelerini lavabonun kenarında unutmuştu. Savrulan parçalarla küpe molozların içine gömülmüştü, bulamayız, dedi. Haklıydı, küçücüktü. Mavi gökyüzüne baktık, yamulmuş, sarkmış demirler arasından. Enkazı çarşafla örtüp çıktık. D. banyonun da kapısını kilitledi. D.’ye yapboz için yardım ettim. Gölü bitirmişti. Gün batımında gözüken beş tane turnayı birleştirince birbirimize sarıldık.
3. Gün
Bu gün de küçük balkonun korkulukları düştü. Artık sigaralarımızı salonda içiyoruz. D. gece gördüğü rüyayı anlattı. Eflatun gözlü, yaşlı bir kedi balkonda ölmek için ondan müsaade istiyordu. Yapbozun yarısı bitti. D. ufukta görünen dağların bakır rengi uçlarını bulmaya çalışıyor.
4. Gün
Odamın tavanı yıkılmak üzere. Ahşap elbise dolabı olmasa çoktan çökmüştü. Kolon görevi görüyor, ancak ne kadar dayanır, bilmiyorum. Çatırdayıp duruyor. D. salona gelmemi istedi. Bilgisayarımı alıp salona geçtim. D. odamın kapısını da kilitledi. Film izlemeye ara verip yapboz için D.’ye eşlik ettim. Gölün içinde yüzen üç ördeği ve nilüfer çiçeklerini yaptım.
5. Gün
Evin içinde hareket edemez olduk. Salonda tıkılıp kaldık. Koridordaki tuvalet dışında bir yere çıkamıyoruz. Fakat salondaki duvarlarda da kireç yer yer kabardı, geniş çatlaklar oluştu. Film izlerken artık odaklanamıyorum. Duvar dibinde kireç yağmurlarının örttüğü kelebek ölülerine bakıp duruyorum. D. hiç konuşmadan yapbozu bitirmeye çalışıyor. Tamamlamak üzere, en zor kısım olan eflatun göğü yapıyor. Gökteki grimsi hilali bitirmesine yardım ettim. Beni öptü.
6. Gün
D. geniş koltukta uyuyordu, ben de diğer koltukların minderlerini yere yayıp üzerine yatmıştım. Dışardan gelen bir homurtuyla uyandık. Tavan sarsıldı ve kepçe paletlerinin kulakları tırmalayan gıcırtısı duyuldu. Pencereye koştuk, kiremitler çatıdan gürültüyle düşüyordu. Ardından molozlar çatlaktan fışkıran su gibi tavandan aşağıya, halının ortasındaki yapboza döküldü ve bir toz bulutu etrafı sardı. Derken gökyüzüyle beraber kepçenin mekanik kolu belirdi. Duvarları yıkmak için kovasıyla sağa sola hareket ediyordu. Darbelerinden korunmak için emekleyerek kendimizi koridora attık. Dış kapıyı açtık, merdivenler yoğun toz dumanı altındaydı. Tozlar yükselip görüş alanımızı kapamadan D.’nin elinden tutup dışarı çıkardım. İş makinesini gördük. Güçlü gövdesi dönüp duruyordu. Az sonra bütün evi yerle bir etti.