Bir ucundan bir ucuna yürümek mi, Godot'yu beklemek mi?
Adam aynı anda birkaç zamanı birden yaşadığını hisseder. Aynalarda çoğalan bir silsile gibidir zaman. Kendi içinde binbir parçaya bölünebilen. Adam için bu durum gittikçe kompleks bir döngüde ilerler. "Üç dört zamanı birbirine kattığının bilincine vardıkça usu büsbütün karışıyordu." Sonrasında kâbus başlar.
Halk arasında sonuçsuz bir şeyi beklemenin Godot'yu beklemek kullanımıyla hayat bulduğunu biliyoruz. Samuel Beckett, Godot'yu Beklerken adlı absürt tiyatrosuyla bilinenden çok daha fazlasını anlatıyor. "Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam" masalında, Bilge Karasu'nun vaat ettiği gitmek istenilen yere ulaşamama sancısıyla, Beckett'in Godot'sunun beklenmesi paralellik gösteriyor. Gelin, birini beklemek ile bir yere gitmeye çalışmanın farklı atmosfer birliğini mukayese edelim. Karasu'nun masal karakteri olan Adam, denize olan ilgisinin azalacağından korktuğu için denizsiz bir kentte oturmaya karar verir. Denizi özlemeyi denizden daha çok sevdiğinden onu hatırlatacak şeyleri evinin baş köşesine koyar. "Denizsiz kalmamak için gittiği her kıyıdan çakıllar, kavkılar taşırdı evine."1 Deniz onun hem muhayyilesinde var olan hem de gözünün önünden ayıramadığı; kavuşmayı çok beklediği ama acele etmediği bir sevgilidir.
Yaşadığı şehirdeki kavaklar yapraklanmaya başladı mı "...denizin dalgalanışını, teknelerin salınışını anımsatırdı bunlar."2 "Kavaklar yapraklandıktan epey sonra da bir kuş gelip ötmeğe başlardı geceyarısını geçe."3 İshakkuşu derler adına. Her yıl içindeki özlemi katmerleştirir bu ses. Kendisine hızlıca bir rota çizer, denizin tuzuna dalmak için dakika sayardı. Masal bu ya, bu sene her zamanki heyecan onu bulmaz, sadece hep ertelediği yere gitmesi gerektiğini anımsar: Sazandere'ye. "Biri mi gitmişti de övmüştü orayı, haritanın birinde mi görüp merak etmişti, yoksa bir resim mi ilişmişti gözüne bir yerlerde, bilemiyordu. Tek bildiği, denize gitmeğe her kalkışında, Sazandere'yi düşünerek yollara düştüğü, sonra da ya üşendiği ya başka yerlere giden arkadaşlarına uyduğu, ya da yolun bozuluverdiği, arabaların işlemeyiverdiği bir sıraya rastladığı için, oraya bir türlü gidememiş olduğuydu."4
Beckett'in karakterleri ise daha düz bir zeminde fakat bozuk bir tempoda ilerler. İki adam -neden olduğu bilinmeksizin- Godot adında birini bekler. Godot bir işveren midir, yoksa borç isteyecekleri zengin biri midir? Bilinmez. Beklemenin en derin ve acı verici tecrübesini hissettirir. Zaman kavramı belirsizdir. Kaç gündür beklediklerini karakterler de bilmez. Hatta ertesi gün bekleme noktasına geldiklerinde, önceki gün de gelmiş olduklarını unuturlar. Bu döngü sanki sonsuza kadar devam eder. Her gün tepeye gidip belirsizliğin derinliklerinde yüzerek bir amaç sahibi olmak adına hava kararana kadar beklerler. Karakterler ise; duygusal ve pes etmeye çok meyilli olan Estragon, kurallara son derece bağlı ve olaylara hep mantık çerçevesinden yaklaşan Vladimir'dir. Godot'yu bekleyen ikilinin, zaman zaman kafaları karışır, niçin orada olduklarını unuturlar. Bir ağacın altında beklemeye koyulurlar. Ağaç doğru ağaç mı ya da beklemeleri gereken doğru yerdeler midir, mütemadiyen ikilemdelerdir.
- Özellikle de Beckett'in duygu adamı Estragon, bu ikilemi çok şiddetli yaşar. Vladimir ise beklemeye devam edebilmeleri için net cümleler kurarak onu sakinleştirmeye çalışır. "Estragon: Hadi gidelim. Vladimir: Gidemeyiz. Estragon: Niçin? Vladimir: Godot'yu bekliyoruz."5 Karasu'nun Adam'ına gelecek olursak; Sazandere'deki denize gitmek üzere otobüs garajına girer, o andan itibaren hayal gibi katmanlı bir anlatım ortaya çıkar. Anlatımın birinci katmanında kalabalık içinde sağa sola yalpalayan bir adam, diğer katmanında onu kameraya çekiyormuşçasına tasvir eden bir anlatıcı vardır. Adam yürürken otobüs garajını pazara benzetir ve kendisi de Atay'ın beyaz mantolu adamı gibi pazarın bir ucundan bir ucuna yürümektedir. Bu girift anlatının hepsi Adamın zihninde gerçekleşir. Tıpkı Beckett'in anlatısı gibi zaman mefhumu belirsizdir bu masalda.
Adam aynı anda birkaç zamanı birden yaşadığını hisseder. Aynalarda çoğalan bir silsile gibidir zaman. Kendi içinde binbir parçaya bölünebilen. Adam için bu durum gittikçe kompleks bir döngüde ilerler. "Üç dört zamanı birbirine kattığının bilincine vardıkça usu büsbütün karışıyordu."6 Sonrasında kâbus başlar. Meğer Sazandere otobüsü olarak bindiği araba, başka yere gitmektedir. İnip değnekçiye asıl arabayı sorar. "Adam çılgın gibi koştu sağa sola, değnekçiyi buldu. Kendisinden başka herkes Sazandere arabalarının nereden kalktığını biliyor olsa gerekti. Ortada Sazandere otobüsünü arayan kimsecikler yoktu kendisinden başka."7 Değnekçi de otobüsü kaçırdığını, yarın tekrar gelmesi gerektiğini söyler. Ertesi gün yine kaçırır arabayı. Sonraki gün de ondan sonraki gün de... Tam on beş gece üst üste otogara gider ancak değnekçi her seferinde, Sazandere otobüsünü ‘biraz önce' kaçırdığını söyler. Denemekten hiç vazgeçmez.
Vladimir ve Estragon'un gelmeyecek bir şeyi beklemesi ile Adamın hiç ulaşamayacağını bildiği Sazandere için yola düşmesi, zıtlıkların birliğidir.
Sonunda beklenen gerçekleşir. "Denizi unutmanın, otobüsü kaçırmanın tedirginliğini atıp bir oyunu kurallarınca oynamanın keyfini her akşam biraz daha çok duyarak gidiyordu garaja. Araba artık kaçamazdı. Nitekim öyle oldu. On altıncı gece Sazandere otobüsünü bir hayvanı köşeye kıstırır gibi kıstırdı."8 Adam otobüse kavuşur kavuşmasına ama değnekçi Adamın yanına gelerek sonunda ona acır ve gerçeği açıklar. Kovaladığı araba, son durağı olan Sazandere'ye her zaman gitmez. "... sapa yer olduğu için, gerekmedikçe oraya gitmek istemez sürücüler. Fazla para isterler, yolcuyla çekişirler, onu yarı yolda indirmeğe kalkarlar. Oralılar zaten hep bir araya gelir, bir otobüse binerler, yola çıktıktan sonra sürücü artık nazlanamaz; ama senin gibi tek yolcuya kimsecikler ‘gideriz' demez, öyle bilesin bunu."9
Ertesi gün yine otogara gelen Adamın eski sevincinin yerini bir teslimiyet alır. Yine de biner otobüse. Yola çıkarlar. Değnekçinin dediği gibi de olur. Otobüsün muavini kendisini uyandırınca sessiz sedasız iner otobüsten. Karanlığın içinde, hiçliğin ortasına inmiş gibidir. Ne denizin sesi gelir ne de kokusu. Rastgele yürümeye başlar. Işıl ışıl yanan bir pencere görür ve oraya doğru ilerler. Üzerine sinmiş olan sükûnetini koruyarak kapıyı çalar, çalmasıyla açılması bir olur. "Çok yaşlı bir adam duruyordu karşısında. Gülümsüyordu. Kendisini çok iyi tanıyormuş gibi. ‘Buyurun,' dedi titrek sesiyle, ‘buyurun, biz de merak etmeğe başlamıştık. Buyurun şöyle ocağın başına...'"10 Adam sessizce içeri girer. Yaşlı adam da, "... ne zamandır bekliyoruz sizi, ha bu yıl gelecek aramıza, ha önümüzdeki yıl diyerek..."11 sitemini dile getirir. Adamsa söylenenlere kayıtsız kalarak ocağın karşısındaki boş yere oturur, etrafına bakınır. Sonsuza kadar beklemektense yanlış da olsa bir yere ulaşma hali Adamda bir sakinlik uyandırır. Nitekim arabadan indiği yer Sazandere midir, değilse neredir? Uyuyup uyandığında farklı bir gerçekliğin içine mi girmiştir, yoksa ölmüş müdür?
Bu gibi sorularla karakterin bilinci yavaş yavaş parçalanır. Beckett'in finalinde ise aynı bilinç parçalanmasını iki karakterde görürüz. Her gün bir çocuk gelerek bu iki adama ‘Efendisi Godot'nun bugün gelemeyeceğini' haber verir. Günler geçtikçe bu çocuk Godot'nun gelmeyişinin simgesi olmuştur. Bekleme sürecinden artık mutlu olmazlar. Beckett'ın karakterleri, beklemenin sonuçsuzluğundan kaçamayacaklarını anlarlar.
"ESTRAGON: Ben böyle devam edemeyeceğim.
VLADIMlR: Demek böyle düşünüyorsun.
ESTRAGON: Ayrılalım mı? Bizim için daha iyi olabilir.
VLADIMlR: Yarın kendimizi asacağız. (Bir an.) Tabi Godot gelmezse.
ESTRAGON: Peki ya gelirse?
VLADIMlR: Kurtuluruz."12
Godot'nun kim olduğunun bir türlü belirtilmemesi de onun sonsuza kadar yoruma açık bir karakter olmasına sebep olmuştur. Hep beklenilen ama bir türlü gelemeyen...Adam, şoförün onu Sazandere'ye götürmeyeceğini bile bile otobüse biner. Vladimir ve Estragon da aynı şekilde Godot'nun gelmeyeceğini bile bile ertesi gün yine aynı tepeye giderler. Vladimir ve Estragon'un gelmeyecek bir şeyi beklemesi ile Adamın hiç ulaşamayacağını bildiği Sazandere için yola düşmesi, zıtlıkların birliğidir. Karasu'nun karakterindeki bilinç parçalanması ve finalinin büyük bir belirsizlik üzere son bulması Beckett'in tekniğiyle benzeşir. Karasu'nun "Adam"ı, nereye ulaştığını bilmez, Godot ise hiç gelmez.
- Kaynakça:
- B. Karasu, Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam", Göçmüş Kediler Bahçesi, İstanbul: Türkiye, Metis Yay., 2020.
- S. Beckett, Godot'yu Beklerken, Kabalcı Yay., 2012.
- 1 Bilge Karasu, "Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam", Göçmüş Kediler Bahçesi, s. 33.
- 2 a.g.e., s. 34.
- 3 a.g.e., s. 34.
- 4 a.g.e., s. 33.
- 5 Samuel Beckett, Godot'yu Beklerken, s. 206.
- 6 Karasu, "Geceden Geceye Arabayı Kaçıran Adam", s. 39.
- 7 a.g.e., s. 40.
- 8 a.g.e., s. 41.
- 9 a.g.e., s. 41.
- 10 a.g.e., s. 43.
- 11 a.g.e., s. 44.
- 12 Beckett, Godot'yu Beklerken, s. 235.