Bilinçdışının Vicdan İmgesi: Ömer Seyfettin

GEORGES BRAQUE
GEORGES BRAQUE

Ömer Seyfettin'in her eşyaya -vicdanın bir uzantısı olan- merhamet ile muamele eden şahsiyetleri vardır. İnsanları kırıp dökmeyi, onlara kötü bir şey söylemeyi bırakalım, bir kır sineğini bile incitmekten imtina eden; onun küçücük vücudunu korumak isteği duyan ince ruhlu karakterler...

Heidegger, zamanı anlar dizisi olarak görmeyen, kendini geçmiş ve geleceğin sentezi addeden sağduyulu insanın sahip olduğu bilgiye "vicdan" adını verir. Hegel bunun için sistemin dışında olandır; Kant ise, adaleti temsil eden ilksel bir kuramdır, der. Vicdanı daha tasnifkâr bir ifade ile ele alırsak, onun bir çeşit görüngü olduğunu söyleyebiliriz. Yani salt bir duygu olmaktan uzak; bir tarafı duyulan, bir tarafı düşünülebilen iç duyu. Türk Edebiyatı'nın öncü isimlerinden Ömer Seyfettin, vicdan imgesini ustalıkla kullanarak iç duyuyu bize hissettirir. Yazınsal yaratı sürecinde, yaşadığı dönemin tarihî vicdan muhasebesine tanık olur. Gözlem ve tetkik yeteneği sayesinde karakterlerine hayattan parçalar katar. Öyle ki bazı hikâyeleri bizatihi kendi hayatından izler taşır. Vicdanı sızlayan insanlar ülkesinde, vicdan görüngüsünü timsaller üzerinden bize anlatır. Özellikle de deyimlere değil, yüklemlere dokunarak ifa eder.

İdeal karakterleri, –aynı döneme denk gelmeseler de- Foucault okumuş gibi tam bir sosyolojik perspektif üzerindedir. Bu sebeple Ömer Seyfettin karakterini üç kısımda incelemek mümkündür: Türk tarihinden alıp "Eski Kahramanlar" ortak üst başlığıyla ideal bir insan olarak işlediği kahraman tipi. II. Meşrutiyet sonrasında fikir ve siyasi yönelişlerdeki olumsuzlukları göstermek üzere Efruz Bey adıyla çizdiği şarlatan tipi. Gündelik hayatın içinde yaşattığı iddiasız, arif, babacan Bican Efendi tipi.1 Ömer Seyfettin'in kaleminde vicdan nosyonunu ve ardındaki imgeleri keskin hatlarıyla görürüz. Vicdan sahibi kendilik, genellikle başkasına ihtimam işaretleri olarak merhamet, etik, ahlak, yasa, adalet gibi kavramlarla beraber dile gelir. Bazen de bu kavramları temellendiren tinsel bir kaynak gibi tarif edilir.2 Vicdanın bir uzantısı gibi tarif edilen bu kavramlar, bilhassa vicdanın kendisiyle karıştırılmamalıdır.

Örneğin vicdanla ilintili bazı hareketler merhametten çok uzak, etikle alakasız veya adaletle uyuşmayan bir yapıda olabilir. Bu farkındalığa sahip olan Ömer Seyfettin, kendi olma serüvenindeki karakterlerin, duygu dışı alanlarına attıkları her adıma bizi şahit tutar. Yolculuk sakin ve akıcıdır. Müspet vicdanın ruhlardaki esamesini izledikten sonra vicdan/sız/lık kavramını Seyfettin'in metinlerinde nasıl yorumlayacağımızı düşünürüz. Peki ya vicdan yoksunluğunu nasıl aktarır bize? Nietzsche'nin vicdandan ayrı ele aldığı şu öteki ‘kasvetli şey' dediği, kara vicdanı "Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür" öyküsünde hissetmek mümkündür. Başkarakterimiz, eşi Efser'e karşı affedilmeyecek bir saygısızlık sergiler. Bunu öğrenen Efser de intikamını almak için kocasına bir oyun hazırlar. Başkarakterimiz bunun bir oyun olduğunu anlayamaz ve son dakikaya kadar Efser'in kendisine ihanet ettiğini zanneder.

"Aylarca düşündüm. Uykusuz geceler geçirdim. Neler düşünüyordum. Hepsini öldürmek, sonra intihar etmek... Facialar yapmak! Evet, facialar... Hakiki ve beyaz bir Othello olmak!"3 Başkarakterimiz bu duygular içindeyken, okuyucular düğümlerin yavaş yavaş çözülmesini bekler ama kahramanın düşünceleri daha karmaşık bir hal alır. İçinde mermi bulunmayan bir silahın patlamasına ramak kala her şey yavaş yavaş çözülür. Aslında kusur Efser'de değil kendisindedir ve içinde bulunduğu durumun baş müsebbibidir. Ancak karakterden beklediğimiz vicdan muhasebesi ve ardından gelmesini umduğumuz nasuh tövbesi asla gerçekleşmez. Tıpkı Suç ve Ceza'daki Raskolnikov gibi, cezasını çekerken bile işlediği suçun arkasında sağlamlıkla duran; yaptığı işi hatalı görmeyip sonuna kadar savunan bir mefkûreye sahip kurgusal karaktere şahit oluruz. Başka bir kısımda ise temsiller üzerinden bir milletin vicdani yaralarını bize ustalıkla anlatır.

Bir başka Ömer Seyfettin kişisi gibi, karakterin duygularını diyaloglarda duymak yerine bilinç akışı üzerinden anlarız. Örneğin; Primo Türk Çocuğu'ndaki Kenan, bariz bir kendilik inkârı içinde Türklüğe dair sahip olduğu bütün imgelerden sıyrılır, aslından uzaklaşır. Özünü reddeder ve başka bir insan gibi yaşamak ister. "Kendilik inkarı" üzerinde biçim bulan "Batıya özgü kendilik", Foucault için modern edebiyatın da "çekirdeği"ni oluşturur. Kendine yeten, başkasıyla rabıtasını inkar eden, hakikati kapandığı yerde kendi başına arayan öznenin eylemlerinden kurulu bir anlatı türü ortaya çıkar.4 Kenan, memleketinden çok uzakta yeni bir yaşam kurar ve geçmişinin üzerine sünger çeker. İtalyan bir kadınla evlenir, çocuğu olur ve Selanik'te yaşarlar. Daha sonra Kenan'ın ecnebi eşi, muharebe arefesinde Selanik'ten ayrılmak planları yaparken; Kenan kendi ceddini ve özünü reddedişinin pişmanlığı ile bir vicdan muhasebesi yapar.

"Kenan on senedir içinde yuvarlandığı esirlik uçurumunun hâlâ dibinde bulunduğunu ve buradan kurtulmanın pek güç olduğunu görüyordu. Seviyorum sandığı bu siyah gözlü latif kadın, hakikatte, aslıyla, esaslarıyla, kavmiyetiyle kendisine ne kadar yabancı, ne kadar uzaktı. Ve hatta bir düşmandı..."5 Vicdanı sızladığı anda kendini bilinçdışı bir yerde bulur Kenan. Ve beklenilmeyen gerçekleşir. Karakterlerin keskin sınırları açığa çıkar. Kenan'ın oğlu Primo; Türklüğe merak duyar ve babasından habersiz Türk arkadaşlar edinir. Küçücük hafızasında babasının anlattığı kısa ve nadir hatıraları birleştirir. Arkadaşlarıyla olan iletişimi de bu hatıralara eklenince, onlara ünsiyet duymaya başlar. Hakikati el yordamıyla bulur. En sonunda babası gibi gerçeği haykırmaktan kendini alamaz: ‘Ben Turko çocuk, ben Turko çocuk...' diye İtalyanlığı reddediyor ve yeni doğan Turan mefkûresinin canlı bir delili gibi babasının ve annesinin karşısında yükseliyor...6

Ömer Seyfettin'in her eşyaya -vicdanın bir uzantısı olan- merhamet ile muamele eden şahsiyetleri vardır. İnsanları kırıp dökmeyi, onlara kötü bir şey söylemeyi bırakalım, bir kır sineğini bile incitmekten imtina eden; onun küçücük vücudunu korumak isteği duyan ince ruhlu karakterler... "Kır Sineği" öyküsünde, defter arası çiçek kurutma hevesine sahip olan karakterimiz, cep defterinin sayfalarını çevirirken hiç beklemediği bir görüntüyle karşılaşır. "Sahifenin arasında mai, şeffaf kanatlı, incecik –öyle ki bir kumral saç teli kadar ince- zarif, minimini bir kır sineği, kendisine sarılan pembe bir kır çiçeğiyle kurumuş duruyordu." 7 Bu manzarayı esefle izler ve orada sineğin cansız bulunuşu yüzünden zarif bir vicdan azabı çeker. Vicdanı, bu minimini kır sineğinden tiksinmesini perdelemiştir. Bu manzaradan sonra ne zaman bir mecmua görse, defteri ve çiçeği derhatır ettiğini bize söyler. Bir anlatı kurmak bir hakikat kurmaktır.

Vicdan bu hakikatin en mühim damarlarından biridir. Gündelik yaşamdan beslenen, merhametin bir fazlası ve insanın en tabii ihtiyacıdır. Zira insan hem kirleten hem de temizleyendir. Ömer Seyfettin kötüyü tam kötü, iyiyi de tam iyi yaparak karakterleri karikatürize etmez. Vicdan noksanlıklarını da vicdanı ifrat derecesinde kullanan iradesiz insanı da bizden uzak tutar. Bu iki uç arasında tam bir itidal ile insanın öyküsünü bize anlatır.

  • 1 Bütün Hikayeler, Ömer Seyfettin, (Haz.: Nâzım Hikmet Polat), YKY Yay., 2019, İstanbul, s.27
  • 2 Vicdan: Kendi Olma Biçimleri, Taburoğlu Özgür, Doğu Batı Yayınları, 2019, Ankara, s. 17
  • 3 Bütün Hikayeler, Ömer Seyfettin, (Haz.: Nâzım Hikmet Polat), YKY Yay., 2019, İstanbul, s.153
  • 4 Vicdan: Kendi Olma Biçimleri, Taburoğlu Özgür, Doğu Batı Yayınları, 2019, Ankara, s.131
  • 5 Bütün Hikayeler, Ömer Seyfettin, (Haz.: Nâzım Hikmet Polat), YKY Yay., 2019, İstanbul, s.227
  • 6 a.g.e., s.389
  • 7 a.g.e., s.42