Bengisu
Yaklaşın biraz, evet bir sırrım var. Geçenlerde bahçeye bir ihtiyar geldi, bir yudum su istedi, biraz nefeslendi. Sonra elindeki küçük şişeyi bana verdi, bu bengisudur içeni gençleştirir, deyip sonra da gitti. İlkin inanmadım ama sonra içince kendimde bir hayli değişiklikler hissettim. Siz de fark ettiniz demek.
"Birkaç saatliğine anneannen olacaksın, hepsi bu!" "Hepsi bu ne demek? Anneannem seksen yaşındaydı bense sadece otuz yaşındayım, bir bakışta anlarlar anne!" Annemin ağzından çıkanları kulağının duymadığına emin bir halde vurguladım cümlemi, o ise ısrarla devam etti. "Şu dünyada anneme en çok benzeyen kişi sensin Ayten, bak isimleriniz...." "Bana mı sordunuz ismimi Ayten koyarken!" Haykırışıma ve isyanıma rağmen sakince kalkıp gözlerimin içine baktı. Evladıyla göz teması kurma palavrasına inanıyordu demek... "Bak kızım zaten bir hafta içinde söyleyeceğiz ahretliklerine. Bugün öğrenirlerse çok kötü olur, biliyorsun buluşma günleri. Yazık kadınlara, yıkıma sebep olmak istemezsin değil mi? gözleri iyi görmüyor, üçü de seksenin üzerinde. Yıllarca sahnede Juliet'in en güzel halini sen oynadın. Evin salonunu da bir sahne olarak düşün...." Annemin ısrarları dayanılır gibi değildi. Ah anne, neden annemsin sen!
Üzerimdeki yas elbisesini çıkarıp anneannemin çiçekli elbisesini giyindim. Birkaç yıl evvel çekilmiş fotoğrafına bakarak makyaj yaptım. Bakışlarımı anneannem gibi dingin ve müşfik, çalıştım. İşte şimdi tam da Ayten Hanımefendi olmuştum. Birkaç saat sonra zilin çalmasıyla perde açıldı. Evin salonunda. Sahne, dekor ve oyuncular. Tek izleyicisi ve aynı zamanda oynayanı bendim bu oyunun. Yani ki oyun olduğunu bilen tek kişisi. Kapının kıyısından ahretliklerimin koltuklarına yerleşmelerini seyrettim bir süre. Ve perde. Belimi tuta tuta salona girdim. Nermin teyze, Mualla teyze ve Belma teyze... Teyzelikten nineliğe geçişlerini yıllar yılı seyrettiğim üç kadın. Beni gördüklerinde, "Ah Aytenciğim!" dedi üçü bir ağızdan sonra dördümüz aynı anda sarıldık. Çocukken çok seyretmiştim bu seremoniyi, o yüzden ustalıkla pıtpıtladım sırtlarını. Fakat artık çocukluğumdaki gibi çiçek kokmuyorlardı. Hepsi rutubet, küf karışımı bir kokuyla ölümü hatırlatıyordu. Yüzlerinde ölüm lekesi morluklar...
Havadan, sudan, torunlardan konuştuk. Bir ara uyuz Pervin'in dedikodusunu bile yaptık. Rolümü başarıyla oynuyordum. Ne de olsa Ayten Hanımefendi'nin torunuyuz! Bir ara kendimi öyle bir kaptırmışım ki, salonun ortasına kocaman bir kahkaha patlattım. Sorun şu ki kahkaha yaşlı Ayten'e değil, bizzat bana aitti. Elimle ağzımı tutup bozuntuya vermemeye çabalasam da, üçü de dikkatli gözlerle sessizce beni süzüyorlardı. Ah anne, neden annemsin sen! Sonunda Belma teyze tutamadı kendini, "Kız Ayten vallahi sende bir hal var. Kaç senelik arkadaşınım anlarım ben, gençleşmişsin sen ne yaptırdın kız kendine?" Benim telaşlı suskunluğumu görünce Nermin teyze aldı sözü kikirdeyerek, "kız gençlik iksiri buldun da bizimle mi paylaşmıyorsun ayol?" deyiverdi. Bir süre daha donup kaldım sonra ağzımdan çıkan cümlelere kendim bile şaşırsam da engel olamadım.
"Yaklaşın biraz, evet bir sırrım var. Geçenlerde bahçeye bir ihtiyar geldi, bir yudum su istedi, biraz nefeslendi. Sonra elindeki küçük şişeyi bana verdi, bu bengisudur içeni gençleştirir, deyip sonra da gitti. İlkin inanmadım ama sonra içince kendimde bir hayli değişiklikler hissettim. Siz de fark ettiniz demek." Sesim odanın küf kokulu atmosferinde yankılanıp kulağıma çarptı. Bir süre kahkaha atmalarını bekledim ama sessizliğin ortasında suratıma umut ve dehşetle bakan üç kocaman gözü görünce anladım ki üçü de bu yalana inanmışlardı. "Eeeeee," dedi Mualla teyze, "iksir nerde?" Telaşla kalkıp mutfağa geçtim. Annemi aradım, telefonu kapalıydı. Tam anlamıyla batırmıştım. Öfkeyle sağa sola volta atarken gözüme kristal zemzem takımı çarptı, hızla içine su doldurup salona geçtim. Üçü de heyecanla doğruldu yerinden. Gözlerinde umut dolu bir ışıltıyla tepsiye bakıyorlardı. Tepsiyi sehpaya bırakıp çekildim. Bir süre kalın gözlüklerinin ardından suyu incelediler.
Nermin teyze yüzyıllardır sürdürdüğü bir ritüelmiş gibi dört zemzem bardağına su doldurup, bardağındaki suyu tek yudumda içti. Ardından Belma teyze ve Mualla teyze de içti. Ellerine baktılar bir süre, yüzlerine dokundular. Artık bitsin şu işkence, diye içimden mırıldanarak gergin gergin dolaştım salonda. Yalansa kuyruklu yalan olsun. Anneanneme gelmiş bir demet gülün içinden kurumuş bir tanesini çekip sürahiye koydum. "Bu gül eski haline döndüğünde siz de gençleşeceksiniz." dedim. Bakışlarındaki inancı gördükçe içim ezildi. İnsanın yaşlandıkça çocuklaştığını duymuştum ama bu kadarını beklemiyordum. Tevekkeli değil dolandırıcıların avucuna öyle kolayca düşüyorlardı. İçim bunca hayat tecrübesine rağmen gösterdikleri saflıktan dolayı acımakla karışık bir öfkeyle doluydu. Belki de hayatta kaybedecek bir şeyleri kalmamıştı, ondandı bunca teslimiyet.
İçimden her şeyi anlatmak geçti. Kendimi adi bir hırsız gibi hissettim, inançlarını ve umutlarını çalıyordum sanki. Yıllardır tiyatro sahnesinde oynadığım tüm roller bir bir dizildiler sanki karşıma, eğildiler. Hayatımın en gerçekçi performansını üç yaşlı kadının umutlarıyla oynayarak sergiliyordum. Yazıklar olsundu bana, okuduğum okullara, oynadığım oyunlara. Şimdi her şeyi anlatsam, yaşam bulmak umuduyla içtikleri su ölüm iksirine dönüşecekti. Bütün gerçekleri tek nefeste yuttum. Bakışları güle kenetlenmiş üç dostumun yanına oturup gülü incelemeye başladım. Tek bir kıpırtı yoktu, elbette olmayacaktı! Kurtarıcı alarmı gibi çaldı kapı zili. Oyun bitmiş, ahretliklerimi kapıdan yolcu etmiştim. Kapıyı üzüntüyle kapattım. Rahat bir nefes ve kapanış alkışı almam gerekirken salonun ortasına geçip hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
Gözyaşlarım biraz dindiğinde başımı kaldırıp hayat suyunun içindeki güle baktım. Solgun çiçek ölüm uykusundan uyanmış gibiydi. İncecik çürük gövdesi ve kuru yaprakları yemyeşil olmuştu. Kıpkızıl goncası ilk açtığı günkü gibi başını kaldırmıştı. Dördüncü zemzem bardağını avuçlayıp, titreyen suyu tek yudumda içiverdim. Yavaşça kalkıp aynadaki anneanneme baktım. Gözlerimin etrafına rimellerim akmış, simsiyah olmuştu yanaklarım. Elime ıslak mendil alıp makyajımı silmeye çalıştım. Yüzümün kırışıklıkları bu denli gerçek olmamalıydı. Ellerime baktım kırış kırıştı, zangır zangır titriyordu parmaklarım. Bütün vücudumu görmek istedim. Telaşla soyunmaya başlamıştım ki kendi sesime benzeyen bir ses "Anneanne ne yapıyorsun?" diyerek kolumu tuttu. Sesin sahibine doğru baktığımda kendimle karşılaştım. "Ayten!" diyerek sarıldım kendime.
"Anneee koşun anneannem beni hatırladı!" diyerek bağırdı kollarımın arasındaki kendim. Odaya annem girdi ilk, "Anneee diyerek sarıldı boynuma, hatırlıyor musun beni?" Hatırlıyordum elbet, başıma bunca işi saran annemsin... Aynadaki anneanneme baktım. Yüzümün kırışıklıkları bu denli gerçek olmamalıydı... Ah anneanne, neden anneannemsin sen?