Ben Orada mıyım?
Halkımız çok da akıl erdiremediği zaman yolculuğu konusundan çabucak sıkılmış, Mars’a kurulan koloni hakkında Amerika ile yaşanan diplomatik kriz bir haftaya kalmadan insanların zihninden silinip gitmesini sağlamıştı meselenin.
Ünlü Fizikçi Stephen Hawking 28 Haziran 2009 tarihinde Cambridge Üniversitesi’nde zaman yolcuları için çok özel bir parti verdi. Partisine kimseyi davet etmeyen Hawking, ertesi gün gerçekleştirdiği basın toplantısında geleceğin insanlarına seslenerek, “Şayet zamanda yolculuğu keşfederseniz dün verdiğim partiye katılmanızı bekliyorum.” ifadelerini kullandı. Stephen Hawking konuşmasında “Eğer gelecekte insanoğlu bunu başarabilmiş olsaydı, zaten partime gelmiş olurlardı. Belli ki zamanda yolculuk asla mümkün olmayacak.” dedi
Merdivenleri üçer beşer tırmanırken bir türlü gelmeyen asansöre küfretti Yusuf. Zaman yolculuğuna gelene kadar katlar arası yolculuğu halletsinler kardeşim! Sene olmuş 2070 küsür... Suratsız sekreterin alaycı bakışlarını görmezden gelerek terini sildi, üstüne başına çeki düzen verdi. Yılların getirdiği idarecilik kabiliyeti ile konuşmadan “Ne var lan?” demeyi başardı Müdür. Zaten merdivenlerin sırtına yükledikleri daha inmemiş, üstüne müdürün sessiz postası, iyice alt üst oldu nefesi. “Efendim,” diye söze başlar başlamaz sesi içine kaçıverdi. “Bakanlıktan yazı geldi de.”
“Evladım siz hiç devlet terbiyesi görmediniz mi? Her yazı için makama mı dalınır? Göndersene sistemden, bi de kağıdı nerden buldunsa çıktı almışsın!” “Müdürüm dün gönderdik. Müsteşar Bey acil ilgilenilsin demiş o bakımdan şey ettik.” Müdür gün görmüş, devletin dolambaçlı koridorlarında yolunu bulmayı becermiş bir adam, daha mevzunun ne olduğunu bilmeden uygulayacağı A, B ve C planları hazır. Müsteşar değil kralı gelsin! Ne müsteşarlar, bakanlar eskitti o. Devlet işi aceleye gelmez, boyacı küpü mü bu? Daldır çıkar!
-Ne yazısı bu?
-Müdürüm şu parti ziyareti hakkında. Olay meclise taşınmış.
Karnına bir yumruk yemiş gibi yüzünü ekşitti Müdür Bey. Cebindeki planların kotaramayacağı bir bela sarılmıştı başına. Meclise düşmek sıkıntı... Öyle birilerinin kellesini almakla yırtılacak bir mesele değil, bu defa kendi kellesi de tehlikede. Bir müdürün paniği kadrolara üç şekilde sirayet eder. Kellesi feda edilecek kadar mühim olanlar ateşin kendilerine sıçramasından korkarlar. Kimileri ise müdürün göt olmasından adını koyamadıkları bir haz duyar. Gerisi müdürü yolda görse tanımaz. Onlar için bölüm şefinden ötesi bilinmez bir diyardır. Yusuf mu? Yusuf meymenetsiz sekreterin radarından çıkana kadar yüzündeki ciddiyeti bozmadan asansöre seğirtti. İçinde akmaya başlayan neşeli derenin şırıltısını dinlerken, ne kadar sürerse sürsün, gelene kadar asansörü beklemeye karar verdi.
Terazi Var Tartı Var Her Şeyin Bir Vakti Var
Bozok Üniversitesi Fizik Araştırmaları Enstitüsü’nün gelecek vadeden kıdemli araştırmacısı Kadir Bayat 19 Haziran 2055 Cumartesi günü bazlamalı, omaçlı geleneksel bir kahvaltı yaptı. Tüm tutkulu bilim insanları gibi gece gündüz bilmiyor, hususi hayatını ihmal ediyordu. Anacığının torun hasretine ilişkin sitemlerini makul bir süre dinledikten sonra Allah zihin açıklığı versinler eşliğinde yollandı laboratuvara. İster eşi görülmemiş bir dehanın tezahürü deyin, ister çilekeş bir ananın tertemiz dudaklarından dökülen duaların Allah katında kabulü. Kadir Bayat o gün tarihi değiştirdi. Gavurun solucan deliği dediği şeyi açmakla yetinmeyecek, elim bir laboratuvar kazasında hayatını kaybedene kadar çalışmasını ilerleterek, anasına torun sevdirmeyi becerememiş olsa da zamanda yolculuk yapan ilk insan olarak tarihe geçmeyi başaracaktı.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Türk bilim insanları Kadir Bayat’ın ölümü üzerinden 20 yıl geçmeden onun anısına kurulan Kadir Bayat Uzay-Zaman Araştırmaları Enstitüsü’nde istenilen tarihe yolculuk yapmayı başardılar. Anadolu’ya girişin 1000. yıl dönümü kutlamalarında milletimizin bu büyük başarısı tüm dünyaya duyuruldu. Bilim çevrelerinin olaya şüpheyle yaklaşmasına karşın -çünkü bilim esasen şüpheciliktir-, zaman yolculuğu deneylerle onaylanıyordu. Uygulama noktasında kritik bazı pürüzler olsa da binlerce yıllık devlet geleneğimiz kendi kadim mekanizmalarını işletmeye başlamıştı çoktan. Bir yıl geçmeden Uzay-Zaman Genel Müdürlüğü kurulmuş, Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde kurulan birkaç düzenleyici müdürlükle birlikte zamanda yolculuğun her yanı bürokrasi ağları ile sıkı sıkıya örülmüştü.
Dikmen Bey’in Hazin Emeklilik Hikayesi
Bahçe kapısına geldiğinde son kez dönüp bakmak istedi Dikmen Bey. Şimdi camdan falan bakıyordur, iyice madara olmayalım Allah’ın ayısına! Bekçiye başıyla lütfen selam verip köşeyi dönene kadar ensesinde hissettiği hayali bakışların sızısı, sırtı boyunca aşağılara inmişti. Halbuki Musa, odasının kapısından çıkar çıkmaz unutmuştu Dikmen Bey’i.
Sivrihisar’da müdür muavinliği yaptığı yıllarda tanıştılar Musa’yla. Gurbete yeni çıkmış, mahcup, tedirgin haline kayıtsız kalamadığı bir yakınlık duymuştu. Tayini çıkıp da samimi kucaklaşmalarla vedalaşana kadar 3 sene abilik yapmıştı bu genç adama. Takip eden yıllarda eskisi gibi görüşemeseler de ne zaman bir ricada bulunsa elinden geleni ardına koymadı Musa için. Hayvanoğluhayvan! Ulan adam saydık bir çayını içmeye, iki lafın belini kırmaya geldik makamına. Vay efendim çok yoğunmuş da, bildiğim gibi değilmiş. Biz idarecilik yapmadık ya bilmiyoruz. Yaptığı da iş olsa her şeyi bilgisayarlar yapıyor zaten. Okul müdürü değil Milli Eğitim Bakanı sanki pezevenk!
Emeklilik, daha işe başladığı ilk haftanın sonunda hayallerini kurmaya başladığı o masal ülkesine benzemiyordu hiç. Ev, duvarlarından ateşler saçan bir zindandı sanki. Kendisi gibi emekli öğretmen olan eşi Ayla Hanım hayır kermesleri, robot hakları derken bir düzen tutturmuş gidiyor. Çoluk çocuk desen, hepsi kendi dünyalarını fethetmenin derdinde. Eh koskoca Dikmen Hoca sanal kahvede ara taş bekleyecek adam da değil. Derneklere yazıldı, eski ahbaplarını ziyarete gitti bir süre. Olmadı. Zaman içine düştüğü bir bataklık gibi, kendi donukluğuna hapsetti Dikmen Bey’i. Nefes alamadı, ne eve ne İstanbul’a sığabildi.
Yaz bitmeden yıllardır diline doladığı metropol tiksintisinin hakkını verebilmek için arada torunlar da gelir diyerekten aldığı yazlığa yerleşti. Bahçe işleri, organik tarım, dengeli beslenme, sabahları yüzme, sağlıklı yaşam derken geldi geçti eylül. Ayla Hanım daha ilk yağmurlar düşmeden dernek işlerini bahane edip İstanbul’a kaçmıştı. Yazlık yerlerin kışı çekilecek gibi değilmiş. Doğa Dikmen Beye savaş açmış, fırtınalar çatıyı yerinden sökmeye, yağmur camları paramparça etmeye çabalıyor, güç yetiremedikçe biraz daha kararlı biraz daha öfkeli tekrar tekrar ve tekrar deniyor. Baktı ki evden burnunu çıkarmanın bile mümkünü yok. Kendini internete verdi. Ama ne vermek! Ateşli muhalif söylevlerin dumanları tüterken uzaylı ziyaretlerini kanıtlayan videolar geziyor, soluk almaya fırsat bulamadan dünyanın en acayip mahluklarını doğal ortamında inceleyip “hmm hmm”lar ile akşam ediyor, şarjı bir hafta giden gözlüklerin pilini iki güne kalmadan bitiriyordu. İşte çenesine kadar internete batıp da daha ayağı yere değmediği bir seferinde Hawking’in partisini görmüş bulundu. Kurtuluş!
Başkent Öğretmenevinden çıkıp Mevlana Bulvarı’ndan geriye kalanlar boyunca yürürken Ankara ayazının ısırıklarını hissetmedi. Dikmen Hoca neyle neyi topladı bilinmez. Ancak zihninde bir yerlerde garip bir kehanet şimşek gibi çakmış olacak ki, artık daha mühim bir adam olarak görüyordu kendini. Zafer kazanmış bir komutan vakarı ile girdiği Uzay-Zaman Genel Müdürlüğü’nden dilekçesinin işleme konulduğundan emin olmadan ayrılmayı reddetti. Heyecanını kendinden bile gizleyerek bekledi dilekçesinin cevabını. O, Ayla Hanım’ın sivri dilini yutacağı günlerin hayaliyle ısınadursun, müdürlük Dikmen Bey’in dilekçesini bürokrasi denen derin çukurun dibine yollamıştı çoktan.
Baktı ki dilekçeden iş çıkmayacak, elinden de başka bir şey gelmiyor. Kendi lisanınca, eh biraz da ulusa seslenen bir lider edası ile rezaleti faş etti internette. İşin aslı Dikmen Bey’inki bürokrasi değirmeninin öğüttüğü yüzlerce dilekçeden biri olabilirdi. Lakin mukadderat. Tıpkı 400 küsür sene evvel taş çatlasın birkaç bin insanın gündemini meşgul eden partiyi unutulduğu yerden çekip çıkarması gibi eğlence yazılımlarından birisi de nasıl olduysa fark etti hocanın isyanını. Şimdinin yazılımları senden benden akıllı. Eski internet sırtlanlarından daha iyi biliyorlar, insanlar neye güler kimleri makaraya sarar. Onu yapan da öyle böyle bir adam ama yazılım ondan beter.
Nasıl olduysa oldu, sosyal medya denen bin başlı, çok iştahlı canavar Dikmen Bey’in sayıklamalarını aldı, ana muhalefetin de himmetiyle meclisin kucağına bıraktı.
Dikmen Bey nihayet hayalini kurduğu masal ülkesine düşmüştü. Haber akışlarına çıktı, tartışma programlarına davet edildi. Sağda solda yolunu çevirip hatıra fotoğrafları çektirmek isteyenler oldukça içinin yağları eridi. Sonra? Sonra onun yaktığı fitil çok yangınlar çıkarmış olsa da unutuldu. İkindi vakitleri karpuz yemeye, Ayla Hanım’ın hiç olmadığı kadar incitici alaylarını sineye çekmeye devam etti.
Taraf Olmayan Bertaraf Olur
Efendim, zaman yolculuğu denen şey zaten on yıllardır teorik olarak tartışılan bir mevzu. Şimdi misal ben geçmişe gidip daha babam dünyaya gelmeden çekip dedemi vursam ne olacak? Yahu hadi dedemi boşver! Diyelim ki, Fatih Sultan Mehmet’i İstanbul’u fethetmeden öldürdük... Karşı taraftan ne demeye boyuna birilerini öldürdüğü sorusuna kulak asmadı. Ben demiyorum ki zaman yolculuğu yapılmasın. Yapılsın tabii ama gözlemci olarak, bilinen tarihe müdahale etmeden. Adam çıkmış açıklama yapmış gelen giden yoktu diye. Kaç yüzyıl insanlar zaman yolculuğu henüz bulunmadı diye düşünerek yaşamış. Şimdi gittik partiye biz geldik dedik. Bunun siyasi, sosyolojik sonuçları olmayacak mı? Kendi cevaplayacağı sorulardan bir diğeri, cevap beklemeden devam. Yani izleyiciler de konudan çok kopsunlar istemiyorum ama alternatif bir gerçekliğin, hani kimilerinin paralel evren dediği şeyin oluşması söz konusu. Hatta belki de bildiğimiz anlamda evrenin yapısı, uzay zaman dokusu bozulacak. Değer mi yani birilerine sükse yapılacak diye?
Yahu bunun sükse yapmakla ne alakası var?!! Böyle korkak, böyle sağlamcı bir tavırla bilim üretmek mümkün mü? Bu ani çıkış gerilimden beslenen sunucunun iştahını kabartmaya yetti, kaosun tadını iyice almak için istemsizce dudaklarını yalayıverdi. Zaman dediğimiz şey sizin sandığınızdan çok daha güçlü. Bizlerin ufacık müdahalelerinin tüm evrene zarar vereceğini düşünmek saçmalığın daniskası. Ben bu ziyaretin bu kadar dramatik sonuçlar doğuracağını düşünmüyorum. Hatta belki de tarihin bildiğimiz anlamda gelişmesi için bu ziyaretin yapılması gereklidir. Tecrübe etmeden bir sonuca varmak yersiz olur. Sayın hocam bu yaklaşımı ile bilim çevrelerinde nasıl yer edinebildi cidden anlamakta zorluk çekiyorum.
Sıkıntıyla yayından çıktı Müdür Bey. Günlerdir uyku yüzü görmemişti. Lakin ha deyince pes edecek adam da değil. İdari soruşturmadan, kızağa çekilmeye olasılıkları değerlendiriyor, kulis çalışmalarını ihmal etmiyor. Gerçi aramalarına yanıt aldığına göre büyütecek bir şey yoktu. Zira ipi çekilmiş olsa aradığı kimseye ulaşamayacağını bilecek kadar çok defa gelen aramaları sallamışlığı vardı. Ne kadar bunalmış olursa olsun kusursuz bir müdür olmanın gereklerini yerine getirmekten geri durmuyor, “benim rahat uyuyamadığım yerde bu yavşaklara huzur yok ulan” düsturu ile kurumda terör estiriyor, memurundan müstahdemine herkesin mesaisini burnundan getiriyordu.
Olacakla Öleceğe Çare Yok
Hafta sonu bacanağıyla gideceği pikniği düşlerken aradı Müdür Bey’in sekreteri. Sıradan bir günde dahi makama çağrılmak yeterince ürkütücüyken meclisin partinin ziyaret edilmesine karar verdiği gün, hayırdır inşallah diyemedi Yusuf. Son zamanlarda değil makama, müdürün katına bile uğramak akıl işi değildi. Son ziyaretinden bu yana yapıp ettiklerini düşündü asansörü beklerken. Her şeyin herkesin yanında konuşulmayacağını bildiği halde keyiflendiği zaman nasıl da çenesi düşük bir adam olduğuna öfkelendi bir an. Telafi edilemeyecek bir şeyler söyleyip söylemediğini hatırlamaya çalışırken çoktan varmıştı makama.
-Gel Yusuf Bey Gel. Buyur otur ne içersin?
Yusuf için Müdür ejderha gibi bir şey. Alevler püskürtmesine alıştığı ağzından çıkan yumuşacık sözler, bu müşfik tavır onu iyice korkuttu. Malumunuzdur, komisyon Hawking’in partisi ziyaret edilecek diyor. Sistemden yazısı da bugün yarın gelir. Müdür’ün lafı nereye bağlayacağı belli ama elden ne gelir? Ağzının içinden “sıçtık” diyor. Müdür bir an duraklayıp kusursuz ciddiyetle Yusuf’a baktığında o hakikaten... İlk defa kurum olarak böyle ciddi bir sınav veriyoruz. Ekibin başında gün görmüş, iş bitiren biri olsun dedik. Aklımıza sen geldin. Yazı gelince görevlendirmeni yaparım. Sen şimdiden hazırlan. Hadi bakalım, aman ha Yusuf Bey bizi mahcup etme.
Yusuf bu defa sekretere aldırmadı. Surat bir karış, fısır fısır söylenerek geçti gitti. Yer mi lan Anadolu çocuğu? İş bitirenmiş de gün görmüşmüş. Daha düne kadar insan yerine koymuyordun! Arkadaşları girişinden hayırlı haber getirmediğini anladılar. Kelimelerini özenle seçerek söylenmeye devam etti Yusuf. Teskinler teselliler fayda etmedi.
-İyi hoş diyorsunuz da bi sıkıntı çıksa bizim başımız belaya girecek. Bak, kaç gündür profesörler evren yok olabilir diyor.
-Ulan Yusuf, evren yok olsa kim senden hesap soracak? Ne değişik adamsın ya!
Yusuf kah müdüre kah çaresizliğine öfkelenerek, kah tasalanıp endişe ederek nasıl geçti diyemeden yolculuk gününe ulaştı. Enstitüden bir uzman bir de güvenlikten sorumlu ordu mensubundan oluşan 3 kişilik heyet solucan deliğine doğru ilerlerken Yusuf’un dudakları kıpır kıpır Ayet-El Kürsi okuyordu.
Evdeki Hesapların Çarşıya Uymadığı Paralel Evrende Yaşananlar
Yusuf’un başkanlığındaki heyet Clarkson Sokağı’ndaki kuytu bir otoparktan, 2009 yılının Cambridge’sine vardıklarında onları gören olmadı. Laboratuvarın mekanik seslerinin ardından, sokağı sağlı sollu kaplayan yemyeşil ağaçların derinliklerinden gelen kuş cıvıltılarını işitmek ferahlatıcıydı. Yolculuğun tam anlamıyla bir adım sürmesinin şaşkınlığını attıktan sonra İngiltere yazının nispeten serin havasıyla ciğerlerini doldurup yola koyuldular. Ara sıra ağaçlar arasından görülen yapılar olmasa balta girmemiş bir ormanın ortasına açıldığı hissini veren yol boyunca yürüyüp Cambridge Üniversitesi Uygulamalı Matematik ve Teorik Fizik Bölümü’ne ulaştıklarında şaşırtıcı derecede sakinlerdi. Sanki sıradan bir iş gününde öğle yemeğinden sonra işlerinin başına dönüyormuş gibi binaya girene kadar da sakin kalmaya devam ettiler.
Yusuf binaya girdiği anda karşılaştığı kalabalığı görünce, Hawking’in asistanına hızlı bir açıklama yaptıktan sonra onun dahi bilmediği partiye katılacakları kusursuz planın işlemeyeceğini anlamıştı. Korktuğu başına gelen kimi insanların beklenmedik serinkanlılığı ile ellerindeki kameralar, ses kayıt cihazları ve hatta not defterlerinden gazeteci oldukları sonucuna vardığı kalabalığa makul bir açıklama getirmeye çalışıyordu. Ulan! Evrenin ayarını mı bozduk acaba?!! O kel kafalı profesör haklıydı galiba. Paralel evrende bir şekilde kendilerinin gelişinden haberdar olmuş gazeteciler de onları karşılamak için buradaydı. Usulca sokulup endişelerini heyetteki uzmana fısıldamaya çalışırken son derece gereksiz bir özenle kalabalığın dikkatini çekmemeye çalışıyordu. Kapıdan girdikleri anda içeride bulunanların en azından yarısı dönüp onlara bakmış olsa da hemen hepsi taş gibi bir kayıtsızlıkla her ne yapıyorlarsa ona geri dönmüşlerdi.
Belli ki onları bekleyen de tanıyan da yoktu. Sevinse mi üzülse mi bilemedi Yusuf. Heyeti bir kuytuya çekip neler olduğuna dair fısıldaşmaya fırsat bulamadan toplantı salonuna geçebileceklerini bildiren görevlinin peşine takılıverdiler. Basın mensuplarının arasına karışmış toplantı salonuna girerken hala ne olduğunu anlayamamışlardı. Hawking salona girip kısacık bir uğultuya sebep olana kadar şüpheli işler çeviren acemilerin güvensizliği ile iliştikleri sandalyelerde sessizce beklemeleri gerekti. İletişim cihazının mekanik sesi dün gerçekleştirdiği partiden sonra zamanda yolculuğun asla gerçekleşmeyeceğine ikna olduğunu anlatırken mevzuya ilk uyanan ekipteki uzman oldu. Yusuf’un kulağına eğilip, partiyi kaçırmış olabileceklerini söyledi.
-Nasıl kaçırdık?
-Sanıyorum bir hesaplama hatası oldu. Sonuçta ilk defa bu kadar uzağa geliniyordu. Abi galiba partiden bir gün sonraya geldik.
Hawking’in aynı tek düze ritim ile kendilerini meşhur partisine davet edişini duymadılar. Apar topar kendilerini attıkları otoparkta birkaç saat önce içinden çıktıkları alacalı bulacalı su damlasını yeniden görmeyi, dalgalanan yüzeyinden tekrar geçip hayat namına biriktirdikleri ne varsa ona geri dönmeyi bekledir. Beklediler. Beklediler.
Suyun Akıp Yolunu Bulduğu Paralel Evrende Yaşananlar
Yusuf’un başkanlığındaki heyet Clarkson Sokağı’ndaki kuytu bir otoparktan, 2009 yılının Cambridge’sine vardıklarında onları gören olmadı. Laboratuvarın derin uğultusu ve mekanik seslerinin ardından bir anda sokağı sağlı sollu kaplayan yemyeşil ağaçların derinliklerinden gelen kuş cıvıltılarını işitmek ferahlatıcıydı. Yolculuğun tam anlamıyla bir adım sürmesinin şaşkınlığını attıktan sonra İngiltere yazının nispeten serin havasıyla ciğerlerini doldurup yola koyuldular. Ara sıra ağaçlar arasından görülen yapılar olmasa balta girmemiş bir ormanın ortasına açıldığı hissini veren yol boyunca yürüyüp Cambridge Üniversitesi Uygulamalı Matematik ve Teorik Fizik Bölümü’ne ulaştıklarında şaşırtıcı derecede sakinlerdi.
Hawking’in asistanını bulmaları zor olmadı. Uzman akıcı ancak yerli ve milli tonlamalarla azıcık havasını yitirmiş İngilizcesi ile durumu anlattığında yeniliklere açık bir bilim insanına yaraşır biçimde kabullendi her şeyi. Hawking’in çalışma odasına bir mabede girer gibi girdiler. Kısaca tanıştırıldıktan sonra Türk milletinin gelecek yüzyıllarda nasıl bir atılım yaptığından, zaman yolculuğu denemelerinden ve onun bu öğleden sonra vermeyi planladığı partiye katılmak üzere 2075 yılından kalkıp geldiklerine dair resmi konuşmasını yaptı Yusuf. Ardından Uzman kendini tanıtarak Kadir Bayat Uzay-Zaman Araştırmaları Enstitüsü’nün çalışmaları hakkında genel bilgiler verdi Hawking’e. Subay toplantı süresince konuşmadı. Zaten toplantı da beklediklerinden kısa sürdü.
Hawking, toplantı süresince birkaç kez kısa sorular sormak dışında boynunu büküp gelenleri dinlemeyi tercih etmişti. Heyettekiler yarın gerçekleşecek basın toplantısı ile ziyaretleri dünyaya duyurulmadan önce kendi zamanlarına döneceklerini söyleyerek ayrıldılar. Zira olur da tarih değişirse kendi gerçekliklerine dönmeyi garanti altına almak, paralel bir evrende sıkışıp kalmaktan kaçınmak istiyorlardı. Ayrılmalarının ardından asistanının beklentiyle dolu gözlerini yok sayarak bir süre sessizce olanları düşündü Hawking. Asistanının kıpır kıpır beklentisi daha fazla düşünmesine fırsat vermeyecek hale gelince robotik sesiyle, “Türkler çıldırmış olmalı,” dedi. Yarın çok önemli bir basın toplantısı yapacağının duyurulması talimatını vermeden önce asistanına bugün burada olanlar hakkında ailesi dahil kimseye tek kelime etmemesi gerektiğini sıkı sıkıya tembihlemeyi de ihmal etmedi.
Son derece parlak bir zekaya sahip olsa da zaman zaman bir şeyleri anlamakta bu kadar gecikmesiyle onu şaşırtan asistanına, ne parti ,ne de basın toplantısı gibi bir planının olmadığını söyledi. Eğer yapabilseydi kafası iyice karışmış asistanına babacan şefkatle tebessüm eder, babacan bir tavırla devam ederdi konuşmaya. Gözlerinde müşfik olduğunu umduğu bir bakışla, ziyaretten sonra tarihin olması gerektiği gibi akabilmesi için kimsenin katılmayacağı bir parti verip ardından tüm dünyaya zaman yolculuğunun hiç gerçekleşmeyeceğine dair çıkarımını anlatacağı bir basın toplantısı vermesi gerektiğini tane tane izah etti.
Hawking’in basın toplantısından tam 66 yıl sonra nasıl oldu bilinmez 28 Haziran 2009 tarihli bir mektup ulaştı Türk hükümetine. Davetine icabet etmek inceliğini gösteren yetkililere teşekkür eden Hawking mektubunda olabildiğince nazik ancak bir o kadar kesin bir dille zaman yolculuğu konusunda daha dikkatli davranmaları gerektiğini anlatıyordu. Heyetin ziyaretinden sonra tarihin bildikleri gibi akabilmesi için basın toplantısı düzenleyip, kimsenin gelmediğini açıklamak zorunda kaldığını anlatıyordu. Aman ha, ziyaret başarısız oldu sanıp bir heyet daha göndermeyin diye yalvarıyordu. Tam da parti ziyaretinin tartışıldığı günlerde gelen mektup ortalığı yangın yerine çevirdi. Uzman heyet tarihin bildiğimiz gibi akabilmesi için Hawking’in ziyaret edilip hiç aklında yokken bir parti vermek ve basına kimsenin gelmediğini söylemek zorunda bırakılması gerektiğine hükmetti.
Dökülen Yaprakların Bir Köşede Sessiz Sedasız Ufalandığı Paralel Evrende Yaşananlar
Dikmen Bey hiç çıkarmadığı gözlükle aralarına aşılması güç bir duvar ören torununa bakarken keder de, öfke de, merhamet de yoktu gözlerinde. Sadece bıkkınlık. Sahile geldiklerinden beri ne denize girme ne de kumdan kale yapma tekliflerini kabul etmemişti çocuk. Dikmen Bey’in bulduğu minik yengeç bile ilgisini çekmeyi başaramamış, sahteliğini gizlemeye dahi tenezzül etmeden ilgilenir gibi görünüp gözlüğündeki renk cümbüşüne geri dönmüştü. Burada kalıp eline tutuşturdukları üzümleri torununa yedirmeye çalışmaktan sıkılmıştı. Ama eve gidecek gücü de bulamıyordu kendinde.
Oğlu ile gelini gelmeden bir hafta önce döndü yazlığa Ayla Hanım. Artık başkanı olduğu vakfın işlerinden geri kalışına duyduğu öfkeyi kendisi dahil kimseye itiraf etmeden hıncını onları davet eden Dikmen Bey’den çıkarıyordu. Dikmen Bey alışmıştı artık. Sessizce kabul etmişti yenilgiyi. Bir zamanlar eşe dosta caka sattığı zaman yolculuğu meselesi, memleketin yoğun gündemi altında ezilip unutulduğundan bu yana alay sebebiydi artık. En çok da Ayla Hanım’a durup durup dalga geçeceği bir sebep verdiği için pişmandı. Halkımız çok da akıl erdiremediği zaman yolculuğu konusundan çabucak sıkılmış, Mars’a kurulan koloni hakkında Amerika ile yaşanan diplomatik kriz bir haftaya kalmadan insanların zihninden silinip gitmesini sağlamıştı meselenin. Bir süre sonra usulen yapılan görüşmelerin haber değeri bile kalmadı. Zaman aşımına uğradı.