Ben Denizlerden Hangisiyim?
Kutlubay’ı ne bekliyorsa bizi de o bekliyor aslında. İşin heyecanı ve güzelliği de burada sanki. Bir anlamda onların yollarına da şahit oluyoruz; yürüdükleri yollardan yürümedikleri yollara kadar.
Gülşen Funda: Merhaba Mustafa. Senin de bildiğin gibi Çapraz Okumalar'da M. Fatih Kutlubay'ın ikinci öykü kitabı Ben Denizlerden Hangisiyim?'i konuşacağız. Genel bir kanıyla başlayayım. Yazar, ancak ilk kitaptan sonra eleştirmenlerle ve okurla göz göze gelir. İkinci kitap bu açıdan biraz daha zorlar onu. (Zorladığını varsayalım.) Çünkü eleştiri yazılarından atılan tweetlere değin onun hakkında durmaksızın büyüyen bir söylem oluşmuştur ve yazar, eleştirilerden kendi payına düşeni alıp yoluna devam etmek, okurun sesinden ve gözlerinden uzak bir odada hikâyesine devam etmek zorundadır. (Zorunda mıdır? Öyle olsa iyi olur sanki anlamında söylüyorum.) Yazar, ikinci kitabı hazırlarken "Acaba üzerine koyabildim mi, daha iyi yazabilir miydim?" diye kendine sorduğunda iyi bir cevap almak ister kendinden. Yoksa aynı şarkıyı, aynı neşe veya tonda sürdürmüş olur. Belki de zamanla kendisinin de gerisine düşer. Bu bağlamda önce şunu soralım, Ben Denizlerden Hangisiyim?, Misak'ın Aynaları ile kıyasladığımızda nerede duruyor?
Mustafa Aplay: Merhaba Gülşen. Misak'ın Aynaları benim çok sevdiğim bir kitaptı. O yüzden ona çabucak haksızlık etmeye niyetim yok. İkinci kitap ileriye doğru bir adım olmuş mu, bunu da tartışabiliriz tabii ama öncelikle şunu söylemek lazım herhalde. Kutlubay, ilk kitabında çizdiği iki hattan birini takip etmiş ve Ben Denizlerden Hangisiyim'de uzak diyarları, uzak zamanları, dağların ardını masalsı bir dille anlatmış. Bunu ilk kitapta da yapıyordu ama Misak'ın Aynaları'nda farklı öyküler de vardı. Dolayısıyla ilk kitapta görülen o çiftlik, kararsızlık yerini tek bir atmosfere bırakmış. Tabi bunu olumlu ya da olumsuz anlamda söylemiyorum. Benim ilk kitaptaki favori öyküm "Siyah İplik"ti mesela ve o tarzda bir öyküyle ikinci kitabında karşılaşmadım.
Gülşen: Kutlubay, gerçekten de ilk kitabında okurunu bulmuş biri. O yüzden Misak'ın Aynaları'na haksızlık etmemen beni de mutlu etti. Senin de işaret ettiğin gibi kitaba adını veren öykü hariç çoğunun dili, dünyası ötelerden. Bu gerçekten beni de heyecanlandırdı. Ancak Kutlubay yalnızca geçmişi anlatmıyor, onların sesini bugüne de çağırıyor. Rüyalarla, masallarla, mekânlarla, aynalarla onları durmadan çoğaltıyor. Örneğin kitaptaki "İçinde Karaçay Türküleri Dışında Komünist Enternasyonal" adlı öyküyü düşünelim. Bu öykü kitabın kalbi sayılabilir. Giray, geçmişin gelmeyeceğinin farkında. Ninesinin uzun kış gecelerinde ona masal anlatmayacağının farkında. Almanlar ve Ruslar tarafından darmaduman edilen eski Nart yurdunun çok çok uzakta olduğunun farkında. Eskiden olduğu gibi bir ateşin etrafında toplanıp destanların anlatılmayacağının farkında. Ancak yine de hatırlıyor. Çünkü hatırlamak, insanca bir eylem ve kimi zaman bizim elimizde dahi olmuyor. Giray ya da Kutlubay (Kutlubay burada gülümsesin çünkü "Kan Bağı" öyküsünde hangi Ali'yi okuduğumu anlayabilmek için paragrafın başına tekrar tekrar döndüğümü hatırlıyorum.); belki de bu masallarla, anlatılarla, hikâyelerle, destanlarla büyüdüğü için normal olarak onları hatırlıyor. Bir insan olarak. Kullandığı mekânlar da önemli tabii, mekân (örneğin Bengi Dağ) bu açıdan bunları hatırlamasına, ya da çağırmasına neden oluyor diye düşünüyorum.
Mustafa: Bak bu güzel, evet. Giray'ın kaderi ile Kutlubay'ın yazı yolculuğu arasında böyle bir paralellik kurulabilir. Kitabın bütününe baktığımızda masalların, hikâyelerin birer sığınak görevi gördüğünü ve o kadim sesin bir nevi yardıma çağrıldığını söyleyebiliriz. O kadim ses, bir başka deyişle sözlü kültürden beslenen anlatım şekli modern bir türe yedirilmiş. Bunun başarılmış olmasını övebiliriz bence biraz. Öykülerin sözlü kültürden beslenmiş olması, oluşturduğu o masalsı atmosferin dışında, hikâyenin öne çıkmasını ve dil ile hikâyenin aynı yataktan akmasını da sağlıyor çünkü. Bu durumun sosyal medyada kitabınızdan alıntı yapacakların işini zorlaştırmak gibi bir dezavantajı var ama tahkiyeyi de güçlendiriyor ve ben bunu çok önemsiyorum. Kutlubay, hikâyeyi mekânlar üzerinden anlatıyor dediğin gibi. İlk kitapta da böyleydi. Bence güzel. Mitlerden, destanlardan, halk hikâyelerinden beslenmesi de ilk kitaptaki eğilimin devam ettiğinin işaretlerinden biri.
Gülşen: Bu bahsettiğimiz kendi zamanına ve mekânına sahip hikâyelerle birlikte düşünüldüğünde kitaba adını veren öykü, onlardan biraz daha farklılaşıyor ve dikkat çekiyor. "Ben Denizlerden Hangisiyim?", diliyle ilgili değil kesinlikle, okurken zorlandığım bir öykü oldu. Zorlanmaktan kastım şu, okura bir hayli güvenmiş Kutlubay. Öyküyü okuduğu süre boyunca okurun zihnindeki soru şu galiba: "Okuduğum hangi Deniz?" Hikâyenin kalbindeki soru, "Ben denizlerden hangisiyim?" olunca bir açıdan isabetli bir kurgu yapmış. Bu arada, az evvel kurgu kelimesini kullandım ya, gerildim Mustafa. Kurgu, "saat ve benzeri kimi aygıtlarda zembereği kurmaya yarayan araç" olarak tanımlanıyor. Gerçekten doğru bir tespit yapmış sayabilirim belki kendimi. (Bir de edebiyatta kurgu vardı, onu hatırlayamadım şimdi.)
Mustafa: Evet, zor kurgular var. Bahsettiğin öykü de onlardan biri. Belki biraz birikim gerektiren, ya da en azından ön bilgi gerektiren öyküler de var. Bir Nart hikâyesi var mesela. Hem zor hem ilgi çekici. Bunların yanında çok kişisel bir şey olsa da bir "zor"luktan daha söz etmek istiyorum. Bu masalsı atmosfer çok güzel ama okur için hikâyeden kopma tehlikesi fazla. Özellikle benim gibi odaklanma sorunu yaşayan okurlar, dağların ardında, hiç bilmedikleri yerlerde kaybolabilirler. Ama birkaç öyküde tekrarlar yoluyla ya da başka biçimlerle ritim artırılmış ve onlarda kaybolma tehlikesi çok daha düşük. Yani, mesela "Ben Denizlerden Hangisiyim?" kurgu bakımından zor olabilir ama atmosferinin sizi dehlizine çekip hikâyeden koparma ihtimali pek yok. Tabii, "Okur da biraz dikkatli okusun," diyenler olabilir bunun üzerine. Haklıdırlar da. "Ben Denizlerden Hangisiyim?" bu dikkati hak ediyor kesinlikle. Sadece tekrarların, ritimli, tempolu anlatımın masalsı bir atmosfer içinde dahi kullanılabileceğini ve bunun öykünün gücünü daha da artırabileceğini düşünüyorum. Bunu söylemek istedim.
Gülşen: Sen Nart diyince aklıma ne geldi Mustafa? Ben, Nartlarla Kutlubay sayesinde tanışmış, yine bu sayede bir Nart öyküsü yazmış, hatta onu kitabıma da almıştım. Hatırlarsın, geçtiğimiz senelerde Kutlubay (WhatsApp'taki grubu 28.09.2019'da oluşturmuş), Nart kitabı için adımları atmış, kolektif bir kitap çalışması yapacağını söylemişti bize. Kimi öykücülerle haberleştiğini, gerekli okuma listelerini paylaştığını, hatta bir tane de müzik listesi gönderdiğini hatırlıyorum. Sen de bir öykü yazıp göndermiştin hatta Kutlubay'a. "Bir Bulut Asılı İhtiyar Dağı'nda" öyküsünü de bu çalışma için yazdığını söylemiş ve bize göndermişti. Bir süre sonra kimi sebeplerle projeyi sonlandırdı. Senin de bildiğin gibi, hazırladığı bu kolektif kitap için yazdığı öyküyü kitabına da almış. "Bir Bulut Asılı İhtiyar Dağı'nda", eski Nart törelerinin işletildiği ve çatışmanın -ne çatışmaydı ama!- bir şekilde çözüldüğü, gerçekten çarpıcı bir öyküydü. Kutlubay'a gerekli "desteği" vermeleri ve bu projenin yeniden hayata geçirilmesi için geç de olsa bir "çağrı niyetine" anmış olmak istedim bunları. Ya da en azından harcadığı tüm bu emekleri biraz da olsa anlatabilmek için.
Mustafa: Evet, kitaba dönüşmese de ilham verici oldu diyebiliriz. Ben çok zorlanmıştım onu yazarken ve pek de başarılı bir meydan okuma olmadı benim için ama yine de sınırlamaların, bir konu üzerine odaklanma denemelerinin öykücüler için çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Nitekim Kutlubay da senin gibi bir öyküsünü bu proje sayesinde yazmış. "Bir Bulut Asılı İhtiyar Dağı'nda." İsmi de çok güzel. Yeri gelmişken onu da söyleyeyim. Bütün öykülerin isimlerini çok beğendim ben. Bir detay olarak bunu da belirttikten sonra biraz da gelecekten bahsedelim istersen. M. Fatih Kutlubay bundan sonra ne yapacak? Ben bir okuru olarak bu masalsı atmosferin derinleştirilmesinden çok, daha tempolu bir anlatımla birleştirilmesini tercih ederim dediğim gibi. Çok daha farklı bir yere evrilebilir gibi geliyor o zaman. Bakalım neler olacak?
Gülşen: Kutlubay'ı ne bekliyorsa bizi de o bekliyor aslında. İşin heyecanı ve güzelliği de burada sanki. Bir anlamda onların yollarına da şahit oluyoruz; yürüdükleri yollardan yürümedikleri yollara kadar. Zaten hikâyenin devam ediyor olmasından ziyade sevindirici bir şey yok matbuat âleminde.
Mustafa: Evet, hikâye devam ediyor ve neyse ki hala güzel şeyler oluyor edebiyat dünyasında. Az ama olsun. Bu kitap da onlardan biriydi bence. Ben konuşmaktan çok keyif aldım. Teşekkür ederim Gülşen.
Gülşen: Ben teşekkür ederim Mustafa.