Behçet Bey Neden Gülümsedi kitabında sosyal meseleler
Eğrisiyle doğrusuyla Behçet Bey Neden Gülümsedi; dikkatleri üzerine çeken ama dağınıklığını biraz daha gidermesi gereken bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. Artık isyan yahut beğeni, okurundur.
Abdullah Harmancı’nın yeni öykü kitabı Behçet Bey Neden Gülümsedi çıktığı andan itibaren birçok okurun dikkatini çekti, hakkında birçok yazı yazıldı. Abdullah Harmancı, edebiyat dünyamızın bilinen isimlerinden. Genç bir yazar değil, kendi rüştünü çoktan kanıtlamış. Kitabı da ona göre değerlendirmek gerekiyor. Bir ilk kitap olsaydı bazı eksiklikleri görmezden gelinebilirdi fakat ustalık dönemi eserlerinin değerlendirilmesi de buna göre olmalı, güzellemelere olduğu kadar eksikliklere de yer verilmeli. 24 öyküden oluşan kitap, bu kadar öyküyü içinde barındırdığı için yer yer dağılıyor. Defalarca yazdığımız üzere klasik kurgular, içine sosyal meseleleri alabildiği ölçüde nitelik kazanır, evrensel boyutta sorunlar tartışabildiği ölçüde devleşir. Harmancı, kitabındaki çoğu öyküsüne sosyal meseleleri yedirmiş, bazı tartışmalar açmış. Bu sosyal meselelerde kahramanın ilişkilerini nesneler üzerinden kuruyor. Aşağıda inceleyeceğim öykülerde dengeyi son derece başarılı bir şekilde sağlayarak usta bir yazar olduğunu kanıtlıyor. Kentsel dönüşümle yitip giden bellek, inanç sorunları ve edebiyat dünyasına getirilen eleştiriler öykü çıtasını yükseltiyor.
Bu sağlam kurguların arasında ise okura, öykü adına çok bir şey vaad etmeyen ama okurun duygusal yanına dokunarak adından söz ettiren öyküler var. Bu öyküler nitelikli okurun karşısında savruluyor. “Yüreğime Üç Çivi, Değirmen, Bundan Sonrası Slow Motion” gibi öyküler buna örnek gösterilebilir. “Değirmen” ve “Bundan Sonrası Slow Motion” gibi eksiltili, kısa cümleli öyküler her yazarın altından kalkamayacağı metinler. Her cümleye dikkat etmek gerekiyor zira hem aforizmaya kaçmamak hem kurgudan kopmamak hem de okuru diri tutmak kolay değil. Bu öykülerde de okur duygusal yanından vurulmaya çalışılmış lakin bu metinlerden hırpalanmadan çıkıyor. Nakavt olmuyor, yara almıyor, tatlı bir anımsayışa kapılıyor. Lakin bu anımsayışlar öykü çıtasını yükseltir mi? Bence hayır. Sonlara eklenen küçürek öyküler ise okuru vurup geçecek son vuruşu yapamıyor, okurda küçürek öykünün bıraktığı alanı da yarayı da bırakmıyor.
Behçet Bey Neden Gülümsedi’nin Omurgası: Sosyal Meseleler Kentsel Dönüşüm, Bellek ve İnanç
Harmancı’nın öykülerindeki genel izlek kentsel dönüşüm, bellek, inanç ve edebiyat dünyasına getirilen eleştiriler olarak kendini belli eder. Travmatik unsurlar barındırır, bu unsurlar bellek üzerinden ortaya çıkar. Genellikle anımsamalar nesneler üzerinden gerçekleşir. Bir mahalle, ev, balkon gibi nesneler bilinçte uyanmalara neden olur. Eleştiriler de bu uyanmalar üzerinden yapılır. “Yüreğime Üç Çivi” öyküsünde seyyar satıcılar üzerinden zengin-fakir ayrımı, hatıralarla örülü evin yıkılması ile kentsel dönüşüm ve hayatın son bulması konu edinilir. Duygusal açıdan yoğundur. “Otopsi” öyküsü, gerek ismi gerekse kurgusu ile dikkat çekiyor. Nasıl bir insanın ölümünün nedeni otopsiyle ortaya çıkarsa, yitip giden bellek de bu öyküyle kendini bulmakta, yazar meselelerini bu şekilde ortaya koymaktadır. Greyderle mahallenin yıkımında ortaya çıkan gene kentsel dönüşüm ve bellek üzerine kurulan öyküde; mahalleler, sıkı dostluklar, kaçamak yaşanan aşklar ve diğer tüm hatıralar evin yıkılmasıyla zihinden silinmeye başlar ve sanki zihinden silinmeden son bir anımsayış öyküsüne dönüşür.
Hazin sonların hep bir romantik tarafı vardır ve yazar bu romantik tarafta yer alır. Greyderin eve her darbesi, belleğin geçmişi yeniden hatırlamasıdır. Yazar, sosyal meselesini bu öyküye iyi bir şekilde oturtmuş, öykünün omurgasını sağlam oluşturmuştur. Mahalle üzerinden sosyal meselelerin verildiği bir diğer öykü de “Derbent Yeşili”dir. 25 seneyi aşkın bir zaman sonra Şeker’e dönen kahramanın, bir mahalle perspektifi çizdikten sonra içinden konuşmalarıyla mahallesindeki değişimleri yansıttığı öyküde, toplumun değişimleri de verilmektedir. Bu öyküde de hâkim unsur bilinçtir. Konuşmaktan uzak, sadece gördükleri üzerinden çıkarımları ve yargılamalarıyla öne çıkan toplum, kahramanın bilincinde bazı eleştiriler uyandırır. Bu eleştirileri Harmancı’nın kahramanları harekete geçerek değil bilinç akışıyla verir. İnanç ve toplum konusunda tartıştığı meseleler öykü çıtasını yükseltir.
- Ben onları eleştirecek olsam, hayatınızı tuğla biriktirerek geçirdiniz, namaz abdest tamam da, Kur’an’da yığmayınız diyor, araba, ev derken, ömür de geçivermiş, derdim; hadi kendinize ev aldınız ya da yaptırdınız, oğlanlarınıza ev yaptırmak da ne oluyor, hadi bir tane ev aldınız, ikinci ev de ne oluyor, evin üstüne kat çıkmak da ne oluyor, arsa almak için, ev almak için, çimento için, tuğla için bir ömrü heder etmek de ne oluyor, o kadar yokun yoksulluğun arasında, o kadar parasızlığın içinde, şehrin uzak tarlalarına, uzak arsalarına, kibrit kutusu gibi evler yaptırmak için gece dememek gündüz dememek de ne oluyor, evleriniz ev olsa bari, iki oda bir mabeyn, küçük, kullanışsız, biçimsiz, nedense hep yeşil kapılı üstelik... Derbent yeşili... Sinema yok... Kitap yok... İlim yok... Tahsil yok...
Harmancı, birçok yazarın aksine dikte etmeyerek toplumsal meselelere eğilmeyi başarıyor ve topluma karşı sert eleştirilerde bulunuyor. İnsanları dış görünüşle, eşiyle, para ve diğer nesnelerle yargılayan topluma, inancını yeniden hatırlatıyor. Kahraman, bu bilinç yolculuğunda bir şeyin farkında. Eleştirdiği topluma her ne kadar sırt dönmeye çalışsa da onlardan birisi. Bilincinde yaşadıkları yaşama yansımıyor. Sessiz haykırışları, toplumunun yansıması olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Gerek kurgusu gerek diliyle kitabın başarılı öykülerinden. “Yol Arkadaşı” öyküsü ise kahramanın dönüşümünü nesne üzerinden yansıtan, inançları ve yaşamı irdeleyen öykülerden birisidir. İki farklı varyantta iki farklı kahramanın bakışından aynı meseleyi görürüz: Kutsallık. Sabah akşam kahvede batak oynayan, dini duyarlılıklardan uzak kahramanın evine çanak anten taktırması, zap yaparken Kâbe TV’yi açıp etkilenmesi ve dönüşmesi konu edinilir. Karakter dönüşümü bakımından önemli bir öyküdür. Bu dönüşüm son derece net ifadelerle, öykü yapısını zedelemeden verilmiştir. Toplum baskısı öykünün hâkim unsurlarındandır.
- Aklıma geldikçe bunalıyorum bankada. Annemin dua okuyan halleri gözümün önüne geliyor. Hali vakti yerinde olup da hacca gitmeden ölen... diye bir hadis... Hacdan geçtik, umreye bari gitsek... Kime ne diyeceğim... Bizimkiler duysa inanmaz. Arkadaş sen cumadan cumaya namaz kılan bir adamsın. Bazen onu da atlatıyorsun. Umre senin neyine demezler mi?
Toplumsal baskı bu öyküde de ön plandadır, kahramanın zihin dünyasındaki kırılmalardan birisidir. Ancak bu öyküde kahraman, düşüncelerde boğulmaz harekete de geçer. Yaşadığı bu dönüşümle öykünün çıtasını yükseltir. “Çağrı” öyküsünde ise ölüm üstüne eğilir. Mahallenin, toplumun, inancın değişimi ve sorgulamaları yitirme kavramı üzerinden okunabilir. Belleğin yitimine karşı duruş öyküleridir. Bu noktada eleştirilerini sunmaktan çekinmez. Bu eleştirileri çoğunlukla dikte etmeden yaptığı için de yazar bu öykülerinde başarılıdır.
Entelektüel Camia ve Sosyal Medya
Yazarın bir diğer eleştiri doruğu ise entelektüel karakterler üzerindendir. Kültür zeminine oturan öykülerde özellikle sosyal medyanın toplumdaki etkisi üzerinde durulur. Sosyal medyaya kendini kaptıran insanın hal ve davranışlarındaki değişimler başarılı bir şekilde verilir. Bu değişimlerin başkarakterleri entelektüeldir. Akademisyen-yazar üstünden kurgulanır. Entelektüel camialara sert eleştiriler bilinir ve görünür olma, kendini beğenme, çoksatarlık ve popülerlik kazanmak uğruna insan ilişkilerinin yok sayılması üzerinden yapılır. “Fenomen” öyküsünde hattat dostun hediye ettiği sülüs yazısıyla yazılmış Hiç tablosu, eşin hediye ettiği Besmele, ikisinin arasında lale desenli ebru çalışması, Antep işi bakır dövme levhada yazılmış isim ve değişik nesnelerle mekân son derece başarılı bir biçimde verilmiş, öykü atmosferi sağlam kurulmuştur. Akademisyen, bir gün alnını karıştırırken sivilcesini patlatmış, ayna ihtiyacı duymuş, odasındaki bu eksikliği fark etmiştir. Tam bu fark ediş anında Afgan bir öğrencisinin hediye ettiği aynayla Narkissos hikâyesini yaşamaya başlar.
Aynaya saatlerce günlerce bakar, eşini terk edip aynayla uyur, delilik noktasına ilerler. Ayna, nesne olarak öykünün merkezindedir. Saygın bir akademisyenin hayatını değiştirmiş, içindeki beni ortaya çıkarmış, toplumdan sıyırmış ve dönüştürmüştür. Bu delilik hali felsefe profesörünün sosyal medyaya düşmesi ve bir hafta boyu fenomen olmasıyla son bulur. Harmancı, toplumdaki değişimi bu öyküsüyle başarılı bir biçimde göstermiştir. Mitolojik bir hikâyeyi yeniden yaratarak sosyal medyaya ve modern toplumun ben algısına ciddi bir eleştiri getirmiş, bunu yaparken de ayna gibi önemli bir nesne kullanmıştır. Yazar, toplumunun aynasıdır sözünü başarılı bir biçimde yansıtır. “Çıkış” gene bu zemin üzerinde yükselen bir öyküdür. Taşra meselesi de öyküye dâhil edilmiştir. Popürlerliğe özenme, sosyal medyanın ilişkilere hâkim olması, popüler olanın yanında hissedilen aşağılık duygusu öykünün ana meselelerindendir. Karakterin geçmişiyle olan ilişkisi başarılı bir biçimde kurulmuş öykü yapısı zedelenmemiştir.
- Tam Kaya, ben ve o adam yan yana gelmişken. Karşımızda duran ekipten rica etsem. Bizi çekseler. Face’e atsam. Ne caka satarım. Televizyondaki adamla Bursa’da beraberdim derim. Trabzon’da bir hafta anlatırım. Karşımdakilerin hiçbirini tanımıyorum. Birkaçının siması aşina geliyor. Şair, yazar takımı. İllaki dergilerde, sosyal medyada gördüğüm yüzler. Ama ne deyip de fotoğrafımı çektirmeli. Daralıyorum, vakit de daralıyor, meclis de dağılıyor. Bir de böyle gelir gelmez hadi bir fotoğraf çektirelim. Olmaz ki. Ezik gibi. Taşralı gibi. Bayağı ve iptidai bir hava veririm o zaman.
Harmancı bu öyküsüyle entelektüel camiaya, taşralılık ve sosyal medya meselelerine dokunmayı başarıyor. Güçlü öykülerinden bir tanesi. Entelektüel camianın ve edebi meselelerin tartışıldığı diğer öyküler “Emekli öğretmen Suphi durup dururken elini masaya neden vurdu ve güvercin kanadı.” Bu öyküler edebiyat camiasına ilişkin beklentilerin, beklentileri bulamayışın öyküleri. Suphi Bey hayatını roman okuyup hakkında yazılar yazarak geçiren yalnız bir karakter. Arayıp evine çağıracağı tek dostu kalmayan, eşi vefat etmiş, okudukları ve yazdıklarıyla hayatta kalmaya çalışan bir adam. Yaşayamayıp yazanlardan. Edebiyat alemiyle de bir hesaplaşma öyküsü.
- Gerçek yazarların kitaplarını basan bir yayınevinin standındaydı ve kendine kitap beğeniyordu. Gerçek yazar demek gerçek yayınevi demek gerçek yayınevinden kitap çıkarmak demek. Gerçek yayınevi demek işte bunlar demek. Kadın kafayı gerçek yazarlarla bozmuş. Allah belanı versin Belgin!!! Bana sorduğu soruya bak. Ulan en az beş baskı yapmış kitabım var benim it oğlu it!!!
Gerek cümleler, gerekse kullanılan ünlem ifadeleri ile hem edebiyat camiasına bakışı hem de aşağılık kompleksini barındıran öykü entelektüel yalnızlığına odaklanır. Hayattan silik, yaşama dâhil olamayan yazar protetipini sunar. Güvercin kanadı ise ilk cümlesinden itibaren edebiyat camiası hesaplaşmasıdır.
Baskı sayısından şair-öykücü kavgasına, popülerlikten takipçi sayısına kadar birçok meseleyi tartışır. Hayatın gerçek yanlarıyla tüm bunların boş olduğuna karar verir. “Yaldızlı Çokomel Kâğıtları” öyküsü de bütün planlarını çoksatan bir yazar olmak üzere yapan, sosyal medyada ona göre davranan, insan ilişkilerini tanınmak için kuran yapay dünya entelektüelini konu edinir. Yazar, networkleri, ilişki ağlarını sert bir biçimde eleştirir.
Sonsöz
Behçet Bey Neden Gülümsedi, Harmancı’nın olgunluk dönemi eserlerinden. Sosyal meselelere karşı takındığı tavırla, edebiyat dünyasına getirdiği eleştirilerle dikkatleri üzerine çekiyor. Başarılı olduğu öykülerde hayata karşı silik karakterleri nesneler üzerinden hayatla ilişki kuruyor, maziyi arıyor, değişime direnmeye çalışıyor. Nesneler, belleği harekete geçiren konumda yer alıyor. Nesneler üzerinden kentsel dönüşüm, belleğin yitimi gibi sosyal meseleler verilmiş. Sosyal medyanın hayatımızdaki dönüştürücü etkisi de neredeyse tüm öykülerde hâkim. Entelektüel camiaya sosyal medya, tanınırlık, takipçi ve insan ilişkileri üzerinden sert eleştiriler getirilmiş. Ustalık işi öykülerin olduğu kitap sayı fazlalığı ve hep aynı meselelere benzer bakış açısıyla odaklanmasıyla yer yer dağılmış. Yazımızın başında dile getirdiğimiz kısa öyküler okura istediğini vaat etmiyor. Sadece duygusallığa sığınan, okuru duygusundan yakalayan öyküler usta işi bir kitapta hemen sırıtarak kendini belli ediyor.
Birçok okurun belki de en sevdiği öykü olabilecek öyküler -mesela “Yüreğime Üç Çivi” yahut “Değirmen”- bence kitabı temellerinden sarsıyor. Okurun direkt duygusuna hitap eden metinler, salt duygu üzerinden yükselmeye kalktığı için sendeliyor. Karakterler genellikle hep aynı, olayları içinde yaşayan, sevdiği kadına açılamamış, yaşamaktan ziyade yazmaya sığınmış kırılgan tipler. Hep aynı tiplerin hemen hemen yirmi dört öyküde de karşıya çıkması ve aynı meseleler etrafında dönmeleri okurun bir müddet sonra metnin nereye varacağını tahmin etmesine ve nakavt olmamasına neden oluyor. Yazımızın sosyal meseleler bölümünde tartıştığımız öyküler ise hem kurgu hem de değindiği meseleler bakımından dikkatleri üzerine çeken öyküler. Elbette ki asıl söz okurundur. Ama okurun zihin dünyasında sorular uyandırıp okur isyanı başlatmak da eleştirmenin ve kitap hakkında yazı yazanların görevidir. Eğrisiyle doğrusuyla Behçet Bey Neden Gülümsedi; dikkatleri üzerine çeken ama dağınıklığını biraz daha gidermesi gereken bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. Artık isyan yahut beğeni, okurundur.