Bazen Gelecek Gelmez
Üçüncü sınavlar da bitmiş, sadece devam sorunu olanlar okula gidiyordu. Onların altışar gün devamsızlık hakkı vardı. İki hafta içinde üçer gün okuldan kaçacaklar, kendi tenhalarına çekileceklerdi. Zaten okulda dersler tamamlanmıştı. Yoklamalar alındıktan sonra herkes bahçeye kaçıyordu.
Adı Demet. Sarı, düz saçları küt kesilmiş. Kulak memeleri göründü görünecek. Perçemleri kaşlarına kadar iniyor. Düz, küt kesilmiş saçları yüzünün iki yanını yarımay gibi çevreliyor. Yüzü bir avuç. Burnunun kenarında çiller. Dudaklarına oturmuş tebessüm, onun bir parçasına, bir uzvuna dönüşmüş. Lise bire gidiyor. Sosyal bölümünü seçecek.
Adı Cumhur. Kumral, dalgalı saçları kulaklarının üzerine düşüyor. Sağa ayırdığı saçlarından bir tutam, sağ kaşına değecek şekilde taranmış. Ergenlik sivilceleri yüzünü gölgeliyor. Uzun boylu, dal gibi. Lise üçte. Fen bölümünde. Ankara Siyasal’ı istiyor. Kazanacak. Demet, Ankara Dil ve Tarih’te Coğrafya düşünüyor. Cumhur’un arkasından iki yıl sonra o da Ankara’ya gitmeyi istiyor. Orada. Beraber. Özgürce. Ankara’dan bir daha dönmeyecekler. Memur olarak kalıp mutlu olacaklar. Ama öyle olmayacak. Cumhur Siyasal’ı kazanıp ekimde Ankara’ya gitmeden ilişkileri bozulacak. Haziranın başı. Onbeş gün sonra okul bitecek, sonrası üniversite sınavı. Sınavdan önce bir şey olacak ve her şey ellerinde tuz buz olacak. Hatta Cumhur kara bahtına yanıp hayata küsecek. Kendini akademiye verecek ve hiç evlenmeyecek. Demet Sosyal Bilgiler öğretmeni olarak bir kasabaya atanacak. Orada bir fenciyle evlenecek. Yıllar sonra apandisit ameliyatında, narkozun etkisiyle Cumhur diyecek, fenci cumhuriyet diyemediği için böyle sayıkladığını düşünecek.
İlk aşk böyledir. İnsanı kör eder, bilincini örter. Kabuk bağlamayan yara gibidir. Ömür boyu sızım sızım sızlar. Hep onunla olmak istersin. Olamadığında aklında hep o. Gündüz hayallerinde, gece düşlerinde. Arkadaşlarla otururken hep ondan söz etmek istersin. Hep bu körlükle, sadece kendilerine açılan gözleriyle; sadece kendileri için parlayan bir aydınlıkta yaşayacaklarını sanıyorlardı. O sızıyı, o olamayışları yıllar sonra anlayacaklardı.
Üçüncü sınavlar da bitmiş, sadece devam sorunu olanlar okula gidiyordu. Onların altışar gün devamsızlık hakkı vardı. İki hafta içinde üçer gün okuldan kaçacaklar, kendi tenhalarına çekileceklerdi. Zaten okulda dersler tamamlanmıştı. Yoklamalar alındıktan sonra herkes bahçeye kaçıyordu. Bahçedeyken birbirlerini görecek şekilde oturmaya çalışıyorlardı. Arkadaşlarıyla konuşurken, kaçamak bakışlarla gözlerini ararlardı. Arkadaşlarını dinlemez, manalı manalı bakışırlardı. O bakışmalarda kalpleri birbirine akardı.
Akşamları yemekten sonra Cumhur, babasının yeni aldığı telsiz telefonu alıp odasına çekilir ama Demet’i arayamazdı. Yasaktı. Bu yüzden Demet numarayı bile vermemişti. Cumhur bu yasağı anlayamıyordu. Telefon elinde, yatağa uzanır, gözlerini yumar, hayaller kurup için için konuşurdu. Son zamanlarda Cumhur’un babası eve çok geç gelir olmuştu. Geç geldiğinde annesi öfkeyle patlar, babası susardı. Öfke patlamaları Cumhur’u daldığı âlemden uyandırırdı; daldığı âlemden uyanmak, aydınlık bir yerden karanlığa düşmekti. Hayatın telaşı, ritmi, öfkeler, kavgalar, nefretler demekti uyanmak.
Babası geç gelmeye başlayalı beri Cumhur’un üzerindeki denetim de hafiflemişti. Bazen babası kızacak olsa, annesi lafı ağzına tıkardı. Gençti. Delikanlıydı. O, önce kendine baksındı. Demet de rahat kızdı. Okuldan belediye parkının tenha köşesine kaçıp el ele, diz dize, göz göze oturup konuşmadan sadece kendi gözlerinde, kendi kokularında kaybolduklarında gece iner ama Demet acele etmezdi. Önceleri Cumhur’un hoşuna gitse de sonradan huylanmaya başlamıştı bu rahatlıktan. Tamam, Demet’in babası yoktu, ablası ve annesiyle birlikte yaşıyordu. Ama bu rahatlık? Neden annesinden hiç söz etmezdi? O söz konusu olduğunda neden Demet konuyu kapatır, biz bize yeteriz, derdi? İlk soru, ilk kuşku kemirmeye başladı mı insanı... İnsanın kendi kendini kemirmesi çok acı vericidir. Kahverengi okul formasının altındaki beyaz gömleğin tüm düğmeleri açıktı. Eteği dört parmak dizinin üstündeydi. Dikkat etmezse, ki Demet genellikle dikkat etmezdi, o zaman etraftaki aç gözler Demet’e yönelir, Cumhur huysuzlanırdı. Daha doğrusu bu ilk sorudan, ilk kuşkudan sonra başladı huysuzluk.
Demet iki gün okula gelmeyince Cumhur’a hayat zehir oldu. Gece yarılarına kadar çıkmaz sokağın başında kıvrandı durdu. Kibrit kutusuna koyduğu notu sokağın çocukları götürmemekte ısrar ediyorlardı. Bu da yetmez gibi, her teklif ettiğinde çocuklar manalı manalı kikirdiyordu. İlk gece uzun aralıklarla evden iki erkek çıkmıştı. Ama Cumhur bunu umursamadı bile. İkinci gece üç erkek. Noluyor lan, diye düşünse de anlam veremedi. Hayat böyledir! Bazı şeylere dokunmak, bazı şeyleri görmek, bazı şeyleri duymak, bazı şeyleri koklamak, bazı şeyleri tatmak istemez insan. Gözleri kör, bilinci kapalı olunca böyledir! İlk aşk böyle yaralar!
Gripmiş. Belediye parkının tenhasında Demet başını omzuna yaslamışken, Cumhur kendinden utandı. İki gün haber alamayınca neler de düşünmüştü... İnsan kendinden utanınca sesi titrer, ellerini nereye, nasıl koyacağını, gözlerini nereye dikeceğini bilemez. İlk kez cesaret edip parmaklarını Demet’in düz, sarı, küt kesilmiş saçlarında gezdirirken rüzgara kapıldığını hissetti, bir kıyısız denizde yürüyordu, dalgalanıyordu, ufuk yoktu, saçlarda kayboluyordu, yosun kokularını içine çeke çeke. Kaybolunca insan sahilsiz bir denizde, kendini bulmak istemez.
Karneler alınmış, parkta kaybolunmuş, gece uzamış, evlere dönülmüş, yeni bir hayat başlamıştı. Şimdi nasıl haberleşilecek, nerede buluşulacaktı. Cumhur’un önünde üniversite sınavı vardı. Çalışmalıydı. Ama bazen, hiç düşünülmemiş bir an, sadece yaşayanların bildiği o kalp ağrısı gelip çatar ve ancak onunla dinerdi.
Babasının geç kaldığı bir akşamdı. Sınavlara hep bir kalp ağrısıyla çalışmaktan yorulmuştu. Duramamış, kalp ağrısının peşinden kendini sokağa atmıştı. Çıkmaz sokağın başında kıvranıp duruyordu. Kıvransa da mutluydu. Biliyordu, şimdi Demet’in de onu düşündüğünü. Mutlulukla acının iç içe olduğunu tecrübe ediyorlardı. Şimdi birbirlerinin ne halde olduklarını bilmek yetiyordu onlara. Taa ki Cumhur, babasının o evden çıktığını görünceye kadar.
- Cemal Şakar’ın öykücülüğüyle ilgili yapılmış en yerinde tespitlerden biri hâlâ Ertan Örgen’e ait. Örgen, onun öykülerini “Kara Gerçekçilik” olarak kavramsallaştırıyor. Sanıyorum bu kavramı bundan sonra daha sık duyacağız. (A.E.)