Ayrıntı Dergi’de “Ayrıntı” Var mı?

Ayrıntı Dergi, çağdaş sol siyasetteki ve kültürdeki belli başlı yatkınlıklara vâkıf olmak bakımından temsil gücü yüksek bir örnek.
Ayrıntı Dergi, çağdaş sol siyasetteki ve kültürdeki belli başlı yatkınlıklara vâkıf olmak bakımından temsil gücü yüksek bir örnek.

“Ayrıntı Dergi’nin liberal sol ile yahut ulusalcılık şeklindeki sol hasımlıklardan ayrılığı ya da bu yatkınlıklarla çatışması kendilerinin tasavvur ettiği ölçüde farklı değil. Derginin çıkış yazısında vaat ettikleriyle şimdiye kadarki sayılarda işledikleri arasındaki yaman çelişki başlı başına ele alınmaya değer.”

1990’lar Türkiye’sinin entelektüel hayatına dair araştırmalar “Ayrıntılar önemlidir” mottosuyla yayın yapan Ayrıntı Yayınları’nın daima merkezde yer aldığını ve sosyalist çevrelerle sınırlı kalmayan bir etki oluşturduğunu gösterir. Buna bir de yayıncılığın neredeyse tüm dillerde etimolojik bakımdan “bir fikrin geniş kesimlere yayılmasına, bilinir hale gelmesine yani kitleselleşmesine” dayandığını eklersek yayınevinin okuryazarlar üzerindeki gücünün manası daha da açıklığa kavuşur. Postmodernist, anarşist, anti-pozitivist ama alttan alta da “hakikat yıkıcılığı” yapmak suretiyle “yıkıcılığı bir hakikat” konumuna yerleştiren yazarların sıradışı çalışmaları önemli ölçüde Ayrıntı Yayınlarınca basıldı. Bu kitaplarda yazılanların çoğu, henüz Türkiye’nin önüne bir sorun olarak gelmediği için, tecrübe edilmediğinden, genel okur kitlesi onları “ezberlemekle” yetiniyordu.

Külliyat ifadesini hak edecek kitapların etkisiyle nesnelciliğin ve tümelin, “etik, özgürlük ve demokrasiye saldıran bir cani olduğu” şeklindeki inanç oldukça yaygınlık kazandı. Öyle ki hakikatin sonu bir bakıma demokrasinin başlangıcı diye selamlandı. Ne var ki bu süreçte nihilizmin içselleşmesi ve onun boşluğuna eşlik eden gaddarlığının farkına bir türlü varılamadı. Elbette yayınevinin üretim organizasyonundan sermaye hareketlerine, mali sistemden devlet organizasyonuna kadar köklü bir dönüşüme işaret eden “neoliberal kapitalizmi” anlamaya yönelik kitapları da yok değildi. Gelgelelim bunlar diğerleri kadar geniş kesimleri etkilemedi. Son otuz yılda sosyal bilimlerdeki kavramsal tartışmalar Ayrıntı Yayınlarının Türkçe’ye tercüme ettiği kitap piyasasından epey etkilendi.

Ne var ki, yayınevinin “ayrıntılara dikkati”Türkiye söz konusu olduğunda birdenbire ve önemli ölçüde kaybolduğu için 2000’li yıllarda bu merkezi konumunu kaybetti. Bir zamanlar sorgular gibi oldukları eski ajitatif sol retoriği hiçbir şey olmamış gibi devam ettirmeye soyundular. Fırsatı ganimet bilerek Latin Amerika’daki kurtuluş teolojisi başta olmak üzere zaman zaman devrimci olaylarla kesişen belirli bir teoloji tipi merkezinde dini alana yöneldiklerinde bile ayrıntıların önemini ihmal ettiler. Ayrıca kendi içlerinde yaşadıkları ayrışma ve tasfiyenin de etkisiyle daha sekter hâle geldiler. Yayınevi çevresinin Ayrıntı Dergi adlı süreli yayınında ele alınan konulara bakarak bu hususu daha da detaylandırmak mümkün. Uzun zamandır hafıza, birikim ve tecrübe aktarımının toplumsal mücadeleler açısından hayati derecede önemli olduğu daha çok fark edildi.

Bu bakımdan solun hafızası niteliğindeki anılardan çok şey öğrenilebilir. Gelgelelim Ayrıntı Yayınları’nın yakın tarih serisinden çıkan ve 1960’larla 1970’leri anlatan anı türündeki kitapların, kahraman militan havanın ötesine geçebilen bir sorgulamayı içermeden basılması oldukça şaşırtıcıdır. Zira muhasebe yoktur hem de bazılarına önsöz kabilinden konulan metinlerde uzun uzun intihaller söz konusudur. Üstelik bu noktada Türkiye’deki geleneksel sosyalizmle mesafeyi ve farkı gösterebilmek için siyasi bir tercih şeklinde gündeme gelen “özgürlükçü sosyalizm” tartışmasının önemli ölçüde geri plana itildiğini hatta zaman zaman çarpıtılarak sunmak şeklindeki bir değerlendirmenin gündeme geldiği de yabana atılamaz. Belki de Bizi Biz Yapan Hikâyeler’in yazarı William L. Randall haklı “Yaşanmakta olan hayat, anlatılan hayattan ayrılamaz.”

Gezi’den 68 Mayıs’ına

Ayrıntı Dergi, çağdaş sol siyasetteki ve kültürdeki belli başlı yatkınlıklara vâkıf olmak bakımından temsil gücü yüksek bir örnek. Burada Ayrıntı Dergi’nin şimdiye kadarki 26 sayısına ve tüm metinlerine yakından bakmak mümkün değil. Siyasi gelişmelerin de etkisiyle çok geniş bir alana yayılan ilgileri göz önüne alarak dergi etrafındaki tartışmaların belli boyutlarına odaklanmak iyi olacaktır. Derginin beş yıllık yayın periyodunu tarihselleştirerek ele almak istediğimizde “hareketin komünizmi” diye selamlanıp baş tacı edilen Gezi Parkı olayları miladıyla karşılaşırız. Çünkü “halk” kavramını stratejik bir norma, komünizm için olmazsa olmaz politik bir kategori vasfına haiz olduğunu yeniden gündeme taşıyan bir “olaydı” bu. 2013’ün son aylarında yayın hayatına başlayan Ayrıntı Dergi, özellikle belagati yüksek fakat ikna kabiliyeti az çıkış yazısıyla sosyalist soldaki ulusalcılık ve mevcut egemen siyasi düzene eklemlenen sol liberalizm kutuplarının ötesinde bir siyasetin inşasına vurgu yaptı.

Dergi, önüne sosyalist hareketin siyasi perspektifini yeniden oluşturmak gibi devasa bir hedef koydu. Nasıl ele alınırsa alınsın, Ayrıntı Dergi, böylesine kapsamlı bir bakış açısının gelişmesi için gerekli teorik, entelektüel, siyasi ve kültürel alet kutusuna katkıda bulunacak, yürütülen sosyalist mücadele ile kader birliği içinde bir teorik-siyasi müdahale aracının yaratılmasıyla doğrudan bağlantılıydı. Sosyalist soldaki istikrarlı sürünme haline son vermek niyetiyle yayın kurulu imzasıyla “Ayrıntı Dergi: Neden ve Nasıl?” başlığıyla yayımlanan metin doğrultusunda 2013’ten itibaren birçok çeviri yapıldı, özel saylar hazırlandı. Bununla birlikte, Ayrıntı Dergi, doğrudan siyasi hedefe binaen çıkarıldığından etki alanını pek genişletmeyi başaramadı.

Siyasi atmosfere paralel bir şekilde derginin tüm sayıları Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) bildirilerinin sonunu; “Aber der Kampf hat erst begonnen” (Ama kavga, şimdi başladı...) hatırlatır. Bu zaviyeden sanki “Türkiye’deki mevcut iktidar devrilirse her şey güllük gülistanlık olacaktır” şeklinde özetlenebilecek bir mücadele retoriği derginin tüm sayılarının ayrılmaz bir parçası haline geldi. Ayrıntı Dergi’nin Mayıs-Haziran 2018 tarihli 26. sayısının “Mayıs 68 Geçmişteki Gelecek” başlığıyla çıkması sol tartışmalara nüfuz etmek bakımından kritik önemdeki tarihi olaylar üzerinden biçimlendiğini de söyleme imkânı tanır. Aslında hem halkın yeniden keşfedildiği Gezi Parkı hem de Mayıs 68 olaylarında karşımıza çıkan temaların bir bakıma günümüzün temaları olduğunu kavramak için Ayrıntı Dergi’nin Kasım-Aralık 2013 tarihli birinci sayısıyla son sayısını birlikte okumak gerekir.

Zira kültür sorunlarının siyasi hayata bariz bir şekilde girmesini, özel hayatın sorunlarının kamusal hayatı istila etmesini, değerlerin ve âdetlerin değişimini içeren süreci tüm boyutlarıyla anlamak bakımından 68 Mayıs’ı ile açılan kapı hayati derecede önemli. Hatta hazcılığı, yeni tip aşk ilişkilerinin kurulmasını içeren sapkınlıkları esas alan “hedonist sol”dan bile söz açılabilir. Belki bu sebeple günümüz solunun artık tipik manada sol olmadığını göstermek için 68 Mayıs’ı özelinde dile getirilen özlemlere yakından bakılmalı. Aslında Gezi Parkı olaylarından sonraki sayılarında Ayrıntı Dergi zaman zaman bu olayı tarihselleştirmek maksadıyla 68 hareketine odaklandı. Sözgelimi dergi bu harekete katılan Ulrike M. Meinhof’un Protestodan Direnişe, Alain Badiou’nun 68’in kırkıncı yıl kutlamaları vesilesiyle kaleme aldığı Komünist Hipotez, Colin Barker’ın Devrim Provaları, Daniel Bensaid’in Köstebek ve Lokomotif kitaplarından hareketle 68 Mayıs hareketinin aktörlerini, ilgilerini ve fay hatlarını öne çıkardı.

Militanlıkla diğer mesleki kimlikler arasında kurulan bağlar ve keskin tutumlarla daha kavramsal felsefi çözümlerin bir arada yer aldığı zamanları hatırlarsak bu metinlerin önemi ve etki alanı daha da belirginleşir. Sol tanınma siyasetini dayatma (şiddet) sol mirasın muhafazası ve ütopyan zafer formunda ifade eden Ayrıntı Dergi ile ilgili birkaç noktayı daha vurgulamakta fayda var. Bunların tespiti hem derginin aktüel siyaset karşısındaki konumunu hem de teorik bakımdan yaslanmaya çalıştığı fikri hatlarını belirlemek açısından kayda değer ipuçları sunacaktır. Derginin şimdiye kadar yayımlanan sayıları büyük siyasi seçimlerin aynı zamanda giderek daha çok kültürel sorunlar üzerinden yapıldığını gösterir. Her ne kadar Ayrıntı Dergi sayfalarında sol liberal kesimin, solculuğu kimlik taleplerinden ibaret bir bakış açsıyla sunmasına dönük birtakım eleştiriler dile getirilse de dergide ağırlıklı tartışma konuları her zaman kimlik eksenindedir.

Alevilik, faşizm, laiklik, İslâmcılık vs. konulardaki sayılar bu bakımdan ele alınmayı hak ediyor. Sol liberalizmin ipliğinin pazara çıkmasının ardından Kürt muhalefetinin dahi “radikal demokrasi” kavramına sahip çıkması bu konudaki tartışmaların kimlik boyutunu belirginleştirecek mahiyettedir. Dergi, Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe’un Hegemonya ve Sosyalist Strateji kitabında geliştirdiği farklı kesimlerin mücadelelerinin birbirine teyellenmesi ile ortaya çıkan hegemonyaya güvenmelerini hatırlatırcasına “çoğulculuğu” sahiplendi. Ulusalcılık meselesi tartışılırken HDP’nin Kürt milliyetçiliği ile irtibatı hiçbir şekilde eleştirilmedi. Bu aynı zamanda solun, Marksizm’in materyalist projesini, ekonomik eşitlik ve yeniden dağıtım sorunlarını ele almayı büyük ölçüde terk ettiğini gösterir.

Türkiye’deki 2013 sonrasında vuku bulan gelişmeleri yorumlarken deyim yerindeyse Sünnilik alerjisini ve buna yakın dini yorumlara dair derin şüphesini izhar edişini de ihmal etmemek gerekir. Sosyalist siyaset ve kültür dergilerinin genelindeki sanata ve edebiyata uzaklık diyebileceğimiz yaklaşım tarzı Ayrıntı Dergi’de de görülür. Her ne kadar derginin danışma kurulunda A. Ömer Türkeş, Enis Rıza ve Burhan Sönmez adları olsa da, dergide edebiyat, sinema ve sanat eleştirisi oldukça azdır. Dergi, yanlış saymadıysam edebi metin olarak Nihan Kaya’nın bir öyküsü dışında herhangi bir metin yayımlamadı. Türkiye’de önemli bir siyasi kırılma meydana getiren Gezi Parkı olaylarının akabindeki birinci sayıda Özcan Karabulut ile Utku Özmakas’ın metinleri yer aldı fakat bunlar süreklilik arz etmedi. Yahut kitap değerlendirmelerinin ve sinema yorumlarının ötesine geçen bir kültürel bakış geliştirilemedi. Ta ki Mayıs 68 konulu sayıya kadar.

Elbette aralarda Orhan Kemal, Peyami Safa, Oğuz Atay ve Orhan Pamuk gibi isimlerin de yer aldığı romancılar üzerine birtakım eleştiriler yayımlandı. Sözgelimi A. Ömer Türkeş, derginin 14. sayısında Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın romanı üzerinden klişeleşmiş modernlik eleştirilerinin anlamsızlığını ve yazarın pus solun hafızasını tahrip girişimini çeşitli açılardan ele aldı. Ardından Pamuk’un bu topluma ilişkin farkındalık yoksunluğuna dikkat çekerek, yazarın eskinin “tezli roman”larından daha derin bir roman yazması için ülkede olup bitenlere daha yakından bakmasını tavsiye etmişti. Romancıyı matkaplı sözleriyle delik deşik eden önemli bir yazıydı bu. Bir diğer özellik, Ayrıntı Dergi’de yürütülen sosyalizm tartışmaları birkaç temel tez etrafında yürütülse de bunlar bütünlüklü bir fikri hattı takip etmez. Bunun yerine derginin Batılı sosyalist düşünürlerin belli metinlerini kendileri açısından kullanışlı gördükleri durumlarda seçerek yahut aktüele dair gelişmeler doğrultusunda yayımladıklarını söylemek daha doğru olacaktır.

Dergide öne çıkan düşünürler arasında Alain Badiou, Antonio Negri, Jacques Ranciére, Slovaj Zizek, Giorgio Agam ben, Costas Douzinas gibi isimler yer alır. Bilhassa Badiou’nun komünizm ideası etrafındaki tartışmalar derginin birkaç sayısına yayılır. Aslına bakılırsa Ayrıntı Dergi, oldukça geniş bir teorik alan içerisinden söz almaya çalışarak kendilerinin doğru bir çizgide bulunduklarını yinelemeyi sever. Kaldı ki bu noktada temelden eleştirdikleri Birikim dergisinden daha “kötü” bir performans sergilediler. Nitekim Türkiye ile ilgili meselelerde somut politik öneriler almak maksadıyla söyleşi yaptıkları yahut yazılarını yayımladıkları isimlerin militanlıkları daima öne çıkar. Bu yönüyle önemli ölçüde “kelebek ömürlü” Mesele dergisiyle benzeşir. Batılı düşünürlerden yapılan aktarmalarla Türkiye gerçekliği arasındaki kopukluğu tespit etme imkânı sunan polemik dili üzerinde mutlaka durulmalıdır.

Öyle ki adı geçen yazarların teorik dili büyük ölçüde Türkiye şartlarında karikatürize edilir. Dolayısıyla derginin kuruluşunun asıl tayin edicisi Gezi Parkı olaylarıyla belirginlik kazanan hattır. Hâl böyle olunca faşizm, laiklik, gericilik, hayat tarzı vb. meseleler hemen her sayıda bir biçimde dergiye yansır. Ayrıntı Dergi’nin İslâmcılığın ve İslâmî hareketlerin “gerici ideoloji” ve “karanlığın bir parçası” şeklinde sunulduğu sayısı bile tek başına dergi sayfalarında ayrıntılı bir tahlilin söz konusu olmadığını gösterir. Faik Bulut ve Erdoğan Aydın’ın kanaatlerine teslim olunan sayıda aydınlanma mücadelesinin altının çizilmesi de göz ardı edilemez. Âdeta gözlerin bazı şeyleri görmemek için nasıl kısıldığının kanlı canlı iki örneği bu isimlerle yapılan söyleşiler. Bir başka ilginç nokta, derginin birden fazla sayısında güncel bir sorun addettiği laiklik tartışmalarına sol zaviyeden doğrudan müdahil olmaya çalışmasıdır.

Bunun en önemli göstergesi laikliğin, din-devlet ilişkilerinin birbirinden ayrılması yahut kamunun dini referanslardan arındırılmasının ötesinde bir barış ve özgürlük talebi şeklinde yeniden tarif edilmesidir. Güncel tartışmalara değinirken sol siyasetin laikliği merkeze alması gerektiği yönündeki telkin ise aynı zamanda sol çevrelerde artan laiklik vurgusunun basit bir tezahürü. Türkiye’de sol siyasetin işe, en azından laikliği merkeze alarak, dahası “bize ulusalcı ya da Kemalist derler gibi bir saplantı ve çekiniklikten kurtularak” başlamasının önemine dikkat çekilmesi solun 1980 sonrasındaki Kemalizm eleştirisinden ricat ettiğinin ilanıdır. Ancak bir kısmına değinebildiğimiz laiklik odaklı tartışma konularını kabaca çerçevelemek, içinde bulunduğumuz siyasi süreçte “özgürlükçü solun” evrimini bütünlüklü bir şekilde görebilmemizi sağlayabilir.

Kültür ve Marjinal Öznellikler

Coşkulu Mayıs 1968 sadece ortodoks sosyalist tecrübeye mesafesinden değil, aynı zamanda “yeni” devrimci geleneklerin oluşturulmasına yol açması bakımından her zaman önemsendi. Mayıs 68 Edgar Morin’in deyimiyle “gizliden gizliye hazırlanmakta olan bir şeylerin katalizörü, yükselticisi” oldu, kültürel devrim şeklinde adlandırılması çok iddialı olsa da en hafif tabirle kültürel dönüşüme yol açtı. 1970’lerin geleceğin yokluğu propagandası, 1980’lerin dağınıklığının ardından 1990’ların nihilizminin ortasında Cogito dergisi otuzuncu yılında 68’e methiyeler düzmeden bakmayı denedi. Birikim ise 68’den neyin miras kaldığına odaklandı. 2000’lerde yeniden Mayıs 68’e dair bir ilgi yoğunlaşması oldu, bu en bariz şekilde dergilerin yaptığı özel sayılarda karşımıza çıktı. 2018’de ellinci yılında Mayıs 68 hareketine odaklanan dergilerin miktarında önemli bir artış oldu.

Tarihten sinemaya, düşünceden edebiyata uzanan bu ilgi Ayrıntı Dergi’de de görüldü. Tüm bunlar Mayıs 68’i “nostaljik bir özlemin” ötesinde “ütopik bir arzuyla” anmaya matuftur. Zira sol çevrelerce daimi “düşük yoğunluklu” savaş, mülteci “krizi”, ekolojik felaket, “faşizmin yükselişi”, sosyal devletin çöküşü, “otoriter yönetimler”, “post-hakikat” rejimi ve gözetim toplumu ile tasvir edilen zamane distopyasından kurtulma arzusu öne çıkıyor. Hiç şüphesiz bu girişimler, aynı zamanda sol kültürel imgelemin kendisini sadece “radikal” değişimler doğrultusunda yeniden oluşturabileceğinin ufak bir göstergesi. Bu bakımdan okurlar Mayıs 68’i ellinci yılında dosya konusu yapan dergilerde, hem sol fraksiyonların siyasal-kültürel eğilimlerinin parametrelerine hem de hareketin tabiatına dair faydalı metinlerle karşılaşacaktır.

1968’in kaynaklarını, gelişimini, yönelimlerini, özelliklerini ve ana çizgilerini ele alan Ayrıntı Dergi sayfalarında üzerinde durulan hususlardan biri kültürel alandaki değişmeler ve bunun edebiyat alanına etkileri şeklinde karşımıza çıkıyor. A. Ömer Türkeş, yeni romancılardan sürrealistlere, isyan ve devrimin büyük edebiyatın etkisinden çıkarak yeraltı edebiyatına, kara ütopyalara yayılışını anlatır. Ayrıca Frantz Fanon’un her kanattan radikaller arasında popüler hâle gelen Yeryüzünün Lanetlileri kitabıyla Ursula K. Le Guin’in 1968’de yayımlanan Yerdeniz Üçlemesi dizisine özel bir önem atfeder. Bunun yanında “hedonist sol” bağlamında öne çıkan yeraltı edebiyatının 68’in ruhunu en iyi yansıtan edebiyat tarzı olduğuna dikkat çeker.

Egemen kültürün, cinselliğin edebiyat yoluyla dillendirilerek sorgulanmasına çeşitli yazarların metinlerini merkeze alarak tasvir eden Türkeş, 68 Mayıs’ının Türk romanına radikal bir etkide bulunmadığı kanaatindedir. Ona göre, 68 hareketinin edebiyattaki karşılığı yeni bir akım olmaktan ziyade çok önce gelişip serpilen toplumcu gerçekçi yazarların roman, hikâye ve şiirleridir. Bu sebeple, köy romanlarıyla militan anlatıları etrafında yoğunlaşır. Toplumsal ve siyasi hareketliliğin artması, elbette, edebiyatta eş-zamanlı değil art-zamanlı bir değerlendirmeyle ele alınır. Gene de bu tartışmayı akademisyenlere bırakalım. Kolaylık olsun diye isimleri anmakla yetinelim. Sevgi Soysal ile Leyla Erbil’in metinleri diğerlerine nazaran daha detaylıca anlatılır.

Mesela Erbil’in Tuhaf Bir Kadın romanındaki kahramanın, erkek egemen toplumsal dizgeye eşit bir varlık olarak kendini kabul ettirme mücadelesine odaklanır. Soysal’ın Tante Rosa ve Yürümek romanlarının 68’in siyasal, tarihsel ve toplumsal şartlarında şekillendiğini öğreniriz. Düzlemesine belki de pek üstünkörü özetledik ama oldukça önemli konulara el atıyor Türkeş’in yazısı. Enis Rıza ise 68’e doğru yol alınırken Türkiye’de sinema ve tiyatro alanında yaşanan gelişmelere temas eder. Bu süreçte Memet Fuat’ın Marksizm’den edebiyata, sinemadan şiire, tiyatrodan öyküye kadar pek çok tartışmaya kapı açan Yeni Dergi’ye (1964-1975) özel bir anlam yükler. Aslında önemli bir vurgudur bu, zira Erdem Çolak’ın, 68’in sanat ve edebiyat dergilerine odaklanan makalesinde (Birikim) altını çizdiği üzere dönemin dergilerinin ayrıntılı incelemesi sanatsal ve edebi gerçekliği daha kapsamlı bir şekilde kavrayabilmenin önünü açacaktır.

Yeşilçam’ın üretim ilişkilerine karşı çıkan Genç Sinema dergisinin kendisini Batı’daki gibi sınıf mücadelesinin ve siyasi tahayyüllerin içinde konumlandırışına dikkat çeker. Doğrusu şu ki bu dergi hakkında bildiklerimiz şaşırılacak kadar azdır. Derginin ATÜT tezini sinemada savunan Halit Refiğ’le karşı karşıya gelmesi bağlamında şöyle der: “Halit Refiğ yabancı ideolojilerin ‘Genç Sinema’cılar üzerindeki etkisini öne sürecek, sınıfsız ve çelişkisiz bir toplum olan Osmanlı Devleti’nin bütün çelişkileri emen bir sünger olduğunu savunacaktı. Cumhuriyet sonrası kapitalizmin sınıfsal niteliği ise havada kalıyordu. Bizler, ‘Batıcı, kendi kültürüne yabancılaşmış, sanatın burjuvazi ile ilişkisini bilmeyen entel züppelerdik’ ona göre. Yalnız biz değil derinlikli film yapmak isteyen diğer sinemacılar da bu salvodan paylarını almaktaydılar. Ne yazık ki, 70’li yıllarda iyice alevlenecek olan ulusal sinema tartışmalarında ‘Genç Sinema’cılar grup olarak yer alamayacaklardır. Darbe onları da vuracaktır çünkü.”

Açıkça görüleceği gibi, 68’li habitustan etkilenen bu savların bazılarında üstü az ya da çok kapalı bulunan bir varsayım da şudur: 1960’ların sonundan itibaren Türk solu artık başka bir iklime doğru yol almaya başlamıştır. Bunun detayları sinema üzerine yapılan çalışmalarda fazlasıyla görülebilir. Ayrıntı Dergi’de, Mayıs 68’in kültürel yönlerine odaklanan metinler arasında yeşil hareket, devrimci tiyatro yanında eşcinsellik bağlamında bir metnin de yer alması sosyalistlerin kültürel odağının solu alt-kimliklere bağlı hiziplere böldüğünün önemli bir göstergesi. Bu metin ayrıca Ayrıntı Yayınları’nın bilhassa yeraltı edebiyatı dizisini şekillendiren kültürel ekonomiye de ışık tutar. Bu izlenimin yanlış olmadığını görmek için bu diziden biraz kitap karıştırmak yetecektir.

Sosyalistlerin alamet-i farikası polemikler cihetinden bu meseleye bakıldığında derginin aydınlıkçı çizgi ile doğrudan tartışmaya girmesi şaşırtıcı gibi görünse de, hakikat yıkıcılığını hakikat haline getirmelerinin tabii bir sonucu şeklinde yorumlanabilir. Buraya kadar yaptığımız tasvir ile yetinerek tekrar başa dönersek, metnin niyetinden hâsıl olan sonucu kısaca belirtmekte fayda var: Esasında Ayrıntı Dergi’nin liberal sol ile yahut ulusalcılık şeklindeki sol hasımlıklardan ayrılığı ya da bu yatkınlıklarla çatışması kendilerinin tasavvur ettiği ölçüde farklı değil. Derginin çıkış yazısında vadettikleriyle şimdiye kadarki sayılarda işledikleri arasında yaman çelişki başlı başına ele alınmaya değer. Zira radikal demokrasi talebiyle çokluğa ve marjinal öznelliklere uzanan bir kimlikçilik ile Kürt hareketi üzerinden sahiplendiği “ittifaklar siyaseti”yle farklı bir ulusalcılığa eklemlenmek söz konusu.

Böyle olunca derginin çıkış yazısında yüklenilen iki temayülün yaygın tutumlarıyla farklı boyutlarda bir müşterekliğin tespit edilmesi imkânsız değil. 1980 öncesinden gelen birtakım alışkanlıklar ve direnç alanları kolay kolay kırılamadığı için tekrar eski konforlu sol dünyaya dönüş oldukça bariz. Dolayısıyla derginin çıkışında yapılan siyasi analiz zamanla işlevini ve ağırlığını büyük ölçüde yitirip eklektik bir hâl almıştır. Tabii başka türlü davranamazlardı zaten de denilebilir. Ne yapalım herkesin bir amacı, her dağın bir yamacı var.