Atları uçuruma sürmek

Atları Uçuruma Sürmek, Emin Gürdamur’un kelimelere olan inancından doğmuş gibi.
Atları Uçuruma Sürmek, Emin Gürdamur’un kelimelere olan inancından doğmuş gibi.

“Çünkü kim birinin hikâyesine tastamam inanacak olsa kendi hikâyesinin boşa çıkacak olduğunu bilirdi.”

Emin Gürdamur, öykü türünde ismini bundan böyle daha sık duyacağımız bir yazar olarak, ilk kitabı Atları Uçuruma Sürmek’le şiire yakın bir yerde iniyor kendinden ve sahiden şiire pek yakın duran bir yerden hikâyeler anlatıyor bize. Hece Yayınları etiketiyle yayımlanan kitabındaki on altı öykü, lirizmi ağır basan bir üsluba yaslanıyor. Benzetmeleri, sıfatları seven okurlar için titizce ve incelikle seçilmiş kelimeler “bu dikiş tutmaz sözler, bu palas pandıras özür, bu akıl almaz konuşma” bir şeylere şifa olacak cinsten.

Neredeyse tüm öykülerinde ‘çocukluk’tan yola çıkıyor Gürdamur.
Neredeyse tüm öykülerinde ‘çocukluk’tan yola çıkıyor Gürdamur.

Şimdinin ve geçmişin insanlarının iç içe geçtiği bu öyküler, sıkıca örülmüş anlam ağlarıyla zamanlar arasında rahatlıkla dolaştırıyor okurunu. Neredeyse tüm öykülerinde ‘çocukluk’tan yola çıkıyor Gürdamur. Ya da bir şekilde dönüp dolaşıp oraya varıyor. Güneşin Öbür Batışı’nda leğende yüzdürülen kâğıttan bir gemiyle sezdiriyor çocukluğu. Kahverengi Zarf isimli öyküsünde anne ve çocuk bahsini şöyle özetliyor: “çocukların henüz doğmamış tarafları, ete kemiğe bürünmemiş, dünyaya bağışıklık kazanmamış yanları annelerinin yüzüyle aynı çizgileri taşır.” Karanlık’ta da çocuklara rastlıyoruz ve öğreniyoruz ki: “Çocuklar, geceyi korkunç, siyah ve daima siyah gördükleri için gece onlara diş geçiremez.” Dağdaki Sesler öyküsünde ise, yarım kalmış bir konuşmada başlayacağımız yeri buluyoruz: “Çocukluğundan başlamalı insan. Haklısın. Zalimlerin bile hüzün devşirebildiği yerden başlamalı.”

Kitaptaki öyküler daha çok fragmanlar ya da küçük tablolar halinde seyrediyor. Bununla birlikte yazarın anlatım tutumunda ciddi bir arayış geliştirdiğini görebiliyoruz. Böyle bir arayış, haliyle anlamı da askıya alıyor. Öyküleri şiire yaklaştıran mercek bu askıda kalışın ta kendisi.

  • “Şayet kelimeleri bildik anlamlarından soyup önüne fırlatmak ve onları yeniden libaslara büründürmeni seyretmek mümkün olsaydı, bunu kesinlikle yapardım.” diyor yazar Kiraz Çiçekleri isimli öyküsünde.

Kelimeleri bildik anlamlarından soyup okurun önüne fırlatmak ve onları bambaşka libaslara büründürmesini düşlemek… İyi öyküler insana bunu yapıyor sahiden. Başkasının hikâyesine inanmayı tam burada bırakıp kelimeleri yeniden düşleyerek kendi hikâyemizi başlatabiliyoruz. Böylelikle hiçbirimizin hikâyesi boşa çıkmıyor.

Atları Uçuruma Sürmek, Emin Gürdamur’un kelimelere olan inancından doğmuş gibi. İnandığı kelimelerle kuruyor öykülerini ve ekliyor: “İnsan inanmadığı kelimelerden kanat yapmamalıdır, bunu yıllar sonra öğrendin. Yere çakıldıktan sonra.”