Arka Kapak Dergisini Konumlandırmayı Denemek
Dergi, şekil bakımından başka yayınları çağrıştırsa da tasarım ve kâğıt tercihi açısından hem benzerlerinden hem de diğer süreli yayınlardan esaslı bir göz aldanmasına sebep olacak kadar farklı. Kitap dünyasının daha iyi bir noktaya gelebilmesi için “vizyon, felsefe, teknoloji, metodoloji” önerecek kadar iddialı olan dergi üzerine bir şeyler söylemenin vaktinin geldiğini düşünüyorum.
Günümüzde kitap ve kültür dergisi mottosuyla yayımlanan dergilerin önemli bir kısmı aslında sektör dergisi olarak anılması gereken yayınlardır. Son zamanlarda bunlar arasında kitapla ilgili olanların sayısında bir artıştan söz edilebilirse de aynı şeyi süreklilik açısından söylemek ne yazık ki mümkün değil. Bahsettiğim sürekliliği hem kurumsal süreklilik hem de tarz veya anlayış sürekliliği olmak üzere iki düzlemde ele almak gerekmektedir. Kitap dağıtımını “liberalleştirip özgürleştireceği” varsayılan elektronik kitap sektöründe beklenen canlanmayı kitap satış sitelerinin de etkisiyle/katkısıyla yayın hayatına atılan kitap odaklı dergilerin sayısındaki artışı bu zaviyeden ele alabiliriz.
Kitap sektörünü “Bir bütün, ticari bir sektör, endüstriyel bir yapılanma” olarak ele alarak yola çıkan Arka Kapak dergisi 2016 sonu itibarıyla 15. sayısını yayımladı. Derginin ilk sayısından itibaren yayıncılığın, dağıtımın, dijitalleşmenin sorunları ve imkânları üzerine tercüme/telif pek çok yazı sürekli olarak dergi sayfalarında yer aldı, almaya da devam ediyor. Aslında bu seçim calibro ve kobo örnekleri üzerinden yaşanan yarışla da alakalı. Öte yandan kindle etrafındaki tartışmalar da yabana atılmamalı. Bu gelişmeleri bir üst çatı olarak ele alırsak, sektörün yeni adayları arasında yaşanan alt yapıyı koçbaşı firmanın ithal ettiği aletle kapsamasının getirdiği sıkıntılara da temas edilmesi gerekir ama bu konu dergiye doğrudan yansımadığı için bunu sadece hatırlatmakla yetinmeli.
Her dergi için, en azından kahir ekseriyetle çıkış yazıları önemlidir. Birinci sayısı 2015 yılının Ekim ayında yayınlanan Arka Kapak dergisinin çıkış yazısından iki yıllık bir ön hazırlık sürecinin olduğunu öğreniyoruz. Dergi, şekil bakımından başka yayınları çağrıştırsa da tasarım ve kâğıt tercihi açısından hem benzerlerinden hem de diğer süreli yayınlardan esaslı bir göz aldanmasına sebep olacak kadar farklı. Bu konuda dergiyi takip edenler arasında sofuca bir konsensüs yaygındır zaten. Son derece sofistike olarak anılabilecek bu estetik düzey babında sanırım şunlar doğru: Dergiyi çıkaranlar, biçim ve tasarım meselesine fazla kafa yormuş; daha doğrusu dergide yer verdikleri metinlerden ziyade bunları hangi şekilde sunacaklarına ağırlık vermiş görünmektedirler.
Kitap dünyasının daha iyi bir noktaya gelebilmesi için “vizyon, felsefe, teknoloji, metodoloji” önerecek kadar iddialı olan dergi üzerine bir şeyler söylemenin vaktinin geldiğini düşünüyorum. Aslında böylesi bir yazıyı derginin ilk beş sayısından sonra yazmayı düşünmüştüm fakat nasip olmadı. Bir bakıma kanaatlerine hürmet ettiğim bir yazarın dergide çıkan değerlendirmesi buna ket vurdu. Sonra dergiyi düzenli olarak takip ettiysem de bunu bir yazıya dönüştürmek bir türlü mümkün olmadı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaysa dergiyi ve yazarlarını daha dikkatle irdelemeye koyulduğumu belirtmeliyim. Bu tarihsel ayrımı yaparken dergiyi yaz aylarından beri yaygınlık kazanan kültürel/siyasal kategoriler şemasına uydurulacak bir kalem mal derecesine indirgemek niyetinde olmadığımı söylemeliyim. Ne var ki dergi bu gelişmelerin de tesiriyle olsa gerek 12. sayıdan sonra kısmi değişiklikler ya da gözden geçirmeler yaptı.
Fakat bu bir görüş değişikliğinden kaynaklanmadığından henüz olumlu olarak adlandırabileceğimiz bir dönüşüme sebep olmadı. Yani zahirdeki değişikliğin yanılsamalı bir izlenim yaratmaya matuf olduğunda hiç şüphe yok. Sorunlar olduğu gibi ortada durmaya devam ediyor. Derginin imtiyaz sahibinin bir kurumun Kültür ve Turizm Bakanlığından aldığı destekle dağıttığı ödüllere Arka Kapak dergisinin dâhil edilmemiş olmasından hareketle bu tercihin “yılın en iyi dergisi olduğumuz gerçeğini değiştirmez” demesi akabindeyse “Türkiye’de politik bir duruş yerine vicdani bir duruş sergilediğinizde hem solcular hem muhafazakârlar görmezden gelir.” “Çünkü sizi dikkate alırlarsa salt politik söylemle üstü örtülen memleket paçozluğu kabak gibi ortaya çıkacaktır” diye böbürlenmesi bu yazının kaleme alınmasını ve dergiye yakın plandan bakışıma hız kazandırdı.
Ruh Akrabalıkları, Müptezellik Vesaire
Gerek dergiye gerekse yazarlarına karşı bir pozisyon geliştireyim diye yola çıkmama rağmen, bir tür genel pozisyon haliyle kendiliğinden şekillenmiş oldu. Bildiğim ve tanıdığım birkaç yazarı bir kenara bırakırsam, dergiyi fark edilir kılan yazarların büyük kısmı meta-iktidar (eğer böyle adlandırmak fazla iddialı olmayacaksa) diye anılabilecek çevrelerin hinterlandında denilebilir. Burada meta-iktidar ifadesini kullanırken, bilinçle yapılmış, belirli bir kodu, belirli kültürel yordamlara yönelen bir edimi kastediyorum. Derginin içeriğinin belli bölümlerini söküp çıkardığımızda, tekabül ettiği yahut talip olduğu konumu da fark etme imkânı bulacağımız son derece açık. Derginin omurgasını oluşturan fotoğraflı yazarların sol liberal çevreye ait oluşunu burada özellikle kaydetmeliyim.
Enis Batur’tan Kemal Varol’a, Haydar Ergülen’den Feridun Andaç’a uzanan bir hat bu. Bunlardan biri dışarıda tutulursa bu tercihlerin ifrata, aşırı kollamaya dayalı bir tercih olduğu şeklindeki bir hüküm abartılı bulunmamalıdır. “Köprülerde ağaç bitmez” sözünü doğrulayan böylesi bir seçimin vardığı yer ise başka meselelerle birlikte en hafif deyimle hassasiyetlerin kaybolmasıdır. Bu nedenle, birer çocuk seviyesinde olma konumunu terk ederek dergi hakkında daha fazla şey görmeyi, daha fazla şey işitmeyi öğrenmeliyiz. Bunun için de eserde/yazarda azami miktardaki içeriği bulmaya dönük dosya konularından yahut eserin/yazarın suyunu sıkıp olduğundan daha fazlasını elde etmeye yönelik yazıların ötesine geçerek dergideki anlayışın tümünü görebileceğimiz bir süzme ameliyesini ertelemeden gerçekleştirmenin dışında bir yol yok. Kaldı ki bu, okuryazarlar olarak üzerimize farz olan bir şey.
Bir derginin ilk sayısının her zaman özel olduğunu dikkate alırsak, Arka Kapak dergisinin birinci sayısının belli noktalarda yol gösterici olabileceğini söyleyebiliriz. Zira bu sayıda sonraki sayıların aksine “marka isim” pek yok. Muhtemelen böyle devam etseydi dergi çok fazla dikkat çekmeyecek dergilerden biri olarak yayımlanıp gidecekti; başkalarıyla yahut belli noktalarda selefi olan dergiyle aralarına koymuş oldukları ayrımın muhtevasını doldurmaktan daha da uzak kalacaklardı. Feridun Andaç ilk sayıdaki yazısında toplumcu gerçekçi bir kulvarda yazmanın ötesine geçememiş. Dahası Kemal Bilbaşar’ın yayıncısına bol kepçe övgü dağıtmış.
Söz konusu yayıncının, yazarın ilk hikâyelerine dönüp bakmadığını yani yazarı okurlarına eksik taşıdığının da farkında değildir. Fakat şurası son derece isabetli: “Bu nedenledir ki ülkemiz ve okurumuz okuyan/ düşünen/ izleyen/soran/ soruşturan/araştıran meraklı yayıncılar istiyor artık.” (sayı:1, s.9)Enis Batur söyleşisi ise sonraki sayılara hazırlık koşusu olarak anılmaya/okunmaya müsait. Fakat dosya konusu 1990’ların ikinci yarısından itibaren yükselişe geçen “Tanpınarlaşma durumunun” süreğen hale gelişi çerçevesinde okunabilecek vurgular barındırıyor. “Kitap Market” bölümü ilk sayı dışında hep yorumsuz olarak sadece verilerin bulunduğu bir şekilde yayımlandı. Sayfa sayısı da ikiden bire düştü. Tabii sadece bununla da sınırlı değil derginin muhtevası.
Kitap dergiciliğinin kemikleşmiş problemlerinin ötesinde birtakım sorunları var derginin. Fakat bunların hepsini yazmak hem zor hem de daha detaylı bilgilere vakıf olmayı gerektiriyor. Arka Kapak, yukarıda alıntıladığımız birkaç cümleye de sirayet ettiği üzere “büyük olma takıntısının” getirdiği ticari atraksiyonların en azından bir kısmının fiyaskoyla neticelenmesinin ardından insanı duyduğunda şaşkınlığa uğratacak teklifler sunmaya cüret edebilen bir dergi aynı zamanda. Keza derginin hemen ilk sayfalarında site odaklı satış rakamlarının yer alması, derginin tek olmasa da asli tasalarını açıkça ortaya koyan bir girişimdir. Her ne kadar derginin imtiyaz sahibi amaçlarının kitap satarak ticaret yapmak olmadığının altını çizmek için “Libronet olarak, Türkiye’de dönüşen ve yenilenen kitap dünyasının geleceğinde söz sahibi olmayı amaçladığımız için, ‘Arka Kapak’ projesini gündemimize almıştık. Arka Kapak bizim için, kitap ve yayıncılık dünyasıyla, daha doğrusu sektörle bir tür irtibat noktası aynı zamanda ve bu irtibat noktasını okura taşıdığımız, ilettiğimiz bir mecra” demiş olsa da bu durum değişmiyor.
Kapak konularında görece seçkinci bir tavra sahip olan derginin ilan siyaseti konusunda talip olduğu yükseklik ve derinlikten uzaklığı da kaydedilmelidir. İlan borçluluğunu ödemeye yönelik yazıların detaylı bir irdelemesinin yapılması bu doğrultuda kaleme alınan metinlerin anlamlandırma ve değerlendirme ölçütlerinden uzaklığını söylemeye lüzum yok. Ayrıca belli noktalarda hassasiyeti olan derginin 6. sayısında Queer Temaşa (Derleyen: Leman S. Darıcıoğlu) 11. sayıdaysa Sara Ahmed’in Mutluluk Vaadi kitaplarının ilanına yer ayırmış olmasını da “nefis performansı”nın müptezel bir örneği şeklinde anmak abartılı bulunmamalıdır. Doğrusu Can yayınlarının onca kitabı dururken sağ yumruğu havada Can Dündar’ın Tutuklandık kitabının (sayı:7) tam sayfa ilanına yer ayrılmasını nasıl yorumlayacağımı ise bilemedim.
Derginin Karakteristik Yönlerine Dair
Derginin albenili kapakları, mizanpajı, sinema sayfaları, tercüme edilmesi gereken kitaplar babındaki ajanslık hizmeti, kitap vitrini vb. noktalardan baştan çıkarılmamak için gözlerimizi başka noktalara dikmeliyiz. Arka Kapak dergiciliğinin tuhafın tuhafı özeliklerinden biri, dergide yazacak isimlerle önce söyleşi yapılmış olmasıdır. Sözgelimi derginin Ekim 2015’te yayımlanan 1. sayısında Enis Batur’la söyleşi yapılmış, Kasım 2015 tarihli 2. sayısından itibaren Enis Batur, dergi yazarları arasına katılmıştır. Aynı kural Haydar Ergülen için de geçerlidir. İkinci sayıda kendisiyle yapılan söyleşiden sonraki ilk sayıda Ergülen “Arka Kapak Yazmak” başlıklı yazısıyla dergi kadrosuna dâhil olmuştur.
Sevengül Sönmez’le 5. sayıda söyleşi yapılmış, aynı yazar 6. sayıda dergiye bir yazısıyla katkıda bulunmuştur. Sönmez’in sonraki sayılarda da yazıları yayımlanmış olsa da derginin kadrolu yazarları arasına katılmadığını not etmek gerekir. Dergi, Tarık Tufan’ı 12. sayısında yayımlanan söyleşinin ardından 13. sayısında kadrosuna dâhil etmiştir. Bu bağlamda üzerinde durmamız gereken bir husus da şu: Arka Kapak 12. sayısına kadar genel olarak sol kültürel çevrelerin önemsediği yahut öne çıkardıkları isimleri derginin ön sayfalarında yer ayırma tutumundaydı. Bu durum 13. sayıdan itibaren sarsıldı, artık bu isimler arasına başka isimler de dâhil olmaya başladı.
Arka Kapak yazılarının önemli bir kısmı mutlaka kuram yönüyle öne çıkmış yazarlardan yapılan bir alıntıyla başlar. Nietzsche, Roland Barthes, Theodor Adorno, James Wood, Charles Baudelaire, Walter Benjamin hemen ilk cümlede atıf yapılan isimlerden birkaçı. Bu da çoğu zaman bize kuramsal bir yazı okuyormuşuz havası verir. Fakat onca atıf bir “pusula ayarı” oluşturmaya yetmez. Gelgelelim kültürel ortamda böyle şeylere tav olacak dünya kadar insan var. Çünkü ne olduklarını, kim olduklarını bilmiyorlar.
İlk sayısının sunuşunda okumanın en temelde insan zihninin üreteceği muhalefet biçimini de ortaya koyacağını belirten dergide çok fazla eleştirel metnin yayınlanmaması, derginin yayın tutumuyla alakalı. Bunun birkaç istisnası Ahmet Ümit ( Elveda Güzel Vatanım) ile Elif Şafak (Havva’nın Üç Kızı) romanları ve Alberto Manguel’in (Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir) kitabıdır.
Zygmunt Bauman’dan sonra Hakan Günday, Haydar Egülen yazısıyla aynı sayfada Ötüken Neşriyat ilanının bulunması veya olur olmaz yerde David Harvey’in Asi Şehirler kitabına atıf yapılması özellikle de bilinmedik isimlerin yazılarına bakıldığında yukarıda bahsettiğim ruh akrabalığı daha bariz hale geliyor. Bu noktadaki hükmüm çok ağır bulunabilir fakat derginin kitap tanıtma biçimi ile dolaylı olarak bahsettiğim yayın organının tarzı arasındaki müştereklikler üzerinde durularak bir sağlama yapılması genel görünümü esaslı bir biçimde fark ettirecektir.
İlan karşılığında yer ayrılan yazılarla kadrolu yazarlardan bir kısmının yazdıkları yazılar kitap kapaklarıyla birlikte bir sayfayı geçmez. Dergi yazarlarının kitapları üzerine kaleme alınan metinlerin her birinin ağırlığı da aynı kıratta olmaz. Aralarında marka değerinden olsa gerek bariz bir fark vardır. Bu konuda isim zikretmek farklı alınganlıklara sebep olabileceği için merak edenler derginin şimdiye kadar yayımlanan sayılarına yeniden göz gezdirebilirler. Hatta çok meraklı okur elde makas “kesik” biriktirmeye de başlayabilir. Ama biz sadece Feridun Andaç’ın Yaşar Kemal konulu kitabı üzerine yazılanını zikretmekle yetinelim. Kemal Tahir’in varisi olmasını beklediğimiz isimler kültürel alanın alışkanlıklarından olsa gerek Yaşar Kemal’in varisi olmayı önceliyorlar nedense.
İlan odaklı olarak hazırladığı dosya konularında yer verilen kapak resimlerinde ticari beklenti ön sıradadır. Bunun rastladığım ilk örneği, Enis Batur’un Fazıl Hüsnü Dağlarca odaklı ilk yazısında bahsettiği kitapların değil ilan getireceği varsayılan kitapların kapaklarının yazının altında görsel olarak kullanılmış olmasıdır. Sonraki sayılarda da bu alışkanlığa dönüşerek devam etti. Sözgelimi Franz Kafka’nın ünlü romanı Dönüşüm üzerine hazırlanan dosyada Tanıl Bora ile söyleşi yapılmasına karşın dosyanın girişinde İthaki Yayınları arasından çıkan Dönüşüm kitabının kapağına yer verilir. Bora söyleşisinde onun tercüme ettiği Kafka kitabının kapağına görsellik düşüncesine yaslanarak da olsa yer verilmemesi aslında bir çekişmenin de hikâyesidir. Özellikle sunu yazılarında belli çevreleri mest edecek çok fazla ifade olmasına karşın arzu edilen ayartı en azından bazı yayınevleri için nedense bir türlü vuku bulmuyor. Belki de dergiyi mirasına varis olmak istediği yahut bu yanılgıyla avunduğu Virgül’den ayıran bir özellik de burada gizlidir.
Arka Kapak dergisinin 1. sayısındaki Enis Batur söyleşinin hem de başka bir iki söyleşinin Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk yıllarının değerlendirilmesi sürecinde solun son dönem temayüllerini hatta ricatini anlamaya katkı sunar mahiyette olduğunu kaydetmeliyim. Özellikle laik düzeni vurgulayan Haydar Ergülen’in 2016 yılında sol dergilerin laiklik konulu özel sayılarını (Ayrıntı Dergi, Praksis, Cogito vb.) önceleyen bir tavır içerisinde olması ve bunun mahfilinin Arka Kapak olması da trajik olmuş bana kalırsa. Elbette sol çevrelerde bu tür vurgulara rastlanır öteden beri. Hatta laiklik vurgusu açısından son derece varsıl bir gizilgüçten söz edilebilir.
Fakat son birkaç yıldır olan biten Modernleşen Türkiye kitabının yazarı Eric Jan Zürcher’e kadar uzandı ki bu başlı başına önemli. Şayet hafızam beni yanıltmıyorsa Zürcher, Kemalist modernleşmenin daha demokratik olduğunu söylemeye başladı hatta bu konuda çok önemli bir doktora tezine kefil oldu ki bu önemli bir kırılmanın işareti. Bu bakımdan Ömer Türkeş söyleşisinde kısmen karşımıza çıkan sol-Kemalizm ayrımı andığım iki söyleşide ortadan kalkmakta neredeyse 1980 sonrasında açılan mesafeyi bir ölçüde kapatmaktadır.
Derginin 15 Temmuz sonrasındaki ikinci sayısında Haydar Ergülen’nin yazısı başlı başına ele alınıp irdelenebilir. Biz sadece şu kadarına dikkat kesilelim: “Belki bu darbe girişimiyle iktidardakiler de muhalefet de demokrasinin önemini, parlamenter rejimin vazgeçilmezliğini iyice anlar ve demokratik, laik sosyal hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkeleri etrafında yeniden buluşurlar.” (sayı: 12, s.6) Gördüğüm kadarıyla basmakalıp ve alışılagelmiş siyasi retoriği tekrar eden bu yazıda epey rakı muhabbeti de var. Yazarın yukarıdaki cümlelerinden hareketle ne kastettiği de açık. Doğrusu politik alana oldukça mesafeli gibi duran bir dergide böylesi bir metinle karşılaşmayı nasıl yorumlayacağımı bilemedim. Derginin bilançosunu çıkarmaya ikinci defa karar verişimde etkili olan bu yazı bana kalırsa, gayet temsil edici nitelikteki sonraki sayılarda yazı sıralamasının değişimini de dikkate aldığımızda bu daha da netlik kazanacaktır.
Keza girdaplı sulara açılmadan derginin 14. sayısından itibaren Tarık Tufan’ın yazılarının hem Haydar Ergülen’in hem de diğerlerinin önüne geçirilmesi nitelikten değil derginin politik konum bakımından zorlanmasıyla alakalıdır. Derginin doğrultusunda belirgin bir şekilde başka bir yönelim olmamakla beraber bir değişiklik vardır. Nasıl ele alınırsa alınsın bunlar önemsenmek durumunda. Oysa böylesi bir değişikliğin sakıncalarını hesaba katmadan yol olmakta dahi piyasacı bir tutum yatmıyor mu? Aslında bu bizim yabancısı olduğumuz bir seçim de değil. İnsanın merakına mucip olan konu, derginin İhsan Fazlıoğlu, Mustafa Özel gibi kendi çevresine ait isimler üzerinden sahici işler yapmak dururken sol çevrelere yönelik saplantılı bir meftunluğun bariz olmasıdır. Bu bakımdan dergi pratiğinin parlak bir gelecek vaat edebilmesi için şimdiye kadarki bazı alışkanlıklarından kurtularak kendisini yeniden şekillendirmesi gerekir. Hem bu memleket irfanına da ciddi bir katkı olur diye düşünüyorum.
Eksik kalan çok şey var, biliyorum. Unutmadan söyleyeyim; derginin hediyesi olan defterlerden birine, Arka Kapak dergisinin ilk beş sayısına dair notlarımı kaydetmiştim. Bunları kaybetmiş olmamdan dolayı dergiye dair kafamda çevirip durduğum şeylerin ancak onda birini yazabildim. Son olarak derginin sunduklarını, katkılarını göz ardı etmediğimi bir kere daha ifade etmeliyim: Arka Kapak, bildiğimiz kitapların/karakterlerin bilmediğimiz yönlerini, bilmediğimiz kitapları tanıtma/fark ettirme sürecine katkı yapan dergilerden biri oldu, olmaya devam ediyor. Açıkça söylemem gerekirse, dergiyi çıkaranların iyi okumanın, idrak etmenin temelde dünyaya karşı bir tavır alış olduğunu ilke edindiklerini umarak bu satırları yazdım.