Anlaşırsak ben yokum
Eserlerine hayran olduğun "bir" yazar mutlaka vardır. Hani diğer tüm yazarlardan ayrılan, metinleriyle çok daha derin bir ilişki kurduğun, asla toz konduramadığın o yazar, bildin mi? Hah! Şimdi onu düşünmeni istiyorum. Çünkü bırak tozu, onu çamura bulayacaksın. Evet sen. Bu köşenin tek bir kuralı var: Biricik yazarını alabildiğine eleştirmek. Katiyen övemezsin. O iş bende. Benimle anlaşamazsın. "Anlaşırsak ben yokum."*
Konuşanlar: Mahmut Sami Yıldız, Ertuğrul Emin Akgün
Mahmut Sami Yıldız: Demek Calvino ha! Allah kolaylık versin.
Ertuğrul Emin Akgün: Allah razı olsun.
MSY: Benim tuzum kuru Ertuğrul. Calvino'yu övmekte ne var, bakalım sen eleştirebilecek misin. Kurmacadan mı başlayalım yoksa denemelerinden mi? Ya da ne fark eder ki, gönder gelsin.
EEA: Eleştirecek çok şey var Sami. Sen övecek bir şey buldun mu? Emin misin?
MSY: Peki, öyle olsun. Kurmacadan başlayalım o hâlde. Görünmez Kentler mesela. Calvino'nun kent imgesinin gücünü, kapsayıcılığını, labirent gibi baş döndürmesine karşın girişin aslında hedef olduğunu, üstelik bu imgeyi yeniden yazımla inşa etmesini... Beni durdur Ertuğrul, beni durdur. Ha bu arada, övecek bir şey mi demiştin?
EEA: Peki, sen nasıl istersen. Açıkça zeki bir öykücü olarak güçlü hamlelerinden birini finale saklamanı beklerdim Sami. Ama siz Borgesçiler sanırım biraz böylesiniz. Hızlı başla, sonunu bulanıklaştır.
Bu bir tarih kitabı değil, o zaman Marco Polo neden anlatıcı olarak seçilmiş? Ya da şöyle düşünelim. Metindeki anlatılar başlıbaşına bir içerik taşıyor ve okuru inandırabiliyorsa neden tarihten bir karaktere sırtını yaslamış Calvino? Bu soruya basitçe ilgi çekmek, bağlamı kolaylaştırmak vs. diyebiliriz. Akla ilk gelen cevaplar bunlar. Yine senin çok övdüğün Calvino'ya dönersek, bu cevaplar onun için yeterli mi? Hayır.
Kitabın adı üzerine bence biraz düşünmek lazım. Görünmez Kentler, aslında bir sihirbazın kitabı. Hızlı el becerisinin yerini Marco Polo ile değiştirebilirsin. Geri kalan ise biraz büyü biraz masal. Evet seni kapsıyor, kaplıyor. Kesinlikle baş döndürür ve labirentlerinde kaybolursun. Tam dediğin gibi, duracak bir yer yok. Seni hiçbir şeyin, hiçbir hakikatin eşiğine getirmiyor.
Hayatının herhangi bir anında başka bir sanat eseriyle yüz yüzeyken aklına Görünmez Kentler geldi mi hiç? Sanmıyorum. Peki Borges?
MSY: Ah Ertuğrul ah! Zeki bir öykücü ve onca söyleşi yapan birinden beklenmeyecek bir şekilde girişin gücünü küçümsüyorsun. Üstelik kartlarımın yalnızca birini açtım henüz. Elim o kadar iyi ki, süpürüleceksin, üzgünüm.
Gerçekten Marco Polo'nun ilgi çekmek ya da kolaycılığa kaçmak için seçildiğini mi düşünüyorsun? Yapma lütfen, senden daha iyisini beklerdim. Marco Polo gelmiş geçmiş en meşhur seyyahlardan biri. Bu ön bilgi metinde sayfalarca açıklamayı, teferruat vermeyi önlüyor. Yollardan ve deneyiminden başka hiçbir şeyi olmayan bir gezginin, her şeyi olan ancak deneyimden yoksun hükümdara hikâyeler anlatması. Buram buram Walter Benjamin kokuyor, farkında mısın?
Ayrıca Calvino'nun tarihi kişiliklere, mekanlara, şuna buna ihtiyaç duyduğunu nasıl iddia edebilirsin ki? Mekanın bile olmadığı öyküler yazan bir adam bu. Kozmokomik Öyküler'i düşün.
Hiçbir hakikatin eşiğine getirmiyor öyle mi? Anlattığı tüm kentlerde kendi kentini, evini anlatan bir gezginden söz ediyoruz burada. Eve dön Ertuğrul. Şarkıya dön. Kalbine dön.
Ve lütfen beni sürekli Borges diyerek sınama. Yolda yürürken bile Borges öykülerinden bölümler mırıldanıyorum ben. Ama elbette konumuz o değil, Calvino.
EEA: Marco Polo konusunda dediklerimiz her ne kadar birbirine yakın dursa da aramızdan sınır çizgisi geçiyor. Sınır çizgisinin ortasında da yüce bir dağ. Bir eseri, büyük bir esere dönüştürme yolculuğunda sayfalarca açıklama yapmak, teferruattan kaçınmamak nedir ki? Sınırın senin tarafında sis çökmüş yamaca. Körlüğün içinde istediğini görebiliyorsun. Benim taraf ise eylül ayında Finike sahilleri gibi. Tertemiz.
Tam da Calvino'nun ihtiyaç duyduğunu söylüyorum evet. Bir gün karşılaşabilsen ve "Eve dön Calvino. Şarkıya dön. Kalbine dön." desen, muhtemelen sadece güler. Sonra bu üç mısranın adlarına birer uzun öykü yazar, üç kitap halinde yayınlar.
Kartları tekrar dağıtmak için Borges'e ihtiyacım yok. Toprağı bol olsun. Kozmokomik Öyküler'i "düşünemezsin" Sami. Üzerine konuşamazsın. Tartışamazsın. Hatta bağlamından azıcık koparırsan ya da yörüngesinden çıkartırsan diyelim. Öykülerin hiçbir anlamı kalmaz. Büyük bir gaz bulutu. Bu dediklerimi farklı bir sohbette büyük eser tanımı için de söyleyebilirim. Ama bir farkla. Büyük eser ya da yüzleşme ya da her neyse. Seni başka bir eşikte bırakır. Üretimin, anlayışın, kavrayışın ya da her neyse. İşte o kapının önünde; şarkılarla süslü bir yol, çarpan bir kalp ve ev.
Şimdi şu soruya samimiyetle cevap ver. Post Öykü editörü olarak bu metinlerden birisi sana gönderilseydi nasıl bir dönüş yapardın?
MSY: Hâlâ mı Marco Polo konusunda tatmin olmadın? Bir öykü yazdığında okurunun okumayı bildiği ön kabuldür ya hani, bu da öyle. Marco'nun seçimi Kubilay Han ile sohbetleri bir ön kabul. Hikâye zaten daha ilk başta bir yüceliği vaat ediyor. Gezgin ile yerleşiği yüzleştiriyor. Şehre bir adam giriyor, hünkarın huzuruna bir seyyah çıkıyor. Ya bu adam daha ne yapsın?
Evet söylediğinde haklısın. Bu üç mısra için üç uzun öykü yazabilir Calvino. Pavese'in ona taktığı lakabı biliyorsun: kalem sincabı. Düş gücünü bir kenara bırakalım -ki Calvino'nun düş gücünü tartışmak bile abesle iştigal-, yazarın kalitesini belirleyen en büyük faktörlerden biri de zihnindekini kâğıda geçirebilme yeteneği değil mi? Zihin ile kâğıt arasındaki mesafeyi en aza indirebilmek. Bunun zorluğunu bir yazar olarak iyi bilirsin. Calvino'nun bu üç dizeden üç kitap çıkarabilmesi onun iyi bir yazar olduğunun kanıtıdır aslında, bir de böyle düşün.
Kozmokomik Öyküler üzerine niye düşünülmesin ki? Mekânın, adların, kavramların olmadığı kurmaca bir evren. Bir bilmecede bahsedilmeyen tek şey nedir? Yanıtın ta kendisi. (Tamam tamam bir daha Borges'i karıştırmayacağım bu işe.) Kozmokomik Öyküler de öyle. Yokluğu yazarak varlığı anlattı Calvino. Böylesi büyük bir meydan okuma saygıyı hak etmiyor mu cidden?
Post Öykü'ye böyle bir metin gönderilse ne yaparım? Dürüstlükle yanıt veriyorum. Önce bir ürperirim muhtemelen. Böylesi bir zekâ ile muhatap olmak herkesi ürkütür. Kıskanırım aynı zamanda. Ama "Salieri Kompleksi"ne girmekten, dehayı fark edip o düzeye asla ulaşamayacağımı bilerek kıskançlıkla kıvranmaktan kaçınmaya çalışırım. Tabii bu ne kadar mümkün bilemiyorum.
EEA: Marco Polo konusunu kapatalım. Sadece bir dakika. Ön bilgiye sahip olmamak metnin kıymetini düşürüyorsa, bu bir sorun. Ama metne sadece ekstra bir tat katıyorsa bu güzel. Yüzüklerin Efendisi ile test et bunu.
Bir yazar olarak devam edeceksem zihnimdekini kâğıda geçirmek gibi bir deneyimim olmadı benim. Ben direkt düşündüm, bitirdim ve yazdım. Benim çalışma disiplinimde, "zihnimdekini kâğıda geçiremiyorum" gibi bir hisse düşecek olsaydım sanırım devam etmezdim. Bu yetenek ile ilgili bir sorun. En azından benim için.
Bir bilmece. Doğru. Kozmokomik Öyküler üzerine nasıl düşünebiliyorsun? Mekânın, adların ve kavramların olmadığı kurmaca bir evren. Burada bilmecenin kendisi de yok, cevap da. Yokluğu yazarak varlığı anlatmak bence biraz etkisiz bir cevap. O zaman şöyle yapalım. Bana hak veren okurlarımız bu satırların altını çizsin, #postoyku etiketiyle Instagram'a atsın. Ne dersin? Unutmadan ekleyelim. Bir yazara neden kalem sincabı denir ki? Sakladıklarını unuttuğu için mi? Sadece senin bildiğin ve unuttuğun bir kusuru sana kim hatırlatabilir?
Post Öykü'ye o metinler gelse, muhtemelen reddederdin. O metinlerin öykü ve kurmaca bir eser sayılması için Calvino'nun karizmasına, dönemin şartlarına, bir solcu olarak bilimsel kabulleri örmesine... bunları çoğaltabilirim. Mümkün.
Peki Sami. Bu söyleşinin bir retorik savaşına dönmesini istemiyorum. O zaman ben sürüyorum yolu yokuşa. Amerika Dersleri hakkında ne düşünüyorsun?
MSY: Marco Polo konusunda seni ikna edemeyeceğim sanırım. Yüzüklerin Efendisi'ni örnek verdiğine göre... Alternatif bir mitoloji oluşturma girişimi o. Ama kapatalım konuyu gerçekten.
Tüm düşündüklerini ya da düşlerini olduğu gibi kâğıda geçirebiliyor musun gerçekten? Bu bana pek mümkün görünmüyor. Zihin ile kâğıt arasındaki mesafe sıfırlanamaz ama sıfıra yaklaşabilir. Calvino için de böyle düşünüyorum, mesafeyi olabildiğince azaltmış bir yazar.
Gerçekten Post Öykü okurlarının bu konudaki görüşlerini bildirmesini isterim ben de. Sincap kadar kıvrak bir kaleme sahip bu yazarı, bu konuşulanlar ışığında bir de okurlarımız değerlendirsin.
Kozmokomik Öyküler'den herhangi bir öykü gönderilseydi, yazarın ismi cismi ne olursa olsun tepkim bir önceki cevabımdaki gibi olurdu. Ama attın çapayı yürümüyor gemin. Nasıl ikna edeyim ki seni?
Amerika Dersleri. Yazıyla hemhâl olup da bu kitabı okuduğu hâlde istifade etmeyen kaç kişi vardır ki? Ha bu arada, retorik savaşı konusunda da bir şey söylemem gerek. Yazarız biz Ertuğrul, retorik yapacağız tabii ki. Ritmi diri tutuyoruz böylelikle. Hız, hızlanma filan. Bilirsin, Amerika Dersleri'ndeki gibi.
EEA: Beni ikna etme. Amerika Dersleri'nden devam edelim. Birincisi ben eski yazarım ya da emekli. Günün birinde Türk Edebiyatı zora düşerse, Aykut abi internetin çekmediği köyüme gelip beni göreve çağırır. Barışırız, pardon başarırız.
İkincisi, yazarken (bir zamanlar) kâğıtta olmasını istediklerimi düşünüyordum. Zihin ve kâğıt ilişkisine bir alternatif. Doğrudan dili, metni düşünmek. Bu çemberin içinde yeni imkanlar aramak. Sıfıra yaklaşmak, uzaklaşmak. Afili ama bize bir sonuç getirmez.
Amerika Dersleri, Calvino'nun incelikle örneklerini seçtiği dilemmalar belki de. Bu denli güçlü ve yıkılamaz oluşu buna bağlı olabilir. Böyle düşündün mü? "Hız, Hızlanma" metnini okuduğunda sanırım beni tanımıyordun. Ama metni beğendiğini, sevdiğini biliyorum. Peki burada önemli bir soru, sevdiğim iki öykücüden örnekler seçerek mi metnin temel mantığını buldum, yoksa tam tersi mi? Bir mi iki mi? Yoksa her ikisi de mi?
Edebiyatın, temelde eşsiz bir oyun olduğunu unutuyoruz Sami. Emeklilik günlerimde bunu uzun uzun düşündüm. Diğer sanat dallarına karşı mükemmel bir kozu var. Müzik, dans, tiyatro, resim hepsi doğrudan duyularımızla ilgili. Çok iyi bir parçadır belki çalan ama kısık ise duyamazsın. Ya da seni sağır edebilir. Okunmak için yazılan modern edebiyat tamamen bunların dışında. Tamamen sanal.
Şimdi bunları neden anlattım? Birincisi her söyleşimde olduğu gibi sevdiğim üç arkadaşımın adı metinde geçsin diye. İkincisi sırf bu paragrafa da afili bir başlangıç yapabilmek için.
Üçüncüsü, işte bu numara "Hız, Hızlanma"daki temel hareketti. Calvino da bunu yapıyor. Amerika Dersleri gerçekten müthiş. Etkileyici. Her defasında beni kendine hayran bırakıyor. Beni kendi çemberine hapsediyor. Zekâsı karşısında zihnim tutuluyor. Ama alanı terk etmek istediğimde, bana kattığı her şey yok oluyor. Püf.
Calvino'nun dünyasından dışarıya bir şey çıkaramazsın. Tekrara düşüyorum: Eşsiz bir sihirbaz. Bu cevabı tekrar okumayı düşünüyorsun. Beni ikna etme.
MSY: İyi de Ertuğrul, edebiyat tam olarak bu dilemmalardan beslenir zaten. İkilik, yanıtı güç sorular, müphemlik ya da gri alandır konusu. Siyah ya da beyazı anlatmak karikatürize etmekten başka ne işe yarar? Calvino da yapması gerekeni yapmış işte, dediğin gibi odağına dilemmaları almış.
Amerika Dersleri'nden bir şey alamamak, onu terk edememek savın beni epey şaşırttı. Oysa öneri niteliğinde yazılmış metinler her biri. Hafifliğin, çokluğun ya da ritim meselesinin önemini kavramaya yönelik metinler. Ağdalı, koca bir kaya gibi ağır eserlerdense hafifliğin ve hareketin öncelendiği eserlerin daha büyük etkiye sahip olduğunu kavramam Amerika Dersleri sayesinde olduğu örneğin.
Tam da söylediğin gibi Calvino bir sihirbaz. Sözcüklerle oynadığı oyun, el çabukluğu bizi kendine hayran bırakıyor. Kaldı ki bu durum sevgili kalem sincabımızın edebi değerini eksiltmek şöyle dursun, katbekat arttırıyor aslında.
Son olarak seni asla ikna edemeyeceğimi anladım Ertuğrul. Sen de beni edemezsin ama. Çünkü Ertuğrul...
EEA: Çünkü Sami?
MSY: Anlaşırsak ben yokum.
- * Bu olağanüstü dizeyi bize emanet ettiği için sevgili Osman Konuk'a teşekkür ederiz.