Amma da hikâye!

Bu gencin öykünün sonunda söylediği söz ise bu yazıya başlık olacak kadar çarpıcıdır: Amma da hikâye!
Bu gencin öykünün sonunda söylediği söz ise bu yazıya başlık olacak kadar çarpıcıdır: Amma da hikâye!

Biz karakteri duymadan, onu tanımadan hatta, hikâyesine şahitlik ediyoruz. Diğer insanların onun için dediği sözleri duyup bir şekilde çıkarım yapmaya da çalışıyoruz. İlk etapta toplumun dışına itilmiş bir adam portresi çizse de, içinde bulunduğu bu hâl de bir tercih aslında. O susmayı, hiçbir şey yapmamayı, öylece durmayı, yaşayacak kadar yiyecek bulmayı tercih eden bir adam.

  • KALABALIK bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu.

Edebiyatta "yabancılaşma" üzerine pek çok metin inşa edilmiş; topluma, çevresine, kendisine yabancılaşan karakterler sıklıkla kullanılmıştır. Camus'un Yabancı'sı, Kafka'nın Gregor Samsa'sı, HermanMelville'nin Katip Bartleby'si, Yusuf Atılgan'ın Bay C'si, Tutunamayanlar'ın Selim Işık'ı... Bu liste böyle uzayıp gider. Toplumda yaşanılanlara karşılık kendi içine çekilen ve "tutunacak" bir şeyler aramayı bırakan bu karakterlerin her biri, kendi bağlamlarında bir direniş -pasif direniş de olabilir tıpkı Bartleby gibi- hâlindedirler. Murat Gülsoy bir yazısında, "Roman kahramanları kendi iradeleriyle kararlar alabilen, bu sayede de olayların akışına yön verebilen varlıklardır. Birey olmanın bir tanımı da budur zaten. Zaman zaman bu tanımın dışına çıkıyormuş gibi görünen roman kişileri de karşımıza çıkar. Gonçarov'un 1859'da yaratmış olduğu Oblomov bunlardan biridir"2 şeklinde bir ifade kullanır.Oğuz Atay'ın "Beyaz Mantolu Adam"da anlattığı karakteri ise varoluşsal kaygılar yaşayan, salt bir "kalabalıklar içinde yalnız" değildir.

Beyaz Mantolu Adam'ın bir "yabancılaşma" öyküsü olmadığı vurgusunu bunun üzerinden yapmak da mümkün.
Beyaz Mantolu Adam'ın bir "yabancılaşma" öyküsü olmadığı vurgusunu bunun üzerinden yapmak da mümkün.

Kararlar almıyor gibi görünse de yalnızca bir "manto"ya sahip olmak istemesi bile bir karar mekanizmasına sahip olduğunun göstergesi olarak alımlanabilir. Camii önünde dilenirken laf atanlar olur, para verenler olur. Adam öylece durmaya devam eder. Sadece durur, yürür, susar, hiçbir şey yapmaz. Öyle ki bu "etkisiz" duruşu yüzünden onu kör sananlar olur. Zizék, Şiddet kitabının bir yerinde, "Günümüzde bizi tehdit eden şey edilgenlik değil, sözde etkinliktir, ‘etkin' olma, ‘katılma', olup bitenlerin hiçliğini maskeleme itkisidir. İnsanlar sürekli müdahale ederler, ‘bir şeyler yaparlar,' akademisyenler anlamsız tartışmalara katılırlar vesaire. Gerçekten zor olan şey geri adım atmak, geri çekilmektir. (...) Bazen hiçbir şey yapmamak, yapılabilecek en şiddetli şeydir."3der. İçinde bulunduğumuz duruma Zizék'in söyledikleri üzerinden bakacak olursak; bugün hiçbir şey yapmadan durmak gibi zor olanı başarabilen var mı? Gün içinde olup biten bir sürü olayın, hızlı yaşamın, savruluşların ortasında Oğuz Atay'ın da, bu tepkisiz karakteri, bir tepki olarak yazdığını düşünebiliriz.

Nitekim bu öykünün bir yerinde "leke" olarak bahseder adamdan. "Kucağındaki kundan çocuğuyla karanlık bir kadın çömeldi yanında. Bir süre, iki leke gibi, duvara dayalı durdular." Bu leke, ilerleyen kısımlarda bir "beyazlıkla" örtünecektir. Camiiden çıktığında bir adam onu hamal ilan eder, taşıyamayacağı kadar ağır bir yükü sırtına yükler. Yükü teslim edip rotasını değiştirince beyaz manto ile karşılaşır. Öyküyü iki kısma ayırabiliriz: Manto ile karşılaşmadan öncesi ve sonrası. "Hafif bir rüzgâr çıktı; iriyarı, esmer ve görünüşü taşralı satıcının elbiselerini belli belirsiz dalgalandırdı. Yalnız beyaz manto kımıldamadı; ağır bir kumaştan yapılmış olmalıydı. Bir süre durdular mantoyla karşılıklı." Beyaz bir kadın mantosunu sırtına geçirdiği andan itibaren karakterdeki değişimi gözlemlemeye başlarız. Kaygısız, sessiz, tepkisiz adam, mantoyu almak için mücadele eder neredeyse. Renk olarak beyazın seçilmesi ve bir kadın mantosu olması üzerinden de okuma yapabiliriz.

Gerçekten zor olan şey geri adım atmak, geri çekilmektir. (...) Bazen hiçbir şey yapmamak, yapılabilecek en şiddetli şeydir.
  • Bu "leke"nin bir şekilde beyaza bürünmesi, toplumun belki de onu kabul etmesi için bir vasıta olabilir. Toplumun onun kabul edip etmemesi önemli mi? Burayı anlamak güç. Otobüste kendisine doğrultulan bakışları önemsediğini görürüz. Bir şekilde bu adam, hiç konuşmasa da bir şeyler söylemeye çalışır gibi davranır ve nahif bir görüntü sergiler. Öykünün bir yerinde adamın mankenlik yaptığını görürüz. Önce bir yabancı elindeki gömlekleri ona sattırır. Daha sonra kurnaz bir dükkân sahibi adamı alıp vitrine koyar, cansız bir mankenmiş gibi. Bir vitrinin önünden geçerken sergilenen ürün hakkında konuştuğumuzu varsayalım; yerli mi acaba, pamuklu mu, üşütür mü, terletir mi, kumaşı ne ola ki, kesin çin malıdır, polyester katkılıdır, dikişleri sağlam değil evet, kesin kusurludur. Öykünün başından sonuna kadar hiç konuşmayan adam hakkında, karşılaştığı bütün insanlar tıpkı bu şekilde yorum yaparlar. Doğru ya da yanlış demeden, kesin bir yargıya varıp ve bunun üzerinden bir davranış modeli geliştirirler. Yabancılaşmayı konu edinen metinlerde genellikle iç monolog sık kulanıllır.

Bir karakteri dinleriz, onun ruhsal sıkıntılarına ve dünyayla kurduğu/kuramadığı/kurmaya çalıştığı bağa şahit oluruz. Beyaz Mantolu Adam'ın bir "yabancılaşma" öyküsü olmadığı vurgusunu bunun üzerinden yapmak da mümkün. Biz karakteri duymadan, onu tanımadan hatta, hikâyesine şahitlik ediyoruz. Diğer insanların onun için dediği sözleri duyup bir şekilde çıkarım yapmaya da çalışıyoruz. İlk etapta toplumun dışına itilmiş bir adam portresi çizse de, içinde bulunduğu bu hâl de bir tercih aslında. O susmayı, hiçbir şey yapmamayı, öylece durmayı, yaşayacak kadar yiyecek bulmayı tercih eden bir adam. Olağanın dışına çıktığı andan itibaren insanların umarsızca "yaftalarına" maruz kalan, doğru olanın sadece kendi yaşantıları olduğunu savunan diğerlerinin "ötekisi". Farklı olan kimseler sınıflarına göre farklı kategorilere yerleştirilirler. Sınıf düzeyi yükseldikçe marjinal, bohem; aşağı doğru indikçe garip, ürkütücü, deli... Olağan kabul edilen her şeyde biraz zorakilik olduğunu söyleyebiliriz.

Bir karakteri dinleriz, onun ruhsal sıkıntılarına ve dünyayla kurduğu/kuramadığı/kurmaya çalıştığı bağa şahit oluruz.
Bir karakteri dinleriz, onun ruhsal sıkıntılarına ve dünyayla kurduğu/kuramadığı/kurmaya çalıştığı bağa şahit oluruz.

Bu zorakiliğe uymadığı için de öteki ilan edilen bir adamdır bu. Epigrafta öykünün ilk cümlesini kullanmayı tercih ettim. Bu cümle üzerinden bile uzun uzadıya bir okuma yapmak mümkün. Kalabalık kelimesi hususi olarak büyük yazılmış diyebiliriz. Nitekim büyük bir kalabalığı okuruz öykü boyunca. Evet, temelde tek bir adamı ele almış gibi görünse de büyük bir kalabalığın sesi uğuldayıp durur okurun beyninde. Diğer yandan parasızlık yine vurgulardan bir tanesi. Kısa ve kesik cümleleri tercih ederek aslında dikkatleri istediği noktalara çekmiş Atay. "Başarısızdı. Parası yoktu." Camiide başlayıp denizde son bulan bu kısa hikâye örgüsünün, içinde kocaman hayatlar barındırdığını da görmek mümkün. Yalnızca ana karakterin temsil ettiği insanları değil, toplumun geri kalanının bu insanlara verdikleri tepkileri de okuyoruz. Camii-deniz metaforları da bir şekilde bizi doğum-ölüm imgelerine götürüyor. Camii kapısına bırakılan kimsesiz çocukların, şansları yaver gitmediği zaman toplumda bir "leke"ye dönüştüklerini söyleyebiliriz.

Hikâyenin bir şekilde camiide başlaması, yersizliği ve yurtsuzluğu da simgeliyor diyebiliriz. Sona yaklaştığımızda, bütün hikâye boyunca istenmeyen bir figür olan beyaz mantolu adam, büyük bir kararlılıkla denize doğru yürür. Kalabalık bir plajdan geçerek, "halkın huzurunu ihlal ederek" -tıpkı tüm yaşamı boyunca-, ferahlığı ve kurtuluşu kendi sonunda bulur. Bir tutunamayan olarak intihara başvurmaz adam, mecbur değildir, yine bir tercih etme durumu vardır burada da. Öykünün sonuna doğru "uzun bıyıklı genç" çıkar karşımıza. Beyaz mantolu adamın intiharına engel olmaya çalışsa da yetişemez. Ahmet Duran Arslan, bir yazısında, uzun bıyıklı genç için: "Onun ölümüne göz yummak istemeyen, onu durdurmak isteyen tek bir kişi vardır öyküde: Uzun bıyıklı genç. Bu genç, ne tümüyle kalabalıktakilerden ne de tutunamayanlardandır; ikisinin arasında, arafta gibidir.

Adamın kalabalıktakiler tarafından intihara sürüklenmesine seyirci kalmak istemese de onu tamamıyla savunacak, kurtaracak cesaretinin olduğu da söylenemez" der. Bu gencin öykünün sonunda söylediği söz ise bu yazıya başlık olacak kadar çarpıcıdır: Amma da hikâye!

  • 1 Atay, Korkuyu Beklerken.
  • 2 Gülsoy, https://t24.com.tr/k24/yazi/uz...
  • 3 Zizek, Şiddet, s. 194.
  • Kaynakça:
  • Murat Gülsoy, https://t24.com.tr/k24/yazi/uz...
  • Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim Yay., 2020.
  • SlovajZizek, Şiddet, Encore Yay., Şubat 2018.