Ali Necip Erdoğan’ın Diğer Şeyler kitabı ve benim diğer şeylerim
Diğer Şeyler, öykü üstüne de düşünen bir yazarın, Ali Necip Erdoğan’ın kitabı. Ancak öykü üzerine düşünmekle, öykü yazabilme meziyeti apayrı. O yüzden kitabın öykü bağlamında değerlendirilmesi en doğrusu. İnsanın anlam arayışı üzerine kurulu bir kitap.
Yaşadığım her yeni gün, öykü üzerine yeniden düşünüyorum. Latin Amerikalı yazarlardan birisi öykünün sonsuz bir biçim denemesi olduğunu söylüyordu. Son yıllarda öykücülüğümüzde bir yükseliş olduğu aşikâr. Öykü yayımlayan birçok dergi var, yayınevleri de öykü türüne daha çok değer veriyor. Her ay onlarca öykü kitabı çıkıyor, bu yüzden hepsini takip etmek oldukça güç. Yönelimleri kestirmek de öyle. Juan Gabriel Vasquez,Çarpıtma Sanatı kitabında Romanın ölümünü ilan etmek her kuşağın ödemek zorunda olduğu bir tür entelektüel bedelken, öykünün ölümü için kimse asla endişelenmiyor ve biri bunu belli bir acıma duygusuyla yapacak olsa, ona sanki biraz pusulayı şaşırmış ya da edebiyatın yetişkin önceliklerini bilmiyormuş gibi bakardık. Öykü ölmüyor, ama zirveye ulaşmanın zevkini de hiçbir zaman yaşamadı 1 diyor. Vazquez’in bir başka görüşünü daha benimsiyorum. O da kurgu okumanın bir uyuşturucu olduğu gerçeği. Bu yüzden bu bağımlılıkta ne kadar açıklama yaparsak yapalım sınırlı kalıyor. Ama duvara tosladığımız yahut daha doğrusu toslayacağımız bir gerçek var.
Öykü yükselişte değil, sadece her üretilen esere karşı benimsediğimiz yaklaşım yüzünden güzide olanla pespaye olanı tefrik etme becerimizi iyice kaybettik. Bu tefrik etme meselemiz sadece bu kitap nezdinde değil; genel ahlaki bir sorunumuz. Bizden olanın iyi yanlarını bulup hoş görme, maskeleme yaparak okuru kandırma denemelerimiz. Peki, bunca üretimin olduğu bir çağda, sadece geçen sene çıkan öykü kitaplarından ara ara sığındığımız kaç kitabımız var? Yoksa canımız her sıkıldığında hâlâ Borges’e, Buzzati’ye, Marquez’e, Sait Faik’e mi sığınıyoruz? İşte bu yüzden, öykü için endişeleniyorum. Bu endişem yazılan kurgulardan dolayı değil; kurgunun uyuşturucusuna, kitap yorumlayıcıların uyuşturucusunun karışması. Bunca öykünün yazıldığı, okurun öykü yöneliminin arttığı bir çağda, öykü artık yükselişe geçmeli. Ancak bu yükseliş; ayarları oynanmış aynalarla değil, okurun belleğine yerleşen ve senelerce silinmeyen bir hakikatle olmalı.
Diğer Şeyler, öykü üstüne de düşünen bir yazarın, Ali Necip Erdoğan’ın kitabı. Ancak öykü üzerine düşünmekle, öykü yazabilme meziyeti apayrı. O yüzden kitabın öykü bağlamında değerlendirilmesi en doğrusu. İnsanın anlam arayışı üzerine kurulu bir kitap. Bazen bir kuklada bazen de kendi hayatını kurgulayan kahramanda bu anlam arayışı tezahür ediyor. İmgelere yaslanan, imgeleri iyi oluşturmayı başaran bir yazar. Seçtiği konular da son derece ilginç.
Biçimsel olarak bir denemeye girmese de zaman ve gerçeğin kırılmalarına, metinler arasılığa yaslanıyor. Kurmacanın sınırlarında istediği gibi gezinebilir yazar. Ancak yazara bu imkânı verdiğimizde yahut bu noktadan okumaya başladığımız metinlerde tefrik yeteneğimizi kaybedebiliyoruz. Bir noktadan sonra yazarın tüm manevralarına alt bir sebep bulmaya başlıyoruz, bu da kitapları eleştirilmez kılıyor. Kurmacanın yazara geniş sınırlar verdiği doğru, ama öykünün çıtasını yükselten en önemli mevzulardan birisi okuru içine alabilmesi. Ali Necip Erdoğan, genellikle okuru öyküsünün içine çekeceği sırada, yazar olarak öykülere müdahil olarak söz söylüyor ve o etkiyi kırıyor.
"Her aşk ilişkisinde üçüncü bir şahıs mutlaka vardır. Üçüncü kişi ilişkiye vurgu yapar, ilişkinin altını çizer, ilişkiye fon olur..."
"İkisi kaldılar nihayet bir romanın sarı sayfalarında. Kendileri yazıyor, kendileri okuyorlardı."
İnsanın anlam arayışı üzerine kurulu bir kitap.
Daha birçok öyküde bu tür anlatımları gösterebiliriz. Bana kalırsa bizim öykümüzdeki temel sorunlardan birisi de -Diğer Şeyler kitabı da buna dâhil- yazarlarımızın, yazı ile uğraştıklarını okurun gözünün içine sokması. Yazar olmanın çekici yanları olduğu gibi sıkıcı yanları da var. vb. misyonları yüklenen karakterler üzerine inşa edilmiş öyküler nedense beni kendinden uzaklaştırıyor. Yazarın, söz kudretini söz üzerinden kanıtlamaya çalışması hep ürkütmüştür beni. Söz, arkasına dönüp baktığında kâğıttan kurtulmaya çalışan ama bunu başaramayan hüzünlü gözlerini gördü... Düşen kelimeler, bir an öylece kalıp sonra kendilerini toparlayarak sürünmeye başlamış ve kimsenin ayak basmayacağı bir kuytuya doğru ilerleyip orada üst üste yığılmışlar dı. Şüphesiz bir yazar en iyi kendini bilir, bu bildiği dünyadan da bir karakter oluşturmak ister.
Ama bunu yaparken artık klişelere kaçmamamız, diğer yazarlardan farklı bir biçimde üst kurmaca kurabilmemiz lazım. Aynı durum "Aşkın Sureti" öyküsünde de mevcut. Kitaplardan, kitapların dünyasından kendilerine bir hayat kurmuş kadın ve erkek karakter; bir romanın sarı sayfalarında kalıp, kendileri yazıyor, kendileri okuyorlar. Sabahın dördünde, muhabbetin güzelliğinde masada uyuyakalıyorlar. Aşk anlatılarında bu tür tahayyüller oldukça klişe kalıyor. En azından şahsi kanaatim bu. Öykü sonsuz bir biçim denemesi olduğu kadar kurgu denemesidir de. Bir başka örnek de "Ay Işığı" öyküsünden: Seninle konuşmaya başladığım anda bütün süslü kelimeler yerini gerçeğe bırakacak biliyorum. Hayal kurmama neden olan "dünya" aynı zamanda hayallere kapılıp gitmemi engelleyecek. Yine de kötü değildir o kelimeler. Hepsi gerçektir. Ali Necip Erdoğan, imgeleriyle ön planda tutulan bir yazar; imgelere hâkim olduğu kadar kurgusuna da hâkim olmalı diye düşünüyorum.
Bulduğu birçok imgeyle, öyküsüne farklı bir rota verebilecekken direksiyonu klişeye kırıyor. "Küttaplar Nahiyesi"nde de kitapları öykü merkezine koyuyor ama bu öyküsünde kurgusunun gücüyle öykü çıtasını üst noktalara taşıyabilmiş, farklı bir anlatı ortaya koymuş yazar. İç içe geçen iki hikâye, zamanda kırılmalar yaşatırken, karakterleriyle de okurun zihninde yer ediniyor. Kitabın en iyi öykülerinden bir tanesi. Başarılı kurgularından bir tanesi de "İçi Geçmiş" öyküsü. Bir bankta, ölümle yüzleşen bir adamın geçmiş senelerdeki aşk hikâyesi üzerinden kurulan öyküde erkek ve kadın karakterin iki farklı anlatısı birleşiyor. Kısa, iyi düşünülmüş öykülerden. Yazar, aşkı merkeze aldığı öykülerinde suskunluk üzerinden güçlü imgeler kuruyor. "Adam Kadın ve ‘Garson’" öyküsünde de "Suskunluk" öyküsünde de bunu görmekteyiz. "Suskunluk" öyküsünde bir adamın derdini fısıldadığı şişe, güçlü bir anlatıya dönüşüyor. Sessizliğin bir çığ gibi büyüdüğünü, her şeyi ve herkesi içine alarak yok ettiğini gösteriyor yazar. İmgeleri öykü evrenine titizlikle yerleştirmiş.
Ali Necip Erdoğan, anlara odaklandığı öyküler kuruyor. Genellikle nostalji, anılar, anımsamalar bu anları besleyen damarlar.
Ali Necip Erdoğan, anlara odaklandığı öyküler kuruyor. Genellikle nostalji, anılar, anımsamalar bu anları besleyen damarlar.
Ali Necip Erdoğan, anlara odaklandığı öyküler kuruyor. Genellikle nostalji, anılar, anımsamalar bu anları besleyen damarlar. Yer yer metafiziğe yöneliyor, ontolojik sorular soruyor. Yazar da kendi dünyasına dair arayışın içinde. Suskunluk, kum tanesi, inceltme işareti gibi imgeler yaratmayı başarıyor. Zaman ve gerçeklik üzerinden de bu imgeleri kullanma niyetinde. Öykülerinin bir görselliği de mevcut. Ancak bu görsellik, bir anıdan çıktığı yahut bir film karesi gibi olduğu için, bence öykü ve okur arasına bir duvar örüyor. Güçlü öyküleri es geçilmeyecek bir yazar. Şahsi kanaatimse klişelerden, söz söyleyerek anlatıya müdahil olmasından, görselliğin oluşturulma biçiminden kaynaklanan eksikliklerden dolayı eleştiriye açık bir kitap. En başında sözünü ettiğim gibi, günümüzde her öykü kitabının iyi yönlerini gösterebilir, okura sunabiliriz. Ama zaten kurmacanın kendisi bir uyuşturucu iken, bir de kitap yorumlayıcı bu uyuşturucuya destek verirse hastayı kurtaramayabiliriz. Zirveye ulaşacak öyküyü aramalı, bulmalıyız. Bu yüzden okurun tefrik yeteneğini kaybetmemesi gerek. Öykü belki ölmedi, bizler; eleştirmenler, kitap yorumlayıcıları, tanıtım yazarları bu yeteneğimizi çoktan öldürdük.
- 1 Juan Gabriel Vasquez, Çev: Süleyman Doğru, Çarpıtma Sanatı, Everest Yayınları, 2019, sy 75