Aletheia ile Lethe arasında bir yazgı: Hiçoğlu'nun serüvenleri
Kentliler; Hiçoğlu'na unutmak için, unutuş ile bakar her seferinde. Hikâyedeki herkes, kendisinden olmayanı öteki kılmak ister.
Was hebt und trägt ihn doch?
Friedrich Nietzsche
1. Penceresiz Odaya Perde Asmak
"Gazetecilerden biri tribünden aşağı sarkarak adsız yaşamanın tadı tuzu olup olmadığını sordu Hiçoğlu'ndan. Hiçoğlu vakti olmadığını söyledi. Bu kocaman bir konu idi. Ad takma töreninden sonra konuşursak daha iyi olur, dedi."2
2. Bir Karış Gökte Olmak
Kente veresiye girmiştir Hiçoğlu, kimse adını da sormamıştır. Adını sorsunlar istemiştir, bir ad taksınlar: "Bir yafta ya da bir alın yazısı." Nice işlere girip çıkmıştır. Kimi zaman mezarcılık yapmıştır kimi zaman aynalara akıl öğretmeye kalkışmıştır. Ancak en uzun süren işi, uğraşı bir ada eklemlenmek, bir adı varlık olarak kuşanmak, bir adın kaderine ulanmaktır. Yine de Hiçoğlu, adı olmayan bir adama göre en çok adsızlığıyla müsemmadır. Ad sahibi olmayı, ev sahibi olmakla bir tutar Hiçoğlu. Adsız olmayı, adların dışında yaşamayı da penceresiz bir odaya perde asmaya benzetir. Kimi zaman adsız olmak midesini bile bulandırır, deniz tutmuşa döner adeta. Adını sora sora, adsızlığı ile insanlara sokula sokula geçer günleri. Bir gün, sokaktaki kişiler ayaklarına bakar Hiçoğlu'nun. Ve o anda ayaklarının kaldırımla ilgisini kestiğini görür. Hiçoğlu, ötekilerden bir kez daha farklıdır. Ne adı vardır ne de yeryüzüne değen ayakları. Toprakla kardeşliği de sona ermiştir artık. Adsızlığından mıdır kendine bu denli uzaklığı bilinmez. Kendi varlığından, varlığının yeryüzüyle ilişkisinden dahi haberdar değildir.
Belki de bu yüzden bir felakete uğradığını öteki gözlerin öteleyici bakışlarına maruz kalarak anlar. Hiç kimse koşmamıştır yardımına. Ama "Ne diye koşsunlar? Adamakıllı düşmemişti ki boylu boyuna canını acıtaraktan yüzüstü kapaklanan hiçliğinde ve adsızlığında." Bir vakit sonra Hiçoğlu ayaklarının neden yere değmediğini sorgulamaya başlar. "Dargın mı yoksa yeryüzü ayaklarıma?" Çoktandır aidiyet kuramadığı toprak sonunda ilişiğini kesmiştir Hiçoğlu'yla. "Dargın mı?" diyerek suçu kendine yükler. Yani adsızlığın müsebbibinin kendisi olduğunu düşünür. Adı olsa belki ayakları toprağa kök salacaktır. Hiçoğlu, her şeyle yakındır ama hiçbir şeyle bir ilintisi yoktur. Yeryüzüyle bile bir türlü düğümlenemez. Yine de umut taşımaktadır içinde. Biri ona ad uydursa ayağını yere değdirebileceğini düşünür. Bir gün Hiçoğlu'nun içine bir korku dolar. Ayaklarıyla toprak arasındaki boşluğun artma ihtimali ürkütür onu. Her gün biraz daha yüksek bir sallantıda kalmaktan korkar.
Sonra bunu görebilmek için boşluğun uzunluğunu ölçer. Kuşlardan laf açar sonra, toprak üzerine konmayı bir türlü beceremediğinden yakınır. Aidiyeti olmayan kuşlarla bir tutar özünü. Bir gün, sadece "hiç, hiç" diye öten bir kuş ile dahi karşılaşır. Elbette, kentliler de ilk günden beri kuşkuyla yaklaşırlar Hiçoğlu'na. Kimdir bu adam, derler. "Ne işi var öyle havalarda? Aramıza katılmak, bizden olmak istiyorsa niçin katlanmıyor toprağımıza?" Çünkü kent insanının kadim öğretisi şöyle der: "İnsan insanı durumuyla ağırlar." Sonra çocuklarını düşünür kentliler. "Ya çocuklarımız da bu sapsız köksüz adama ayak uydurursa?" diye. Korkarlar, "Ya onlar da bizden bir karış yüksekte gezip tozmaya koyulup da adlarını, kimliklerini unutup da biz kimiz diye karşımıza çıkarlarsa?" En sonunda kentliler bir araya gelirler. Oy verirler, oy sayarlar ve Hiçoğlu'nun kentten sürülmesinin onaylarlar. Çünkü onun, her şeyi tahta biti gibi için için kemirmesinden korkarlar. Hiçoğlu'nu ararlar ve onu bir ağacın altında yerden altı santim yüksekte düşünürken bulurlar. Hakkındaki yargıyı söylerler.
Hiçoğlu karar vericilerin karşısına çıkar ve yalvarır: "Efendim, bu benim başkalığım (...) hiçbir tehlikeye haiz değildir." Hiç kimseye zararının dokunmayacağını söyler. "Yalnız adsızlığımdır beni bu duruma, bu kafese sokan." der. Hiçoğlu, adını bulmak için iki gün mühlet ister. "O vakte kadar adımı ibraz eylemezsem istediğinizi yapın." Karar vericiler, Hiçoğlu'nun son isteğinin yerine getirilmesini uygun görürler. "Önümüzdeki iki gün senin olsun. Ondan sonrakiler sensizce bizim." derler. Nedendir bilinmez, Hiçoğlu'nun aklına postacı gelir. Ona gitmek, ona danışmak ister. Adımı bilse bilse bunca mektup taşımış, haber dağıtmış biri bilir diye düşünür. "Postacı, kaderin eldivenini eline geçirmiş gibidir ne de olsa." Son günlerde mektuplar almaya başlar Hiçoğlu. "Sen şunu bil ki biz sana adımızca karşı koyacağız. Adını da cismini de er geç mimleyeceğiz." diyen kentlilerin yazdığı birbirinin aynısı mektuplar gelir. Hiçoğlu dayanamaz, şiirler yazar öfkesinden. "Yoksa ben hiçbir yerde miyim?" diye sorar. "İçim dışım yoksa adım izim yoksa / Neylerim ben buralarda / Neylerim ben nerelerde?" der. Postacı, Hiçoğlu'nu bekliyormuş gibi kapıyı açar. İçeri buyur eder.
Neden daha önce gelmediğini dahi sorar: "Sorsaydın nice işkilden, korkudan, nice kerevetleşen içsizliklerden kurtulmuş olacaktın. Ama anlamıyorum sanma çektiklerini. Adının ilk hecesini dahi bilememenin sende oyduğu boşluğun ne kadar derin olduğunu biliyorum." Postacı, tam Hiçoğlu'nun adını söylemek üzereyken Hiçoğlu buna engel olur. Postacının yarın herkesin huzurunda adını söylemesini ister. "Yarın kent meydanında, herkesin huzurunda, herkesle birlikte öğreneceğim adımı senin dilinden." der. Ertesi sabah ad takma töreni yapılacaktır. Meydan dopdoludur, tüm kent halkı Hiçoğlu için gelmiştir. Postacı kürsüye çıkar, bir elini Hiçoğlu'nun omzuna koyar, şöyle der: "Bu çocuğun da sizin gibi adı var. Söylenmeyi bekliyordu. Ama söylemediniz, düşünemediniz bu adı. Düşünmek istemediniz. Düşünseydiniz bulurdunuz. (...) Onun adı, kendi adınızın yedi kat dibinde yatar. Onun adı Hiçoğlu'dur." Hikâye nihayete ermezden önce Hiçoğlu'nun göğe yükseldiği görülür kentlilerce. Bir ses duyulur: "Neredesin Hiçoğlu? Neredeyim Hiçoğlu? Hiçoğlu neredeyiz?"
3. Bir Nehirde Unutmak
Feyyaz Kayacan'ın "Hiçoğlu'nun Serüvenleri" adlı öyküsü "ad" kavramı etrafında dönüp duran bir hikâyeyi bünyesinde barındırır. Bu hikâye, Hiçoğlu adlı bir başkişinin varlığına, yazgısına bağlı olarak ilerler. Bilen biler, lethe ile kaybedilen anlam aletheia ile geri gelir. Unutuş ırmağı olan Lethe ruhun bedende doğmadan önce içmek zorunda olduğu suyu bünyesinde barındırır. Lethe üzerinden olumsuz ön ekle oluşturulmuş aletheia ise saklı olanın açığa çıkması anlamına gelir. Bu bağlamda Hiçoğlu'nun yazgısı aletheia ile lethe arasında olmaktır. Hiçoğlu'nun adı yoktur, belki de unutmuştur. Unuttuğu adını bulmak üzere saklı olan adını ortaya çıkarmaya uğraşır. Hiçoğlu; aletheia ile adsızlığının azaplarını, bilmemenin verdiği belirsizliği ve üzerine çöken amansız karanlığı tümüyle ortadan kaldırmak ister. Lethe, yani unutuş, Hiçoğlu'na verilir ve Hiçoğlu bu unutuşu ortadan kaldırmak, saklı olanı açığa çıkarmak için çabalar durur.
4. Bir Ad Sahibi Olmak
a. Varlık Olarak Ad
İnsanın yeryüzündeki yolculuğu boyunca ad ve varlık arasında ilişki kurduğu söylenebilir. Örneğin, Paraguay yöresinde yaşayan Guarani Kızılderilileri bir çocuğun doğduğunu şöyle açıklar: "Söz, kendine oturacak bir yer sağlıyor."3 Diller bile kimi zaman ad ve varlığı birbirinden ayırmaz. Akadca'da var olmak eylemi, adlandırmak eylemiyle eş anlamlıdır. Keltler için de ad; can, soluk ile eş anlamlıdır. Alman filozof Ernst Cassirer, ad ile özün birbiriyle zorunlu ve içsel bir ilişki taşıdığını, adın nesneyi hem gösterdiğini hem de o nesnenin özü olduğunu, gerçek nesnenin adda potansiyel olarak içerildiğini söyler.4 Ad ve dolayısıyla dilin insanın özünü var etme yahut yok etme işlevi üzerinde durur. Hiçoğlu'nun da adı ve özü, bu bağlamda düşünülecek olursa zorunlu ve içsel bir ilişki taşır. "Zira ad basit bir etiket değildir. Kişiliğin kurucu öğesi, ayırt edici niteliğin ve bireyselliğin sembolüdür."5 Etnologlar, adların, bir bireyin bireyleşmesini ve müstakil varlık kazanmasını sağladığını6 ileri sürer. Ad sahibi olmakla bir varlığı da giyinir insan. Nesne, bir adla çağrılmayı talep eder ve ancak böylece bir anlam kuşanır. Nihayetinde, "Adlandırılmamış olanın varlığından söz edemeyiz."7 Söyle adını, nasıl çağırırdı anan baban Kentindeki başkaları ve civardakiler seni Bir kez doğduktan sonra soysuz olsun, soylu olsun İnsanlar arasında hiçbir kişi yoktur ki Bütünüyle adsız olsun8
b. Dua Olarak Ad
Arkaik Yunan şiirinin tarihsel bağlamına bakıldığında "adlandırma" eyleminin bir amacı vardır. Bir dua gibi değerlendirilebilir bu eylem. "Yeni doğmuş çocuğa koyulan ad ebeveynin onun nasıl birisi olmasını dilediğini gösterir."9 Hiçoğlu, bir ad bulamayışına müteakip varlığına da şahit olamaz. Nasıl biri olmak istediğini bilemediği gibi nasıl biri olduğu bilgisine de eremez. Belki de Hiçoğlu'nun bu adsızlığın müsebbibi diğer insanlardır. "Kentliler" ebeveyn olarak düşünülürse Hiçoğlu'na bir ad vermedikleri görülür. Onu bir varlık olarak tanımak istemezler, ad vererek onu yeryüzüne bağlamak istemezler. Ona bir dua niyetiyle ad bağışlamazlar. Ancak yine de Hiçoğlu'nun adsızlığından ve toprağa bağlı olmayışından korkarlar. Bilindiği gibi, "Homerosçu kahraman nasıl çağırılıyorsa öyle var olur."10 Kentliler onu nasıl çağırıyorsa ya da Hiçoğlu kendini nasıl çağırıyorsa öyle var olur yani hiç olur.
c. Kader Olarak Ad
Kimi inanışlara göre ad bazen bir yazgıyı da beraberinde getirir. Çünkü "Adı dillendiren adın sahibinin ‘kader'ini de dillendirir."11 Hiçoğlu, aletheia ve lethe arasında gidip gelen bir yazgıya sahiptir. Durmadan yazgısını, kaderini arar. Bir ad versinler ister; gidecek bir yolu, ömrünün bir anlamı olsun ister. Sözüne bir kabuk istediği gibi ruhuna da bir beden diler böylece. İçindeki ruhu, sözü ve özü "hiç" olarak idame ettiremez. Kentlilerden ad dilerken bir kader sahibi olmayı da ister. "Adlar, mitsel dış kabuğun içindeki hakikati keşfetmenin en kestirme yollarından biridir."12 Hiçoğlu; adını ve kaderini bilmek, mitsel bir dış kabuk olan hikâyesindeki aletheia'yı bulmak ister.
d. Büyü Olarak Ad
Zaman kadar eski çağlarda, ad ne olursa hiçbir zaman söylenmezdi. Ad söylenirse kişinin varlığına dair niteliklerden biri açığa vurulmuş olurdu. Adın bilinmesi, düşmanlarının gözünde kolayca yaralanabilecek bir duruma sokardı insanı.13 Bu yüzden insanlar ya adlarını gizler ya da iki ad taşırlardı. Bazen de adın gücü, adlandırılan nesneler kadardır ve "Bıçak sözcüğü bıçağın kendisi gibi yaralayabilir insanı."14 Yani ad; kötü bir eylem olarak, bir büyü olarak da geçmişte varlık sürdürmüştür. Bu durum, bir Eskimo şiirinde de kendini gösterir. "Zamanın ta başlangıcında / İnsanlarla hayvanlar paylaşırken yeryüzünü / Aynı dili konuşurlarmış/ Söz büyüymüş o zamanlar/ İnsan ruhunun güçleri varmış/ Rastgele söylenen bir söz/ Garip sonuçlar doğurur/ Canlanırmış o anda."15 Esasında ad, büyüsüne, sözün sahip olduğu güce ulanarak sahip olur. Sözün büyüsü, adı da büyüler. Eski çağlarda, ilkel denilen insan topluluklarında dil ya da söz, somut bir güç olarak görülmektedir. Daha doğrusu, "Her sözcük somut birer nesnedir. Örneğin insanın adı, tıpkı ağzı, dili, kolu, bacağı gibi vücudunun bir üyesidir. Nesne ile nesneyi dile getiren sözcük arasında hiçbir uzaklık bulunmaz.16 Hiçoğlu'nun yazgısı da işte bu noktada anlam kazanır.
Esasında hikâyenin en başında, "Hiçoğlu" adlı başkişi; Hiç'in oğlu olması sebebiyle, Hiç'e ulanır. Böylece nesne ile öz, varlık ile dil, im ve imleyen Hiç'e ulanarak bir olur. Nesne ile sözcük arasında bir uzaklığın bulunmaması ve söz ile adın büyü taşımasının sonucu olarak "hiç olmak" ile "hiç olarak adlandırılmak" Hiçoğlu'nun Hiç Oluş ile büyülenmesini zorunlu kılar. Faraone'un dikkat çektiği bir "adı lanetleme" büyüsü vardır. Bu büyünün kurbanları bütünüyle yok etmeyi amaçladığı bilinir. "Eski Mısır'da bu amaçla kurbanın adı pişmiş topraktan bir kâsenin üzerine resmedildikten sonra kâse tamamen parçalanırdı. Bu nedenle "ad"la (onoma) "var-olan" (to on) arasında"17 yakın bir ilişki kurulur. Hiçoğlu'nda durum tersidir. Hiçoğlu, "Hiç olmak" yahut "Hiç kılınmak" ile büyülenir. Ernst Cassirer de Humboldt'tan aktararak şöyle der: "O, dili kendi varlığının dışına büktüğü aynı süreçle, kendisini onun içinde kapana kıstırır ve her bir dil ait olduğu halkın çevresinde bir büyü halkası çizer, bir halka ki bir başkasına adım atmak dışında ondan bir kaçış yoktur."18 Hiçoğlu'nun başına gelen tam olarak budur. Adsızlığı, onu adsız olmakla yani hiç olmakla büyülemiştir.
5. Saklı Olanı Açığa Çıkarmak
a. Hiçoğlu
Hiçoğlu, şehre geldiğinde bir ad sahibi değildir. Kentlilerden uzaktır. Bir gün toprakla ilişiğini de kaybeder. Ait olmak için çabaladıkça aidiyetini yitirir. Adını ararken kendi adının yazgısında kaybolur. Adı olmadığı için bir varlığa eremez, adın getirdiği kaderi bilemez, adın kelimeleriyle dua edemez, adın büyüsüyle büyülenemez. Var olmak ve toprağa kök salmak için hiçbir nedeni yoktur. Ancak bir hikâye miktarı şehirde dolaşır, kentlilerin keyfini kaçırır, sürülmek istenir ve hiçe dönüşerek gökte yitip gider. Adsız oluş, hiçliğe gebedir.
b. Postacı
"Nomothetes" kelimesinin tam karşılığı, "yasa koyucu/yasa belirleyen"dir. Bu kelime, Platon'un Kratylos diyalogunda çift anlamlı olarak kullanılır. Bu sözcük ad ile ilişkilendirildiğinde "ad koyan" anlamına da gelmektedir. Yani, "‘Ad/yasa koyucu' (nomothetes) adlandırırken ‘ad'ların paylarını ‘dağıtan' (nemein) bir yetkilidir."19 Bu bağlamda, hikâyedeki postacının bir nomothetes olduğu söylenebilir. Hiçoğlu, adsızlıktan daralınca postacının yanına gider. Adımı bilse bilse o bilir, diye düşünür. Ad takma töreninde de Hiçoğlu'nun adını söyleyen postacı olur. Postacı, ad koyucu olmasının yanı sıra mektup dağıttığı gibi adların paylarını da dağıtır. "Onun adı kendi adınızın yedi kat dibinde yatar, onun adı Hiçoğlu'dur." der. Yani postacı, Hiçoğlu'na hiçlikten mürekkep bir ad koyar. Böylece Hiçoğlu'nun adı, hiçliğe ulanır; Hiçoğlu'nun adı, kaderi olur. Yitip gider, hiç olur.
c. Kentliler
Klasik düşüncede övgünün söylemek, üzerine konuşmak; yerginin görmezden gelmek, hakkında susmak olduğu söylenir. Kentlilerin, Hiçoğlu'nun varlığına temas etmeyişi, bir ad vermeyişi azap verir Hiçoğlu'na. Kentliler; Hiçoğlu'na unutmak için, unutuş ile bakar her seferinde. Hikâyedeki herkes, kendisinden olmayanı öteki kılmak ister. Hiçoğlu ve kentliler arasındaki gerilim, Hiçoğlu'nu aletheia ve lethe arasındaki gerilime iter. Hiçoğlu, bir varlık kuşanıp kentlilerin karşısına çıkmak ister. Ancak kentliler, Hiçoğlu'na "Sana adımızca karşı koyacağız." diyerek o gerilimi diri tutar. Hiçoğlu, isteyerek ya da istemeyerek hiç olur. Böylece o da kentlilere hiç oluşuyla karşı koymuş olur. Nietzsche de Hiçoğlu ve kentliler arasındaki bu gerilimi biliyor gibidir. Şöyle yazar Şenbilim'de. "İçlerine girmediğimden midir nedir/ bana karşı bu merakları, açlıkları / gözleriyle izliyor beni, şu zehir / şekerleri, sonuç vermez kıskançlıkları / Hadi küfretsinler bana acı, çok acı / çevirsinler yüzlerini benden, isterse! / gözler boşuna bakıyor sorgulayıcı / hiç göremeyecekler aradıklarını bende.20
d. Hiç Kuşu
"Biraz daha yaklaşınca maviye çalındı rengi. Rengin içinden bir kuş çıktı."21
- 1 Nedir onu durmaksızın çeken böyle yukarıya?
- 2 Şişedeki Adam-Hiçoğlu'nun Serüvenleri, Feyyaz Kayacan, Kırmızı Kedi Yayınları, 2019, İstanbul, s.25
- 3 Şiir Tapınağı, Sait Maden, Adam Yayınları, 1985, İstanbul, s.10
- 4 Dil ve Mit, Ernst Cassirer, Pinhan Yayınları, 2018, İstanbul, s.9
- 5 Arkaik Yunan'da Adlandırma ve Hakikat, Erman Gören, Dergâh Yayınları, 2015, İstanbul, s.87
- 6 a.g.e., s.87
- 7 a.g.e., s.66
- 8 Arkaik Yunan'da Adlandırma ve Hakikat, Erman Gören, Dergâh Yayınları, 2015, İstanbul, s.150
- 9 a.g.e., s.123
- 10 a.g.e., s.134
- 11 a.g.e., s.134
- 12 a.g.e., s.124-125
- 13 Şiir Tapınağı, Sait Maden, Adam Yayınları, 1985, İstanbul, s.10
- 14 a.g.e., s.12
- 15 Şiir Tapınağı, Sait Maden, Adam Yayınları, 1985, İstanbul, s.9
- 16 a.g.e., s.10
- 17 Arkaik Yunan'da Adlandırma ve Hakikat, Erman Gören, Dergâh Yayınları, 2015, İstanbul, s.126
- 18 Dil ve Mit, Ernst Cassirer, Pinhan Yayınları, 2018, İstanbul, s.16
- 19 Arkaik Yunan'da Adlandırma ve Hakikat, Erman Gören, Dergâh Yayınları, 2015, İstanbul, s.81
- 20 Şenbilim, Friedrich Nietzsche, Say Yayınları, 2019, s.177
- 21 Şişedeki Adam-Hiçoğlu'nun Serüvenleri, Feyyaz Kayacan, Kırmızı Kedi Yayınları, 2019, İstanbul, s.17