Ağla Allah ağla
Üzerine atılmış bir suçu bile taşıyamayacak bir adam bu. En büyük özelliği dilim dilim dilimlenmiş olması. Onu hep seccadesinde görüyoruz. Seccadenin alınlanan yeri oldukça eskimiş. Bundan bir şey umuyor adam. O seccadenin o göynümüş yeri, yüreğinde nadir gelişen umut ataklarına sebebiyet veriyor. Adam seccadesinde dünyayı temize çekiyor.
Misafir geldi. Açıya girdi. En büyük özelliği küçük bir dünyasının olması. Bir de kısa boyu. Boynu hiç olmamış gibi, hiçbir açıdan görünmüyor. Çok güzel yemek yapar ama. Tüm kusurlarını örtecek kadar güzel yemekler. Elleri tombik tombik. Kirlenince ne komik. Yüzükten ayrılınca ne acı. Yarası olmasa gelmez. Yarası olmayan yaralanır da gider buradan, yarası olansa bilmez yarasının buradan olduğunu. Yarası olan konuşur. Boynu altında kalır, yine konuşur. Kahveler de geldiii. Yok yok, henüz gelmedi. Ama bu kahveler de geldiii sahnesine hazırlanıyor herkes. Misafiri karşılayan kadının en büyük özelliği her türlü zorluğu karşılayacak bir dile sahip olması. Konuşup anlatınca bir kahve eşliğinde, kurtulamayacağı derdi yok. Henüz icat edilmedi. Ev sahibi bu kadın. Bu avantajını elbette iyi kullanacak. Bu evin dip köşe her yeri iyi bilir onun dillerini. Evin bazı köşelerinde birkaç komşunun dille sakat bırakılmış bedenleri, birkaç gencin sözle yıkılmış yuvaları, üç beş tapunun taşınmış bazı laflarla kana bulanmış nüshaları yer alıyor.
Bir ev sahibi olmayı en çok da böyle köşelere böyle gömüler saklamak için. İstemişti kadın. Kadın, istemenin her yolunu iyi bilen biri. Ev sahibi olmak, kimlik sahibi olmaktı onun için. Hakimiyet alanı açmak demekti. Dünyayı kazıklamak değilse de çivilemekti işte. Yüzeyde de olsa kök salmak. Bir muhite ait olmak ve orada dil üzerine çalışmalar yapmak. Dille aldırılmış borçlar, sözle çek/ed/ilmiş krediler, lafla yürütülmüş gemiler işte bu eve dönüşüvermişti sonunda. Ev olduktan sonra kahveler de gelirdi misafirler de. Sözün ağırlığı olurdu ev kadar. Ev, gelinen bir noktaydı işte insanlık tarihi boyunca. Alınan bir arpa boyu yol. Gösterilen bir arpa yolu boy. Başka yolu yok demişti kadın. Bıktım el alemin damlarında tünemekten. Ya bana bir ev alırsın ya evi bana alırsın ya da el elde baş başta kalırsın. Adam içerde. El elde baş başta kalmaktan korkan adam. Elinin kalacak bir eli, başının düşecek bir başı olmayan adam.
- İşte şuracıkta. Kameralara görünmekten ödü kopuyor. Gölgemi versem kameraya yeter, diye düşünüyor ama kaçış yok bazı açılardan. Ya çıkarsın meydana ya meydana çıkarsın ya da insan içine çıkamaz hâle gelirsin demişti. Bunu diyenin çaprazındaki odada adam. Adam hep orada duruyormuş da her şey üstüne bina edilmiş gibi. Üzerine atılmış bir suçu bile taşıyamayacak bir adam bu. En büyük özelliği dilim dilim dilimlenmiş olması. Onu hep seccadesinde görüyoruz. Seccadenin alınlanan yeri oldukça eskimiş. Bundan bir şey umuyor adam. O seccadenin o göynümüş yeri, yüreğinde nadir gelişen umut ataklarına sebebiyet veriyor. Adam seccadesinde dünyayı temize çekiyor. Sonra hemen üstü örtülüyor borçlarla, alınmışlarla, batmış gemilerle. Nihayet seccadenin dizlenen kısmını görüyoruz ister istemez. Sağlam bir tekme yemiş gibi oluyor adam o an. Çünkü adamın bakılacak bir çehresi yok. Gösterebileceği tek şey bu işte. Göz değecek başka bir açısı yok adamın.
Misafir geldi. Boyunsuz bir uzanımla geldi işte. Aslında burada tasarlanan bazı eksiklerini yine burada doldurup rahatlamaya. Geldi misafir. Oturmamaya mı geldik ayol, geç otur. Oturdu misafir. Bu iyiye işaret. Her şey yerine oturdu şimdi. Beraber tatlılar, börekler, çörekler yapacaklar ve adam hiç yemeyecek onlardan. Açılara gelesice adam. Kahveler geldiii'den hiç yudumlamayacak, dokunuyor bana bahanesiyle. Laf dokunduracaklar sonra ona, en alışmış yerlerinden. Yerin diplerine inmek için en uygun arayı arıyor gibi eğilip kalkacak adam yerinde. Yakılıp bozulacak bir şeyler lazım şimdi. Oturdular madem, bir konu lazım. Tatlıların, böreklerin, çöreklerin içine konu komşu kanı akıtılacak. Hamur teknelerinde yıkılan yuvaların molozlarına rastlanacak uzmanlarca. Kahve fincanlarında birtakım tapuların sınırlarına mayın döşenecek. Etrafına çikolatalar koyularak kaza süsü verilecek hem. İsviçreli bilimciler dişlerindeki laf kalıntılarını analiz edecekler, sonuç çok yıkımlı olacak.
Davet edecekler adamı. Kahveler hazır. Unlu mamuller kokulu. Arzular şelale. El elam meze. Kaldır başını da bak şu dünya nimetlerine. Yeter, diyecekler. Adam, yedinci kez üstünden geçecek ikindi namazının. Birkaç damla gözyaşını da farklı mahallere isabet ettirmeye çalışacak. Yaşamadığı sanılacak mesela. Ardından tüh tüh'ler, oh oh'lar, deh deh'ler, yuh yuh'lar yollanacak. Bilecek de her birini, dönüp bir şey diyemeyecek. Boynuna dolanmış ne varsa ellerinden kayacak. El elde, aklı başını koyduğu yerde. Bir derdini anlatmaya çalışır gibi ilgileniyor namazla. Birini mühim bir olmuş'a ikna etmeye çalışır gibi eğiliyor. Bir başkasını kahredici bir olmamış'a taraftar etmeye uğraşır gibi kaldırıyor burnunu. Kurtulma'nın eşiğinden döndüğü hissi hep kalbinde. Evet, misafir geldi. Misafirin görevi gelmektir. İnsan misafirdir. Gelen, gitmekle mükelleftir. Gidenler götürmekle. Bu eve gelen muhakkak bir şey bırakır. Kendini ele verecek, sonra başka evlerde açılıp dökülecek, çarpıtılacak bir şey.
Oradan kan sızar işte sonunda. Yüzükler atılır. Arsalar paylanır, tapular kamçılanır. Adam sesini yükseltiyordu bu olanlara, bir zamanlar. Adam yüksele yüksele anlamını yitirmiş bir sestir artık, bağışıklık kazanılmıştır adama. Altını çizer bir sesle yükleniyor adam namaza. Yıkılan yuvaları, bir araya getirilemeyen borçları, bir türlü birleşmeyen bazı tapu nüshalarını almasın kulakları diye belki duadan bile sapıyor, kayboluyor huşuyla. Ara vermek düşmek demek bir boşluğa. Bu gelen kaçıncı misafir. Her misafirin elinde, boynunda, kulak arkasında insan parçaları, et benleri, kâğıt parçaları, selülozdan acılar, gemi olup gidememiş evrak, ağlanmış çeyizler, açılmış dava dosyaları, kopyalanmış bazı kapanmayan yaralar, daha neler neler. İnsan insanı ne kadar da andırıyor. Kadın en son kendine laf söylendiğinde birkaç canlı bomba saçmıştı ortalığa. Birkaç ceset, bazı ayıplar, eser miktarda kusur, kan. Bu, ona bahşedilmiş en yalıtkan kalkan.
- Adam, bu kalkanın ancak secdede paramparça olabileceğine kalbî bir and içiyor. İç, diyorlar adama, haydi kahve. Adamın and dolu ağzına kahveler beton oluyor. Açmaz bıçak. Kahveler içiliyor şu karşı odada. Kokusu duvarlara tutunuyor. Adamın burnunu buluyorlar hep bir elden. Küçük dünyalı boyunsuz misafir kadın kameralara göstermeden boynunu kaşıyor. Boynunda açtığı bir varlık alanından belli ediyor hislerini. Bu, bu adamın isteksizliği beni boynumdan vuruyor'un alt yazısız versiyonu demek. Onu boş ver, diyor kadın, sen şu senin yeni evlenme işinden bahset. Veremiyor misafir. Dünyası bazı şeyleri boş verebilecek kadar gelişmiş değil. Bir adamın bu denli yaşamasız olması, onu -misafiri- canla başla yaşamakla alakalı konuşmalardan utandırır gibi oluyor. Kalbinden iki istek geçiyor hızla boynuna doğru: ya gitsin bu nokta nokta adam ya da kahveden, tatlıdan, börekten, çörekten paylanıp hiç olmazsa bize katılsın başıyla, eliyle, gözüyle, imayla.
İşte insan olmanın kıyısından dönen boyunsuz bir misafir. Bakın nasıl da kameramıza el_ Eski evlenme işini bu kadın sayesinde unutma mezarlığına gömdü misafir. Zaten eski evlenme işi de bu kadının diliyle gömülmüştü. Kimse bilmedi ama bunu. Kadın diline susturucu takmış, birkaç köşe başında görmüştü işini. Kafasında başka senaryolar vardı çünkü. Başka bir boyunsuzu düşünüyordu şu misafir kız için. Nefis yemekler sofrasına oturtacağı ağzı sulanmış bir başka müstakbel adam tasarlıyordu. Dolayısıyla misafirin atılmış bir yüzüğü -nasip-, yırtılmış davetiyeleri -olsun-, gösterilmiş çeyizleri -tekrarlanır-, kuru/l/muş hayalleri -of-, girilmiş bir beyni -yakışır-, yok olmuş bir boynu -hani-, inandırılmış bir yeni evlenme meselesi -kısmet-, yapılacak kahve -fallı- ve tatlı planları -ballı- ve boş verilecekler -verme- ile boş verilemeyecekler -ver- listesi vardı. Ev sahibi olan kadının dilinin altında ise insanların sığındığı bir çadır kent yansıdı kameralara.
Evlerini, ocaklarını, huzurlarını başlarına yıktığı ailelerin başlarını sokacakları tek yer yine orası, ev sahibi kadının diliydi. Burası, bu ev, acilen yıkılması gereken bir zarar hanesi, fitne ocağıydı. İnsan denen varlık, kendi kuyusunu kazan iğneyle çeyizine dantel işleyen bir varlıktır. Ev almak böyle bir cinayet zeminidir işte. Alınmış bir evin rahatlığı, eda edilmiş bir vaktin rahatlığına galebe çalmaktadır. İşte adam orada, kadın burada, misafir de şuradadır. Eksik olan tek şey hakikattir. Herkes kendi zaviyesinden değişik yorumlarla bunu fark etmektedir. Misafirin konuya hâkim olamama serzenişleri kadını -evin sahibini- is-tek-siz-leş-ti-ri-yor. Adam namazın üstünden geçiyor dokuzuncu kez. İkna etti edecek, bir ışık beliriyor. Hiç boşluk bırakmıyor saflar arasında. Dünyaya geçirimsiz bir zırh, nurdan ve borçtan ve krediden ve tükenmekten. İkna çabaları adamı çocukluğuna kaçırıyor. İlk günahlarına. Düştüğü ilk kuyulara. Koyu kahve kuyulara. Şekersiz, acı, yıllar sonra tuzlu kahve kuyulara. İlk evet, ağzını kavuran tat, hayatına yayılan ağu.
Kameranın dıştan göstermeyi de ihmal etmediği şu kaç katlı binanın bilmem kaçıncı yüksek katında içine düşmekten kurtulamadığı kuyular, ağzını alamadığı tatlar, tetiği çekemediği seccadesi. Ayaklarının, dizlerinin, ellerinin ve alnının değdiği yerlerden açılan boşluk adamı o kuyunun için_ Kahveler de gelmeeek. Misafirle kadın göz göze gelmek. Bu saç sana çok açık gelmek. Sen bu eve daha sık gelmek. Gelirken parmaklarını da getirmek. Ah sen çok müstakbel yemekler bilmek. Sen rahat rahat, usul usul ölmek. Dilim seni çok çekmek. İkisi de birbirlerinin gözleri olmasına tepkisiz. Adamın gözleri bir derenin içinde sallanan iki renkli taş. Oradan alınıp bir akvaryuma koyulmayı bekleyen renkli. İki. Taş. Açılıp kapandıkça kütür kütür sesler. Kahveler hazır, diyor kadın. Adama doğru. Bu kaçıncı kahveler hazır. Bu bir teklif. Adam kapalı tabelasını dışa çevirmiş bir antika dükkânı. Adamın yönü belli. Belirsiz bir an çarpışıyor havada. Planlar savruluyor. Namazlar kaza. Kadın bağırıyor iki üç dört beş.
- Misafir kan ter içinde. Boynu iyice kameraya taşınıyor. Eski evlenme işini hatırlıyor. Başına gelenleri. Boynundan başına giden yolda yol yapım çalışması. Kaşınıyor. İşte bakın kameralara nasıl da utanırken yakalanıyor. O el mecbur o boynu kaşıyor. Kaşı Allah kaşı misafir. Eğil Allah eğil adam. Bağır Allah bağır kadın. Bari bir ses ver diyor kadın adama. Kocasının nasıl bir sesi olduğunu -sorsak- bilmiyor. Soramayız. Kocası nasıl bir sesi olduğunu -sorsak- bilmiyor. Sorama. Misafir nasıl bir boynu olduğunu -sorsak- bilmiyor. Sor ama_ Ama teknoloji bir insan kalbinden daha gelişmiş. Her şeyi saklamayı beceriyor hafızasında. İşte her şey kameralardan saçılıyor. Bir ses bir ses bir ses diyor kadın. Duvarlardan birkaç çocuk, birkaç genç, birkaç ihtiyar sesi soluğu dökülüyor incinmeye vakit bile bulamadan. Nüshalar, yüzükler, sevdalar, terkler, içinde göz kalmış yaşlar, rutubet, neler neler.
Kamera kapandı kapanacak. Adam ağla Allah ağla. Seccade şahit. Gözyaşları selsiyus. Yükseliyor. Kadın kahve fincanından sal yapmış, kendini salmıyor. Telveler şahit. Fallar afallamış. Kadın kahve dedikçe kuyu derinleşiyor. İlk günahların üstü açılıyor. Binanın boyu yükselirken evin zemini alçalıyor. Misafir parmaklarındaki hünerlerden boynuna bir tüp geçit yapmış, iç geçirip duruyor. Misafirin parmakları acıklı, boş. Kamera kayıt Allah kayıt. Kuyu koyu Allah koyu. Hesap sor Allah sor. Utancından figürana düşmüş, kırılıyor fincanın ince belinden. Vakit çıkmış kuyudan, namaz bir türlü yetişmiyor adamın peşinden.