2015’te Öykü Kitapları
2015’te yayınlanan öykü kitaplarının tümünün değerlendirilmesi kuşkusuz her açıdan imkânsız. Bir bütün olarak her inançta, her kuşakta, her anlayışta iyi öykücü bulunuyor ve nitelikli ürünler ortaya koyuyorlar. Biz burada öne çıkan belli başlı kitapları kısaca değerlendirdik.
2015 yılı, öykü kitapları, dergileri ve öykücülüğümüz açısından verimli bir yıl oldu. Gerçi kitap yayıncılığı, roman yanında en azından sayısal anlamda oldukça yetersiz bir alanı kapladı ama yine de umut verici çıkışlar vardı. Büyük yayınevleri öykü kitaplarına ilgi gösterdi, yeni öykü dergileri yayına başladı, kitaplar azımsanamayacak satış rakamlarına ulaştı. 2014’te 209 adet “ilk öykü” kitabı olmak üzere toplam 326 öykü kitabı yayınlanmıştı. 2015’te de bu rakama yaklaşılacak gibi gözüküyor.
Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Cemil Kavukçu, Cihan Aktaş gibi artık ustalıklarını kanıtlamış yazarlar 2015’te yeni öykü kitapları yayımladılar. Kutlu aynı yıl iki kitap birden yayımladı. Yapı Kredi Yayınları, Can Yayınları, İz Yayınları, Alakarga, Şule, Dedalus, Hece, NotaBene Yayınları öykü kitapları yayıncılığında öne çıkan yayınevleri oldular.
Dedalus Yayınları öykü anlayışları birbirine yakın Aykut Ertuğrul / İki Dünyanın Ustası, Ertuğrul Emin Akgün / Hepimizden Korkuyorum, Arda Arel / İp Cambazı Değil Silahşor kitaplarını aynı anda yayınlayarak güzel bir yayıncılık fotoğrafı ortaya çıkardı. Aynı şekilde İz Yayıncılık “Muhayyel Kitaplar” dizisi başlattı. İlk yayımlananlar ise öykü kitapları oldu. Bu dizide Aykut Ertuğrul’un Keyfekeder Kahvesi ve Mümkün Öykülerin En İyisi, Osman Cihangir’in Hiçbir Zaman Yeterince Deliremeyeceğiz ve Akif Hasan Kaya’nın Uzun ve Lacivert Günler isimli kitapları yayımlandı. Dizinin ileriki zaman diliminde yeni kitaplar ile süreceği belirtildi.
Bu sene öykü adına ilginç kolektif kitaplar yayınlandı. Notos Yayınları’ndan çıkan ve editörlüğünü Neslihan Önderoğlu’nun yaptığı, Geri Dön Hayat, intihar etmiş bir yazarın ya da şairin son gününün başka bir yazar tarafından yeniden kurgulanmasıyla oluşan öyküleri bir araya getirdi. Murat Gülsoy, Bahri Vardarlılar, Bora Abdo, Melike Uzun, Mehmet Fırat Pürselim, Neslihan Önderoğlu, Fadime Uslu, Veysi Erdoğan, Hande Gündüz, Emrah Öztürk, Figen Alkaç, Sibel K. Türker, Şenay Eroğlu Aksoy, Özlem Akıncı, Nazlı Karabıyıkoğlu, Serkan Türk, Onur Çalı, Kerem Işık, Nalan Barbarosoğlu, Niyazi Zorlu, Gül Ersoy bu kitapta intihar etmiş yazar ve şairlerin dünyasını öyküleştirdiler.
Burada Öyle Biri Yok, editörlüğünü Neslihan Önderoğlu’nun yaptığı yine Notos Yayınları’ndan çıkan bir başka kolektif kitap. Bu kitapta da günümüz öykü yazarları “kayıp” izleğinden yola çıkarak öyküler yazdılar. Bu çalışmada Behçet Çelik, Berna Durmaz, Bora Abdo, Doğan Yarıcı, Ferat Emen, Gamze Güller, Gaye Boralıoğlu, Gönül Kıvılcım, Güray Süngü, Hakan Bıçakcı, Hakan Şenocak, Hande Gündüz, Haydar Ergülen, Murat Yalçın, Müge İplikçi, Neslihan Önderoğlu, Onur Çalı, Sedef Ecer, Sine Ergün, Yalçın Tosun, Yavuz Ekinci yer aldı.
On üç öykücünün kendi şarkılarının öykülerini anlattıkları Benim Şarkım, Erdem Yayınları’nca yayınlandı. Kitapta Cihan Aktaş, Bülent Ata, Fatma Atıcı, Ahmet Büke, Zeynep Delav, Sedat Demir, Esra Demirci, Melike Günyüz, Fatma Akkubak İşler, Yıldız Ramazanoğlu, Güray Süngü, Yunus Emre Tozal, Sadık Yemni öyküleriyle yer aldılar.
Aydın İleri’nin yayına hazırladığı Bisiklet Öyküleri kitabında ise öykücüler hiç unutamadıkları bisiklet öykülerini anlattılar. Kitap Yitik Ülke Yayınları arasından çıktı.
2015’teki kitaplara baktığımızda günümüz öyküsü oldukça zengin, çok farklı kanallardan akan, çok sesli bir öykü anlayışı sergiliyor. Hem tema olarak hem de anlatım biçimi olarak bir yaklaşımın ağırlığı hissedilmiyor. Tema olarak: duygu ağırlıklı öyküler yanında düşünce ağırlıklı öyküler de yazılıyor; bireysel temalı öyküler yanında toplumsal temalı öyküler de yazılıyor; iktidarlar, modernizm ve yerleşik anlayışlar eleştiriliyor, ülkenin yaşadığı toplumsal, siyasal olaylar, bireysel acılar öykülerde işleniyor.
Biçim olarak ise; gerçekçi öyküler de, gerçeküstü öyküler de; fantastik öyküler de postmodern öyküler de; bilinç akışı öyküleri de sade/yalın öyküler de; rüya öyküler de fotoğrafik öyküler de; sembolik yaklaşımlı öyküler de soyutlama yaklaşımlı öyküler de yazılıyor.
Bir bütün olarak her inançta, her kuşakta, her anlayışta iyi öykücü bulunuyor ve nitelikli ürünler ortaya koyuyorlar.
2015’te yayınlanan öykü kitaplarının tümünün değerlendirilmesi kuşkusuz her açıdan imkânsız. Biz burada öne çıkan belli başlı kitapları kısaca değerlendirdik.
Öykü kitapları…
Rasim Özdenören / Uyumsuzlar / İz Yayıncılık
Rasim Özdenören 2015’te Uyumsuzlar kitabını çıkardı. Rasim Özdenören son dönem öykülerinde sanki çok önemli deneme kitabı olan Aşkın Diyalektiği’nin öykülerini yazıyor gibi. Öyküler hep kavuşma, ayrılma, kıskançlık, ölesiye sevme, ama yine de uzak kalma duygusu, özlem, yakıcı hasret, kavuşamama, ihanet kavramları etrafında örülür. Genellikle öykülerde bir erkek iki de kadın var. İkinci kadın var mı kıskançlıktan uyduruyor mu, birinci kadının vehmi mi pek anlaşılmaz. Özlem ve ulaşamama hâlleri, ölü bir zamanda, beyhude cümlelerle, soyut bir mekânda tartışılır.
Kadın ve erkek, bir deniz kenarında, yıkılmış bir kentte, bir hapishanede bir şekilde karşılaşmışlar, buluşmuşlardır. Bazen birkaç kelime konuşurlar ama tam da bu buluşmadan sonra çıkış yoktur. Bu ilişki, bu aşk, zamansız, mekânsız ve açmazdadır. Her yer yangın yeridir. Kadın ve erkek etraftaki hiçbir şeyi anlamlandıramamaktadır. Bir savaş, bir deprem ya da zamanın kahredici geçiciliği her şeyi tarumar etmiştir. Onlar da bu ölü zamanda, yıkıntılar arasında geçmişi düşünüp bugünü anlamlandırmaya çalışırlar. Ama kelimeler bile ölü, sadece bir sestir.
Anlattığı kahramanlar gerçekten de kitabın ismi gibi uyumsuzdur. Dünyaya, hayata, zamana uyum sağlayamamış ortalıkta dönenip duran kişiler bir çıkış yolu bulamazlar. Hatta bazen kişi bile değil, eti, canı, kanı olmayan kelimeler, düşünceler, soyut şeylerdir. Uyumsuzlar için söylenecek ilk yorum genç öykü oluşlarıdır. Genç öyküden kastımız ise; taze, coşkulu, yenilikçi, için için kaynayan, gür sesli, çiçekler açmış, hoş kokulu, bol oksijenli, pörsümemiş, yorulmamış, atak öyküler. Oysa Rasim Özdenören 75 yaşında.
Uyumsuzlar’ı okuyanların Rasim Özdenören’in 75 yaşında olduğunu tahmin etmeleri imkânsız. Öyle ki Özdenören’i tanımayanlar onu öyküye yeni başlayan usta bir genç yazarla karşı karşıya olduklarını sanabilirler. Çünkü kitapta yenilikçi, grift ama her şeyden önemlisi olağanüstü genç bir öyküyle karşılaşıyoruz. Böylece Rasim Özdenören genç yazar-yaşlı yazar genellemelerini neredeyse yerle bir ediyor.
Mustafa Kutlu / Tirende Bir Keman / Dergâh Yayınları
Her yıl bir öykü kitabı yayımlayan Mustafa Kutlu bu sene Tirende Bir Keman’ı yayımladı. Kitap yine onun bildik tek hikâyelik uzun hikâye formatında. Gazinolar ile trenlerin mekân olarak seçildiği hikâyede, gazino dünyasında savrulan insanların dünyasına bakılır. Kitap, Uzun Hikâye’den, Muhsin Bey’den, değişen müzik anlayışından, Anadolu insanının merhametinden esintiler taşır. Hikâye, Kemanî Kenan Bey’in gazinolar dünyasında var olma savaşını ve kaçınılmaz yenilgisini anlatır.
Kutlu’nun Tirende Bir Keman, bir Yeşilçam filminin dokusunu, kurgusunu ve anlayışını yansıtır. Ama bir yandan da o filmlerin samimiyetini, insanı yakalayan sıcaklığını. Kutlu’nun öykülerini okurken insan birden açık hava sinemasında bir Yeşilçam filmi seyrediyor hissine kapılır. Ve okur, esintili bir yaz akşamında, elinde patlamış mısır, tanıdık simaların oynadığı bir “aile filmi”ne dalıp gider. Okuduğu (seyrettiği) hiçbir şey onu şaşırtmaz. Çünkü burada her şey yerli yerindedir ve olması gerektiği gibi olur. İyiler bir yandadır kötüler bir yanda. Ve arkasından insanlık kadar eski o mücadele başlar. Ve tabi bütün bunlar o güzelim karelerde tablomsu görüntülerle verilir. Kısaca bu öyküler okura “seyirlik” bir tat verir.
Onun öyküleri, anlatım tekniği yanında muhteva, tema bakımından da sinemasaldır. Klasik Yeşilçam filmlerinin pek çok öğesini onun öykülerinde görmek mümkündür: İyi adam, kötü adam, ayrılanlar, kavuşanlar. Ama özellikle zengin kız fakir oğlan, ya da fakir kız zengin oğlan klişesi onun öykülerini bu filmlere yaklaştıran temel benzerliktir.
Kutlu, öykülerinde, biçimsel zorlamalara girmeden kolay, anlaşılır, sade bir anlatımı yeğler. Kendi deyimiyle “edebiyat yapmayı” sevmez ve ne söyleyecekse onu kestirmeden söyler. Öyküde sözü azaltırken dolambaçlı yollardan sakınır. Sadelik, onun öykülerinin en önemli özelliğidir. Onun öykülerinin bir başka özelliği de öyküyü okurla, dinleyenle hasbıhâl eder, muhabbet eder gibi kurgulamasıdır. Böylece okura “sen dışarıda değilsin, bu öyküyü birlikte oluşturuyoruz” izlenimini vermek ister. Kutlu’nun zihni ve dikkati “yazmaktan” çok, “anlatmaya” ayarlıdır. Öyküyü yazarak “aktarıyor” değil de, karşısındakine muhabbet içinde “anlatıyor” gibi davrandığını metinlerinde rahatlıkla görmek mümkündür.
Tirende Bir Keman, Mustafa Kutlu’nun tüm bu öykü anlayışını başarıyla yansıttığı kitaplarından biri.
Mustafa Kutlu / Hesap Günü / Dergâh Yayınları
Mustafa Kutlu 2015 yılında çıkardığı ikinci kitap Hesap Günü’nde, nereye gideceğini bilemeyen, hesap gününden habersiz insanların dünyasına eğilir. Kutlu bu kitabında da edebiyat yapmayı, tasvirleri, kurmaca oyunlarını bir yana bırakıp temada, mesajda odaklaşır. Bir ölüm olayı sonrası insanların bu ölüme bakışı ve bu ölünün hayatı hikâye edilir.
İnsanlar ekonomik savaş, siyaset, gündelik hayat gailesiyle inançtan kopmuş, toprağa, tabiata uzak tümüyle zevk, sefa arayışı içindedirler. Allah düşüncesi sıkıştıklarında akıllarına gelir sonra belli belirsiz kaybolur. Ama bir türlü hayatlarına bir yol, yöntem çizemezler. Tabuttaki ölü sonunda başını yukarı kaldırıp bağırır: “Hey insanlar nereye gidiyorsunuz?”
Cemil Kavukçu / O Vakıt Son Mimoza / Can Yayınları
Mimoza’da Elli Gram’da (2007) alkolik ressamın hayata tutunma çabaları ve yalnızlaşma serüvenini anlatan Kavukçu son kitabı O Vakıt Son Mimoza ile mimoza meyhanesine yeniden döner, oradan insanlık hikâyeleri aktarır.
Kavukçu, öykülerinde, gündelik yaşamımızda varlıklarını bile hissetmediğimiz küçük insanların sıradan yaşamlarını, “tutunamayanları”, bir köşeye itilmişleri, sokak serserilerini, delileri, meczupları, alkolikleri gündeme getirmiştir. Bu yüzden onun en ayırt edici özelliği bir dönem çok gözde olan “küçük insan”ı yeniden Türk öykücülüğüne kazandırmış olmasıdır.
Türk edebiyatında psikolojik/sosyolojik bir gerçeklik olarak alkolizmi bütün boyutlarıyla öykülerinde işleyen yazarların başında Cemil Kavukçu gelir. Kavukçu öykülerinde insanlar niçin içer, onları alkol bağımlısı yapan nedenler nelerdir sorularını enine boyuna tartışır. Bu nedenle içki, onun öykülerinde hep öznedir. Kavukçu, pek çok öyküsünde içki sofralarından insanlık hâlleri anlatır. Şarapçılar, esrarkeşler, hapçılar onun en çok gündeme getirdiği tiplerdir. Öykülerde meyhaneler nasıl bir fonksiyon görür, kimler gelir, müdavimleri kimlerdir, buraya gelenler ne yerler ne içerler bütün ayrıntılarıyla (mezelere kadar) öğreniriz. Birahane, meyhane muhabbetleri, kendini içkiye vermiş yenik insanlar, sansürsüzce argo dil. Onu bu konuda ayrıcalıklı kılan, alkol bağımlılarına, esrarkeşlere olumsuz bir gözle bakmayıp onları buraya iten nedenleri anlamaya çalışması, insani yanlarını öne çıkarması, hatta giderek onları yüceltmesidir.
Son kitabında yine alkol ve yalnızlık hikâyeleri anlatır.
Cihan Aktaş / Kızım Olsan Bilirdin / İz Yayıncılık
Cihan Aktaş, Kızım Olsan Bilirdin’de tematik bir bütünlük içinde aile sorunlarına eğilip, hatırlama, kaybetme, geçmiş anlar kavramları etrafında insanlık hâllerini öyküleştirir. Aile büyüklerinin alzheimer’e yakalanmasının yarattığı travmatik durumlar hikâyelerin konusu olur. Tam da burada kaybetmenin önemi iç yakıcı bir değer olarak öne çıkar. Aklımızın önemi, ona güven ve güvensizlik etrafında hayatın sert duvarı ile yüzleşiriz.
Neyi kaybettiğimizi hatırlarken, hayatın kendisinin de ne kadar kıymetli olduğu gerçeği dokunaklı öykülerle bir kez daha öne çıkar. Aslında geçmiş hiçbir yere gitmemiştir, Faulkner’ın deyişiyle geçmiş geçmemiştir bile. Biz tüm bunların toplamıyız. İnsan aklını yitirse de sonunda bir çıkış arar, tanımak, konuşabilmek için: “Bir zamandır parmak uçlarıyla akıl yürütüyor neredeyse, nesneleri, insanları dokunarak anlamaya çalışıyor. Parmak uçlarındaki kelimeler hızlandığında nesnelerin başına bir şeyler geliyor. Dökülüyor, devriliyor, kırılıyor, karışıyorlar.” Ama geçmiş kaybedildiğinde her şey birbirine karışır.
İnsan büyük bir kök, birikim iken zamanla, yaşlandıkça ilk hâline, çocukluğuna doğru evrilir. Neredeyse ilk başladığı yere döner. Bu bölümlerde dede-torun, anne-çocuk ilişkileri iç burkan bir ilişkiye dönüşür. Cihan Aktaş’ın öykülerinde kurduğu atmosfer, “konuşkan” bir zemine yaslanır ve herhangi bir insanın zihninden geçen günübirlik duygulardan, olaylardan, izlenimlerden oluşur. Aile ilişkilerinin bütün ritüellerini bir bir sıralar, üst üste bindirir, karakter iç monolog hâlinde konuşmaya başlar, böylece çok sesli bir öykü atmosferi oluşturur. Artık iyiden iyiye ustalaşan, atmosferini etkileyici kuran, karakterini iyi seçen bir yazar var karşımızda. Cihan Aktaş’ın kişisel açmazları ve dramları, içsel bir derinlikle işlediği öyküleri her zaman yükselen bir grafik izler.
Ethem Baran / Zira / İletişim Yayınları
Ethem Baran Zira’da insanların hayat karşısındaki acemiliklerini, yanılgı ve şaşkınlarını hikâye eder. Ne olup bittiğinin, nasıl yaşanması gerektiğinin bilincinde olmayan bu tertemiz, saf insanlar, hayatın sert, acımasız gerçeğine çarparlar. Yoksulluğun yol açtığı psikolojik çarpılmalar, iktidarın gücü karşısında ikiyüzlülüğe sürüklenen insanlar, karanlıkta kaybolup giden gölgesizler, dini yanlış yorumlayan tertemiz insanlar öykülerin gündemi olur. Onun öykülerinin temel vurgularından biri olan taşra-büyükşehir gerilimi bu şaşkınlığın, çarpılmanın temel nedenleri olarak çizilir. Büyükşehir oğulları bir bir yutar.
Öykülerde taşranın birbirine benzeyen insanlarına bakılır: “Çünkü bir dünya ne kadar küçükse, orada yaşayanların birbirine benzeme ihtimali o kadar büyüktü. Orada herkes, başka dünyalarda yankılanan sesleri değil, kendi çevrelerindeki çıtırtıları dinliyor bir süre sonra.” Sadece kahramanlar değil, onların atları da, mekânları da (köyleri) hikâye edilir. Kitaptaki özellikle iki öykü oldukça başarılıdır. “Düşleri Fettan Güzel”de, bir kış günü gusül abdesti almak zorunda kalan köy delikanlısının açmazı ustalıkla öyküleştirilir. “Ortada Hiçbir Neden Yokken” öyküsünde ise ortada hiçbir neden yokken bitme noktasına gelen kasaba, kasabanın insanları ironik bir dille anlatılır. Sıkı bir örgü ile oluşturulan öykü dil başarısını yansıtır.
Behçet Çelik / Kaldığımız Yer / Can Yayınları
Behçet Çelik’te ilk dikkat çeken özellik, yalın, sade bir anlatım ve abartının, süslemenin azlığıyla, savrukluğa kapılmayan, titizlikle örülen bir öykü evrenidir. Behçet Çelik, büyük insani kırılmaları, acıyı, ıskalanmış, kaçırılmış bir hayatı anlatırken bile serinkanlıdır. Derin acılar yaşamış kahramanların duygularını, sessizlikle, ince dokunuşlarla bize hissettirir.
Kaldığımız Yer’de, zengin olma, güçlü olma peşindeki insanların, iktidarların; nasıl paranın ve gücün kölesi olduğu, çeşitli insanlık dramlarıyla, durumlarıyla örneklenir. Kitabın diğer ağırlıklı teması ise insanlar arasındaki iletişimsizliktir. Kürt sorunu, Suriye mültecileri, dünyadaki ve ülkedeki insanlık kıyımları öykülerde gündeme getirilir. Maddi ve manevi baskı altındaki “öteki” egemen güçlerce hep ezilir.
“Fark Var Mı Ötesiyle Berisi Arasında” öyküsünde, bütün şehri, ülkeyi, dünyayı kuşatmış bir lanet atmosferinde, dünyadaki kıyımlar ile bir ailedeki savrulmalar iç içe anlatılır. “Hiçbir Şey Olmamış Gibi”de yükselme hırsı ile hayatı kaçıran insanların dünyasına bakılır. “Alavüsata” öyküsünde, bir iftiraya uğrayan subayın dışlanmışlığı örneklenir. “Estağfurrullah Asker!”de askerde kürt olmak irdelenir. “Çatısız Binaya Damdan Girdik”te Suriye’de yaşanan drama dikkat çekilir. “Lori… lori”de, bir kıyım, insanlara yapılan zulüm, geç kalmış bir aşk fonundan ustalıkla hikâye edilir.
Sezer Ateş Ayvaz / Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak / Aylak Adam
Sezer Ateş Ayvaz son dönem öykücülüğümüzün nitelikli imzalarından biri. Ayvaz, öykülerinde geç kalmışlığın, yitirilmişliğin, ayrılıkların hikâyesini anlatır. Hayatta ve aşkta kıstırılmış bireyin sarsıcı duygularını; rüya atmosferinde, lirik bir dille, kısa kısa cümlelerle ama bütünlüklü şiirsel bir tablo oluşturacak bir kurguyla işler. Arabeske, abartıya, melodrama düşmeden insanların en melankolik, yenik anlarını, özellikle terk edilmiş, ihanete uğramış bireylerin hüzünlerini öyküleştirir. Onun öykülerinde insan yalnızlığının yansımaları aktarılırken, etkili, sahici ve iç burkan bir dünya kurulur. Etraftaki her şey bu yalnızlığı simgeler, büyütür, derinleştirir. Dil hep şiirseldir, içli, lirik bir akıcılığa ulaşır.
Sezer Ateş Ayvaz Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak’ta geçmişten bugüne yansıyan dramatik olguları, kadının aile ve toplum içindeki yalnızlığını, kuşak çatışmalarını, ayrılık anlarını, ölüm oruçlarını, darbeyle kesilen toplumsal mücadeleleri öyküleştirir. Büyük insanlık dramlarını ayrıntının gücüne yaslayarak görüntüler, sesler, eşyalar üzerinden ustalıkla anlatır. Ayrılık anları ve onun bireydeki etkileri yine öykülerin odağındadır.
Mihriban İnan Karatepe / Herşey Çok Güzel / Hece Yayınları
Mihriban İnan Karatepe son kitabı Herşey Çok Güzel’de hayat savunusunu, yoksulları, ezilen kadınları, çocukların hayat dolu samimi dünyalarını gündeme getirir. Öykülerde, bireysel, toplumsal yaralara, acılara bakılır. Bir yandan bu insanların yönetimlerin kayıtsızlığı ve yanlışlığı altında ezilişleri bir yandan da toplumun yanlış bakışı altında çektikleri dramlar aktarılır.
Kitabın en temel vurgusu hayatın dışına itilmiş insanlardır. Bunların başında yoksullar, açlar, kıyıya vurmuşlar gelir. Kitaba da adını veren öykü “Herşey Çok Güzel”de işsiz, aç, hayata tutunma çabası içindeki Moldovalı anne-çocuğun bu sefalette bile hayatı güzelleştirecek çocuksu bakışı işlenir: “Çok güzelsin annecim sen, diyor. Herşey çok güzel.” “Yirmi Lira” yine yurtdışından gelmiş açlık içindeki insanlara olumsuz bakışın eleştirildiği bir öyküdür: “Getirdi bunları ülkeye, güya ki oy alacak, defolun gidin, gidinnn…” Kitabın en başarılı öyküsü “Sevgi Büyük”te, yatağa mahkûm ihtiyar kadın Sevgi Büyük’ün ailesi ve insanlar tarafından dışlanışı karşısında onu çok seven kedisi ve köpeğinin sahip çıkışı iç yakan bir kurguyla öyküleştirilir.
“Dinsel Hayat”, “Bir Bulut Kümesi”, “Kamâl”, “Cıkır Cıkır” öyküleri onun en başarılı olduğu çocuksu bakışın samimi ve sahih görünümleriyle oluşturulur.
Herşey Çok Güzel’in en ayırt edici özelliği her öykünün bir fotoğrafla verilmesidir. Mihriban İnan Karatepe bu fotoğrafları “gözü dinlendirmek”, “öyküye hazırlık” amacıyla kullandığını belirtir. Mihriban İnan Karatepe, Herşey Çok Güzel’de, küçük enstantanelerden dramatik, kalıcı sonuçlar üretirken, öykü sanatının da sonuçta bir ayrıntı sanatı olduğunu örnekler.
Ahmet Büke / İnsan Kendine de İyi Gelir / On8 Yayınları
Ahmet Büke İnsan Kendine de İyi Gelir’de, anne ve babasını kaybeden ve büyükbabası, büyükannesi yanında kalmak zorunda kalan kahramanımızın hayata tutunma çabalarını, sıcak mahalle ortamını, toplumsal ve sosyolojik olguları fon alarak seriyal öyküler olarak kaleme alır. Öyküler bir tefrika olarak yazılmıştır, birbirini takip eder ve kahramanları ile mekânları aynıdır. Ancak bu hâliyle bir roman değil bir öykü kitabıdır ve her bölüm kendi içinde bağımsız bir öykü formundadır.
Kitaptaki çocuksu, saf, samimi bakış, anlatımı zenginleştirir. Öykülerdeki safiyet vurgusu zıtlıkların da ortaya çıkmasını sağlar. Bu bakış açısıyla ironik, traji-komik olayları örnekler. Bu bakış hem acıları ortaya çıkarır hem de yumuşatır. Merkezde İzmir ve mahalleler vardır. Mahallenin sıcak, samimi ortamı ve yoksullar… Arka planda ise dev-yolcular, polisler, 12 Mart, Tariş olayları, baskılar yani Türkiye’nin sosyal, siyasal yapısı… Öykülerde büyülü gerçekliği çağrıştıran Márquez esintisi gözden kaçmaz. “Kırk Yetim Serçe Doydu” öyküsü kitabı en iyi özetleyen başarılı bir metin olarak iz bırakır.
Aykut Ertuğrul / İki Dünyanın Ustası / Dedalus Yayınları
Aykut Ertuğrul İki Dünyanın Ustası’nda arayış içerisinde olan, deneyci, yenilikçi bir tutum sergiler. Öykülerinde özellikle postmodern edebiyatçılarda gördüğümüz düş ve gerçeğin iç içe geçişi, oyunsuluk, gizem, ironi, öykünün yazılma serüveninin hikâye edilmesi yaklaşımları baskındır. Kitapta daha çok insanın evrensel durumlarına, çatışmalarına, yaralarına, açmazlarına bakılır. Kitaplar, hayatlar, efsaneler öykülerin merkezinde yer alır. Anlatmanın büyüsü, “kurmaca” öne çıkarılarak örneklenir. Öykü sonlarında anlatıcı ve kahraman ayrımı iyice ortaya çıksın diye sahneler konulur. Ölüler anlatmaya devam eder, kahraman kendi ölümünü izler. Öykülerde çarpıcı diyaloglar “saçma”yı ortaya çıkarırken ironi hep metinlere eşlik eder. Kitaplardan oluşan bir dünyanın hikâyesi iç içe sanki birbirinin devamı gibi aktarılır. Dede Korkut, Raskolnikov, Alparslan, Deli Dumrul, Zebercet aynı hikâyenin içinde yer alırlar.
Kitaba da adını veren “İki Dünyanın Ustası” öyküsünde, klasik edebiyatımızda gördüğümüz ruhani yolculuk biçimiyle, Habil-Kabil’den başlayarak, Nuh, İbrahim, İsmail, Yakup, Yusuf, Musa’nın izleri de sürülerek bir insanlık macerası anlatılır. Sevgi, inanç, zaman, hayat, kıskançlık, kibir, iktidar bu yolculukta hikâye edilir. Öykü fantastik, masalsı bir üslupla aktarılırken, bir öykünün oluşma serüveni postmodern tutumu çağrıştıran bir yaklaşımla metne geçirilir.
Öykülerinde biraz zihni karışık ve deli tipler, kahraman olma peşindedirler. Dolayısıyla gerçekliğin dışına çıkıp bambaşka bir dünyada gerçekliğin sembolleriyle oynarlar. Cinayetler, intiharlar, rüyada yaşamalar öyküleri kuşatır. Kahramanlar olağanüstü olaylara karışırlar, düş dünyasından, fantastik dünyadan seslenirler. Dünya, gerçekliğin dünyası değildir. Ortalıkta uzaylılar dolaşır, ölüler konuşur, zamanlar arasında yolculuk yapılır. Başka bir dünyanın atmosferinde de olsa sorunların her biri başörtüsü sorunu, kaçak işçi sorunu gibi günümüzde yaşanan dramlara denk düşen bir güncellik içerisindedir.
Köksal Alver / Bahane / İz Yayıncılık
Köksal Alver, öykülerinden, şehrin belirlediği insanlık hâllerine, dostluklara, kaybettiğimiz güzelliklere bakarak, oradan kalıcı, yaralayıcı olgular çıkarır. Şehir ve şehrin biçimlendirdiği insanlık durumları sosyolojik bakışın baskın olduğu küçük dokunuşlarla öyküleştirilir.
Bahane’deki öyküler, bildik tahkiye anlayışıyla değil, daha çok anekdotlarla, küçük fotoğrafların açılmasıyla oluşur. Klasik öykü anlayışının dışında, minimal öykü diyebileceğimiz bir tavır biçimle var olur.
Öykülerde genel olarak, modern hayat, kaotik ortam, doğaya aykırı yaşam eleştirisi yer alır. Erzurum ve çay, bir muhabbet ortamı, alanda bir heykel, tramvaydaki sessizlik metinlerin konusu olur. Kentsel dönüşüm projeleriyle, zenginlik hırslarıyla doğal yaşam katledilmektedir. Büyük şehir hayatının nasıl insan fıtratına aykırı bir hayat tarzını bünyesinde barındırdığı öykülerde işlenir.
Handan Acar Yıldız / İnatçı Leke / Hece Yayınları
Handan Acar Yıldız İnatçı Leke’de daha çok çağrışımlarla ilerleyen, felsefi göndermelerle yüklü bir öykü anlayışı sergiler. Sıkı örgülü, düşünce yüklü öykülerinde iç monolog, bilinç akışı, geriye dönüş, sembolik yaklaşım, soyutlama gibi anlatı yöntemlerini kullanır. Yalnızlık, acı ve sevgisizlik tüm öykülerin temel vurgularındandır. Her yaşta sevgisizliğe, adaletsizliğe itilmiş insanların dramlarına bakılır. Öykülerde incinmiş, kıstırılmış hayatların peşine düşülürken, dostsuz, kimsesiz, dayanaksız bu insanların topluma, çevreye ilişkin eleştirileri öne çıkar. Onun tipleri, kadın öykücülerce çokça yapıldığı şekliyle sadece ezilen, mutsuz, sevgisiz kadınlar değildir. Öykülerde yaygın bir karakter çeşitliliği vardır ve hayatın bir şekilde adaletsizliğine uğramış, çocuk, anne, baba her kesim gündeme gelir.
Yıldız, hayatın sıradan bir gününün sıradan bir ânını değil, insanın hayatın en uç noktasında yaşadığı olağanüstü hâlleri, bir yıkımı, bir bozgunu giderek onun sarsıcı, çarpıcı ânını hikâye eder. Öykülerinde yaşananların en sert, en acımasız anlarına eğilirken bu anların dramatik etkisini kaleme alır. İnsanın yaşadığı çelişkilerin üzerine giderek orada derinleşmeye çalışır, insan ruhunun istekleriyle hayatın gerçekleri arasındaki mesafeleri vurgular. Tüm öykülerde, kırık, lirik ve giderek eleştirel dil baskındır. Ama bu tipler tümüyle teslim olmuş, yenilgi içinde değildirler. Bir şekilde başkaldırırlar. Öykülerde böyle baskı, boğuntu, kıstırılmış yaşamlar ve çıkışsızlık sıklıkla işlenen temalar olmasına rağmen melodramatik bir dil tercih edilmez. En sarsıcı dramatik insani durumlarda bile yalın, sakin, serinkanlı anlatım korunur.
Handan Acar Yıldız, modern öykünün imkânlarını kavramış, duygu ile düşünceyi aynı metinde kaynaştıran, daha çok içe doğru zenginleşen yaklaşımıyla öykü türünün parlak örneklerini verir.
Hasibe Çerko / Leyla / Büyüyenay Yayınları
Hasibe Çerko Leyla’da betimlemenin şiirsel, ayrıntıların çağrışım, kapalı anlatımın merak gücünü değerlendirir. Düşünce ağırlıklı öykülerde bile bireysel dramlar öne çıkar. İnsanın kişisel dramı toplumsal yapı içinde ele alınır. Hayatı anlamlandırma çabaları, yalnızlık ve acı etrafında dönen duygusal ağırlıklı öyküler akışkanlık, yoğunluk, bütünlük içinde var olurlar. İnsanlar arasındaki iletişimsizlik, kıyıcılık, merhametsizlik iç burkan bir derinlikle işlenir. Duyarlıkları iyice incelmiş bu kahramanlar kaba dünyada kendilerine ait bir yer, yurt bulamazlar. Kırılgan yapılarıyla kaçınılmaz olarak yalnızlığa sürüklenirler.
Öyküler dış dünyaya değil, iç dünyalara doğru derinleşir. Bu da kaçınılmaz olarak metinleri bir yüzleşme, içte derinleşme ve imgesel anlatıma götürür. Kitap, sembolik, kapalı, iyiden iyiye yoğunlaşmış duygu parçacıklarına tutunmuş, ritim, şiirsellik ve akışkanlığa yaslı bir öykü anlayışını yansıtır. Zaman zaman bir olayın varlığı değil, dilin güzel kullanımı ve akışkanlık alır götürür okuru. Diğer yandan öykülerdeki felsefi derinlik, çok katmanlı anlatım, zihinsel gel-gitlerle oluşması coşkulu bir anlatımı doğurur. Anlatıcı, gözünü zaman zaman doğaya, insan dışındaki canlılara çevirerek iki dünya arasındaki örtüşmüşlüğü ve birbirini izah eden durumları hikâye eder. Gerçeği çıplak görüntüsüyle, doğal ve tanımlanabilir hâliyle değil metaforik veya simgesel hâliyle anlatır.
Anlatma sorununu aşmış, dili akıcı ve duyarlı kullanan bir öykücü kimliği sergileyen Hasibe Çerko bu nitelikli öykü birikimiyle dönüp dönüp okunmayı hak eden oldukça başarılı bir öykü dünyası yaratmıştır.
Bahtiyar Aslan / Cennetin Son Saatleri / Ötüken Yayınları
Bahtiyar Aslan’ın Cennetin Son Saatleri 2015’in nitelikli kitaplarından biri. Bahtiyar Aslan, gizemli, üstü örtük, lirik bir dille kurar öykülerini. Anlatıcı ile kahramanın gerçek ile düşlerin iç içe geçtiği bir anlatıma yaslanan öykülerde dil ustalıkla kullanılır. Coşkulu, destansı, lirik anlatımda zaman zaman anlam belirginleşmez, anlatımın temel vurgusu öne çıkmaz. Öykülerde bir belirsizlik hâkim olur. Kimi öyküler, iyi bir dille kotarılmış ancak anlamı örtülmüş metinler olarak durur. Anlatıcı, anlattığı şeylerin, bir hikâye, durum, olay olarak somutlaşmasını istemez, derinlikli güçlü cümlelerle oluşturulmuş bir metin olarak kalmasını ister. Öykülerde zaman zaman da anlatı sorunları tartışılır, rüya anlatım devreye girer.
Bahtiyar Aslan, tematik olarak ise yitip gitmiş güzelliklerin, kayıpların ardından, lirik söyleyişlerle kurar öyküsünü. Aşk, ölüm, zaman, kaybedişler öykülerin ortak temalarıdır. Öyküler hep bir kaybın arkasından yaşanan iç çekişleri gibidir. Bu anlamda öyküler tema olarak birbirine benzer. “Mırza’nın Deresi”nde, bir aşk yolculuğu, “İlmek”te, bir intihar anı ustalıklı bir kurgu ve yapı ile öyküleştirilir. “Köpük”te bir ölüm anı coşkulu bir lirizmle hikâye edilir. Bahtiyar Aslan “Fotoğrafta Görünmeyen Melek”te aslında silaha hiç el sürmemiş ama parmaklarını silah gibi doğrulttuğu herkesi öldüren kadını, usta işi bir anlatımla öyküleştirir.
Selvigül Kandoğmuş Şahin / Kırık Zamanlar / Okur Kitaplığı
Şahin, bu kitapta yakın/gündelik siyasi olaylara eğilir. Bu öyküler her ne kadar aktüel olaylara yaslansa da insan merkezli ve hüznü, acıyı aktarır.
1. Bölüm’deki öyküler Gazze, Mısır odaklı öykülerden oluşur. “Esma’nın Göğsünden Uçan Kuşlar”da, Mısır’daki darbe sonrası Rabia Meydanı’nda yapılan gösteri sırasında öldürülen Esma’nın duyguları, Musa, Yusuf Peygamber göndermeleri ile direniş ve umut kavramları etrafında örülür. “Furkan… Akarken… Gazzeli… Yetim… Avuçlara… Furkan… Akarken…” öyküsünde de Mavi Marmara gemisinde İsrail askerleri tarafından katledilen Furkan Doğan’ı hikâye eder. “Esenlik Yurduna” öyküsünde Gazze’de öldürülen çocukları, “Mülteci Çocuğun Rüyaları”nda, mültecilik sorununu, “İnşirah’a Uyanmak”ta, benzer bir bombalama olayını anlatır.
2. Bölüm’deki öykülerde içeriye döner ve insanlık hâllerine bakar. “Asansör” öyküsünde, asansörün bozulması neticesinde orada kalan insanların kendileriyle yüzleşmesi, “Kırık Aynalar”da “Dönüş”te kavuşamamış sevgilileri, “Zülal’ın Gözleri Siyah”, “Ben Zülâl”, “Cennet” başörtüsü sorununu gündeme getirir.
Akif Hasan Kaya / Uzun ve Lacivert Günler / İz Yayınları
Akif Hasan Kaya genel olarak öykülerinde, büyük olaylar, savaşlar içindeki insanların dramlarını, acılarını öyküleştirir. Ölüm karşısındaki insanın kayıtsızlığını, kaybedilen güzellikleri ve ezen-ezilen ikilemini öyküsüne taşır.
Öyküde, olay ve hikâyeyi önemser, öykülerini bir olaya, ele avuca gelir bir hikâyeye yaslar. Ölüm hep merkezdedir. Öldürmenin, ölümlerin sıradanlaştığı çatışma ortamlarında kahramanları çocukluklarıyla, hayatla yüzleştirir.
Akif Hasan Kaya, öykülerini, çevremizde sürekli tanıklık ettiğimiz, gazetelerde okuduğumuz, televizyonda seyrettiğimiz, “yaşanmışlıklar”dan seçer. Anlattığı olaylar, insanlar, gündeme, güncele sıkı sıkıya bağlıdır.
Akif Hasan Kaya, ilk iki kitabındaki duyarlıkları bu kitabında da sürdürür. Yoksullar, dışlanmışlar, ezilenler onun öyküsünün kahramanları olurlar. Aktüel, siyasal olayları öyküsüne taşır. Grizu patlaması sonrası ölen insanlar, iş kazasında ölen inşaat işçisi, savaş mağdurları, faili meçhul cinayetler onun diğer gündeme getirdiği temalar olur.
Esra Demirci / Kıyı / Hece Yayınları
Uzun süredir öykülerini dergilerde izlediğimiz Esra Demirci’nin ilk öykü kitabı Kıyı, Hece Yayınları arasından çıktı. Esra Demirci, öykülerinde, incelikli insanların kırılgan dünyasına eğilirken hayatı anlamlandırma çabaları, yalnızlık ve acı ana temaları olur. İnsanlar arasındaki iletişimsizliği, yabancılaşmayı öne çıkarıp bu kopuşun perde arkasını tartışır. Bütün bunları öykülerken de çağrışımlarından beslenen, daha çok sessiz, içe, derine doğru genişleyen bir anlatımı tercih eder. Öyküler, küçücük olaylar etrafında başlar; bilinçaltı, zihinsel göndermelerle halka halka genişler, derinleşir. Buralarda anlam daha çok, küçük ayrıntılara gömülürken, yüzeyde, anlatılan olayda fazlaca bir hareketlilik olmaz. Her şey olup bitmiş, olup bitmiş olan şeylerin görüntüsü, izlenimleri ve kararı öyküleme anına yansımaktadır. Bu anlamda onun öykülerinde ucu açık sonlar, parçalılık, tamamlanmamışlık bir biçimsel tercih olarak ortaya çıkar.
Atmosfer yaratmada, sahne kurmada, karakter çizmede başarılıdır. Anlatımda yapaylığa düşmeyen, satır satır, özenle örülen bir yapı inşa eder. Öyküleri sıcak, içten, inandırıcıdır. Olağanüstü olaylara başvurmadan, sıradan durumların insanlardaki izlerine eğilir. İç konuşmayı kullanışlı bir anlatım imkânı olarak değerlendirir. Anlatıcı hikâyeyi anlatırken, her olayı, her hareketi, her söylenen sözü, içinin derinliklerinde, bilincinde enine boyuna tartışır. Bu tutum da onun daha rafine daha sahici ve daha etkili bir anlatımı yakalaması sonucunu doğurur. En sarsıcı dramatik insani durumlarda bile yalın, sakin, serinkanlı anlatımını korur. Acıklı, dokunaklı hayat hikâyelerini ironinin gücünden yararlanarak hafifletip, yumuşatır.
Esra Demirci, Kıyı’da, naif, küçücük enstantanelerle bütün bir hayatı kuşatacak sahneler kuruyor ve oradan bir fotoğraf aktarıyor. Sessiz, gürültüsüz içe işleyen sahnelerle okuru yeni bir dünyaya çağırıyor. Bu sahneler elbette daha sonraki öykülerde gelişecek, zenginleşecek, çoğalacak. Bu nedenle ısrarlı olması hâlinde Esra Demirci kalıcı bir öykücü olacak.
Arda Arel / İp Cambazı Değil Silahşor / Dedalus Yayınları
Arda Arel’in öykülerini açıklayacak anahtar kelimeleri şöyle sıralamak mümkündür: Kurmaca, rüya, Oğuz Atay, Borges, metinler arasılık… Onun öykülerinin büyük çoğunluğu, üstkurmaca özellikleri taşır. Kurgu içinde kurgu, okuru öykünün yazılış sürecine ortak etme, başka metinleri öykülere dayanak yapma (metinler arasılık) anlayışı öykülerde baskın yaklaşımlardır. Öykülerde postmodern yaklaşımlar baskındır. Metinlerde anlatıcı sürekli devrededir. Bakış açısı değişir, başka bir anlatı, metnin sorunsalı olur. Geleneksel anlatıcı, tanrısal bakış kaybolmuştur. Metin âdeta okurla birlikte kurgulanır. Yazar, okuduğu metnin bir kurmaca olduğunu sürekli okura hatırlatır ve yazma sürecini metninin temel sorunsalı yapar. Tüm öykülerinde “kurmaca” olayını tartışan yazarın bu deneysel örneklerini de yeni anlatım olanaklarını zorlama çabası olarak nitelemek gerekir. Çünkü o öykülerinin tümünü, yazı, yazmak ve edebiyat temaları üzerine oturtur.
Arel’in öykülerinin açıklayıcı kelimelerinden biri rüya öykülerdir. Rüya kavramı genellikle Borges ile ilişkilendirir. Bilindiği gibi Borges’in öykülerinde rüya düşüncesi geniş yer tutar. Pek çok öyküsü rüya dilinin fantastikle bütünleşen atmosferinde yer alır. Öykü kişileri için, rüya bir yol gösterici, bir rehberdir. Borges, kimi metinlerinde neredeyse olduğu gibi rüyalarını yazdığını belirtir. Sadece inandırıcı hâle getirmek için birkaç ayrıntıyı değiştirmiştir.
Borges, Canetti, Calvino, Kurt Vonnegut, Oğuz Atay esintileri ve metinler arası göndermeler öykülerde yer bulur. “İp Cambazı Değil Silahşor”da, Oğuz Atay’ın “Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya”yı yeni bir öyküye dönüştürür. “Düşgörü”, tümüyle Borges’e yaslanan bir düş öyküsüdür. Bunun yanında “Ekim-Krakow’a Yolculuk”, “Leoparlar Gece Avlanır” diğer rüya öykülerdir.
Ertuğrul Emin Akgün / Hepimizden Korkuyorum / Dedalus Yayınları
Dövüş Klubü’nün kahramanı Marla’dan, Oğuz Atay’ın kahramanlarına, öykücü arkadaşları Arda Arel’den Aykut Ertuğrul’a sonra filmlere, romanlara, Marmaray’a, oradan A’mâk-ı Hayâl’e uzanıp bir modern hayat dili, film dili, zaman zaman da deneysel bir üst dil ile öykülerini oluşturan Ertuğrul Emin Akgün, arayış içerisinde olan, deneyci, yenilikçi bir tutum sergiler. Öykülerinde özellikle postmodern edebiyatçılarda gördüğümüz düş ve gerçeğin iç içe geçişi, oyunsuluk, gizem, ironi, öykünün yazılma serüveninin hikâye edilmesi yaklaşımları baskındır.
Öyküler, postmodern metinlerde gördüğümüz zamanlar arası yolculuk, gerçeğe duyulan kuşku ve metinler arasılık, oyun gibi öğelerle var olur. Bolca metin aktarımları, isimler, romanlara göndermelerle bilinç, bilinçaltı iç içe geçmiştir. Edebiyatın “oyun” yanı öne çıkarken anlatma sorunları hep öyküsünün merkezindedir.
Naime Erkovan / Ay ve Güneş Kumpanyası / Şule Yayınları
Naima Erkovan, Doğu’nun ve Batı’nın mitik karakterlerini karşı karşıya getirir, mekânlarını değiştirir. Masalların fantastik dünyasından, geleneksel anlatılardan ve kahramanlardan gündeş verimler devşirir. Robin Hood, Noel Baba, Sinbat ve Leyla hikâyelerde yer bulur. Kurmacanın gücüyle Doğu’yla Batı efsaneleri birbirine karışır: “Ruhbanlar tir tir titrerken ve Dede Korkut ellerini huşuyla yüzüne sürerken Vatikan’ın kubbesinden büyük bir taş düştü mihrabın önüne. O günden sonra savaşların rüzgârı yön değiştirdi. Türk boyu, yeniden ayaklandı.” Tüm öykülerinden fantastik ile ironin çarpıcı etkisini öyküsüne taşır: “Eğitimli maymunlar, karaltının bir halı ve tehlikesiz olduğunu bildirdiler merkeze. Emir geldi: İndirin o uçan halıyı…”
Osman Cihangir / Hiçbir Zaman Yeterince Deliremeyeceğiz / İz Yayıncılık
Osman Cihangir, Hiçbir Zaman Yeterince Deliremeyeceğiz’de, özellikle kurguyla oynayan, parçalı, göndermeli, çağrışımı bol bir öykü anlayışını benimser. Gündelik hayat, sinema, ironik durumlar, fantastik, gerçeküstü yaklaşımlar öykülerde baskındır.
Kitabın ilk öyküsü “Hasar Sözlüğü”, oldukça parlak, zekâ ürünü kurguyla oluşturulur. Bir araba alma olayı, sözcüklerin peşinden gidilerek bir hayat yorumu olur ve hikâye edilir. “Para(doks)” ise sadece kayıtlardan yola çıkılarak para tutkusunu anlatır. Kitaba da adını veren “Hiçbir Zaman Yeterince Deliremeyeceğiz”de de öykü yazma serüveni aktarılırken bizzat öykünün kendisi yazılır. Araya Japonca kelimeler konur: “Araya Japonca kelimeler koyarız güzellik olur.”
Kitabın diğer öykülerinde, lego adamları, ejderhaya dönüşen insanları, geleceği gören insanları öyküleştirir. Osman Cihangir, Aykut Ertuğrul, Arda Arel, Ertuğrul Emin Akgün üçlüsüne eklenen yeni, parlak bir isim olur.
Suzan Bilgen Özgün / Yıldızlara Bakıyor Bazılarımız / Dedalus Yayınları
Suzan Bilgen Özgün, Yıldızlara Bakıyor Bazılarımız’da, kaybolmuşluk, unutulmuşluk izleği etrafında öykülerini kurar. Görülmeyen, yok sayılan, geçmişin yaralarıyla günübirlik işlerle ortalıkta dolaşan kahramanlar, sürekli kaybolurlar, dışarıda, içlerinde yiterler.
Bu kahramanlar yaşanan hayata bir türlü sokulamazlar, içlerinin derinliklerinde olup bitenleri ise kimse anlayamaz. Dışarıdakiler de onu fark edemez. İnsanlar arasındaki iletişimsizlik, sevgisizlik, vefasızlık ilişkiyi de hayatı da çekilmez kılar. Bu nedenle, anlayışsız, acımasız dünyada herkes yalnızdır, evli kadınlar, yetiştirme yurdundaki çocuklar, sevgililer, herkes… Durmaksızın düşerler ya da şaşkın şaşkın dışında durdukları dünyayı seyrederler.
Suzan Bilgen Özgün öykülerinde büyük olaylardan çok, küçük enstantanelere, fotoğraflara yoğunlaşır. Buradan hayatı yorumlayan sonuçlar çıkarır, yenik hayata örnekler verir. Dili özenli kullanırken, dramatik örgüde başarılıdır.
Nilüfer Altunkaya / Sevgili Yalnızlık / Alakarga Yayınları
Nilüfer Altunkaya Sevgili Yalnızlık’ta, sembollerle, metaforlarla, çağrışımlarla çocukların gözünden umutlar ve hayatın gerçeklerini hikâye eder. Şiirsel dil, etkili anlatım ve kuşatıcı atmosferle yılın en iyi kitaplarından birine imza atar. Altunkaya, duygu yoğun bir anlatım tercih etmesine karşın melodramın tuzağına düşmez. Acı, yalnızlık, hüzün estetik bir dille aktarılır.
Örgü, tren, yıldız gibi tüm metinlere yayılan metaforlarla oluşturulan öyküler kitapta bir bütünlük oluşturur. Şiirsel dil ise coşkulu bir anlatımı doğurur. Özellikle “Avlu” öyküsü, iyi bir öykünün bütün özelliklerini yansıtır.
Ayşe Akaltun / Hüzünlü Kadınları Seviniz / NotaBene Yayınları
Ayşe Akaltun Hüzünlü Kadınları Seviniz’de, dışarıya, kıyıya vurmuş hüzünlü kadınların hüzünlerinin nedenlerine bakıp, dünyalarını, duygularını hikâye eder. Onun kahramanları hep yenik, dışarıda ve hayata tutunamamıştır. Bu kadınlar bir şekilde sömürülmekte ya da olumsuz toplumsal koşullar nedeniyle birey olamamıştır. Özellikle kahramanların hayat kadınlarından seçilmesi, az bilinen bir dünyaya kadın bakışı kitabı önemli kılar.
Akaltun, özenli, derinlikli, coşkulu bir dille lirizmin imkânlarından yararlanarak ritmik bir biçim tutturur.
Ayşegül Kocabıçak / Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları / NotaBene Yayınları
Ayşegül Kocabıçak, Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları’nda, hayat karmaşasında, bozuk düzende bir şekilde hayata tutunamamış, dışarıda kalmış, yenik insanların dünyasına eğilir. İlk bölüm “Sessiz Çocuklar”da, mutsuz, yalnız çocukların acılarını örnekler. “Olmaz mı”da, maden faciasında ölen babasının acısını yaşayan çocuk anlatılır. “Köpük”te, bir çocuğun safiyeti üzerinden duygularını aktarır. “Erik”te, yine küçük bir çocuğun ağzından evden kaçan kızlar, mutsuz anneler gündeme getirilir. “Boşver”de, aile içindeki mutsuz çocuklar örneklenir. İkinci bölüm “Dilsiz Anneler”de annelere eğilir. Hapishanedeki çocuklarının, koca evinde dayak yiyen kızlarının, mutsuz, yenik çocuklarının acısını yaşayan annelerin dünyalarına bakılır. Dedikodu yüzünden anneler intihar eder.
Kitap bir anlamda tematik bir bütünlük içindedir. Böylece okur öykülerden kopmadan bir bütünlük içinde kitabı okur. Öykülere genel olarak bakıldığında Kocabıçak’ın olgun, tamam diyebileceğimiz öykülere epey yaklaştığını, ısrarlı olması hâlinde öyküde kalıcı olacağını söyleyebiliriz.