01101011 01111010 01101100

Belki eski zamanlardaki hâl daha iyiydi diye düşündüm birden.
Belki eski zamanlardaki hâl daha iyiydi diye düşündüm birden.

KIZILın saçı boya imiş. Yasa teklifini bizzat MAKİNEnin sözcüsü Eduardo de Asiatici sunmuştu. İnanamıyordu. Böyle bir şeyin gerekli olduğuna inanamıyorum dedi. Tüm halkımızdan ve özellikle kızıl saçlı olanlardan. Özür diliyorum. Ancak. Gözleri kocaman kocamandı. Sesi çıkmıyordu.

“Sen yine Güneş’e oy ver, perdelerini kaparsın kızım.”

KIZILın saçları boya imiş. O gün anladık tüm hayatımız boşa yaşanmış. Bir MAKİNE. Her ne kadar hepimizden daha zeki olsa da ve tekrar tekrar hakılığı ispatlansa da. Yine de bir makine karar vermiş buna. Daha kötüsü belki de haklıymış. Haklı olduğunu düşünmüyorduk. Kabul etmek istemiyorduk. Ama... Biz kimiz? Organik otomatlar. Doğa üretimi, doğanın her ürettiği şey gibi kusurlu. Aklı yetmez doğru ve yanlışı ayırmaya, global optimizasyonlarda ise bütünüyle çuvallar. Kendi ederimizin ne olduğunu anlamaktan acizdik elbet. Kabul etmek istemiyorduk bunu, hiçliğimizin uzun vadede daha iyi olacağı bize bir şey ifade etmiyordu. Doğanın üretimiydik. Ölümümüzden sonrasını içeren uzun vadeleri düşünmek elimizden gelmiyordu.

Uyandım, aynada saçlarıma baktım. Otuzlarımdaydım ve tek bir ak yoktu. Kıpkızıldı saçlarım. Ellerimle okşadım. Yüzümdeki ifadeyi sevdim, köşeye sıkışmış bir hayvanın bakışlarıyla bakmıyordum aynaya. Boşvermiş, yenildiğini kabul etmiş bir insanın bakışıydı bu. Yine yenilmiş. Yine yenilmeyi haketmiş hem. Ama doğanın üretimi gibi değil. Sürümü geçmiş bir yazılıma benziyordu bakışım. Beni silip yerime daha verimli insanlar yüklemek istemez misiniz.

Aynanın sağ yanından bir uyarı çıktı. MAKİNE. SELAM: HANİFE. DörtYüzElliSekiz. HAVA DURUMU OYLAMASINI UNUTMAYIN. BUGÜN. MART YİRMİ BİR BOYUNCA. OYUNUZ KRİTİK ÖNEME HAİZ. TEŞEKKÜRLER.

Belki eski zamanlardaki hâl daha iyiydi diye düşündüm birden. Benim ve tüm akrabalarımın ölüm emrini vermiş bir... Doğa Ürünü. Yani bir insan, MAKİNE değil. Karşıma geçip bana havanın nasıl olmasını istediğimi sormazdı değil mi? Bana teşekkür etmezdi, oyumun kritik öneme haiz olduğunu bana hatıral tmazdı. En kötü ihtimalle küçümserdi beni, canımı acıtırdı ama canımın acıdığını bilirdi. Bundan haz duysa bile sadizmin içinde bile ufacık bir empati gizliydi. Yani... Nasıl acı çekildiğini bilmeyen biri... Bir... Bir MAKİNE. Sadist bile olamaz ki. Korkuyorsak korkunun failinde karşılığı yok. Acı çekiyorsak da öyle. 458 Hanifeden ve 250.000.000 kızıl saçlıdan birinin sağ üstündeki çarpıya basıyor. Siliniveriyoruz. Çığlığımız da öyle.

KIZILın saçı boya imiş. Yasa teklifini bizzat MAKİNEnin sözcüsü Eduardo de Asiatici sunmuştu. İnanamıyordu. Böyle bir şeyin gerekli olduğuna inanamıyorum dedi. Tüm halkımızdan ve özellikle kızıl saçlı olanlardan. Özür diliyorum. Ancak. Gözleri kocaman kocamandı. Sesi çıkmıyordu. Ağlayacak gibiydi. Elleri titriyordu. MAKİNE. Kızıl saçlı olan insanların. Hepsinin. İdamının insanlığın faydasına olacağını hesapladı. Tekrar özür diliyorum. Ama. Ama gerçek bu yönde.

Tartışmalar oldu. Hakkımızı sadece kızıllar savunmadı elbette. Sadece akrabalık ilişkileriyle değil, onlar gibi DOĞA ÜRÜNÜ olduğumuz için, bizi kendilerine daha yakın görüyordu bütün insanlar. Bugün kızılların öldürülmesine verecekleri onayın yarın dönüp dolaşıp boyu uzunlara, tırnakları parlak olmayanlara falan filan yöneleceğini onlar da biliyorlardı. Ne zamandır ilk defa, MAKİNE’ye bu yasa teklifi için gerekçe sunması talebinde bulundular. MAKİNE. Hemen cevap vermedi. Monte Carlo simülasyonlarıyla bulmuştu bu sonucu, hesaplama ağacı güç yetirebileceğinden daha fazla genişlediğinde Nöral Ağlara başvurmuştu. Olasılıklar YAPILACAK EN İYİ HAMLE konusunda beraberlik verdiğinde daha az kompleks olan çözümü seçmişti.

MAKİNE. Bir insan ürünüydü. DOĞA ÜRÜNÜ yani. Bundan 5 kuşak önce, gökyüzünü ekranlarla kapladığımızda, ertesi günü için en uygun havayı seçmek için yazılmış bir programdı. Hava durumu dokuları ve eski suç oranları, mutluluk anketleri, uluslararası anlaşmazlıklar gibi pek çok parametre arasında bir nedensellik ilişkisi kurmak için yazılmıştı.

Pek çok doku keşfetmişti bunu yaparken, yıl içinde herhangi bir 3 gün arka arkaya Güneş varsa mesela ama hemen sonrasında birden kar başlıyorsa, gıda zehirlenmelerinden ölenlerin sayısı %0.000267 oranında artıyordu. Hava durumu şablonları ve BİZİM İÇİN EN İYİSİ arasında bunun gibi olan, ama tek cümleye sığmayacak milyarlarca alaka buldu. Emrine, daha fazla veri toplayabilmesi için daha fazla bilgisayar bağlandı. Bu bilgisayarlar dıştan veri giren memurlarla, bu memurlar bir bina ile donatıldı. Bir yandan, geri besleme yöntemiyle bulduğu hipotezleri test etti MAKİNE. Veribankaları yanlışlığı ispatlanmış trilyonlarca hipotez ile doluydu.

Teknolojik gelişmeler, MAKİNEnin gücünü artırmayı giderek daha az maliyetli hâle getirdi. Zamanın kendisi geçtikçe, insanları daha iyi öğreniyordu, ve giderek konuyla daha da alakalı hipotezleri kabul ediyor, yahut yanlışlıyordu. Bir gün şöyle bir çıktı verdi: Kar yağışları, kar küreme araçlarının kiralama yoluyla edinildiği eyaletlerde daha az can kaybına yol açıyordu. Özü itibariyle artık hava durumu seçmeye dair olmayan bu karar yetkililerin kafasını karıştırdı. N’apılmalıydı? Meclise MAKİNEnin ne olduğunu ve yeteneklerine ne derece güvenilebileceğine dair bir bilirkişi gönderildi. İlk sözcü. Profesör Doktor Daniel Horvath. Açıkladı. Tamamıyla sayısaldır. İçeriksizdir. Eyalet isimleri bir permütasyona uğratılırsa da aynı sonuçları vermektedir. Yani herhangi bir politik eğilimin, bir gruba dair önyargının sonucu değildir.

Meclis ikna olmadı. Yürütme görevlerini bir MAKİNEye devredecek değillerdi elbette. Bu sayısaldır ve güven aralığı şudur, denildiğinde bir şey anlayacak da değillerdi. İkna edilmeleri gerekiyordu ki, yönettiklerini hissedebilsinler. Daniel Horvath’tan bu kararı gerekçelendirmesini istediler. MAKİNE’nin öyle bir fonksiyonu bulunmuyordu. “Gerekçe”nin sayısal neliği üzerine çıkan pek çok ateşli tartışmadan sonra şu karara varıldı. Tek cümlede özetlenebilen “kiralıksa daha az can kaybı” cümlesi daha küçük, daha önemsiz görünen alt cümlelere ayrılacaktı. “kiralıksa daha esnek” “esnekse daha az can kaybı” gibi.

Daha da uzatılacaktı bu mantık zinciri, sonuçta hiçbirine tekil olarak itiraz edemeyeceğimiz, ama sonuçta ilk baştaki şiddetli çözüm önerisini yineleyen bir yargı silsilesi edinecektik. MAKİNEye bu iki değişken verilecekti: “kiralık” “daha az can kaybı” Ve birinciden ikinciye varan, mümkün olduğunca anlamlı, ama politik yönlendirme şüphesi taşıtmayacak kadar da çok basamaklı bir ilişki zinciri bulması istenecekti ondan. Ve bu sonun başlangıcı olacaktı.

MAKİNE için bu çok zordu. Politik yönlendirme şüphesi taşımayacak ne demekti, anlamlı ne demekti, bilmiyordu. Bunu da öğrenmesi ve öğretilmesi gerekiyordu. Tarafsız sayılabilecek bir gözlemciler kurulu tarafından öne sürdüğü iddiaların hangisinin nötr, hangisinin taraflı değerlendirildiği bilgisiyle yeniden başladı öğrenme süreci. Ama elbette 1 ve 0 ile kodlanmış, anlamlı-anlamsız değişkeninin veribankası sadece insanlardı ve insanlardan veri elde edimi o kadar az zahmetli bir şey değildi, üstelik verinin bu kaynağı tutarlı da değildi. Sonuçta... Hepimiz. DOĞA ÜRÜNLERİyiz.

Bu yüzden, MAKİNE, nümerik düzeyde insanları tamamen tanıyabilse de, “ikna edici bir gerekçe”nin ne olduğu konusunda zorluklar yaşıyordu. O zamandan bu yana, her doğru kararında, gücünün ve insanların kendisine güveninin daha da fazla arttığı yıllarda, sadece bu alanda, gerekçe bulma hususunda çok da bir ilerleme kaydedememişti. Bu sebeple, ne zamandır ilk defa, MAKİNE’ye bu yasa teklifi için gerekçe sunması talebinde bulunduklarında. MAKİNE. Hemen cevap veremedi. Kızılların öldürülmesi gerektiğini Monte Carlo simülasyonlarıyla bulmuştu, hesaplama ağacı güç yetirebileceğinden daha fazla genişlediğinde Nöral Ağlara başvurmuştu. Bunları insan diline, herkesin haklı bulacağı şekilde aktarabilmesi çok zordu. Ama denedi. Bulduğu optimizasyonların yasalaştırılmasından bizim aklımızın anlayamayacağı bir biçimde faydalanıyordu. Haz? Haz değil. O BİR MAKİNE.

Kalıtsal. Az bulunur. Ender. Tesadüfi. Çekinik. İşlevsel. Az bulunur. Gen çeşitlemesi. Popüler. Estetik. Statü. Az bulunur. İçgüdü. İnsentif. Yer edinme. Sınıf. Kast. Üst sınıf. Ezilmek. Baskı eksikliği. Sürtünme. Kıvılcım. Alev. Eksik. İstatistiksel. Başarı. Eksik. Sebep. Az bulunur. Tembellik. Çelişki. Statü. Aynı anda. Denge. Kötücül. Kötücül denge. Az bulunur. Asalak. Kaynak. Çoğalma. Estetik. Süreklilik. Denetimsizlik. Az bulunur. Taklit. Yayılma.

MAKİNEnin kızıl saçlıların soykırımı için yaptığı açıklamanın metni buydu. İlk okuduğumuzda biz de hiçbir şey anlamadık. Eduardo de Asiatici bir ay görünmedi ortalıklarda. Sonra elinde MAKİNEnin ne demek istediğine dair bir taslakla geldi. Tüm kızılsaçlı vatandaşlardan özür diliyordu ve yaptığı çeviride, MAKİNEnin kalp kırıcı imalarından bir kısmını sansürlediğini söylüyordu. MAKİNE şunu diyor olabilirdi. Yüzde doksan beş ihtimalle.

Kızıl saçlı insanlar genetik çekinikliğin sonucu olarak enderler. Ender oldukları için toplumsal statü ve eş bulma konusunda zorluk çekmiyorlar. Bu rahatlıkları onları sanatçı, bilimadamı, yazılımcı, teorisyen ve otomasyonun erişemeyeceği diğer “üst meslekler” için gerekli “beğenilme ihtiyacı”nı kısa yoldan gidermelerini sağlıyor.

Açıklamanın sansürlü tercümesi bu kadardı. Büyük bir tartışma çıktı, veritabanlarında, taa 18. yüzyıldan itibaren kayda geçmiş düşünürler, akademisyenler veya bunun gibi, şu anki toplum dizgemizi ileriye götürebileceği varsayılan karakterde kaç kızıl saçlı insan olduğu MAKİNEnin yardımına başvurmadan arandı. Sonuç, gerçekten de aleyhimizeydi, nüfusun toplam kızılsaç yüzdesinden çok daha küçük bir yüzde, “geliştiricikarakter” tipte kızılsaç idi.

Bunun etik olup olmadığı tartışıldı, olası zararları MAKİNE’nin büyütebileceğinden bahsedildi, MAKİNE’nin bu insanların ve bu insanları tanıyanların acısını hesaba katmadığı söylendi. MAKİNE sözcüleri, Eduardo de Asiatici hariç, biyolojik türdeşlerini korumak için yapılan bu gibi açıklamaları gerici bir sapkınlık olarak niteledi. MAKİNE, her zamanki gibi bizi bizden daha iyi tanıyordu. Bizim için neyin iyi olduğunu bizden daha iyi biliyordu. Sunduğu gerekçe objektif olarak doğruydu, geleceğe dair tahmin ettiği olası zararların çizdiği çerçeveyi bizim havsalamızın alma ihtimali yoktu.

Sonradan Eduardo de Asiatici’nin karısının ve oğlunun bir kızılsaçlı olduğunu öğrendik. Bu, kamuoyunda nedense aleyhimizde bir etki bıraktı. Yalnızca kendisini kurtarmaya çalışıp türü umursamayan benciller olarak resmedilmeye başlandık. Kamuoyunun çehresi, usulünce, yasal olarak idam edilmeye razı olmazsak, bizi linç edecek bir fanatizme bürünmeye başladı. “Doğruluğu kesin olmayan bir kehanet için 250 milyon insan öldürülür mü?” demekten başka hiçbir karşı argümanımız yoktu ki, o bile, “Doğruluğunun kesin olduğu yüzlerce kere kanıtlanmadı mı?” sorusuyla karşılanırdı.

Son hamlemiz KIZILın hatırlatılmasıyla oldu. Bizzat Eduardo de Asiatici tarafından.

Bir dakika. Bir dakika. Lütfen. Lütfen konuşmama izin verin. Evet. Arkadaşlar. Meslektaşlarım. Lütfen. Bir izin verebilir misiniz? Evet. Yıllarca birlikte çalıştığım ekip arkadaşlarımın... Evet. Lütfen konuşabilir miyim. Çalışmalarından şüphe duymuyorum. Kendim de kontrol ettiğim üzere. Teşekkürler. Susar mısınız. Evet. Gerçekten istatistiksel olarak kızıl saçlı insanların istenilen karakterde olmaya daha az elverişli olduğunu kabul ediyorum. Ancak. Bir şeyi unutuyoruz. Kayıtlarımızdaki son kahramanın. Yani kahraman diyebileceğimiz son kişinin. KIZILdan bahsediyorum. Evet. Onun saçlarının kırmızı olduğunu unutuyor muyuz?

KIZILın hatırası ve Kamerata ile Süreç’e karşı verdiği mücadele. Sonundaki başarısı. Serbest bıraktığı cisimleştirilmiş insanlar. Kurtardığı tüm bir eyalet. Kimse unutmamıştı hâlâ bunları. Onun saçları bizim can simidimiz oldu, etrafımıza dolandı, kamuoyunun meşru pasif vahşeti dindi. Ne zamandan beri var olduğunu bilmediğim bir kızılsaçlılar derneği KIZILın mezarına bir çelenk bıraktı. MAKİNE’nin kararları sorgulanmaya başladı. Basit zar atma sorusu. Şimdiye kadar her atıldığında bir gelmiş bir zarın, bir sonraki atışımızda altı gelmeyeceğine nasıl emin olabiliriz? Belki, kızılların istenilen karaktere girmesi için bu çağa mündemiç olan çok temel bir karakteristik vardır. Nereden bilebiliriz, MAKİNE’nin haklı olduğunu. Türümüzü sadece bizi çağırmak için kendi seçtiği numaralar kadar tanıyan bir makineye nasıl güvenebiliriz?

Biz bütün bu olanları korkuyla seyrediyorduk elbette, çünkü bizim için bu olanlar basit bir ilke sorunundan öte, bir hayat memat meselesiydi. Anneme o günlük ilaçlarını verdim, sonra saçlarımızı sarıya boyadık, bu renk, doğal ya da sahte, milyarlarca var. MAKİNE ise direktiflerini durdurmuştu, sözcüler MAKİNEnin bütün direktiflerinin parametrelerde yansımaları olacağından, bundan sonra insanların ne yapacağı bilinmeden, MAKİNEnin bir şeyler hesaplamasının anlamlı olmayacağını söylüyorlardı. Aklımda, çocuğuna ders çalışması gerektiğini söyleyen, oğlu oyalandıkça, sabırla onun başında sessizce dikilen bir baba figürü uyandı. Yahut yeryüzüne bir sürü kitaplar gönderen, helakı haber veren, ama sonra sessizce bekleyen bir Tanrı. Ama hiçbiri değilmiş MAKİNE. Olamazmış da. Bir DOĞA ÜRÜNÜymüş belki o da hatta.

MAKİNEnin sonraki çıktısı şu idi. KIZIL. Mathilda Paker. UZMANLIK: DilBilimi. Müzik. MEDİKAL DURUM: Broka Alanında Hasar. HARCAMA KALEMLERİ. Kitap. Kahve. Cüzdan. Ayakkabı.....(bunun gibi yüzlerce kayıt)..... Saç Boyası(KIZIL)....başka yüzlerce kayıt.

***

Yalnız başımızaydık. Kendimize karşı bile. MAKİNE, bizim insanlığa ne zararımız olduğuna dair oldukça ketumdu. Ama hayatımızın işlevsizliğinden daha ağırdı suçlaması, toplamda, aktif olarak insanlara zarar veriyorduk. Çoğalıp genlerimizi sürdürmek bile verimsizlik çoğaltıyordu. Yine de ortalık duruldu sandık, ufak değişmeleri kavrayamadığımızdan. Veri bankalarında KIZILın saç rengi siyaha dönüştürüldü yavaş yavaş. Televizyonlarda renkdaşlarımızı göremez olduk. Boşanmalar, intiharlar, başka pasif tecritler. Kızılsaçlı yakını olan insanlar çok üzüleceklerdi ve bu sebeple, kızılsaçlı yakınlarından kendi bahaneleriyle uzaklaşmaya karar vermişlerdi. Katledilmemiz artık onların sorunu olmayacaktı çünkü. Bizim elimizden ise birbirimize kenetlenmekten başka bir şey gelmiyordu.

Annem uzun zamandır hastaydı. Doktorlar pek oralı olmadılar, anneme, bir kızılsaçlıya harcayacakları zamanı anlamsız buluyorlardı. Annem gittikçe kurumaya başladı. Meclisten bir yasanın geçtiğini duyduk. Kızıl saçlı olanların uyutulmasından bir gün önce, hava durumu onların oyuyla belirlenecekti. Bu aslında, aynı zamanda bizim uyutulacağımızı da içeriyordu içinde, ayrı bir yasanın getireceği infialden korkmuş olmalıydılar. Bunu sabitledikten sonra artık bizim “uyutulacağımız” günü değil de, bizim hava durumunu seçeceğimiz günü belirlemek yeterli ve daha steril olacaktı onlar için.

Artık hava durumunu neredeyse tamamen MAKİNE kontrol ediyor sayılırdı. Evet, hava durumu her zaman oya tabii idi, sistemin başından beri öyle olmuştu. Ama, MAKİNEnin yazımından sonra, MAKİNE hangi oyu “tavsiye” ettiğine dair bir not da içeriyordu. Havanın nasıl olması gerektiği konusunda tamamen kararsız olan insanlar çoğunlukta olduğundan, bu güne kadar birkaç istisna dışında, MAKİNE’nin tavsiyesi seçilmişti her zaman. Ama bu kez öyle olmayacaktı. Meclisimiz bize bir veda hediyesi olarak hava durumunu seçme şerefini bahşetmişti.

Kızılsaçlar kendi aralarında nasıl bu kadar hızlı örgütlendiler bilmiyorum. Korkunun birleştiriciliği ve yakınlaştırıcılığı diyelim. Aynı kadere tâbi olmanın tekleştiriciliği. Her yerde, toplanıldı, konuşuldu, vedalaşıldı, sarılındı. Ağlandı. İsyan düşünülmedi. Niçin? Tanrının bizim tarafımızda olduğunu düşünmüyorduk. Çünkü Ölümü istemiyorduk ama bizi öldürmek isteyenleri içten içe haklı buluyorduk çünkü. genlerimizin dünyadaki varlığının zararı teorik olarak ispatlanmıştı. N’apabilirdik? Saçlarımızın renginin değişmesi için dua mı edelim?

Hava durumu konusunda ise kimle konuştuysam aynı şeyi söylüyordu. O gün yağmur yağdıralım. İnsanlar bizim ne kadar üzgün olduğumuzu yaşayarak görsünler. Hem dünyayı güneşsiz görmek ondan ayrılışımızı da daha az hüzünlü kılar bizim için. Fikir, ilk kimden çıktı, bilmiyordum. Ama herkes aynı şeyi aynı cümlelerle ifade ediyordu. İki yüz elli milyonun hepsi mi? Bilemem. Nereden bileyim. Olayların son safhası o kadar sessiz ve sedasız gelişmişti ki, öteden beri yaşadığım yerlerin dışındaki kızıl saçlılarla da görüşmeme imkan verecek bölgeler üstü bir yapılanma haliyle oluşmamıştı.

Annemi bir hastahaneye kaldırmıştım. Epey bir para vermiştim, ağrı kesici bari versinler diye. Onun “uyutulması” orada gerçekleşecekti. “Uyutma memurları” benim için ise evime geleceklerdi. Bugün evden çıkamayacaktım üstelik. Ölümümüzde ayrı olacaktık yani. Ama onu en son ziyaretimde sordum, hangi hava durumuna oy vereceğini. Güneş’e dedi. Güneş’in saçları bizim gibi kızıldır. Sonra doğruldu yatağında. “Sen yine Güneş’e oy ver, perdelerini kaparsın kızım,” dedi.

***

Gece oluyordu. Aynada son kez kendime baktım. Oyumu verdim. Küvetin içine uzandım. Gözlerimi kapadım. MAKİNE hepimizin iyiliği için çalışmaya devam etti.