Yusuf Sarraç’ın acıklı hikâyesi: Bir gelenek olarak yıldızları aldatmak
Yusuf’un açıklı hikâyesinin nasıl sonuçlandığı malum. Münşî’de celladın eline bırakılırken, Akhunzâde’de sistemin işleyişini korumak adına, kısa hükümdarlık döneminde yaptığı ıslahatlardan rahatsız olanlar tarafından bir tür ayaklanma ile ortadan kaldırılır. Nihayetinde yıldızlar kandırılmış ve şah felaketten korunmuş olur. Bu hikayenin kadim kökenlerinden – Heredot’u sık sık zikrettiği metinlerinde görülüyor olsa da- Akhunzâde’nin haberi varmıydı bilinmez. Zira o da anlattığı hikâyeye mütemadiyen şaşırır görünür.
Haziran 2020-2022’de iki yıl süreyle İstanbul Üniversitesi Bilim Tarihi Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Gaye Danışan’ın yürüttüğü “Osmanlı’da Bilimsel Etkinliğin Teorik ve Pratik Yönleri Üzerine Karşılaştırmalı Bir Çalışma: Yıllık ve Daimî Takvimler (1550-1710)” başlıklı TÜBİTAK projesinde bursiyer olarak çalıştım. Yalnızca yazmaları okumak değil, eldeki materyalden ilgi alanlarımıza göre metinler ya da yan ürünler üretmek de bu çalışmanın bir parçasıydı. Takvimlerle ilk defa karşılaşan benim için okuduğum şeyler tanıdık; onları yeni bir bağlamda, yeni anlamlarla okumak heyecan vericiydi. Modern edebiyat alanından gelen benim gibi birisi buradan kendi alanıyla ilişkilendirebilecek ne bulup çıkarabilir, diye düşünüyordum. Aynı dönem Tahran’da Fars Dili ve Edebiyatından yüksek lisans yapıyor, tezim için 19. yy metinlerini okuyordum. Online proje toplantıları, ne yazabilirim sorusu, bu tez ne zaman biter telaşı arasında olmayacak olan oldu ve 19. yy İran entelektüllerinden Mirza Feth Ali Akhundzâde’nin kaleme aldığı Aldanmış Kevakib: Hikâyet-i Yusuf Şah’ı 1 okurken aradığımı buldum, ya da ben öyle düşündüm.
Yusuf’un hikâyesi, Müneccim Celâleddin’in “saltanatın vücduna sedeme-yi üzma yetiştirecek” olan yıldızların hükmü karşısında Şah Abbas’a önerdiği tedbirle başlar: Şah’ın, Nevruz’dan on beş gün geçip kırân-ı nahseyn (Merih ve Zuhal’in aynı burçta bulunması, uğursuzluk alameti) vaki oluncaya kadar tahttan inmesi ve kötü talihin başına gelmesinde sakınca bulunmayan, mücrim ve katl-i vacib bir kimsenin onun yerine getirilmesi. Böylelikle yıldızların tesiri onu bulacaktır, zira padişah odur. Bu “mücrim” Bu “mücrim” Yusuf Sarraç’tır. Yusuf, tahtta kaldığı süre boyunca acımasız olarak tarif edilen Şah Abbas’ın aksine iyi bir hükümdar örneği olur: merhametli, âdil ve dürüst.
Akhundzâde’nin tarihi yeniden inşa ettiği, yaşadığı dönemin sosyal ve siyasal değişimlerin etkisinin kendisini hissettirdiği, yozlaşmış yöneticileri ve Batı ilerlemesinin esası olan müspet ilimlerin ve aklın tam karşısına koyduğu yalan üreten bir kurum olarak müneccimliği, daha birçok şeyi eleştiri konusu yaptığı; hikâye kurgusu, hikâyedeki kişilerin işlenişi gibi hususlarda aynı dönemde yazılan benzer kurmaca metinlerden daha iyi olduğunu gösterdiği 1857’de yazdığı bu metni projeyle ilişkilendirebileceğimi düşündüren aşağı alıntıladığım yerdi:
Müneccimbaşı şahın huzuruna dahil olub kürnuşdan sonra el-el üste kabakta durup, dua ve sena etdi. Şah soruşdu ki:
-Mirza, ne var?
Müneccimbaşı arz eledi ki:
-Kıble-i âlem sağ olsun, bu övkat kevkibin seyrinden bele malum olur ki, novruzdan on beş gün geçmiş Merrih’in Akrep ile iktiranı vaki olacak ve bu kıran-ı nahseynin tesiri budur ki, meşrik-zeminde ve bittercih mülk-i İran’da sahib-i saltanatın vücduna sedeme-yi üzma yetişecektir. Buna binaen men ki, asitane-yi seniyyenin mühlis ve cansipar bendesiyem, özüme vacip bildim ki, bu keyfiyyeti piş ez hadise kıble-yi âleme maruz edim. (2000, s.3)
İtalikle gösterilen cümle takvimlerde okuduğumuz ahkâmların bir benzeri idi. İlerledikçe Zîc-i Uluğ Beyler, kırânlar, ahkâmlar ve elbette hikâyenin ismini veren kevakibi yani yıldızları kandırma meselesi çıkıyordu karşıma. Kevakib aradığım şey olabilirdi.
Hikâyenin ilerleyen kısımlarında anlatıcı anlattıklarının, yani Şah Abbas’ın kırân-ı nahseynin şerrinden korunmak için tahttan inip yerine geçici olarak birinin çıkarılmasının okurlara garip geleceğini düşünür. Araya girerek bunları kendisinin uydurmadığını, tarihte bu acayip olayın vuku bulduğuna delil göstermek için kaynağını verir:
Olur ki hanendeler bu güzarişin vükuundan şübhe edib onu kizbe[yalana] hamlederler: Bu surette men onlardan tavakki edirem ki, Tarih-i Âlem-Âra’da Şah Abbas’ın cülusunun yeddimci ilinde sadir olan vakayi mülahize etsinler Bu da güzel haberdi. Tarih-i Âlem-ârâ-yı Abbasi, Safevi dönemi müverrihlerinden İskender Bey Münşî’nin I. Abbas dönemine dair eseriydi. Tarih Kurumu yayınlamış 2 ama benim erişimin yok. İnternetse derya deniz, elimde Farsça yazması da dahil olmak üzere iki tane Âlem-ârâ’m vardı artık. Sıra yazarın rehberliğinde Âlem-ârâ’daki hikâyeyi bularak çalıştığımız takvimlerden aynı tarihli takvimin tâlini ve ahkâmını karşılaştırmadaydı.
Âlem-ârâ’da anlatılan olay, “Yüksek Şeriatın Takviyesi İçin, Bu sene Sapık Melâhide Fırkasının Ortadan Kaldırılmasının Zikri” başlığın altında yer alır. Bu “sapık melâhide fırkası”, Noktevîlerle “düşüp kalkıp” sonra Kazvin’e dönen, Münşî’nin İslam şeriatına aykırı davrandığını anlattığı Derviş Hüsrev’in Kazvin’de kurduğu tekkede müritleriyle toplanan gruptur. Hazret-i Âla da bu tekkeye uğmış, dervişle görüşmüş, onun akidesini öğrenmek istemiştir. Derviş Hüsrev, dikkatli davranmış şeriat ve hakikatin hilafında bir şey söylememiştir. Ama dervişleri fâsid akideleri çekinmeden Şah Abbas’a anlatınca Hazret-i Alâ şeriatin icrasının zarureti olarak Derviş Hüsrev ve dervişlerinin ortadan kaldırılmasını kendilerini vazife bilmiştir. 3 Kevakib’in Yusuf’u, Tirkeşduz Üstad Yusuf da bu dervişândandır. Âlem-âra’daki ahkâm şöyledir: Kevakib ve kıranât-ı ulvi ve süfli azmü’l-kadr bir şahsın fena olmaklığına ve idamına delalet etti. Âfitabın mensubları ki selatine mahsustur ve muhtemeldir ki bu ahkam bilad-ı İran’da vaki olsun. Zayiçe-i tâli’-i hümayundan istihraç olundu ki terbi’-i tahsin hane-i tâli’de vaki olup, ahter-i tâli’ haziz-i zeval ve vebali işaret etmekte. Mevlâna Celaleddin Muhammed Müneccim Yezdî ki bu fenn-i şerifte muvaffak ve ahkâm-ı nücumun istidlallerinde akranlarından ileridedir şu şekilde tabir etti: Hazret-i Alâ, o üç gün ki kıran-ı nahseynin tesir-i muazzamı altında olacaktır, kendisini saltanattan ve padişahlıktan hal edip katli vacip olan mücrimlerden birisini padişahlığa getirsin ve üç gün bütün sipah ve raiyyet onun fermanına tâbi olsun ve padişahlığın vasıfları onda faal olsun ve üç gün sonra o mücrim vakıa zamanı celladın eline bırakılsın. 4
Ancak elimizdeki takvimler arasında benim bakmak istediğim yıl olan 1591-92’ye ait bir takvim olmadığı anlaşıldı. Kafamda planladığım yazı işi de yatmış oldu. Peki burada bırakmalı mıydı? Hevesim kırılmıştı tabii, proje için başka bir şey düşünecektim (zira daha sonra çok da memnun kaldığım bir üretimim oldu). Ama Kevakib’le ilgili Türkçe yapılan çalışmalara bakmayı ihmal etmedim. Vügar Sultanizâde’nin “Aldanmış Kevakib’in Arketipleri” 5 yazısıyla da o zaman karşılaştım.
Yıldızlar nasıl kandırılır?
- Sultanizâde, yazısında Akhundzâde’den Münşî’nin tarihine giderek iki anlatının -detayları farklılaşsa da- tek sabiti Şah’ın yerine Yusuf’un geçici olarak getirilmesi motifinin Akkadca bir ifade olan şar puhî “vekil kral” terimiyle adlandırılan bir ritüel olduğunu belirtir. Bu kadim ritüelin Alem-ârâ’da karşımıza çıkması ve Akhundzâde’nin de bu olayı yeniden yazıma değer görmesinin dikkat çektiği bir gerçek.
Şar puhî geleneğinin özellikleri, nasıl vuku bulduğunun detaylarının Babil, Asur, Urartu ve Mezopotamya’nın farklı bölgelerinden mektupların yer aldığı Ninova arşivinin keşfi ve bu mektupların Finli Asurolog Simo Parpola tarafından yayımlanarak yorumlanmasından sonra netlik kazandığını yazar.
Bu mektuplardan otuzunun kralın yerini geçici olarak başkasının alması olayı ile ilgilidir. Bu olayın hükümdarın öleceğinin habercisi olan kötü alamet ve kehanetlerden kaynaklandığını gösterdiğini de ekler.
Konunun dikkat çekici olduğu bir gerçek. Parpola, “Excursus: The Substitute King Ritual”- da kralın yerini geçici olarak alacak bir vekil kral ihtiyacının, kralın ölümüne işaret eden kötü alametlerden, özellikle de ay ve güneş tutulmalardan kaynaklandığını ve bu durumun Ay, Güneş, Jüpiter, Venüs, Merkür ve Satürn [ve Mars] tutulmalarını -husuf, küsuf ve kırân-ı nahseyni- kötü alamet olarak tanımlayan Akad ve Hitit ritüel tableti tarafından açık bir şekilde ortaya konduğunu yazar. Şar puhi -büyük olasılıkla sosyal önemi olmayan, bir mahkûm, suçlu veya muhalif, “katli vacip” bir kişi-, kralın danışmanları tarafından vekilin kötü alamet tehlikesine maruz kalacağı süre boyunca onun yerine geçmesi için seçilebilirdi. Krala her zaman ya baş rahip ya da yüksek rütbeli âlimlerden oluşan bir kurul tarafından önerilen ikameyle, alametin tesirini kraldan uzaklaştırıp geçici kraliyet vekili olarak genellikle hükümdarlık alametleriyle donatılan kişiye yüklemek amaçlanırdı. 6 Gerçek hükümdarın bu dönemde dikkat çekmemesi, tahtını vekile bırakması gerekirken vekil kraldan sahte hükümdarlığı sırasında kral kimliğini vurgulamak için hükümdar gibi davranması beklenirdi. Vekil, görevinden haberdar edilir, başına gelecekleri bilerek bu “kutsal görevi” üstlenirdi.
Bu ritin İran’daki mevcudiyetine dair Vülgarzâde’nin metninde bir bilgiye rastlayamadım. Ama Shayegan M. Rahim, İran’da “vekil hükümdarlık” konseptinin Ahameniş döneminde görüldüğünü, İskender müverrihlerinin Makedon istilası sırasında Mezopotamya’da “yedek kral” törenlerinin sürdüğüne dair tanıklıklarının mevcut olduğu gibi Heradot’un da bu hususta ilginç bir hikâyeden haberdar olduğunu söyler. 7 Hikâye şudur: Hellas’ı istila etmemeye kararlı olan Kral Kserkses iki gece üst üste bir rüya görür. Bu rüyada bir hayalin onu Hellas’a sefer düzenlemekten kaçınması durumunda kralın başına gelecek korkunç şeyler konusunda uyarır. Kserkses rüyasının ilahi kökenini tespit etmek için amcası Artabanus’a hükümdarın kaftanını giymesini, kraliyet tahtına oturmasını ve kralın kendi yatağında uyumasını emreder, böylece aynı rüyanın Artabanus’a da görünüp görünmeyeceğini anlamış olacaktı. İkame ihtiyacı, kötü alametlerin, nücumun yorumlanmasından ziyade doğrundan ilahi bir uyarı neticesinde gerçekleşir.
Şar puhi ve kozmik düzen
Beate Pongratz-Leisten, “Sacrifice in the Ancient Near East: Offering and Ritual Killing” yazısında mit ve ritüellere dair metinlerin ve tarih anlatılarının, çeşitli ritüel öldürme biçimlerinin tanrıların başlangıçta belirledikleri kozmik düzeni yeniden tesisinin kültürel bir aracı olduğuna dair kanıtlar sunduğunu yazar.
- Bu ritüelin farklı yerlerde çeşitli biçimlerde görülüyor olsa da öldürme ve düzen arasındaki karmaşık ilişkinin, eski Yakın Doğu topluluklarındaki dünya görüşünün belirli bir özelliği olduğunu söyler. Öldürmenin, tamamen yok etme olarak görülmektense, ritüel olarak kontrol edilen bir ortamda gerçekleştiğinde, -Batı düşüncesine yabancı bir kavram olarak- dönüştürücü, yeniden düzenleyici ya da yeniden bütünleştirici amaçlara hizmet eden bir eylem olarak kabul edildiğini ekler.
Ona göre, Şar puhi, bu tür ortadan kaldırma ritüellerinin özel bir varyasyonunu temsil eder.
Ritüelde asıl amaç, kral ile tanrılar arasında güneş ya da ay tutulması nedeniyle bozulan ahenkli ilişkiyi, başta kurulan kozmik düzeni yeniden inşa etmektir.
- Vekil kralın öldürülme ritüeli, çeşitli biçimleriyle kirlenmiş, bozulmuş her türlü malzemeyi bertaraf etmek için tasarlanmış yok etme ayinlerini andırır. Bu, vekil kralın giysisine, ölümüyle birlikte tüm kötülükleri yeraltı dünyasına götürdüğünün açıkça söylendiği bir tablet iliştirilerek uygulanır. 8
Netice yerine
Yusuf’un acıklı hikâyesinin nasıl sonuçlandığı malum. Münşî’de celladın eline bırakılırken, Akhundzâde’de sistemin işleyişini korumak adına, kısa hükümdarlık döneminde yaptığı ıslahatlardan rahatsız olanlar tarafından bir tür ayaklanma ile ortadan kaldırılır. Nihayetinde yıldızlar kandırılmış ve Şah felaketten korunmuş olur.
Bu hikâyenin kadim kökenlerinden -Heredot’u sık sık zikrettiği metinlerinde görülüyor olsa da- Akhundzâde’nin haberi var mıydı bilinmez. Zira, o da anlattığı hikâyeye mütemadiyen şaşırır görünür.
Bu kevakibin hamakatine man taaccüb edirem ki, nece bilmediler İraniler oları aldadırlar (…) Bele sadelik olur mu ki, kevakib özlerini İranilere aldadıb biçare ve bitaksir Yusif Sarrac’ı bedbaht etdiler? (Axundov, 29-30)
Dipnotlar: 1. M. F. Axundov (2000). Əsərləri. C.1., Bakı: Atilla. Buradan itibaren Kevakib olarak kullanılacaktır. 2. İskender Bey Münşi-yi Türkmen, Tarih-i Âlem-ârâ-yı Abbasi (4 cilt), (2019). çev. Ali Genceli, yay. haz. Prof. Dr. İsmail Aka. TTK: Ankara. Buradan sonra Âlem-ârâ olarak kullanılacaktır. 3. age. s. 123-124. 4. İskender Beg-i Torkaman, Tarikh-e Âlem-âra-yı Abbasi, (1383). ba kuşeş-i İraj Afşar. Tahran: İntişarat-ı Emir Kebir. 5. Vügar Sultanizâde, “Aldanmış Kevakib’in Arketipleri”(2015) ERDEM. 68:99-107. 6. Shayegan, M. Rahim. 2012. Aspects of History and Epic in Ancient Iran: From Gaumāta to Wahnām. Hellenic Studies Series 52. Washington, DC: Center for Hellenic Studies. 7. A.g.e. 8. Beate Pongratz-Leisten, “Sacrifice in the Ancient Near East: Offering and Ritual Killing”. Sacrifice Killing: Archeology of Sacrifice in the Ancient Near East (2012). ed. Anne M. Porter and Glenn M. Schwartz. Eisenbrauns: Indiana