Yunus diye göründüm
Dünyaya gönüller yapmaya gelmiş bir gönül eridir Yunus. Davası, sevdası gönüller yapmak. Herkesi kucaklayan, hiçbir ideolojiye sığmayan, tüm sevdaları içine sığdırabilen, herkesin Yunus’u olmak için diyar diyar gezen, gönlünün zenginliğini avuç avuç herkese saçan ve Yaradan’dan dünyaya düşen her zerreye aynı hüsnü niyetle bakan bir Yunus.
Anadolu insanını tam anlamıyla temsil eden, kuşatan ender isimlerin başında gelir Yunus Emre. Hiçbir kesime mâl edilemeyecek kadar geniş bir coğrafyanın sesi olan, menkıbeleriyle gönüllerdeki yerini daima pekiştiren, kişiliğiyle ve eserleriyle efsanevî bir kişiliğe ulaşan derviş gönüllü bir gariptir Yunus.
Doğduğu yer, tarih hakkında kesin bilgilerin olmadığı, yaşadığı yerlerle ilgili çok çeşitli söylentilerin olduğu, mezarının yeri hakkında onlarca rivayet olan, eserleri hakkında da bazı soru işaretleri yaşanan Yunus Emre; tüm bunlara rağmen destansı bir şahsiyet olarak tüm zamanlarda önemini yitirmeden günümüze ulaşan bir şöhrete sahiptir. Yunus ve şöhret kelimelerini bile yan yana kullanmak abesle iştigal olarak görülse de Yunus’un dillerden düşmediğinin bir ilanı olarak okunabilir bu ifade.
Tarihsellik anlamında biyografinin çok da ehemmiyetinin olmadığının en büyük kanıtıdır Yunus’un yaşamı. Hakkında yazılan eserlere bakıldığında; kafa karışıklığının azalmayıp artacağı muhakkak. Neredeyse birçok konuda yürütülen bir tartışma günümüzde bile devam etmekte. Yunus ümmî mi yoksa medrese eğitimi almış bir derviş mi diye başlayan tartışmaların bile içinden çıkmak mümkün değil.
Tüm bunların ötesinde bir Yunus Emre var karşımızda. Sakarya boylarında elindeki asasına dayanarak yürüyen, dilinden zikir eksik olmayan bir Yunus bu. Taptuk Emre dergâhının en cevval mürşidi. 40 yıllık bir sürede görevi olan odun taşıyıcılığını aksatmadan yürüten, işini yürekle yapan bir garip Yunus.
O yürüyünce Sakarya da yürüyor. Çiçekler zikrediyor Yaratan’ı, geçtiği yerlerde. O duyuyor zikri, onlarla zikre duruyor. Bir değirmen gibi dönüp duruyor Taptuk’un etrafında. Öğütülen sadece buğday değil, Yunus’un nefsi, dünya gözüyle baktığı her şey. Geçici olan, ahireti unutturan her şey.
Onun derdi, davası sevgi. Bütün kapıları açan, taşlaşmış yürekleri yumuşatan, uzakları yakın eden sevgi.
- “Ben gelmedim da’vî içün
- Benüm işim sevi içün
- Dostun evi gönüllerdir
- Gönüller yapmaya geldüm”
Dünyaya gönüller yapmaya gelmiş bir gönül eridir Yunus. Davası, sevdası gönüller yapmak. Herkesi kucaklayan, hiçbir ideolojiye sığmayan, tüm sevdaları içine sığdırabilen, herkesin Yunus’u olmak için diyar diyar gezen, gönlünün zenginliğini avuç avuç herkese saçan ve Yaradan’dan dünyaya düşen her zerreye aynı hüsnü niyetle bakan bir Yunus.
- “Elif okuduk ötürü
- Pazar eyledik götürü
- Yaratılmışı hoş gördük
- Yaratan'dan ötürü”
Yunus tahsilini hayatın içinden almış bir derviştir. O ne öğrendiyse gönlüyle öğrenmiş, bir harfin yanına harf eklerken sevgiyle kuşatmıştır sözlerini. Aşk varsa şevk varsa tüm ilimler önüne serilir insanın. İstemesini bilene açılır tüm kapılar. Okumanın en yücesi kâinatı okumaktır. Yaratılmış her zerreye ilahi bir hikmetle bakanlar ilmine ilim katarak yaşarlar; Yunus gibi.
- “Dört kitabın manasın okudum tahsil ettim
- Dilimde ilm ü usul dilegüm dünya sever…
- Mescidde medresede çok ibadet eyledüm”
Onun girdiği yol zaten ilim yoludur. Dağdan odun toplarken de dergâhta hizmet ederken de o bir ilmin içinde bulmuştur kendini. Âşık Çelebi şöyle ifade eder bu ilim yolunu; “Eğerçi ümmîdür ammâ debistân-ı kuds sebak-hândur.” İlmini medresede almamış olsa da tasavvuf yolunun bir talebesidir Yunus.
Bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı bir kervanın yolcusudur Yunus. Hacı Bektaş Veli’den Taptuk Emre’ye oradan Mevlana’ya uzanan bir ilim irfan yolunun susamış bir yüreğidir. Dost meclislerinden kana kana muhabbet içine ve bunu damla damla her cümlesine yansıtan bir şair.
- “Mevlâna meclisinde saz ile işret oldu
- Ârif manaya daldı çün biledir feriştah”
Yaşadığı dönemden başlamak üzere günümüze kadar süren bir değişmeyen bir etkinin şairidir aynı zamanda Yunus Emre. Menkıbelerde gördüğümüz Yunus etkisi daha sonraki dönemlerde de artarak devam etmiş; ondan alınan ilham ile dost gönüller sevgi dergâhından girmişlerdir içeri. Divan edebiyatı şairleri de ondan etkilenmiştir, halk şairleri de modern şairler de. Çünkü Yunus’un sesi çağları aşan evrensel bir sestir. Onun sözleri tüm zamanlar için söylenmiştir. Yedi asır öncesinden Yunus’un dillendirdiklerini bugün okuyunca sanki günümüzde söylenmiş sözler olarak kabul ediyoruz. Çağlar değişiyor, insanlar aynı desek de önemli olan görmek ve hissedebilmektir.
- “Fakirler miskînlikten çekdi elin
- Gönüller yıkuban heybetlü oldı.
- Peygamber yirine geçen hocalar
- Bu halkın başına zahmetlü oldı.”
Sevgidir onun şiarı. Muhabbettir, aşktır gönlünden damlayan ama onun keskin bir yanı da vardır. Söz konusu gönül kırmak, muhabbet iklimini tarumar etmek olunca farklı bir Yunus çıkar karşımıza. Sözünü sakınmayan, özünden aldığı ilhamla konuşan Yunus.
- “Bir kez gönül yıktın ise
- Bu kıldığın namaz değil
- Yetmiş iki millet dahi
- Elin yüzün yumaz değil”
Çevremizin sevgisizlikle kuşatıldığı bir zamanda, dünyanın bir salgına teslim olduğu bu günlerde Yunusça düşünceye daha çok ihtiyacımız var. Severek aşılacak her engel. Aşk ile işine, evine, dostlarına sarılanlar kurtaracak dünyayı. Muhabbet ikliminin tüm renklerini yüreğimize berkiterek geçeceğiz en zor geçitlerden. Bir Yunus misali, eğri olan hiçbir şeye izin vermeyeceğiz. Bir eğri başka bir eğriyi getirir yanında. Sırtımızdaki yükümüz gönlümüz gibi olacak. Doğruluk alnımızın çatına çakılı bir levha gibi duracak.
- “Biz sevdik âşık olduk
- Sevildik maşuk olduk
- Her dem yeni doğarız
- Bizden kim usanası”
Ağırlıklarından kurtulacak insan. Kaygıları, sevgisizliği, haramı, günahı, dilin düştüğü yalanı, insanı azaba sürükleyen malı mülkü savurmadıktan sonra rahat nefes alamayacak insanlık. Alınan tüm nefesler biraz daha yüklenecek sırtına. Yaşamak huzurlu olduğunda insan bir ermiş ve kendi ruhunun dervişi olacak.
- “Bunca varlık var iken
- Gitmez gönül darlığı”
Türkçeyi billur bir su gibi kullanan ve okuyanı ferahlatan bir üsluba sahip olan Yunus Emre elbette bunu bilinçli yapmıştır.
Arapça ve Farsçaya da vakıf olan Yunus, faydacı bir bilinçle halkın anlayacağı bir dili tercih etmiştir şiirlerinde. Yaşadığı dönemin dil- kültür etkileşimleri düşünülünce onun dili öz Türkçenin en has halidir.
Yüzyıllar öncesinden söylenmiş şu dörtlüğe bakalım. Bugün kullanılan dil ile en küçük farkı yoktur Yunus dilinin.
- “Aşkın aldı benden beni
- Bana seni gerek seni
- Ben yanarım dünü günü
- Bana seni gerek seni”
İnsan, önceliklerini sıralayarak bir yaşam sürer. Eğer böyle olmazsa rast gele bir yaşamın parçası olur ve heder olan vakitlerinin hesabını da yapamaz.
Hayat geçiyor ve ölüm bir nefes kadar yakın hepimize. Yunus’un bize söylediği ne varsa bir kader çizgisi olarak alıp kabul etmek gerek. Yunus kendi diliyle konuşur ama o nefesini Yaratıcısından alır. Dünyanın tüm hümanist akılları bir araya gelse, ortaya binlerce proje koysa, yeni olduğunu varsaydıkları teorilerin gölgesinde huzuru arasalar; Yunus’un bir dörtlüğündeki kuşatıcılığı yakalamaları zor. Çünkü Yunusça konuşmak kadar Yunusça yaşamak da önemli.
- “Gelin tanış olalım
- İşi kolay kılalım.
- Sevelim sevilelim
- Dünya kimseye kalmaz”
Bugün; Yunus Emre’nin mezarının nerede olduğu bile bilinmiyor. Ortak bir kanaat yok desek yeridir. Buna ihtiyaç da yok. Yunus’un yeri gönüllerdir.
- “Bir garip öldü diyeler
- Üç günden sonra duyalar
- Soğuk su ile yuyalar
- Şöyle garip bencileyin”
Bunu en güzel ifade edenlerden biri de Bahtiyar Vahapzade’dir. Onun şiiri Yunus’un yattığı yeri çok iyi bir şekilde tarif eder.
- “Bir yerde ölüp bes, niye min yerde mezarı?
- Her gün kazılır çünkü gönüllerde mezarı.
- Otlarda, çiçeklerde ve gönüllerde mezarı”
700 yıl geçmiş aradan. Her dem genç her dem yeni bir Yunus Emre var karşımızda. Dünyayı kuşatan, coğrafyalar ötesi bir ses hâlâ tüm insanlığa sesleniyor. Duyuyor ve hissediyoruz. Yunus’un sesi üzerimizden eksik olmadığı müddetçe içimizi onarıyoruz onu sevgi diliyle.