Yirmi İki Mürekkep Damlası gençler için bir el rehberi
Kitap, kütüphane, kültür tarihi denildiğinde aklımıza ilk gelen isimlerden olan Prof. Dr. İsmail E. Erünsal ile bu alanındaki yazı ve röportajlarıyla dikkat çeken, dergimizin de yazarlarından Halil Solak’ın hazırladığı nehir söyleşi kitabı Timaş Yayınları’ndan çıktı. Kitabı okurken kendimizi yalnız Osmanlı sosyal ve kültür tarihinin değil; İslam dünyasında kitabın serüveninden arşivlerimizin haline, atalarımızın mezar taşını okumak ya da okuyamamak tartışmalarından ideolojik körlüğün ilmi araştırmalara verdiği zararlara kadar önemli ve derin mevzuların konuşulduğu bir sohbetin içinde bulduk. Halil Solak ile bu uzun soluklu söyleşi fikrinin nasıl oluştuğunu, Erünsal Hocamızın ikna sürecini, her biri kendi içinde ayrı bir kitap konusu olan ufuk açıcı Yirmi İki Mürekkep Damlası’nı konuştuk.
Kitap, kütüphane, kültür tarihi denildiğinde aklımıza ilk gelen isimlerden biri Prof. Dr. İsmail E. Erünsal hocamızdır. Sizin de bu alana ilginizi yakinen biliyoruz. Erünsal hocamızla böyle uzun soluklu bir söyleşi yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Bu fikrin ortaya çıkış hikâyesi biraz uzun: Ben İsmail E. Erünsal ile evvela Türk Kütüphaneleri Tarihi II adlı kitabıyla tanıştım. Kütüphaneler, kitaplar, kitapları çok seven insanların maceraları okuma gündemime -bir daha çıkmamak üzere- girmişti. Tabii bu süreçte Erünsal Hoca’nın bu kitabını ve bazı yazılarını okudum. 2013 Ramazanında bir iftarda, İsmail Kara bu kitabın yakında çıkacağını ve bir söyleşi yapılmasının iyi olacağını söyledi. Ben de hemen bir randevu istedim.
Sağ olsun hoca kabul etti. Üsküdar’da, İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) Kütüphanesi’ndeki ofisinde buluştuk, kitaba dair sohbet ettik. Tabii ben arada kitabın dışına çıkıp kendisine dair merak ettiğim bazı konuları da sordum: Eğitimi, araştırma metotları, kendisinin sahip olduğu kitaplar, kütüphane hatıraları vs. Tabii söyleşimiz yayınlandı ama -tıpkı burada olduğu gibi- bütün konuştuklarınızı sayfaya aktarmak çok zor. Zira size verilmiş bir kelime sınırı var. O gün konuştuklarımızın bir kısmını da ben ayrıca bir izlenim yazısı olarak yayınladım. Daha sonra hoca her kitap çıkardığında, bunu vesile kılarak kapısını çaldım, röportajlar yaptım. Tabii bu süreçte hocayı, hayatını, ilgilendiği konuları, kafa yorduğu meseleleri daha yakından tanıma şansı buldum. Aklımda hep “Acaba bir gün hoca ile bir nehir söyleşi yapabilir miyim?” düşüncesi vardı. Daha sonra bunu hocanın kitaplarının değerli editörü Zeynep Berktaş’a açtım. O da bu konuyu düşünüyormuş zaten. İkimizin düşüncesi buluştu diyebilirim.
Erünsal hocamız bugüne kadar yapılan nehir söyleşi tekliflerini hep geri çevirmiş. Onu nasıl ikna ettiniz?
Evet, yıllar içinde hocaya böyle pek çok söyleşi kitabı teklifi gelmiş ama hoca kendisinden bahsetmekten hoşlanmadığı için kabul etmemiş.
- Biz şöyle bir formül önerdik hocaya: O halde biz de sadece sizin ilmi kariyerinize dair bir söyleşi kitabı hazırlarız. Hoca buna daha sıcak baktı. Böylece kendisinin eğitim hayatı, dahil olduğu kültürel muhitler, ilgilendiği bilimsel konular, kafa yorduğu meseleleri eksene aldığımız bir çerçeve çizdik. Sağ olsun hoca da lütfedip kabul etti.
Tabii asıl zorluk benim için bundan sonra başladı. Çünkü hocanın çok geniş bir ilgi alanı var: Edebiyat, tarih, kültür tarihi, tasavvuf tarihi, iktisat tarihi, kütüphanecilik ve hukuk tarihi.
Bu kadar geniş bir ilgi alanı şüphesiz sizin işinizi zorlaştırmıştır. Aslında nehir söyleşilerde biz okurların işi de zor. Bu anlamda biz kitabın başlıklandırılmasını ve sunumunu oldukça derli toplu ve okuru davet edici bulduk. Emeği geçen herkese bu vesileyle teşekkür etmiş olalım. Peki, hocamızın yanına ilk gittiğinizde sormak için sabırsızlandığınız, sırasının gelmesini iple çektiğiniz sorular var mıydı?
Elbette, çok. İki tanesini sizinle paylaşayım: İlki hocanın 1969’da bitirdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü yıllarına dairdi.
Ben de aynı bölümden 41 sene sonra mezun olan biriydim ve Türkoloji koridorunun duvarlarında fotoğrafları yer alan abidevi şahsiyetler İsmail E. Erünsal’ın hocası olmuştu: Ali Nihad Tarlan, Fahir İz, Ahmet Caferoğlu, Mehmet Kaplan, Muharrem Ergin, Ali Alparslan… Bu isimlere dair merak ettiklerimi sordum. İkincisi Enderun Kitabevi ile ilgiliydi. Burası Ertuğrul Düzdağ’ın öncülüğünde 70’li yılların başında 10 arkadaşın kurduğu Laleli’de Beyazsaray’da bir kitapçı. Enderun, kısa süre sonra hem sahaflık açısından Türkiye’de o sıralarda pek görülmeyen bir açılım yapıyor hem ülkemizin önemli bir kültür muhiti haline geliyor. Buraya gelenlerden birkaç isim söyleyeyim size: Osman Turan, Mehmet Genç, Erol Güngör, Fethi Gemuhluoğlu, Orhan Şaik Gökyay, Kaya Bilgegil, Tahsin Banguoğlu, HeathLowry… Bu şahsiyetlerin bulunduğu bir sohbet meclisinde olmak istemez miydiniz?
İsterdik elbet, kim istemez ki! Kitabın büyük bir bölümü ise pandemi şartlarında hazırlandı. Bu süreçte böyle uzun soluklu bir söyleşiyi sürdürmenin zor ve kolay yanları nelerdi?
Söyleşinin bir kısmını yüz yüze yaptık. Tabii maske, mesafe ve hijyen kurallarına da riayet ettik. Maskeli bir halde konuşmanın, çalışmanın zorluklarını hepimiz yaşadık, yaşıyoruz. Söyleşilerin bir kısmını da e-posta üzerinden yürüttük. Maskeli de olsa yüz yüze sohbet etmenin yerini hiçbir şey tutmuyor. Çünkü cevaplar soruları getiriyor, o cevaplar da yeni soruları… Sıcağı sıcağına bunları sormak, sorunuza muhatabınızın verdiği tepkiyi görmek. Maskeli de olsa en güzeli yüz yüze.
Dikkatimizi çeken en önemli şeylerden biri kitap boyunca Erünsal Hocamızın akademik çalışmalar yapan gençler için yardımcı olacak tavsiyelerde bulunması oldu. Hocamızın anlattıklarından sizin çalışmalarınıza yardımcı olan, sizi yönlendiren kısımları dinlemek isteriz?
Tabii, olmaz olur mu? Söyleşi sürecinin tamamı benim için bir doktora dersi gibiydi diyebilirim.
Tek kişilik bir doktora dersi! Bu açıdan çok şanslı olduğumu ifade etmeliyim. Erünsal Hoca akademik hayat, Türkiye’deki üniversite eğitiminin durumu, bilginin üretimi ve yayınlaşması gibi konulara kafa yoran biri. Bundan dolayı kitaptaki iki bölüm “Akademik Hayat Rehberi” ve “İlmi Araştırmalarda İdeolojik Körlük” başlıklarına tahsis edildi. Hoca, kitaplarının önsözlerinde ve bazı dipnotlarda bu meselelere temas ediyordu. Ancak bu iki kısımda çok geniş bir şekilde mesele ele alındı. Adeta biz gençler için bir el rehberi diyebilirim bu iki bölüme. Hani ayrıbasım yapılıp bütün üniversite öğrencilerine (belki bazı hocalara da?) dağıtılsa yeridir.
Böylece tastamam bir amme hizmeti de yapmış olursunuz. Kitabı okurken yalnız Osmanlı sosyal ve kültür tarihiyle ilgili bir sohbete dâhil olmuyoruz. İslam dünyasında kitabın serüveninden arşivlerimizin haline, atalarımızın mezar taşını okumak ya da okuyamamak tartışmasını artık bırakıp kültür ve medeniyete odaklanmamız gerektiğine, ideolojik körlüğün ilmi araştırmalara verdiği zararlara kadar önemli ve derin mevzuların içinde buluyoruz kendimizi. Her biri kendi içinde ayrı araştırma konusu olan bu bölümlerden sizi fazlaca heyecanlandıran, yeni nehir söyleşilere kapı aralayan ya da yazmayı düşündüren şeyler var mı?
Yirmi İki Mürekkep Damlası’ndaki 22 bahsin her birinin beni ayrı ayrı heyecanlandırdığını söyleyeyim. Ancak hocanın kütüphane ve arşivlerdeki araştırmaları ya da sahaf gezileri sırasında tesadüf ettiği orijinal kaynaklar, tek nüsha eserler ve belgelerin sergüzeştini anlattığı kısımların yeri bende ayrı. Mesela vaktiyle bir arsa parasına satın aldığı yazmalardan Mir’âtü’l-Işk dünyada tek nüshave 15-16. asır Bayrami Melamiliğine dair bilgi veren en eski kaynak. Bu tip tek nüsha yazmaların yanında “tesadüfen” keşfettiği bazı eserler de var.
Sultan II. Bayezid’in emriyle hazırlanan ve günümüzde Macar Bilimler Akademisi Kütüphanesi’nde bulunan üç yüz kırk sayfalık Saray Kütüphanesi kataloğu gibi. Hocanın bilim dünyasına tanıttığı erken dönem Osmanlı entelektüel tarihine dair zengin veriler sunan bu katalog ve analizi, yakınlarda Gülru Necipoğlu, Cemal Kafadar ve Cornell Fleischer’ın editörlüğünde Treasures of Knowledge: An Inventory of The Ottoman Palace Library adıyla Brill’den yayınlandı. Ayrıca II. Murad dönemi şairlerinden Nakkaş Sâfî’nin ve II. Bayezid devrinin önde gelen devlet adamlarından Cezerî Kasım Paşa’nın ve yine II. Bayezid dönemi şairlerinden Keşfî’nin divanları ile 16. yüzyılda klasik şiirde kullanılan teşbihleri konu edinen Miftâhu’t-Teşbîh’in tek nüsha elyazmalarını da Erünsal Hoca'ya borçluyuz. Bu bahisler beni kitapların keşif serüvenlerine dair yaptığım -bazen bu sayfalarda yayınladığım- yolculukları iki kapak arasına alma konusunda şevklendirdi, diyebilirim. Çünkü bunları konuşmak biz gençlere, meraklılara heyecan veriyor.
Çok çalışırsak ve en önemlisi 'aramayı bilirsek' belki bir gün bizim de karşımıza böyle değerli eserler çıkabilir ümidi de veriyor tabii.
Bir de İsmail Hoca, başta lisansüstü eğitim yapan öğrenciler olmak üzere hemen her araştırmacının yolunun düştüğü İSAM Kütüphanesi’nin kurucusu ve ilmî danışmanı. Halen de ilmî danışmanlığını yapmaya devam ediyor. Kütüphaneyi sık kullananlar bana hak verecektir: Orasının kendine has bir havası var. Pandemi başladığında her yerle birlikte İSAM Kütüphanesi de kapandı. Ben birkaç ay sonra bu sayfalarda “İnsan Kütüphanesini Özlüyor” diye bir yazı yazdım. Hakikaten özleniyormuş yani.
- Hocaya kütüphanedeki bu ruhu nasıl sağladınız diye sorduğumda verdiği cevap beni çok etkilemişti: “Ruhun oluşumunda personelin çok önemli bir rolü var. İşini aşkla, şevkle ve zevkle yapan ve çalıştığı kuruma kuvvetli bir aidiyeti olan personel, pozitif bir enerji yayar ve bu da okuyucuyu etkiler. Bu üç unsurdan en önemlisi aşktır. Ancak aşk tek taraflı olmaz. Çalıştığı kurumun da personelinin aşkına karşılık vermesi, aidiyet duygusunu geliştirmek için bazı adımlar atması beklenir. Aşkın, başarılı olmakta, bir işi başarılı kılmakta çok önemli bir rolü vardır. Onun için atalarımız boşuna ‘Aşk olmayınca meşk olmaz’ dememişler. Demek ki aşk, meşk gibi sıkıcı bir işi bile kolaylaştırıyormuş. Ben yonttuğu keresteyi eliyle okşayarak seven marangozlar gördüm. İşe ruh kazandıran aşktır.”
Hepimizin sabah uyanmak için bu aşka ihtiyacı var sanırım.