Yeni nesil yaşlılar
Yüksek lisans sınıfımda onu ilk gördüğümde duygu geçişleri yaşadığımı hatırlıyorum. 65 yaşındaki K. Amca bizimle aynı sınıftaydı ve ders aldığımız tüm hocalardan daha büyüktü. Emekli olmasının ardından, pek çok yaşıtı kahvehanelere giderken yahut evde TV başında otururken, o; önce 4 yıl Tarih lisansı okumuş, ardından hiç ara vermeden yüksek lisansa başlamıştı.
Evin baş köşesinde bir “köşe minderi” gibi kurulan… Hayatın içinde hayatla birlikte akan… Tecrübelerini, hatıralarını, hikâyelerini anlatan… Veciz, hikmetli sözler fısıldayan… Artık o bildiği dünyada yaşamayan ve bu yüzden değişen dünyaya şöyle bir bakıp “Dünya yerinde mi?” diye sallanıp duran… Babaannelerimizin, anneannelerimizin, dedelerimizin yavaş yavaş fotoğraftan silindiği bir zamanı idrak ediyoruz. Evlerimiz küçülürken, hayatlarımız da beraberinde daralıyor.
Daralan hayatlarımıza metropol yükünü de ekleyince, evlerimizde çekirdek ailemiz dışında herhangi birine, bir yaşlıya yer “ayıramıyoruz”. Pek çoğumuz onca yükün arasında “bir de” yaşlının sorumluluğunu yüklenmeyi istemiyoruz artık. Sorumluluğu profesyonellere emanet ediyor, yaşlı yakınımızı “göz hizamızdan” uzakta tutuyor ve böylece bir gün bizim de yaşlanacağımız gerçeğiyle yüzleşmemiş oluyoruz. Fakat bununla birlikte, dünyanın her geçen gün yaşlandığını, yaşlı nüfusun arttığını, insan ömrünün uzadığını da unutuyoruz.
Her geçen gün, teknolojik gelişmelerle birlikte bambaşka bir yöne savrulan hayatlarımızla, babaannelerimiz, anneannelerimiz ve dedelerimiz arasına yeni bir duvar örüyoruz. Onlar bizim uzağımıza düştükçe, kelimelerimiz, zaman idrakimiz, yaşam şeklimiz de yabancılaşıyor. Peki, tüm tüketim algoritmalarının dışında kalan, sistemin içine dâhil olmayan-olamayan bu yaşlı kuşak bir köşeye sinip, kaderine terk edilmeyi hazmedebiliyor mu dersiniz? Yahut yeni tüketim alışkanlıklarını dizayn eden pazar, bu pazarın dışında kalan, çembere dahil olmayan potansiyel ve fakat kayıp dev bir tüketici kuşağı böylece dışarda bırakmaya razı olabilir mi?
- Yazının girişinde artık bütün bunların dışında kalan yaşlıların yavaş yavaş fotoğraftan silindiğini söylemiştim. Bir köşe minderi gibi kurulmak yerine dünya turuna çıkan; hayatın içinde hayatla birlikte akmak yerine sosyal medyada zaman tünelinde akan, internette sörf yapan, hikmetli sözler fısıldamak yerine torunlarına emoji gönderen, etrafında toplananlara kıssalar anlatmak yerine Cuma günleri ve kandillerde güllü dallı hazır mesajlar yollayan, bu yeni bilmediği dünyaya olan hayretini her geçen gün biraz daha yitiren, tüketim pazarının “başarılı yaşlanma” olarak nitelendirdiği “yeni nesil” yaşlılar ile karşı karşıyayız artık.
Yaşlı kuşağın gençler için sıklıkla kullandığı “şimdi ki nesil de bir tuhaf canım” yargısını, müsaadeleri ile kullanmak istiyorum: “Şimdi ki yaşlılar da bir tuhaf canım!” Prennializm (kalıcılık) felsefesinden hareketle prennial yani “yaşsız” kelimesinin karşılığı olan bu yeni nesil yaşlı tiplerinden bazılarına dilerseniz yakından bakalım. Fakat şimdiden uyarmalıyım ki, onların hızına ulaşmak için yolculuğumuz bir hayli yüksek tempo gerektirecek.
Çılgın teyzeler
İki yıl önceydi. Annem o gün, anneannemi telefonla aramış fakat ona ulaşamamıştı. Aralıklarla tekrar tekrar denese de anneannem bir türlü cevap vermemişti telefona. Her geçen dakika biraz daha telaşlansak da nihayet anneannemin birkaç saat sonra cevapsız aramaları görüp annemi aramasıyla telaşımız geçmiş ve fakat yerini hayrete bırakmıştı. Zira anneannem, spor salonunda olduğu için annemin aramalarını duymadığını söylemişti.
Evet yanlış okumadınız: SPOR SALONU! O gün aynı zamanda kalp ve tansiyon hastası olan 74 yaşındaki anneannemin yanında kendi hayat enerjimin ve motivasyonumun neredeyse esamesinin okunmayacağını düşünmüş ve kendimi sorgulamış, anneannemin azmine hayran kalmıştım. Anneannem yalnız değildi fakat, onun kuşağından bazıları bu yeni hayatı dışardan seyretse de anneannemin de içinde bulunduğu “yaşsız yaşlılar kuşağı”, “zamanın hızına” ayak uyduruyor. Star TV’de 2013 yılında yayımlanan Çılgın Teyzeler programı da tam olarak bunu ispatlar nitelikte. Programın tanıtım cümleleri yaşlıların “yaşsızlığına” işaret ediyor: “Çılgın Teyzeler bitmek tükenmek bilmeyen enerjileriyle herkesi kendilerine hayran bırakacak. 50 yaş üstü 6 genç kız hem yarışacak hem de maceradan maceraya koşacak.
- Bu fantastik seyahatte adeta ikinci baharlarını yaşayacaklar. Teyzeler, Hindistan'da Hint dansı öğrenecek, Arjantin'de tango! Tayland'da thai masajı yapıp Güney Afrika'da kabilelere Türk kültürünü tanıtacaklar. Ve başlarına, cesaretlerini sınayan birçok sürpriz olay gelecek.” Yaşlıları yeni bir maceraya dâhil eden bu program evde televizyonları başında onları izleyen yaşlılara da bir ikinci bahar daveti niteliği taşıyor. Yaşlıları tüketimin bir parçası haline getirmek için gençlerin aktivitelerine davet eden buna benzer pek çok girişim olduğunu da söyleyebiliriz.
Akademik kariyer yapan amcalar, sınıfın en çalışkanı teyzeler
Yüksek lisans sınıfımda onu ilk gördüğümde duygu geçişleri yaşadığımı hatırlıyorum. 65 yaşındaki K. Amca bizimle aynı sınıftaydı ve ders aldığımız tüm hocalardan daha büyüktü. Emekli olmasının ardından, pek çok yaşıtı kahvehanelere giderken yahut evde TV başında otururken, o; önce 4 yıl Tarih lisansı okumuş, ardından hiç ara vermeden yüksek lisansa başlamıştı.
Biz hayatımızın henüz başındayken o bizim geçtiğimiz tüm aşamalardan geçmiş ve şimdi bir kez daha geçmek için gönüllü olmuştu. Bu bizim için oldukça kafa karıştırıcı bir hayat tarzıydı. Hepimizden daha heyecanlı ve istekli oluşu zaman zaman bizi bunaltsa ya da zor anlar yaşatsa da hali hazırda doktora yapan K. Amcanın azmini takdir ettiğimi söylemeliyim. K. Amca gibi pek çok örneğe, birincilikle üniversiteden mezun olan amcalara ve teyzelere medya aracılığıyla şahit olduk ve de olacağız. Bilhassa belediyelerin açtıkları beceri ve dil kurslarına rağbet eden teyzeler ve amcalar da azımsanmayacak kadar çok.
Onlar öğrenmenin yaşının olmadığının, insanın kaç yaşında olursa olsun vakti nasıl bereketli geçirebileceğinin delili gibiler. Bir arkadaşımın anneannesi de onlardan biri.
Arapça kursuna giden bu 70 yaşındaki hanım, sınıfının en çalışkanı. Kurs için ihtiyacı olan kırtasiye malzemelerini torunuyla birlikte almış. Derste öğrendiklerini deftere adeta nakış gibi işlemiş. Her akşam düzenli olarak öğrendiklerini tekrar ediyor ve arkadaşlarının önünde kalabilmek için ileriki konulara da çalışıyormuş. Bu yazıyı okuyan pek çok genç arkadaşımın bu iki örneği hayretle okuduğunu görür gibiyim. Ne diyelim, biz bu dünyaya gelmek için sahiden de biraz geç kalmışız öyle değil mi?
7/24 yaşlılar
Geçtiğimiz ay 65+ Yaşlı Hakları Derneği ve Çanakkale Troya Çevre Derneği iş birliğinde Beşiktaş belediyesinin ev sahipliğinde gerçekleşen “Yaşlılık ve Teknoloji Kullanımı” paneline katıldım. Finlandiya, İsveç, Avusturya, Polonya ve Türkiye’den uzmanların konuşmacı olarak katıldığı bu panelde bu ülkelerdeki yaşlıların teknoloji ve akıllı telefon kullanma düzeyleri ve bunu artırmak onları bu teknolojik gelişmelerin dışında bırakmamak ve onların hayatlarını teknoloji ile kolaylaştırmak için yapılanlar anlatıldı. Burada anlatılanlardan yola çıkarak söyleyebilirim ki, bizim ülkemizdeki yaşlıların teknoloji kullanım düzeyleri hayli üst seviyelerde. Bunu en net WhatsApp gruplarında ya da sosyal medyada görebilirsiniz.
Yedi gün yirmi dört saat çevrimiçi olan, WhatsApp aile/akraba gruplarında devamlı aktif olan, yazılan her mesaja hemen cevap veren, Facebook’ta internetin ilk kurulduğu zamanlarda yapılan esprileri ilk kez görüp devamlı paylaşan ve hatta Facebook’ta her gördüğünü paylaşan, Whatsapp durumunu anlık olarak güncelleyen, Pinterest’ten örgü modeli çıkaran, Cuma günleri ve kandillerde listesindeki kişileri ve grupları güllü dallı resimli hazır mesajlarla bezeyen, emoji dili ve edebiyatına hâkim, ailelerinin magazincisi gibi gittikleri düğünleri, programları, konserleri, konferansları videoya çeken ve hatta gittikleri her yeri videoya çeken bir yeni nesil yaşlı kuşak ile karşı karşıyayız. 7/24 sanal ortamda olan, WhatsApp gruplarına uzun mesajlar gönderen ve gönderilen her uzun mesajı okuyan, WhatsApptan gelen her şeyin kendisine özel olarak gönderildiğini sanacak ve gönderilen her şeye inanacak kadar naif bir kuşak. “Gençlerin elinden hiç telefon düşmüyor, telefonları uzuvları gibi oldu” önermesini tersine çeviren ve daha da çevirecek bir kuşak… Her gittikleri yerin fotoğrafını çeken, gittikleri her yerde fotoğraf çektinen, yedikleri her şeyin fotoğrafını çeken bir kuşak bu!
Kafelerde sosyalleşenler
Hemen her gün sabah ve öğlen saatlerinde kafelerde, restoranlarda, belediyenin sosyal tesislerinde ağırlıklı olarak kadınlardan oluşan orta yaşın üzerinde bir veya birkaç grup görebilmeniz mümkündür.
Ev oturmalarında hazırlanan ikramların muhakkak bir Instagram kullanıcısı tarafından “Hamiyet teyzenin sunumu” yazısıyla servis edilmesinin ve denetlenmeye tabi tutulmasından belki pek çok “oturma” artık dışarıda yapılıyor. Hanımlar bu sayede hem hava aldıklarını, hem de ikram hazırlamanın, “sunum yapmanın”, evi temizlemenin yükünden azat edilmiş olduklarını söylüyorlar. İlişkileri, kafe adabı muaşereti üzerinden yeniden kurgulayan yaşlıların bu yeni alışkanlığı elbette yalnız kadınlara özgü değil. Cami çıkışlarında, cami arkadaşlarıyla kafeye gidip çay, kahve içen pasta yiyen amcalar da görmek mümkün. Yeni nesil yaşlılar da kafelerden hiç çıkmıyor canım :)
Aradığınız yaşlı çift artık evde oturmuyor!
Annemin artık rahmetli olan amcası ve yengesi ailenin en büyüğü mertebesine yükseldiklerinde her bayram kimin gelip gelmediğini listeler, ziyaretlerine gittiğimizde de bize listede kaçıncı sırada olduğumuzu ve hangi akrabamızın hâlâ gelmediğini söylerlerdi. Onların bu sürekli kapıya bakan, sürekli bekleyen halleri bana oldukça dokunurdu. Bilhassa yaşlı çiftlerin bu bekleyişini konu edinen bayram reklamları, gençleri bayramda tatile değil büyükleri ziyarete davet ediyor onların bu umutlu bekleyişinin hayal kırıklığından ziyade mutlulukla sonuçlanmasını temenni ediyordu. Distopik dizi Black Mirror da 2019 yılında Türkiye için hazırladığı bayram videosunda bu temayı kullanıyordu.
Birinin gözünden babaanne ve dedenin ziyaret edildiği, ailenin bir arada olduğu, şekerli, kolonyalı, yemekli, hoş sohbetli neşeli bir bayramdı bu. Fakat bir müddet sonra bu bayramın bir hatıra olduğunu, o sırada kumsalda şezlongda güneşlenen hatıra sahibi torunun, beynindeki istediği hatıraları tekrar yaşamasına yardımcı olan çip sayesinde bu mutlu bayram anına geri döndüğünü anlıyorduk.
Aynı zamanda evlerinde yalnız başına oturan yaşlı babaanne ve dede de aynı hatırayı yine kendi beyinlerine yerleştirilen anı çipi sayesinde tekrar yaşıyor ve o gün yalnız idrak ettikleri bayramı, eski neşeli bayram hatıraları ile unutmaya çalışıyorlardı. Gelecekten olması muhtemel bir sahne niteliği taşıyan bu video yaşlıların bayramlarda hala çocuklarını/torunlarını bekleyeceği senaryosu üzerine kuruluydu. Peki sizce de bu böyle mi olacak? Bugünün gençleri nihayet yaşlandıklarında evlerinde çocuklarının torunlarının ziyarete gelmesini mi bekleyecekler? Yoksa bayram ziyareti yerine tatile gitmeyi tercih eden, torunlarına ayak uydurmayı yani “bayram tatilini değerlendirerek tatile gitmeyi” ya da “dünya turuna çıkmayı” mı tercih edecekler? Bir arkadaşımın dedesi ve babaannesi, şehir dışında yaşayan çocuklarının her yaz aylarca onların evinde kalmalarından bıktıkları gerekçesiyle huzur evine yerleşmişlerdi. Böylece çocukları ve torunları onları ziyaret etmek istediklerinde huzur evine geliyorlar belki birkaç saat kalıp tekrar dönüyorlar, yaşlı çift de bu sayede yıpranmamış oluyorlardı. Belki kendi aile bağlarımızı düşündüğümüzde bu senaryo bize çok gerçekçi gelmese de bugün bile turlara aktif olarak katılanların ağırlıklı olarak orta yaşın üzerinde olduğu düşünüldüğünde gelecekte evlerinde torunlarını bekleyen yaşlı çift imajının gittikçe geçerliliğini kaybedeceği kanaatindeyim. Zira aradığımız yaşlı çift artık evde oturmuyor olacak!