Yaşamın kutsallığı: 2023 depremi sonrası düşünceler
Depremde yaşadıklarım ve hissettiklerim, tecrübe etmemiş olmayı dilediğim şeyler… Ne yazık ki bu düzeyde bir doğal afetin tekrar yaşanma olasılığının fazlasıyla gerçek olduğunu biliyorum. Bu Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde olabilir. İnsanlık birey ve toplum olarak hazır değilse, kimsenin o gün için yapmaya çalıştığı hiçbir hazırlık yeterli olmayacaktır. Özellikle Hatay ve Antakya’da yaşananlar, insanlığın insan olarak hareket etmedeki başarısızlığıydı
Ekibim beni pazartesi akşamı saat 7 civarında evimden aldı. Henüz varoluşumun ayrılmaz parçaları olacaklarından bihaberdim. Kameraman Nurettin İmral ve Yapımcı Yunus Emre Demiroğlu bizi tam olarak neyin beklediğini bilmiyorlardı. Türkiye’nin güneyinde depremden etkilenen bölgelere ulaşmaya çalışırken kadim volkanik Hasandağı’nın yanından geçiyorduk. 3300 metre yüksekliğindeki volkanik yanardağın bilinen son patlaması MÖ 7000 yılında gerçekleşmiş. 9000 yıldan daha uzun bir süre önce.
Eşi benzeri görülmemiş bir susuzluktan muztarip olan Türkiye’nin tarım zengini Anadolu bölgelerindeki milyonlarca insanın günlerdir merakla beklediği yoğun kar yağışı, Ankara’dan Adana’ya giden yolları benzersiz boyutlarda kaygan bir zemine dönüştürmüştü. On binlerce insan her iki yöne, ama daha çok deprem bölgelerine doğru koşturuyordu.
Gece yarısından hemen önce, kar yağışının şiddetini artırdığı sırada yakıt almak için durduk. Yüzlerce insan benzin istasyonunun içini doldurmuştu. Depoyu doldurduktan sonra en az dört aracın buzlu kaygan zeminin son kısmından geçebilmeleri için zincir takmalarına yardımcı olduk. Ekibim ve ben, son 2000 yılda insanoğlunun bildiği en yıkıcı doğal afete doğru ilerlediğimizden habersizdik.
Depremde yaşadıklarım ve hissettiklerim, tecrübe etmemiş olmayı dilediğim şeyler… Ne yazık ki bu düzeyde bir doğal afetin tekrar yaşanma olasılığının fazlasıyla gerçek olduğunu biliyorum. Bu Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde olabilir. İnsanlık birey ve toplum olarak hazır değilse, kimsenin o gün için yapmaya çalıştığı hiçbir hazırlık yeterli olmayacaktır. Özellikle Hatay ve Antakya’da yaşananlar, insanlığın insan olarak hareket etmedeki başarısızlığıydı.
İnsanlık bu depremi tarihteki en büyük insani başarısızlıklardan biri olarak hatırlayacaktır. Gerçek şu ki kurtarılabilecek, yardım ulaştırılabilecekken kurtarılamayan yardım ulaştırılamayan on binlerce insan var. Hükûmet yapmadığı ya da hükûmet yeterince hızlı olmadığı için değil; denemedikleri için de değil; insanlar birlikte çalışmadıkları ve birbirlerine insan gibi davranmadıkları için.
İnsanlık tarihinin en büyük doğal felaketlerinden birinden etkilenen bu yerde geçirdiğim onca günden sonra bu konu üzerinde çok düşündüm ve vardığım sonuç, her şeyi başarabilecek kapasiteye sahip olduğumuz ancak insanlığın elindeki kaynakları insan hayatını kurtarmak için doğru şekilde kullanmakta başarısız olduğudur.
Firavun ve piramitlerden, haklarında kim ne düşünüyorsa düşünsün, bu durumu daha iyi anlamak için temel kavramlar çıkarabiliriz. Firavun ve kavmi, binlerce yıl boyunca tüm insanlık ve uygarlık üzerinde etki bırakan bir şeyi başardılar. Piramitler bugün de ayakta. Bunu nasıl yaptıklarından hâlâ emin değiliz ama bir araya gelip bir topluluk, insanlık ve medeniyet olarak zamansız bir şey yaratmayı başardılar. Kapasiteleri, kaynakları ve bilgileri göz önünde bulundurulduğunda, binlerce yıl önce yarattıkları eserlerin bugün hâlâ ayakta olması, insanlığın bir araya gelerek ulaşılamaz olduğu düşünülen şeyleri başarma becerisinin bir kanıtıdır.
Mevcut pedagojiye ve bize tarih, bilim ve teknoloji hakkında öğretilenlere bakarsak insanlık tarihindeki en ileri medeniyet, insanlık tarihindeki en insancıl medeniyet ve insanlık tarihindeki en gelişmiş medeniyetiz. Ancak tüm bu kapasiteye, potansiyele, kaynaklara ve bilgiye rağmen birçok yönden yardım etmenin mümkün olduğu insanlara yardım etmekte başarısız olduk. İnsanlık, bir bütün olarak bu önlenebilir felakete birçok düzeyde yanıt vermekte başarısız oldu.
Bir süre önce uzay-zaman sürekliliğinde bir kırılmaya tanık olduk. Yaşayan dünya, sarmal boyutlarda, tam ve neredeyse anlık bir metafizik dönüşüm geçirdi. Altmış saniyeden kısa bir süre içinde on binlerce insan hayatını kaybetti ve milyonlarca insan kökünden sökülüp âdeta sıfırlandı. Bir gazeteci olarak utanıyorum. Daha fazla insanın kurtarılmasına yardımcı olamadığım için üzgünüm. Bir fert olarak, insanlığımı kaybetmiş gibi hissediyorum.
Hem bir profesyonel hem de bir insan olarak, çöken bir binanın altında kalmış olsaydım dışarıda olan başka herhangi bir insanın sahip olmasını bekleyeceğim standartlara uymakta başarısız oldum. Bırakın eşimi, iki kızımı ya da içeride kalan diğer canlıları… Daha fazla hayat kurtaramadığım için kendimi sorumlu hissediyorum. Dünyanın geriye dönüp bu yaşananlara nasıl bakacağı belli değil. İçimde taşıdığım en korkunç anıların bu kısa tanıklığının gelecek nesillere bu tür felaketlerle karşılaştıklarında fayda sağlayacağını umuyorum.
Zamana karşı bir yarış
Yollar buz tutmuştu. Büyük bir kar fırtınası ve korkunç yol koşulları, ortalama bir insanın Hatay’a ulaşmasını imkânsız hâle getiriyordu. Bu, müdahalenin gecikmesine neden olan ana faktörlerden biri. İletişim de önemli bir sorundu. Telekomünikasyon çöktü ve bilgilerin ulaşması yavaşladı. Ama bu faktörler insanları afet bölgesine ulaşmaya çalışmaktan alıkoymadı.
Depremlerden tam 24 saat sonra Antakya şehrine girdik. Valilik binasının yakınında yer alan eski şehir merkezine vardık. Zifiri karanlıktı. Hiç ışık yoktu. Sokaklarda yakılan ateşlerin etrafında toplanan insanları izlerken çığlık ve fısıltı sesleri kulaklarımı doldurdu. Hava hâlâ karanlıktı ama yıkımın büyüklüğü anlaşılıyordu. Sahada zaten askeri birlikler vardı. Ayrıca ülkenin dört bir yanından bizden önce gelen gönüllüleri de gördük. Yıkılan binaların, enkazların altında kalan insanlara ulaşmaya çalışıyorlardı.
Güneş doğduğunda her şey ortadaydı. Aradan 24 saatten fazla zaman geçmişti. Bu süre zarfında ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Ama herkes zamana karşı bir yarış içindeydi. Şehrin etrafında dolaşırken en az yarım düzine insanın kurtarıldığına şahit olduk. Binalardan canlı çıkıyorlardı. Arama-kurtarma ekipleri, aile üyeleri ve gönüllüler kırık çelik ve beton yığınlarına doğru “Sesimi duyan var mı?” diye bağırıyorlardı. Bazıları elleriyle kazıyor, bazıları çekiçlerle beton kırıyordu. Acıya boğulmuş aile üyeleri sokaklarda yüksek sesle ağlıyordu.
Ama umut da vardı. Güneş doğarken ambulans sirenleri çalmaya başladı. Daha fazla insan kurtarılıyordu. Hatta bazıları çöken binalardan tek bir çizik bile almadan çıkmıştı. Hayatta kalanlardan bazıları o kadar korkmuştu ki, ağır iş makinelerinin senfonisini, ambulans sirenlerini ve hayatta kalanlara yapılan çağrıları duyana kadar çöken binalardan çıkmaya başlayamamışlardı.
Salı gecesi ambulans sirenleri tüm vadiyi inletiyor, bitecekmiş gibi görünmüyordu. Şehrin üzerinde dumanlar tütüyor, artçı sarsıntıların titreşimleri ve yardım için Antakya’ya doğru yola çıkan yüz binlerce insanın oluşturduğu konvoyla birlikte yoğun bir toz bulutu yükselip alçalıyordu. Helikopterler alçaktan ve hızlı uçuyordu. Salı günü öğleden sonra hava açıktı. Arama-kurtarma ve afet müdahalesi o zamana kadar hızlanmıştı.
Gün ortasından sonra yıkımın boyutunu fark ettik. Her tarafta yıkılmış, çökmüş binalar ve kapanan yollarla tıkanmış sokaklarda manevra yapmaya çalışan büyük araçlar, hasar görmüş köprüler ve daha fazla hayat kurtarmak için binalara ulaşmaya çalışan büyük vinçler ve kepçeler vardı.
Mucize üstüne mucizeye tanık olduk
İnsanların hâlâ hayatta olanlara ulaşmak için enkazı kazmalarını izlemek asla unutamayacağım bir şey. Pek çok bina tamamen çökmüşken diğerleri eğilmiş, yıkılacakları zamanı bekliyordu. Kurtarma görevlileri onlara ulaşmak için metal kesiciler, çekiçler, vinçler, kepçeler ve çıplak ellerini kullandılar. Metalin metali kırma ve ağır makinelerin altlarında kaldırımı süsleyen kalın moloz tabakasını kazıma sesleri hâlâ kulaklarımda çınlıyor. İnsanlar enkazdan kurtarıldığında, herkes kazmaya devam etmeden önce bir nefes daha almak için soluk soluğa kaldığından havadaki az miktardaki oksijenin yok olduğunu hissedebiliyordunuz.
Bu çabaya katılan tanıdığım insanların çoğu gönüllüydü. Bazıları çok uzak illerden gelmişti. Tehlikede olduklarını biliyorlardı. Kapasitelerinin sınırlı olduğunu biliyorlardı. Ama hepsi ellerinden geleni yapmak için orada olduklarını söylediler. İnsan hayatının değerini biliyorlardı. Bana en azından bir hayat kurtarmak istediklerini söylediler, böylece öbür dünyada Rablerine gidip “Ben bir hayat kurtardım. Lütfen bana merhamet et,” diyebileceklerini söylediler. Ne zaman biri canlı çıksa, gönüllüler ve kurtarma görevlileri kazmaya devam etmek için daha da şevke geliyorlardı. Birçok insan aile üyelerinin nerede olduğunu biliyordu ama sıradan vatandaşlar olarak onlara ulaşamıyorlardı. Ancak insanlar bir araya geldiğinde ve bir ekip olarak çalıştığında işte o zaman hayatlar kurtarılıyordu.
Muhtemelen 70’li yaşlarında, belki de daha yaşlı, ağaca yaslanmış çaresizce duran bir kadın gördüm. Sadece birkaç bina ötesinde arama kurtarma ekipleri başka bir yaşlı kadını kurtarmayı başardı. Binanın dışında bekleyen oğlu eğilmiş, annesini binanın yan tarafındaki bir açıklıktan dışarı taşınırken mutluluktan havalara uçuyordu. Kurtarma ekipleri kadını ambulansa bindirdikten sonra soluklanır, ambulans uzaklaşırken ağaca yaslanmış duran yaşlı kadın bir şekilde fark edildi. Kadın çığlık atıyordu ama sesi zayıf ve yumuşaktı. Onun yaşındaki bir kadından beklendiği gibi. Kocasının binanın içinde olduğunu, sesini duyabildiğini söyledi. Kurtarma ekibindekilere onu bıraktığında nerede olduğunu anlattı. Hatta ona ulaşmak için tekrar içeri girmeye çalıştığını ama başaramadığını söyledi. Kurtarma ekipleri kendi üzerine çökmüş olan binaya tırmandı. Aslında binanın birden fazla katı kayboluvermişti. Bir şekilde bu yaşlı adam hayatta kalmayı başarmıştı. Kısa bir süre sonra binadan çıktılar ve kadınla tekrar konuştular. Kadın onlara daha fazla bilgi verdi ve geri döndüler. Birkaç dakika sonra yaşlı bir adamı battaniye içinde canlı olarak dışarı taşıdılar. Bir hayat daha kurtulmuştu. O günün ilerleyen saatlerinde mucize üstüne mucizeye tanık olmaya devam ettik. İnsanoğlunun iyiliğinin gerçek kanıtları.
Sadece birkaç bina ötede Türk komandolarını ve arama-kurtarma ekiplerini, üzerine çöken diğer iki bina tarafından eğik de olsa ayakta kalmış bir binanın içinde sıkışmış bir grup insana ulaşmaya çalışırken bulduk. Aile üyeleri artık zemin seviyesinde olan eğimli çatıda duruyordu. Ayak parmaklarının ucunda durarak sevdiklerini bir an olsun görebilmek umuduyla çaresizce binalarına bakıyorlardı. Hayatta olduklarını umarak. Askerlerin yıkılan katlar ve duvarlar arasından sürünerek binaya girmelerini izledim. Düşen molozlar, büyük metal parçaları ve keskin kayalar her yöne fırlıyordu. Kesinlikle bir ölüm tuzağıydı. Ama askerler insanları canlı bulmayı başardı. Onlara su götürdüler, onlarla konuştular.
Enkaz altında kalanları dışarı çıkarmak neredeyse imkânsızdı. Askerlerin ve aile üyelerinin bu yüzden başka planları vardı. Sevdikleri, düşen beton ve mobilyaların arasında sıkışmıştı. Adamın ağır yaralı olduğunu söylediler. Ama bu onları durdurmadı. Artçı sarsıntılar altımızdaki zemini dalgalandırdı, etrafımızdaki paramparça binalardan rastgele enkazlar düştü. Bu da durdurmadı. İki saat ya da biraz daha fazla bir süre sonra, çünkü biz gazeteci olarak oraya varmadan gelmeden önce başlamışlardı, orta yaşlı bir adam, ayağının birinde 10-15 cm’lik bir kesikle binadan çıkarıldı. Hayattaydı ama öyle kalabilmek için zamana karşı yarışıyordu. Karısı telefonla ambulans çağırmaya çalıştı. Bağlantı yok. Mahallede avazı çıktığı kadar “Araba lazım, ambulans lazım!” diye bağırdı. Binalar sokağa yıkıldığı için sokağa erişim yok. Askerler kocasını yüz metre ileride, oradan başka bir yere uzanan diğer bir yola erişimi olan bir arabaya taşıdı.
Antakya’ya ulaşabilen herkes şoktaydı
Ortalık henüz sakinleşmedi. Bu biraz zaman alacak. Yeniden yapılanma çabaları önemli olsa da hayatları yeniden inşa etmek daha da zor olacak.
İnsanlar gözlerini açıp derin bir nefes aldıktan ve yıkımın boyutlarını gerçekten gördükten sonra, devam etmekten başka çareleri olmadığını anladılar. Kazı çalışmaları günlerce sürdü. Ambulans sirenleri, helikopterler, traktörler, kriko çekiçleri, jeneratör vızıltıları ve ağlama sesleri 10 gün boyunca hiç susmadı.
Ekibim ve ben şoktaydık. Antakya’ya ulaşabilen herkes şoktaydı. Sağ kurtarılan insan sayısı her geçen gün azalıyordu. Ama hâlâ umut vardı. Hepimiz şokta olsak da bir canın daha kurtarılabileceği umudu kazıyı körüklüyordu. Arama-kurtarma çalışmalarına yardımcı olmak için ağır ekipmanlarını getiren birçok gönüllüyle tanıştım.
Özellikle bir binada çok kasvetli bir atmosfer vardı. Bina sakinlerine göre yaklaşık 50 kişi sağ olarak kurtarılmış olsa da enkaz altında 150 kişi daha vardı. Binadan kurtarılan kadınlardan biri, enkaz altında kaldığı sırada aldığı ağır yaralar nedeniyle hastaneye kaldırıldıktan sonra hayatını kaybetti. Bu bile gönüllülerin ve kurtarma ekiplerinin şevkini kırmadı.
Birkaç gün süren kazının ardından binada yaşayan insanlara ait bazı kişisel eşyalar buldular. Bu eşyalar arasında yer alan bir çantanın içine baktıklarında bir kadının kimliğini buldular. Bir gün önce enkazdan çıkarılan kadına aitti. Akrabası onu teşhis etti. Cüzdanında bir miktar para kalmıştı. Kalınca sarılmıştı, tomar çok büyük değildi ama önemli miktarda bir paraydı ve cüzdanın içinde saklanmıştı. Kadının akrabası parayı gönüllülere verdi. Onlara, “Lütfen daha fazla yakıt, yiyecek ya da kazmaya devam etmek için neye ihtiyacınız varsa alın. Daha fazla insan bulun.”
Şok içinde kadının kimlik kartına bakan diğer adamların arasına katıldım. O anda hâlâ kurtarılacak hayatlar olduğunu fark ettim. Ayrıca, sadece bir hayat daha kurtarmak için bile olsa, fiziksel, duygusal ve zihinsel sınırlarını zorlamaya istekli insanlar vardı. O dehşet anları bana insanlık için umut olduğunu ve her insan hayatının kutsal olduğuna inanıldığını öğretti.
Yapılması gerekenler ne?
Türk hükûmeti hâlihazırda evleri ve toplu yaşam alanlarını yeniden inşa etmek için çalışıyor. Hedef, bir yıl içinde yüz binlerce evin yeniden inşası. Bu yapılabilir. Daha önce de yapıldı. Türkiye depremler, seller ve orman yangınları da dahil olmak üzere ülkedeki diğer doğal afetlere iyi karşılık verdi.
Ancak evler yeniden inşa edilirken bir yandan toplumun da iyileşmesi gerekiyor. Milyonlarca insanın hayatı sıfırlandı. Her şeyi en baştan inşa ediyorlar. Duygularının, tutkularının, korkularının, insani içgüdülerinin yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Düğünler, doğumlar, ölümler, mezuniyetler, aile toplantıları, ataların mirası, mülkiyet belgeleri, mali kayıtlar, giysiler, kişisel eşyalar, maddi şeyler ve bir insanın evinde sahip olabileceği her şey, en temel ve önemli eşyalar ve anılar yok oldu. Milyonlarca insanın yaşadığı kederi dikkate almak için iyi düşünülmüş bir plana ihtiyaç var.
Toplum olarak bir araya gelmeli ve daha iyi insanlar, daha iyi komşular, daha iyi babalar, daha iyi anneler, daha iyi oğullar, daha iyi kızlar ve daha iyi insanlar olmaya karar vermeliyiz. Muhammed (s.a.v.) bize gülümsemenin sadaka olduğunu öğretti. Bu başlangıç için iyi bir yer. İyileşme ve yeniden inşa önemli olsa da tüm dehşetiyle gerçeklerle yüzleşmek durumundayız. Bu olay tekrar yaşanabilir, muhtemelen yaşanacak da. İnsanlar yıllardır İstanbul’daki “büyük depremi” bekliyor. Bir sonraki deprem nerede olursa olsun, toplum olarak hazır olmalıyız. Uluslararası toplum adım atmalı, jeologların ve uzmanların şeffaf bir şekilde halkla bilgi paylaşmasına izin vermeli ki halk karşı karşıya olduğu riskleri bilebilsin ve hazırlanabilsin.
Uluslararası tepki yavaş ve sönüktü
NASA’dan gelen uydu görüntüleri ilk gün Birleşmiş Milletler’e ulaştı. Ancak NASA ve Birleşik Devletler Jeolojik Araştırmaları sahadaki durumu tam olarak yansıtmadılar. Antakya’nın tamamının çöktüğünü görmediler mi? Nurdağı’nı, Kahramanmaraş’ı ve diğer yerleri görebildiler. Yıkımın büyüklüğünü açıkça anladılar. Ancak modern tarihin önlenebilir en kötü doğal felaketine müdahale etmek için uzlaşılabilir hiçbir uluslararası adım atılmadı.
Uluslararası toplumun bir araya gelmesi ve ülkelerden hem Türkiye hem de Suriye için 1 milyar dolar toplamalarını istemesi yaklaşık iki hafta sürdü. Bu da bana uluslararası toplumun aslında yaşananların herkese söylediklerinden daha kötü olduğunu bildiğini gösteriyor. Sadece Türkiye’de değil, Suriye’de de.
Varil bombaları ve kimyasal silahlarla kendilerini vuran diktatör bir rejimle karşı karşıya kalan Suriyelilerin ileriye dönük bir yol bulmalarına Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplumun yardımcı olamaması, Türkiye’yi ve yardım ettiği Suriyelileri en zor zamanlarında daha da savunmasız bıraktı.
Buradaki bir başka önemli husus, 6 Şubat depremlerinden etkilenen topluluklar arasında yoğun bir nüfusa sahip olan ve Türkiye’de geçici koruma statüsü altında yaşayan, ülkelerinde yerinden edilmiş milyonlarca Suriyelinin de bulunması.
Birleşmiş Milletler tüm bu bilgilere sahipse neden daha önce harekete geçmedi? Bunun yerine BM yetkilileri, Türkiye’den Suriye’ye geçişe izin verilen tek sınır kapısına erişimi engelledikleri için Türk hükûmet yetkililerini suçlayacak kadar cüretkâr davrandılar. Gerçek şu ki, BM’nin depolama tesisleri bozuk yolun diğer tarafındaydı ve gerçekten isteselerdi Suriye’ye girebilir, hatta etkilenen insanlara ulaşabilirlerdi.
Türkiye’de, ihtiyaç duyduğumuzda uluslararası toplumun yardımımıza koşmayacağı gerçeğini göz önünde bulundurarak yapmamız gereken çok iş var. Bundan daha da kötü bir depreme hazırlanmamız gerekiyor. Muhtemelen etkilenen bölgelerden daha yoğun nüfuslu bir yerde. Bu yıl 1.000.000 kişilik bir arama ve kurtarma gücü oluşturmak için bir plan uygulamaya başlamalıyız. İyi eğitimli, fazlasıyla disiplinli ve iyi hazırlanmış.
Çalışırken gördüğüm arama ve kurtarma ekipleri farklı türlerde, farklı işlevlere sahip ve farklı devlet ve sivil toplum kuruluşlarından geliyordu. 10 kişilik ekipler 100.000 ekip yapar. Bu hâlâ yeterli olmayabilir. Ama bir başlangıç.
Arama-kurtarma ekiplerinin bu tür durumlar için gerekli tüm ekipmana sahip olması gerekiyor. Metal kesiciler, kriko çekiçleri, matkaplar, testereler, sel ışıkları, makaralı ve vinçli ağır makineler, jeneratörler ve travma müdahale kitleri. Ekiplerin hızlı hareket edebilmesi, ulaşılması zor yerlere girebilmeleri gerekiyor. Ordu, polis ve hatta özel şirketlerle koordinasyon ve uygun eğitim, bize tüm ekipleri ve ekipmanlarını çok daha hızlı müdahale süreleriyle en çok etkilenen bölgelere hava yoluyla bırakma kabiliyeti sağlayacaktır.
Toplumun yeniden inşası sürecine, yaşamın sürdürülebilirliği ve 6 Şubat benzeri başka bir felaket durumunda hayat kurtarma becerisinin paydaşları hâline gelmeleri için sürece vatandaşların da dâhil edilmesi gerekiyor. Topluluklar, güvenli bir şekilde korunan, kolay erişilebilen, kapsamlı ve düzenli olarak izlenen veya gerektiğinde yenilenen stratejik malzeme ve ekipman depoları oluşturmalı. Acil durum iletişim hatları kurulmalı. Kara hatları, uydu iletişimi, radyo iletişimi veya doğal afet durumlarında çalışmak üzere özel olarak tasarlanmış diğer sürdürülebilir iletişim sistemleri acilen kurulmalı. Bu, duyuruların yapılabileceği, operasyonların ilan edilebileceği ve enkaz altında kalanların yukarıdan yönergeler ve bilgiler alabileceği yerel olarak işletilen bir hoparlör sistemini içerebilir. Basit bir seslenme eylemi ve insanlardan metale dokunmaları ya da tekrar eden bir ses çıkarmaları gibi belirli bir şey yapmalarını istemek, çok daha fazla hayatın çok daha hızlı bir şekilde kurtarılmasını sağlayabilir.
Toplulukların kendi müdahale durumlarını organize etme ve planlama sürecine dahil olmaları gerekiyor. Çocuklarımıza insan olmayı ve başkalarına, özellikle de en savunmasız durumdaki insanlara da insan gibi davranmayı öğretmeliyiz. Bir sonraki depreme hazırlanmak için çok daha fazlası yapılmalı. Ancak tüm bunlar, her insan hayatının kutsal olduğu gibi basit bir varsayımla yapılmalı. Eğer hepimiz bu konuda hemfikir olursak, o zaman sadece başka hayatları kurtarmak için hazırlıklı olmakla kalmayıp kendimizi de kurtarabiliriz. Allah buyuruyor: “Kim bir hayat kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Mâide 5/32)