Yapay Zekâ Evrensel Beyannamesi mümkün mü?
“Bir gün olur da süper zekâ, bütün zekâların üstünde ‘külli bir irade’ meydana getirirse, bir devletin veya kurumun değil insanlığın ortak malı olmalı, ortak faydaya yönelik çalışmalı.”
Dünyanın hemen her yerinde baş gösteren yapay zekâ furyası medyatik bir salgın olarak yayılıyor. Çok değil birkaç sene öncesine kadar sosyal medyadaki teknoloji hesaplarının nadiren paylaştıkları, üniversitelerin mühendislik bölümlerine hapsolmuş, bilim çevrelerinin başarısı ve performansı konusunda bir türlü ittifak edemediği marjinal bir konuyken, ne olduysa son iki yılda sanki tüm teknoloji gündemi yapay zekâdan ibaret bir hâl aldı.
Hemen hemen hayatın her alanında boy gösteren yapay zekânın sosyo-ekonomik etkileri veya yapay zekâ destekli sistemlerin kuracağı yeni dünya düzeni hakkında yayımlanan kitap ve raporların haddi hesabı yok. Türkçeye ancak bir ya da ikisi çevrilen bu yayınlar şimdiden ciddi bir külliyat oluşturdu.
Dünyanın çeşitli yerlerinde, özellikle de meşhur üniversitelerinde açılan araştırma merkezleri ve enstitüler ise saymakla bitmez. Bu hızlı atılım süreci beraberinde yapay zekânın fırsatları ve riskleri hakkında çok sayıda soruyu da gündeme taşıdı.
Herkes şunu merak ediyor, yapay zekâ acaba olduğundan daha büyük gösterilen bir balon mu? Yapay zekânın bilimselliği Nick Bolstrom gibi felsefecilerin dolduruşuyla süper zekâ temalı bilim kurgu anlatımlarıyla abartılıyor olabilir mi?
Bu süreçte etkili olan gelişmeleri kısaca hatırlamakta fayda var. Teknolojinin hızlı değişim göstermesinin yanında, Dünya Ekonomik Forumu’nun Dördüncü Endüstri Devrimi’ni dünya gündemine dayatması elbette önemli pay sahibi.
Bu dayatma öyle etkili ki, özellikle ülkemizde yapay zekâ hakkında konuşmak, böylesine sayısal bir meseleyi sözel projelere, etkinliklere, müsamerelere adapte etmek zaruretmiş gibi bir psikolojiyle sonuçlanıyor. Kabul edelim, Türkiye’de yapay zekâ konusunda bilimsel, ticari, stratejik ve entelektüel üretim ise emekleme döneminde.
Üçüncü Endüstri Devrimi’nin başat kavramları olan bilgi teknolojileri, dijital transformasyon ve otomasyondan siber-fiziksel sistemlere, otonomlaşmaya, makine-insan bütünleşmesine doğru bir dönüşüme şahit olmaktayız.
Robotik, insansız araçlar, büyük veri, insansı yapılar herkesin ilgi odağı olmuş durumda. Yapay zekânın alt kolları derin öğrenme, makine öğrenmeden türeyen başta ses tanıma ve yüz tanıma teknolojileri ışık hızında ürünleşiyor.
Çip ve yazılım sektörlerindeki yeni nesil girişimciler işlem hacmi ile hızını daha önce görülmemiş seviyelere getiren açılımlara imza attı. Facebook ve Alibaba kendi yapay zekâ çiplerini üretmek için uğraşmakta.
Sonuçta ham maddesi veri olan, insan faktörünün rolünü, böylelikle hata ve yanılma oranını azaltan etkili yapay öğrenme, teşhis ve tahmin algoritmaları geliştirildi. Buna bağlı olarak teknoloji devi şirketlerin gelirlerinde hızlı ve geometrik artış sonucunda ortaya göz kamaştırıcı bir tablo çıkıyor.
İlk 20 teknoloji devinin toplam ekonomik büyüklükleri 4 trilyon dolar sınırına dayandı. “Beş Büyükler” diye adlandırılan Facebook, Amazon, Google, Apple ve Microsoft yapay zekâ alanındaki çalışmalarıyla başı çekiyor. Tencent, Baidu, Alibaba gibi Çin teknoloji devleri yapay zekâya inanılmaz yatırımlar yapıyor. Çin, dünyadaki tüm yapay zekâ akademik üretiminin %55’ini tek başına sırtlanmışken, patent liginde ise ABD’nin açık ara liderliği devam ediyor. Baidu ve Alibaba kısa vadede birkaç milyar dolarlık AR-GE projeleri hazırlarken, Linkedin verilerine göre sadece Alibaba’da 25 bini aşkın yapay zekâ mühendisinin çalıştığı efsanesi kulaktan kulağa yayılıyor.
Teknoloji devleri kendi bünyelerindeki çalışmalarla yetinmezken, son 5 yılda sayısı 500’ü bulan yapay zekâ start-up’ını satın alarak küçük balıkları yutmaya pek meraklı. Öyle ki, 2017’de dünyadaki tüm yatırımlarının %47’si Çin’deki start-up’lara gitti.
Örneğin, Alibaba Grubu, dünyanın en değerli yapay zekâ girişimi olan ve yüz tanıma alanındaki çalışmalarıyla bilinen SenseTime’a 600 milyon dolar yatırım yaptı.
Şirketin bugünkü değeri 4.5 milyar dolar olarak tahmin ediliyor.
SenseTime, Çin’deki her bir vatandaşın takibini yaparak çeşitli parametreler ışığında onlara toplumsal hayattaki davranışları temelli bir vatandaşlık puanı veriyor. Evgeny Morozov’un “algoritmik regülasyon” şeklinde tabir ettiği siber-biopolitik gerçeklik de böylelikle ortaya çıkmış oluyor.
Bir bakıma algoritmalarla çevrelenen ve sınırlanan Hayat 4.0’da, algoritmaların bizi yönlendirdiği ölçüde yaşam sürüyoruz. Hep beraber yaşadık ve gördük, bu manipülatif hâllerin en son örneği ise ABD seçimlerinde Cambridge Analytica ile ortaya çıkan büyük skandal.
Devletler de yapay zekânın cazibesine kapılmakta pek geri kalmışa benzemiyorlar. Daha doğrusu bazıları konunun önemini fazlasıyla idrak etmiş gibiler. 2016 yılında ABD ile başlayan süreçte bugüne dek 25’e yakın ülke yapay zekâ stratejilerini açıkladı.
“Beş Büyük” tabirini burada da kullanmak yanlış olmaz. ABD, Çin, İngiltere, Fransa ve Rusya konuyu ciddiye aldıkları her hâllerinden belli detaylı yol haritaları belirlemiş durumdalar. Yapay zekâ haberleri ekranlarımızda o kadar hızlı akıyor ki okuduğunuz yazıyı kaleme aldığım şu anda bile önüme Avrupa Birliği’nin yapay zekâ stratejisini açıkladığı haberler düşüyor. Bu haberden Avrupa Birliği’nin, ABD ve Çin’e meydanı bırakmamak adına dünyanın en büyük yapay zekâ laboratuvarını kurmak için çalışmalara başladığını öğreniyoruz.
Bu çabaların iz düşümlerini başta eğitim, finans, reklamcılık, pazarlama, yönetim, medya ve eğlence, sağlık, tarım, savunma, ulaşım, güvenlik alanlarındaki gelişmelerden takip etmek mümkün. IBM’in Watson ile Google’un Deepmind platformları iş dünyasına 360 derece hizmet sunmakta pek iddialı. Pazar payının büyük kısmı zaten onların elinde.
Araya Palantir veya Predata gibi gizemli şirketleri de katabiliriz. Bloomberg Businessweek’in son sayısının kapak dosyasının başlığı bu açıdan çok manidar: “Palantir’ı biliyor musunuz? Çünkü Palantir sizi tanıyor”. Facebook, sıçrama yapmak için çareyi Google’ın tepe yapay zekâ yöneticilerini kadrosuna katmakta buldu. Facebook, Building 8 (Bina 8) adını verdikleri gizemli bir yapay zekâ merkezine sahip. Özellikle beyin konusunda dudakları uçuklatacak çalışmalar sürdürüyorlar.
Yapay zekânın ekran yüzlerini zaten hepiniz tanıyorsunuz. Konuya medya görünürlüğü ve küresel halkla ilişkiler desteği sağlayan Sophia adlı Suudi vatandaşlığına geçen robot, Birleşik Arap Emirlikleri’nin bebek yüzlü yapay zekâ bakanı, Westworld ve Black Mirror gibi Netflix dizileri, Japonya’da yapay zekâ belediye başkan adayı, Boston Dynamics’in havada parende atan makineleri, Elon Musk-Mark Zuckerberg kavgası, Andrew NG’nin açık dersleri, Rusların savaş canavarı Predatör, geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Stephen Hawking’in insanlığın sonuna dair felaket senaryoları, Jack Ma’nın insanlık tavsiyeleri, Ray Kurzweil’in tekillik (singularity) kehanetleri, Yuval Noah Harari’nin Yahudi-Hristiyan teolojisinden beslenen evrim ve kıyamet soslu tefsirleri, Google ve Pentagon’un Maven Projesi’ndeki ortaklığı, işin nereye gidebileceği ve kapsamı konusunda hepimize oldukça önemli fikirler sağlıyor.
Özetle, devletler, özel sektör, sivil toplum, düşünce kuruluşları, üniversitelerin konuya artan ilgisi ve 2030’a gelindiğinde yapay zekânın dünya ekonomisine 15,7 trilyon dolar ilave katma değer katacağı haberleri tüm dünyanın başını döndürüyor.
Herkesin derdi aynı: Bu pastadan en büyük payı nasıl kapabiliriz? Sürücüsüz arabalar, robot savaş makineleri, yapay zekânın doktor, işçi, genel müdür ve öğretmenlerin yerini alması beklenen yeni distopik düzen, “insansız yapay zekâ din(sizliği)”, kendi kendine karar alabilecek bir üst robot-makine ırkının ortaya çıkışı acaba nasıl olacak, nasıl riskler barındıracak?
Tam bu noktada tartışmanın hukuk, yönetişim ve etik eksenine kaydığını gözlemliyoruz. Her ne kadar çok düşük bir risk de olsa sürücüsüz arabalar insana çarptığında kusur kime ait? Yapay zekâya mı, onu tasarlayan mühendise mi?
Otonom savaşların yaşanacağı düşünülen yakın gelecekte robot askerlerin muharebesi, mevcut savaş hukukuyla nasıl açıklanabilir? Yapay zekânın tanı koyduğu bir hastaya bir süre sonra yanlış teşhis konduğu anlaşılırsa sorumluluk kimin? Yapay zekâ çağında mahremiyet ne kadar mümkün?
Daha da çoğaltabileceğimiz benzeri sorulara 2017’de yapay zekânın en ünlü isimlerinin katıldığı bir konferansta cevap arandı. Yaklaşık 6 gün süren ve onlarca panel ve tartışmanın gerçekleştiği konferans sonucunda 23 maddelik Asilomar Yapay Zekâ İlkeleri açıklandı (https://futureoflife.org/bai-2017/).
Future of Humanity Institute (İnsanlığın Geleceği Enstitüsü) tarafından organize edilen konferansın sonuç bildirgesi niteliğindeki bu ilkeler bugün itibariyle 1273 Yapay Zekâ/Robotik akademisyeni ve önde gelen 2541 girişimci, teknoloji uzmanı tarafından imzalandı (https://futureoflife.org/ai-principles/).
Asilomar İlkeleri için yapay zekânın Magna Carta’sı tabirini kullanmak yanlış olmaz. Tam anlamıyla bir anayasa niteliğine sahip ilkeler yapay zekâ konusunun farklı alanlardaki uzmanlarının katkılarıyla hazırlanması bakımından hemen her konuya değinmiştir, denebilir.
Yapay zekâ çalışmaları, risk içerebilecek ve kapsamı açısından insanlığa tehdit oluşturabilecek tüm alanlar tanımlanarak gerekli düzenlemeler için önlemler teklif edilmiş. Ancak 23 ilkenin gerçek hayatta ne kadar karşılık bulabileceği de tam anlamıyla muamma.
Geçtiğimiz şubat ayında, Asilomar İlkeleri’nin de ateşli bir savunucusu olan Elon Musk, insanlık yararına yapay zekâ çalışmaları yürütmesi için kendi elleriyle kurduğu OpenAI’ın yönetiminden, özellikle Tesla ve insan-beyin etkileşimi çalışmaları yürüten Neurolink’te yapay zekâ işine çok fazla bulaştığı için ayrılma kararı aldı. Yani mealen dedi ki, “Ben kendi savunduğum ilkelerle ters düşebilirim, burada durmanın anlamı yok.”
Şubat 2017’deki konferansın konuşmacıları ve katılımcıları yıldızlar geçidi tabirini gerçekten hak ediyor. Peki kendilerini “insanlığa” adamış yüzlerce yapay zekâ uzmanı hangi sonuçlara vardı? 23 ilke üç başlıkta toplanıyor: araştırma, etik ve uzun vadeli meseleler.
Araştırma başlığı altıdaki konular, bilimsel faaliyetlerin amacının yönetilmeyen, başıbozuk yapay zekâlar değil tam anlamıyla denetlenen yapay zekâlar hakkında olması; araştırma fonlarının bilgisayar ve yazılım mühendisliği kadar, ekonomi, hukuk ve sosyal çalışmaları da kapsaması; yapay zekâ araştırmacıları ve karar vericiler arasındaki iletişim kanallarının sürekli açık tutulması; şeffaflık ve ırk, din ayrımcılığına karşı hassasiyet şeklinde sıralanabilir.
Etik ise en netameli konu. Biz bu yapay zekâyı yapacağız ama ne denli yapay kalacak? Bir moral panik, endişe, korku da hâkim. O yüzden güvenlik, zarara sebebiyette şeffaflık, hukuki şeffaflık, sorumluluk, insanlık değerleri, kişisel mahremiyet, özgürlük ve mahremiyet, ortak fayda, ortak zenginlik ve refah, insan kontrolü, sapma tehlikesinin en aza indirilmesi, ölümcül silahlarda sınırlılık ve kontrollülük gibi prensipler de listeye eklenmiş.
Uzun vadede ise aslında biraz ertelenen ve ilk etapta herkesin görüş birliğine varamadığı konulara dair tarihe bir not düşülmekle yetinilmiş. En önemli konu, yapay zekâ araştırmalarının ucu açık bir atılım yaşaması ve nereye gideceğinin kestirilemeyişi.
Hemen ardından ehemmiyet ilkesi geliyor ki, herkes yapay zekânın dünyanın geleceğini kökten değiştireceğinden emin ama nasıl olacağı konusunda kendi çıkarlarıyla çatışmamak adına bir o kadar suskun. Herkesten kastım toplantının katılımcıları.
Toplantıya katılan koca koca isimler “Yapay zekâ doğası itibariyle riskli, felaketlere, hayati tehditlere neden olabilir ve gerekli önlemler alınmalı” demiş ama detaylarına erişmek pek de kolay değil.
Yapay zekâ bir noktada kendi kendini çoğaltabilmekte, insan müdahalesi olmadan öğrenebildiği gibi öğretebiliyor da, aynen rüya görebildiği gibi. O yüzden de 22. ilke bu inanılmaz üremenin çeşitli tedbirlere tabi tutulmasını öngörüyor.
Son ilkede ise Bolstrom’un toplantıda olduğunu sadece bu maddeye bakarak anlayabiliyoruz. Çünkü içinde süper zekâ kavramı geçiyor. Bir gün olur da süper zekâ, bütün zekâların üstünde “külli bir irade” meydana getirirse, bir devletin veya kurumun değil insanlığın ortak malı olmalı, ortak faydaya yönelik çalışmalı şerhi düşülüyor.
Asilomar İlkeleri’nin dünyadaki mazlumlara, fakirlere, dezavantajlı kesimlere ne gibi faydalar sağlayacağı hakkında hiçbir bilgi yok. Katılımcılar bazı Batı değerlerini sıralayarak bir yapay zekâ evrensel beyannamesi veya evrensel anayasası vücuda getirmeye çalışmış, yapay zekânın evrensel ahlakı hakkında tipik Kantçı bir tutum sergilemişlerdir.
Diğer yandan hepsinin aynı zamanda kendilerinin veya temsil ettikleri kurumun gündemleri ve çıkarlarına uygun bir metin oluşturmaya gayret ettiklerini de fark ediyoruz. İkisinin arasındaki sürtüşme ve çatlaklara Musk’ın OpenAI’dan ayrılışı en güzel örnek. Onun için çok samimi olmak gerekirse konferansın katılımcılarına “Siz gidin, askerî-
endüstriyel kompleks içindeki ağababalarınız gelsin” diyesim geliyor. Çünkü özellikle DARPA, Boston Dynamics, Silikon Vadisi, SRI gibi yapıların bu konuda bize anlatabileceği çok şey mevcut. Yeter ki komplo teorilerinden uzak soğukkanlı araştırmalar yapabilelim.
O hâlde, zekâya alelade eğlenceli medya içeriği gözüyle bakarsak, bilim teknoloji haberinden çok magazin haberi görürsek sorun yok. Okuduğumuz haberlerle ve retweet ettiğimiz mesajlarla mutlu olup keyfimize bakalım.
Hayır, bu işin yeni bir stratejik dünya jeopolitiğine kapı aralayan tamamen özerk bir “üst akıl” yaratma çabası olduğuna kafanız yatıyorsa yapay zekânın bir gün bugün elektrik neyse o konuma geleceğini tahayyül edebiliyorsanız, acilen bu işlerin bugün yapılabilmesine teknik ve matematiksel altyapı sağlayan en önemli tarihî şahsiyetler olan el-Harezmî’nin (Algoritma), el-Cezerî’nin ruhlarına birer Fatiha edip kolları sıvayalım ve geleceğin bu en kritik başlığı konusunda söz sahibi olma iddiası taşıyalım.
Ve o iddiamızı Rusya lideri Vladimir Putin’in yakın geçmişte söylediği “Kim ki yapay zekâda öncü ve lider olursa, dünyayı o yönetir” sözündeki liderlikle taçlandıralım. Dünyanın her konuda Türkiye’nin liderliğine çok ihtiyacı var.