Unut/tur/ma ve hatırla/t/manın psiko-sosyal ve politik cazibesi
Kendi hâline kaldığında unutmak ve hatırlamak noktasında daha kontrollü olabilen insan kitlenin parçası olduğunda ya da çevreye uyumu aradığında psiko-sosyal bakımdan unutma ve hatırlamanın farklı etkilerine açık hâle gelebiliyor.
Hatırladıklarımız unuttuklarımızın ne kadarıdır, sorusu üzerinde düşünmeye değer bir sorudur. Düşünün ki hayat boyu biriktirdiklerimizi sürekli hatırlayarak yaşamımızı sürdürüyoruz. Pek çekilmez biri olup çıkmamızın yanında kendimiz için de hayatı çekilmez hâle getirmiş olmaz mıyız? Düşünen ve akledebilen varlıklar olarak hafızaya ihtiyacımız olduğu açık. Nihayetinde bir istiap haddi olan hafızamızı yerli yerinde kullanabilmek bakımından geriye doğru tanıklıklarımıza müracaat ederken hatırlamayı rahatlatmak için de farkında olarak ya da olmaksızın silme tuşuna basıyoruz.
Sildiklerimizin bir kısmının farkında bile olmuyoruz. Bazısını ise silmek istesek de silemiyoruz. Unutamadıklarımızın da hatırladıklarımızın da bize dönük yönlerinin yanında çevremizle ilişkili boyutları olabiliyor.
Yani unutmak istediklerimizi kalbimiz ya da etrafımız her fırsatta hatırlatabildiği gibi beklentilerimiz, hayallerimiz, çıkarlarımız veya umut tacirlerinin araya girmesiyle hatırlamak istediklerimizi bir türlü hafızadan geri getiremediğimiz de oluyor. Umut tacirleri, reklamlar, vitrinler ve satış elemanları olabilirken çıkarlarımız ya da beklentilerimiz adına bize vaatler sunan iş hayatı, aile veya politik partiler ve liderler de hatırlamak isteklerimizin önüne geçmeleri mümkün olabilen etkenler.
Televizyon ekranı karşısında otururken, gazete veya dergiye bakarken, yolda yürüdüğümüzde, araçla seyahat ederken, açık hava reklamlarına maruz kalırken ya da sosyal medyada dolaşırken sayamayacağımız kadar görsel, kelime, cümle, sembol ve benzeri arasında hatırladıklarımız ve onlardan hafızamıza aldıklarımızın çok kısıtlı kalacağını biliyoruz. Fiziki ve biyolojik varlığımızın gereği olan bu durum gayet doğal. Peki ya bunlar arasından hatırlamaktan kendimizi alıkoyamadığımız ve hafızamızda yer edebilenlerin bir kısmını istesek bile unutamamamızı nasıl açıklayabiliriz?
Tabii ki bu sorunun cevabını merak eden bilim alanları da var. Kişinin hayat akışına bağlı olarak bu ve benzeri soruların cevabının aranması bazen sağlıklı bir hayat için kaçınılmaz hâle gelebiliyor. Diğer bir deyişle, psikoloji ve psikiyatri alanları hem problem tespiti hem de çözümler bağlamında bunun gibi soru ve sorunlarla uğraşıyor. Her insanın hayatı, tecrübesi ve biriktirdikleri tekil olduğu için hatırlanmak istenmese de unutulamayanların psikolojik arka plan veya sebeplerinin de kişiye özgü olabileceğini gösteriyor. Ancak tekil örnekler, kitle için bazı çıkarımların yapılmasına da engel değil elbette. Tam bu noktada reklamcılar, propagandistler ve politikacılar bazı unutulmak istenenleri hatırlatmaktan geri durmuyor.
Bir sigorta reklamında yangın, sel vb. görüntüler ile risk algısı yükseltilmeye çalışılan izleyicilerin bir kısmı kendi hafızasındaki- benzer felaketleri nasıl hatırlayabiliyorsa, bir politikacının hırsızlık, yolsuzluk, terör vb. gibi hatırlatmaları da, örneğin, ebeveynini ya da çocuğunun kaybının hatırlanmasını gündeme getirebiliyor. Reklamcı ve politikacının kitlesel bir hatırlatma ile kendi ürününe ilgi ve talebi arttırma çabaları kitle içinden kimilerinin hatırlamak istemediklerini ortaya çıkarabiliyor. Yani kişinin kendi psikolojik durumunun tetikleyebildiği hatırlamaların yanında kitlesel mesajlar yoluyla da bireysel psikolojiler etkilenebiliyor.
İnsan olarak bizi sevince boğan veya hüzne sürükleyen çok sayıdaki olay da hayatımızın bir parçası oluyor. Aklımız ermeye başladıktan sonra neşelenmemize sebep olabildikleri gibi travmalarımız hâline de gelebilen çok sayıdaki hatıramızı bazen istesek de unutamıyoruz. Ancak bir yandan da hayatımıza devam ediyoruz. Bu durumda unutmadıklarımız ya da unutamadıklarımız her an aklımızda kalsa bu yükleri nasıl sırtlarız sorusu da önemli. Travmalarımız hâline gelebilecek hatıraların unutulmak istenmesi anlaşılabilir bir durum. Buna karşılık denebilir ki “bizi sevindiren hatıralarımızı unutmayalım zaten.” Kısmen ya da ilk bakışta doğru gibi gelebilir. Fakat sadece bizi mutlu eden olayları unutmazsak hayata devam ederken zorlanmaz mıyız, sorusunun cevabına da bakmak gerekir.
İlkokulda iken bisiklet sahibi olmak, lise mezuniyetindeki başarımız, iş hayatında bir projeyi başarıyla tamamlamış olmamız sebebiyle aldığımız terfi veya güzel bir hediye elbette hatıralarımız arasında yerini almış ve hafızamızda kalmıştır. Bunları sık sık hatırlarsak süregelen hayatımıza heyecan katacak bir ruh hâlinden bizi uzaklaştırırlar sanırım. Üniversitede çok başarılı olmam sonucunda bölüm birinciliğimi unutmamaya çalışmak mevcut çalışma performansına ne katacak sorusu ya da yüzme sporundaki madalyamı sık sık hatırlamak o anki işle ilgili karara nasıl katkı sağlayacak konusunda odaklanma probleminden öte ne sağlayabilir?
Unuttuklarımız yanında unutamadıklarımızla hayat sürüyor. Evde, okulda, mahallede, iş ve sosyal ortamlarda öğreniyoruz. Hatta bize özel olarak öğretilenler var; unutmamamız istenenler de bunların arasında. Bazı durumlarda yeni öğrendiklerimizle birlikte önceki öğrendiklerimizin bir kısmını unutuyor ya da unutmak istiyoruz. Ancak aile fertlerimiz, sosyal çevremiz ya da iş ortamında önceki öğrendiklerimizi unutmamamız için sık sık hatırlatmalara maruz kalıyoruz. Ve elbette politikacılar da öğrendiğimiz bazı şeyleri unutmamamız için çabalıyor. Bizler de zaman zaman bu kısır döngü içinde cebelleşip duruyoruz. Öğrenilmiş çaresizlik olarak da ifade edilen bu durumun yönetilen kitleyi sakinleştirip her düzeydeki yöneticilerin işini kolaylaştırdığı açık. Köleliğin yaygın olduğu dönemlerde köle olarak hayatını sürdüren pek çok insanın “Ben köle olarak yaşamak zorunda mıyım?” sorusunu soramayıp bu çaresizlik hâlini kabullenişini bugünden geçmişe bakınca nasıl anlamlandıramıyorsak, kim bilir belki yarın da bizlerin bazı durumlarına bakıp, öğrenilmiş çaresizliğimizi konuşacaklar.
Akraba toplantılarında, okullardaki bazı faaliyetlerde, vakıf ve dernek çalışmalarında, seçim toplantılarında istem dışı katılımlarımız bir yana, isteyerek katılmış olsak da bize özellikle hatırlatılanlar ya da unutmamız istenenleri unutturma çabalarına bir de öğrenilmiş çaresizlik açısından bakabiliriz. Böyle baktığımızda, unutmak ve hatırlatmanın farklı alanlarda öğrenilmiş çaresizliğimizi destekleyen bir biçimde nasıl da kullanılmaya devam edildiğini daha kolay anlayabiliriz sanırım.
İnsanda var olan bu özellikleri en iyi bilenler her düzeydeki yöneticiler olmuştur. Bu bağlamda hemen her yaşta ve hayatın neredeyse her alanında insanlara unutturulmak istenenler yanında hatırlatılmak istenenleri gündeme getirenler yöneten pozisyonunda olanlardır. Özellikle yönetimin performansı başta olmak üzere her karar ve sonucu daha az sorgulansın ya da hiç sorgulanmasın diye insanın unutma ve hatırlama özellikleri yönetenler lehine kullanılma çabasının olmazsa olmaz parçalarından biri olmuştur. Çocukken anne baba ya da dedelerimiz veya ninelerimizin kulağımızda küpe olması niyetiyle unutmak istediklerimizi hatırlatmaları bizleri irite edebiliyordu. Benzer şekilde bazen de hatırlamak istediğimiz bazı şeyleri hatırlamamızı engelleme çabalarını bugünden geçmişe daha iyi görebiliyor, akrabalar arasında benzer çabaları yine hatırlayabiliyoruz. Okulda öğretmenlerimiz ya da hocalarımızın bir kısmının zaman zaman sürekli hatırlatmaları ile unutamadıklarımız veya unutturmaya çalıştıkları ancak bizim hatırlamak istediklerimize ilişkin de hafızalarımızı yoklayabiliyoruz. İşyerlerinde ve arkadaşlık ortamlarında da unutmayı istediğimiz hâlde hatırlatılan ya da hatırlamak istediklerimizin unutturulma çabalarını da hatırlayabiliyoruz. Ve elbette politikacıların bu konulardaki maharetlerinin de farkındayız.
Buna rağmen yine unutuyor ve öğrenilmiş çaresizliğe kapılabiliyoruz. Çünkü unutmanın ve hatırlamanın insani yanına rağmen psikososyal yönünün daha güçlü olduğunu anlayabiliyoruz. Hayatın her alanında da hem yönetenlerin hem de reklamcıların bundan sonuna kadar yararlanma becerisi gösterebildiklerini da görebiliyoruz.
İnsan her şeye rağmen, umuda yolculuğa açık bir varlık. Bu sebeple unutturulmak istenenleri çoğu kez gönüllü olarak unutmaya hazır. İnsan aynı zamanda iddiasını desteklemede olumsuz olana referans vermeyi ve kendisine mit edinmeyi önemseyen bir varlık. Bu özelliği de insanı, özellikle hatırlatılmak istenenlere karşı da duyarlı hâle getirebiliyor. Kendi hâline kaldığında unutmak ve hatırlamak noktasında daha kontrollü olabilen insan kitlenin parçası olduğunda ya da çevreye uyumu aradığında psikososyal bakımdan unutma ve hatırlamanın farklı etkilerine açık hâle gelebiliyor.
İnsanın bu özelliğinin en çok farkında olanlar ise, maddi-manevi, biçimsel-biçimsel olmayan, politik-ideolojik bakımdan yöneten-yönetilen ilişkisinin olduğu her alanda, insana unutmak istediğini hatırlatmaktan geri kalmadığı gibi hatırlamak istediğini unutturma çabasından vazgeçmiyor.
İnsanlık tarihi ve onu anlama çabalarının somut yönleri olarak sosyal ve beşerî bilimlerdeki gelişme ve birikimleri bu gözle okumak da mümkün. Böyle bir okumanın yanlış bir okuma olmayacağı da ortada. Tek farkla ki; sosyal ve beşerî bilimlerdeki çabaların önemli bir kısmının aslında insana doğru, iyi niyetli bir hatırlatma olmasına rağmen, bazı sosyal ve beşerî bilimcilerin çabalarını her düzeydeki yöneticilerin unutturma ve hatırlatma çabalarına destek olduklarının farkında olarak bunu ifade ediyoruz.