Önce bir rakam ile başlayalım: Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze tarımda çalışan nüfusun toplam çalışanlara oranı %80’lerden %35’lere gerilemiştir.
Türkiye’nin tarım politikalarının zamanla oluşan sonuçları denebilir mi bu veriler için? Ya da çağa ayak uyduramayan “köylülerin” mi suçudur? Biraz tarihsel arka plan ile keşfetmeye çalışalım.
1950 ve 1980 tarihleri Türkiye’nin siyasal ve ekonomik anlamda bir önceki dönemden kopuş tarihleri olması ve kapitalizmin dünyadaki dönüşümüne yerel ölçekte uygun yanıtlar üretmesi anlamında benzeşse de köylülüğü ve tarımı etkileme biçimleri birbirinden farklıdır.
1950 ile başlayan dönemde köylüye kaynak aktarma konusundaki çabalar, kurulan “yenidünya” düzeninde bir çevre ülke olarak konumlanan Türkiye’ye biçilen “yeni” rol ile çakışmış; 1930’ların ithal ikameci sanayileşme modeli yerine, tarım sektörüne odaklı bir yeni ekonomik model oturtulmak istenmiştir.
1950-53 dönemlerinde 2. Dünya Savaşı sonucu olan traktör dışalımına koşut olarak, tarım yaygın ve hızlı bir gelişme sürecine girmiş; sektör yıllık %10’un üzerinde büyüme ivmesi yakalamıştır. Ancak toprak reformu yap(a)mamış ve altyapısı yetersiz olan Türkiye’de tarım sektörünün tıkanması uzun sürmemiştir.
1980’li yıllarda ise, 1970’li yıllarda görülen tıkanmanın bir sonucu olarak, dünya ekseninde Keynesci politikalardan neo-liberalizme dönüş yaşanmıştır.
Türkiye, IMF, GB, AB gibi dış yaptırımların etkisiyle kabul ettiği 24 Ocak kararları çerçevesinde ithal ikameci politikaları terk etmiş ve ucuz emeğe dayalı, orta derece teknoloji içeren ürünlerin dışsatımına dayalı, açık piyasa düzenine geçmiştir. Bu kopuş, 1950’lerdeki kopuştan farklı olarak, tarım sektörünün gerilediği, iç ticaret hadlerinin tarım aleyhine geliştiği bir dönemin zeminini oluşturmuştur.
Yerelden Ulusala Bugün Tarımın Durumu
Yukarıda sunduğumuz küresel ölçekte başlayan ve ulusal düzlemde uygulanmaya başlayan politikaları etkileri itibariyle yerelde gözlemlemek gerekiyor. Ardından yerelde elde ettiğimiz verilerle ulusal duruma dair birkaç hususa dikkat çekmeye çalışalım.
2007-2008 yılları arasında Muğla’nın 10 köyünde gerçekleştirdiğimiz araştırmanın temel amacı, küresel ve ulusal düzeyde alınan tarıma yönelik ekonomi-politik kararların Muğla köyleri örneğinde olduğu gibi yerel tarımsal üreticiyi nasıl etkilediğini saptamaya çalışmaktı. Bu nedenle, küresel düzlemde kuruluşlar ve ülkelere uygulatılmak istenen ve uygulatılan politikalar (neo-liberal ekonomi politikaları, özelleştirmeler, devletin ekonomiden çekilmesi, ihracata yönelik üretim modelleri, tarımda desteklerin azaltılması vb.) ve bu kararlara taraf olarak katılımı ve bu kararların uygulanması sonucunda ortaya çıkan tablonun yereldeki sonuçlarını ortaya koyabilmek amacıyla Muğla köyleri örnekleminde ortaya çıkarılmaya çalışılmıştı.
Genel olarak bakıldığında, küresel olarak uygulanan ve uygulatılmak istenen “yeniden yapılanma”, “küreselleşme”, “ekonomide liberalleşme” ve “dünya pazarına eklemlenme” gibi söylemlerin arkasında ortaya çıkan, yerel üreticinin küresel sermaye yararına zarar gördüğüdür. Özellikle 1980 sonrası ortaya çıkan ekonomik değişimin, planlamadan ve alternatif gösterilmeden yapılan dönemsel uygulamalarının Türkiye’de tarım sektörünü küçük üreticinin zararına olacak şekilde etkilediği bir gerçektir.
1980’lerden itibaren Türkiye’de ekonomik kalkınmayı sağlamak amacıyla sanayiye ağırlık verilmiş, buna karşın tarım sektörü ihmal edilmiştir. Dolayısıyla uygulanan politikalar tarımda yapısal sorunların yaşanmasına yol açmıştır. Özellikle Türkiye’de nüfusun önemli bir bölümünün kırsal alanda yaşaması, istihdam alanı oluşturması bakımından tarımı ciddi bir sektör hâline getirmektedir. Oysa bu açıdan tarıma bakıldığında milli gelir içerisindeki payının gittikçe azaldığı görülebilmektedir.
Köylünün Yüzleştiği Sorunlar
Tarımın en önemli sorunlarından biri arazi mülkiyetinde karşılaşılan eşitsiz dağılımdır. Tarımsal faaliyetler ile uğraşan hanelerin büyük bir bölümü küçük tarım arazi parçalarına sahipken, küçük bir bölümü ise büyük ve geniş tarım arazilerine sahiptir. Geniş tarım arazilerine sahip olan aile işletmeleri ya da kapitalist işletmeler, modern teknikler kullanarak üretim maliyetlerini artırabilirken, küçük aile işletmeleri bu olanaktan yararlanamamaktadır.
Diğer yandan girdi fiyatlarının yüksekliği, üretim sürecinin sonunda üreticinin elde edeceği gelirlerin de düşük olmasına yol açmaktadır. İhtiyaç duyulan girdilerin çoğunun ithal ediliyor olması ve fiyatlarının dövize endeksli oluşu üreticilerin alım gücünü zorlamakta ve maliyeti artırmaktadır. Özellikle gübre ve tohumda dışarı bağımlılık önemli bir sorundur.
Geleneksel tarım yöntemlerinin pek çok yerde yaygın olması, üretimi yapılan ürünlerin yetişme koşulları hakkında bilgilerin sınırlı olması, toprağın yapısı ve sulama olanakları gibi etkenler hem verimi hem de üretim kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu durum ise ürünlerin rekabet gücünü azaltmakta ve sadece hane tüketimine yönelik olarak üretim yapılmasına yol açmaktadır.
Araştırma sonucu elde edilen sonuçlardan bir tanesi de köylerde tarım kredi, köy kalkınma vb. kooperatiflerin etkinliğinin zaman içerisinde azaldığı yönündedir. Son 8-10 yıl içerisinde çıkartılan kanunlar ve bunların uygulamaları, kooperatiflerin etkinliğini azaltmış ve bu durum da küçük üreticinin zararına gelişmelere yol açmıştır. Buna bağlı olarak gerek tarımsal girdi alımında gerekse ürünlerin pazarlanmasında üreticinin eşitsiz pazar koşullarına terk edilmesi, köylünün tarımsal üretimden çekilmesine yol açmaktadır. Diğer yandan kooperatiflerle ilgili 2000 yılında çıkartılan kanunlar kooperatiflerin etkisinin azaltılmasına hatta varlıklarının tehlikeye düşmesine yol açmıştır. Buna bağlı olarak köylülerin zaman içerisinde kooperatiflerin yararlarına ve işlerliğine inançlarının da zayıfladığı araştırma sonucu elde edilen bulgular arasındadır.
Sonuç olarak bakıldığında, tarım sektörü, uluslararası kuruluşlar tarafından belirtilen ve ülkeleri çeşitli uygulamalara karşı karşıya bırakan kurallar sonucunda olumsuz anlamda en fazla etkilenen sektör olmuştur. Türkiye nüfusunun önemli bir kısmının kırsal alanda yaşadığı ve tarımsal faaliyetlerle uğraşmak suretiyle geçimini sağladığı düşünüldüğünde, ortaya çıkan tablonun boyutlarını düşünmek daha da kolaylaşmaktadır. Tarımsal faaliyetlerden geçimini sağlayamaz hâle gelen kitleler, köyden kente göç etmeye yönelmişlerdir. Bunun da sonucunda işsizlik ve yoksulluk artmıştır. Oysa aile işletmeciliği şeklinde icra edilen Küçük Meta Üretimi (KMÜ)’nin özellikle tarım alanında varlığının hem ekonomik kalkınmayı sağlamada hem işsizliği önlemede hem de kente göçü azaltmada özellikle kapitalist sistem içerisinde en azından belli bir süre önemli rollerinin olduğu pek çok araştırma sonucu ortaya çıkmıştır.
- Tüm bunlara rağmen, tarım sektörünün hem ulusal hem de küresel boyutta kapitalistleşmesi, tarım sektöründe büyük tarım işletmelerinin hâkim olması, azgelişmiş olan ülkelerde şu anda olduğu gibi, planlamadan ve alternatifler sunulmadan tarım alanında kapitalistleşmeye yönelik kararların alınması, çok ciddi sosyo-ekonomik sorunlara yol açmaktadır ve açacaktır. Son yıllarda gıda sektöründe yaşanan olumsuzluklar sadece yerel değil aynı zamanda ulusal ve küresel boyutta çok ciddi sorunlarla karşılaşacağımızın göstergesidir. Bu durum bir anlamda kapitalizmin yayılmacı yapısının yol açtığı yıkımı da net olarak göstermesi açısından önemlidir.
Burada durup “Yolun sonu mu?” diye içimizden geçirebiliriz. Yaptığımız araştırmalar “destek ve iyileştirme” çalışmaları eğer gerçekleştirilebilirse üretimi bırakmış olan çiftçinin %76’sının yeniden hayvancılık, arıcılık ve ekim-dikime dönmeyi istediğini gösteriyor. Bu veri, başlangıç noktası olabilecek bir umut sayılmalı.