Trans-Hümanizm Çağı ve Elmalı’nın Canları
Elmalı’nın canları olarak tanınan üç arif kişiden, modern insanın ilk alacağı ders herhâlde ümmiliktir.
Dünya ve insanlık baş döndürücü bir hızda değişim ve dönüşüm yaşamaktadır. Bu hız, pek hayra alamet gibi gözükmemektedir. Kabile hâlinde göç ederken yürüyen Kızılderililere, biraz yavaşlamalarını söyleyen ve bunun nedenini açıklarken de “Ruhlarımız bedenlerimize yetişemiyor” diyen kabilenin bilge şefinin bu sözü, günümüzde ayrı bir önem taşımaktadır. Zira insanlık, eski zamanlarda olduğu gibi teker teker değil, değerlerini tüketerek ve terk ederek toplu ve hızlı bir şekilde bir bilinmeze doğru yol almaktadır.
Batı dünyasının öncülüğünde çıkılan bu yolda, insanlığın bütün birikimi olan örfi ve dinî değerler mensupları tarafından önemsiz görülmeye başlanmıştır. Başta Amerika olmak üzere birçok Batı ülkesinde yapılan anketlerde, dinlerinin ne olduğu sorulan insanlar, eğer inançları yoksa “hiçbiri” demek yerine “hümanist” şıkkını tercih etmektedirler. İnsan sevgisi veya insancıl olmak şeklinde anlatılmaya çalışılan hümanizm, esasında dinin ve tanrının değerini yitirdiği, ölçüsünü insandan alan yeni bir beşerî din olarak sinsi şekilde yaygınlaştırılmaya başlanmıştır.
Bu düşünce, “İnsan her şeyin ölçüsüdür” şeklindeki antik çağ anlayışının bir devamı gibi gözükmektedir. İnsanın hakkını ve değerini tespit ve takdir etmeyi ifade eden felsefi ve edebî bir akım olarak beş yüz yıl önce ortaya çıkan hümanizm, son yüzyılda farklılaşmaya başlamıştır.
Bir yandan Papa öncülüğünde Hıristiyanlar dinlerini hümanizm kavramı ile birlikte ifade ederken, diğer yandan komünistler, Marksist-Leninist anlayışın tek ve gerçek hümanizm olduğunu dile getirmişlerdir. İki yüz yıl önce, bütün inanç ve kiliseleri reddederek “Benim kilisem aklımdır” diyen Tom Paine ve benzer fikirlere sahip kişilerin düşünceleri, insanı önemsemenin ötesine geçirerek onu tanrılaştırmaya başlamıştır. Bu da genel olarak hümanizm kavramı çevresinde ele alınmıştır.
Hümanistlere göre öte dünya yoktur ve insan yalnız kendini gerçekleştirmek için yaşamalıdır. 1933 yılında Amerika’da ilan edilen Hümanist Manifesto’da hümanizm bir din olarak tanımlanmıştır.Hümanizm akımı ile tanrı bir kenara konulurken, insan yani insan nefsi/egosu tanrılaştırılmıştır. Şimdilerde yaşanan trans-hümanizm ve dijital dönüşüm çağında ise insan, bütün değerleriyle birlikte nesneleşerek bir kenara konulmakta yahut makinenin mahkûmu bir mankurt hâline dönüştürülmektedir. Ahiret inancı olmayınca etik ve ahlaki değerler de doğal olarak ortadan kalkmaktadır. Bunun neticesinde günümüz insanı “olmak” derdinden çok, sınırsız şekilde daha çoğuna, iyisine ve güzeline “sahip olmak” arzusundadır.
- İnsanlığın iflasa doğru bu gidişine, bilge Kızılderili şefi gibi karşı koymak ve tavır almak insanı ve Müslüman’ı yeniden dünyadaki rolüne döndürmenin ilk adımıdır.
Zira yanlışa isyan olmadan iman gerçekleşmiyor. Kelime-i tevhit, “illâ” demeden önce yalan ve yanlışlara karşı “lâ” diyerek başlıyor. Gönül hanesinin mamur olabilmesi için ağyarı dilden (gönülden) söküp çıkarmak gerekiyor.
İslam bunu gerçekleştirmenin ana yoludur. Mezhepler ve tarikatlar da bu ana yolun içindeki ara yollardır. İşte bu ara yollardan biri olan Halvetîliğin ilim ve irfan ehli temsilcileri, Antalya’nın yayla şehri Elmalı’yı aşk ocağı hâline getirmişler, kapısına gelenlere aşk aşısı yapmış, onları muhabbet rengine boyamışlardır. Bu irfan ocağının en önemli temsilcileri Vâhib Ümmî (ö. 1595), Eroğlu Nûrî (ö. 1603) ve Sinan Ümmî (ö. 1657) hazretleridir. Bu üç arifi anlamak amacıyla 30 Haziran’da Elmalı’da bir anma programı gerçekleştirildi. On ikincisi gerçekleşen programın ana konusu, bu gönül ehlinin bakış açısından Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt olarak belirlenmişti. Bütün yolların kavşağı olan Hz. Peygamber ve onu en yakından tanıyan ve anlayan ehl-i beyt… Konuşmacılardan biri olan Prof. Dr. İlber Ortaylı, huzurunda bulunduğu “Ümmî” mahlaslı ariflerden ilhamla önemli bir konuya dikkat çekti. Sözleri mealen şöyleydi:
Modern dünyada özellikle farklı kültürler arasında yalnız şeriatın zahirî ahkâmı ile ayakta kalmak ve kaybolmamak mümkün değil. Mutlaka tasavvufi bir bağa ve ağa ihtiyaç var. Amerika’daki Yahudiler bile ancak bu şekilde kendilerini koruyabilmektedirler…
Tam da bu yazıda dikkat çekmek istediğimiz husus budur. Evet, şartlar zor. Ancak ayakların sabit kalabilmesi ve kalbin kaymaması için manevi bir bağa ihtiyaç bulunmaktadır. İlmin ötesinde irfani bir derinlik bu bağı sabit ve güçlü kılabilmektedir.
Elmalı’nın canları olarak tanınan üç arif kişiden, modern insanın ilk alacağı ders herhâlde ümmiliktir. Bilgiye boğulmuş ve kesrette kaybolmuş modern insana marifet ve hakikat kapısını aralayacak ve aşk aşısı yapacak bilgece bir bakış ve anlayıştır ümmilik. Bildiği ile böbürlenmek ve ben demek yerine, “bendeniz” yani köleniz diye hitap etmektir ümmilik. Âlimlik taslamak yerine ümmiliği unvan olarak kullanmak, ümmi yani anne karnından geldiği günkü gibi saf ve samimi olmaya çalışmaktır. İşte bu kültürle yetişen irfan ehli, bir ders mütalaa edecekleri zaman “Gelin biraz cehalet tahsil edelim” diyerek başlarlar ve bilmediklerinin ne kadar çok olduğunun farkına varırlarmış. İşte bu nedenle ilimsiz irfanı muhal, irfansız ilmi vebal olarak görmüşlerdir. Çünkü irfana eremeyen âlim bildikleriyle, arif bilmedikleriyle, âşıklar ise sevdiği ile övünür.Bu açıdan bakıldığında ümmilik; bilmediğini itiraf, ilme, irfana ve aşka niyet etmektir. Bu işin başı
Sinan Ümmî’nin dediği gibi benliği terk edebilmektir.
- Ko benligi bende oluban bendi halâs it
- Sayd eyleye bendesini ol bende-i Settâr
Elmalı’nın canlarından öğrenilecek ikinci husus, gönül fethinin bütün fetihlerin anahtarı olduğu hakikatidir. Gönül yıkan yıkılmaya, yok eden yok olmaya mahkûmdur.
Elmalı’nın canları yaşadıkları şehri hem imar hem de ihya etmişler, kapısına gelenlere can suyu sunmuş, âb-ı hayat vermiş ve hâlâ da vermeye devam etmektedirler. Madden hayatta olmayan bu arifler, sözleriyle hâlen nice gönüller diriltmektedir. Böylece Elmalı, onların ruhunu taşıyarak, onların varlığı ile bir irfan ocağı, bir aşk pazarı ve bir vahdet dükkânı olarak medeniyetimizi taşıyan sütunlardan biri hâline gelmektedir.
Halvetîliğin Ahmediyye kolundan gelen Vâhib Ümmî, Elmalı’daki bu manevi ocağın ateşini ilk yakan kişidir. Elmalı’da doğan ve orada vefat eden Vâhib Ümmî, bütün sufiler gibi İslam’ı aşk ile yaşamanın ve yaymanın gayreti içerisinde olmuştur. Bunun yolu olarak da tasavvufi hayatı önermiştir. Düşüncelerini yazdığı şiirlerle ifade etmiştir. Daha ziyade ilahi aşkı konu edinen şiirlerinde, kulun varlık sahnesine çıkışından tekrar başlangıç yerine dönüşüne kadarki hayatını hatırlatan bir dil kullanmıştır. Bunlardan birinde insanın, nisyan neticesinde isyana düşmemesi için zakir olması gerektiğini, elest bezmindeki ahdin bu tevhidi tekrar yani zikir olduğunu söylemiştir:
- Tâ ezelden Hakk ile ahd eyledik vahdetde biz
- Ahdine budur vefâ yan zâkir ol Hû zikrine
Vâhib Ümmî, özellikle Mevlevî ve Halvetîlerin zikir esnasında devran etmelerinin mantığını açıklamak için uzun bir şiir yazmıştır. Bu şiirde kâinattaki her şeyin Allah’ı tespih ettiğini ve onu zikrederken devran ettiklerini, hâl böyle iken bir kısım cahillerin dervişlerin devranını küfür olarak görmelerini anlayamadığını ifade etmiştir:
- Yerler döner, gökler döner, dervîş döner, kâfir m'olur
- Arşlar döner, kürsler döner, dervîş döner, kâfir m'olur
- Aşkı yokdur, kâfirdir ol, muhabbetden gâfildir ol
- Aylar döner, günler döner, dervîş döner, kâfir m'olur
Sufiler, Allah’ın isim ve sıfatlarını zikrederek o sıfatların kendisinde tecellisini temenni ederler. Rahman ismi mahluka merhameti, Rezzak ismi mahluka ikramı, Settar ismi mahlukun ayıbını örtmeyi öğretir. Bu hâle sufiler Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak demişlerdir. Vâhib Ümmî bu hakikati şöyle dile getirmiştir:
Şerî'ata girdim diyen
Tarîkata erdim diyen
Dost cemâlin gördüm diyen
Halk aybını görmez olur