Toplumsal cinsiyet tedirginliği I

(Toplumsal cinsiyet) Bebek, çocuk ve yetişkinlerin özel dünyasında yoğun bir şekilde hissedilen, toplum önünde açıklık kazanan ve zorunlu olmamakla birlikte, genellikle üreme organlarının anatomisi ile ilişkili olan genel erkeklik derecesini göstermekteydi.
(Toplumsal cinsiyet) Bebek, çocuk ve yetişkinlerin özel dünyasında yoğun bir şekilde hissedilen, toplum önünde açıklık kazanan ve zorunlu olmamakla birlikte, genellikle üreme organlarının anatomisi ile ilişkili olan genel erkeklik derecesini göstermekteydi.

Batı modernitesinin meydan okumasına hazırlıksız yakalanan Müslüman ülkeler, sorunlarını tanımlarken kadınlarla ilgili olanları görmezden gelmeyi yeğlemişlerdir. Bunun en düşündürücü sonuçlarından biri, Akabe Biatı’nın bu konudaki öğreticiliğine rağmen, Müslüman toplumların kadına oy hakkını Avrupa ülkelerindeki mücadele-kabul seyrini izleyerek vermeleri olmuştur.

I. “Toplumsal Cinsiyet” İslami kesimlerde genellikle aile ve cinsiyet yapılarını tehdit eden bir kavram olarak konuşuluyor. Bu kavram yeni fark edilmiş gibi bir tedirginlik hâkim İslami kesimlerde, oysa ilk kez 1955’te kullanıldıktan sonra giderek akademik literatüre yerleşiyor. Türkiye’de, İstanbul Sözleşmesi tartışmalarına bağlı olarak popülerleşmediği sürece de İslami kesimlerin ilgi alanına girmiyor.

Bu kavram genellikle kadınların cinsiyetleri alanında yaşadığı toplumsal biçimlendirme baskısı üzerinden konuşulur. Sosyolojiye Ann Oakley tarafından dâhil edilirken, verili cinsel kimliklerin tarihî ve toplumsal yargılar veya biçimlendirme açısından hiç de eşit olmayan paylarına dikkat çekme gibi bir amacı vardı büyük ihtimalle. Fatmagül Berktay’a göre toplumsal cinsiyet, “belirli bir zamanda belirli bir toplumda cinsler için uygun olduğu varsayılan davranışların kültürel tanımıdır.”1 Kavramın kadın üzerinden daha çok konuşulması, yaşadığımız -dili ve kültürü de etkileyen- toplumsal süreçlerin ağırlıklı olarak kadınları baskı altına alan ve hedef gösteren etkilerinden bağımsız düşünülemez.

Batı modernitesinin meydan okumasına hazırlıksız yakalanan Müslüman ülkeler, sorunlarını tanımlarken kadınlarla ilgili olanları görmezden gelmeyi yeğlemişlerdir.

Bunun en düşündürücü sonuçlarından biri, Akabe Biatı’nın bu konudaki öğreticiliğine rağmen, Müslüman toplumların kadına oy hakkını Avrupa ülkelerindeki mücadele-kabul seyrini izleyerek vermeleri olmuştur.

İslami kaynakların göz ardı edilmesi tabiatıyla, hak ve hukukun çiğnenmesini olağanlaştırırken, gündelik hayatın akışında oluşan gediklerin de derinleşmesi sonucunu doğurdu. İki örnek vereceğim: Sevgili arkadaşım, ev işi emekçisi Vahide 2021’de, bayram öncesi koronavirüs sebebiyle vefat etti, Allah rahmet etsin. Yirmi yıl boyunca ev işçiliği yaptı Vahide, köyden İstanbul’a taşınır taşınmaz başladığı ev işçiliğiyle evinin geçimine, çocuklarının tahsiline katkıda bulunuyordu. Babası daha sağlığında, oğullarına birer daire, kızlarına da birer altın olarak belirlemişti mirasını; Vahide içlenerek anlatırdı hep. Mirasta adaletsizliği sadece babalar değil anneler de yapıyor; dayılar, halalar da… Öğrenilmiş pay kalıpları kolay içselleştiriliyor çünkü. Kız evlat yer yer dönem dönem “kaşık düşmanı” sayılmamış mıdır?

Sosyolojiye Ann Oakley tarafından dâhil edilirken, verili cinsel kimliklerin tarihî ve toplumsal yargılar veya biçimlendirme açısından hiç de eşit olmayan paylarına dikkat çekme gibi bir amacı vardı büyük ihtimalle.
Sosyolojiye Ann Oakley tarafından dâhil edilirken, verili cinsel kimliklerin tarihî ve toplumsal yargılar veya biçimlendirme açısından hiç de eşit olmayan paylarına dikkat çekme gibi bir amacı vardı büyük ihtimalle.

Kadını bir yandan “düşsel” kılarak yücelten bir zihin yapısı onu aynı zamanda somut hayatı en ideal şekilde sürdürmenin de sorumlusu sayabilir, vereceğim ikinci örneğin de gösterdiği üzere… Yıllar önce şimdilerde seksen yaşında olan subay bir akrabam anlatmıştı: Ortaokula gidinceye kadar kadınların yemek yemediğini sanırmış. Annesiyle bile ortak bir sofrayı paylaşmamasının nasıl bir açıklaması olabilirdi? Hayat, kitaplar, filmler bu kadar suskun olmasa da evlat bakışı nasıl böylesine kör hâle gelebilirdi… Kadın olmak tam anlamıyla insan olmak gibi kabul görmeyip de maddi yanı olan bir varlıkta bir “melek” arandığında, anlaşma güçlükleri elbette hasıl olacaktır.

Kadınlar veya erkekler haklarında birikmiş izlenim, kanı ve yargı yükünün etkisiyle zaman akıp giderken yapısal olarak ikinci bir varlığa âdeta boğuluyor. İnsan olarak potansiyellerinde olanın temayüz etmesine izin vermeyen bir sıkışmışlık içinde sürdürüyorlar ömürlerini. Göze görülmeyenin de adı olur, ama işte “erkeğin elinin kiri, kadının yüzünün karası” gibi sözlerin de gösterdiği gibi, ahlak ve namus konusunda iki cins aynı şekilde sorumlu görülmediğinde, bu ayrım farkı hayatın farklı alanlarına da sirayet ediyor.

Başlangıçtaki kullanılış biçiminin yanı sıra “toplumsal cinsiyet” kavramı, işte bu tanımlanmamış olguya karşılık kullanıldığı için de bu kadar yaygın bir kabul gördü.

“Toplumsal cinsiyet” kavramını ilk kez 1955’te, saygın Amerikan üniversitesi John Hopkins’te psikolog ve seksolog olarak yer alan John Money, hermafroditlik üzerine kaleme aldığı bir makalede şu şekilde kullandı: “(Toplumsal cinsiyet) Bebek, çocuk ve yetişkinlerin özel dünyasında yoğun bir şekilde hissedilen, toplum önünde açıklık kazanan ve zorunlu olmamakla birlikte, genellikle üreme organlarının anatomisi ile ilişkili olan genel erkeklik derecesini göstermekteydi.”2

Anne Fausto-Sterling.
Anne Fausto-Sterling.

Money doktor değil, hermafroditizm üzerine çalışan bir psikologdu. Çift cinsiyetlilikten, doğa ve kültürün cinsel kimliğin oluşmasındaki rolleri hakkında çok genel sonuçlar elde etmeyi amaçlamaktaydı. Düalizme hep karşı olmuştu; özellikle de erkek ve kadın, doğa ve kültür, beden ve zihin arasındaki karşıtlıklarda olduğu üzere. Düalizme Düello adlı kitabının bir bölümünü bu konuya ayıran ve Judith Butler’ın bedeni yorumlarken düalizmden kaçınmasını alkışlayan biyolog Anne Fausto-Sterling, Money’den etkilenen toplumsal cinsiyet kuramcılarından biri. Gelgelelim, özellikle David Reimer olayından sonra Fausto-Sterling, Money’i ve “toplumsal cinsiyet” kavramı temelinde “hızla” gerçekleştirilen ameliyatları eleştirmeye başlıyor.

Money ise 1950’lerin etkili kuramı davranışçı psikolojiden bir hayli etkilenmişti. Bu kurama göre, yetiştirilme tarzı kişilik yapısı üzerinde doğuştan gelen unsurlardan çok daha etkili ve belirleyicidir.

Psikolog, hermafroditlerin, doğuştan gelen cinsiyetlerine genellikle, yetiştirilmeye daha erken ve daha az tereddütle başlanmış olmaları oranında çok iyi uyum sağladıklarını öne sürüyordu. “Toplumsal cinsiyet rolü doğuştan belirlenmez; karşılaşılan ve yaşanan deneyimlerin toplamının sonuçlarından meydana gelir”

diye yazıyordu, sözünü ettiğim makalede. “Ana dili gibi hayatın ilk safhalarında öğrenildiğini” dile getirdiği “toplumsal cinsiyet rolü”nü ise şöyle tanımlıyordu: “…bir kişinin kendini erkek ya da kadın olarak, sırasıyla erkek çocuk ya da erkek, kız çocuk ya da kadın konumuna sahip olarak gösterdiği ya da tezahür ettirdiği her şeyi kastediyoruz. Bu, erotizm anlamında cinsellik içerse de onunla sınırlı değildir.3 İlk kez bu makaledeki ifadelerle “toplumsal cinsiyet” biyolojik cinsiyetten ayırt ediliyordu.

Money’e göre cinsel kimlikte belirleyici olan biyolojik cinsiyet değil, eğitim ve kültür tarafından “inşa edilen” toplumsal cinsiyettir. 1972’de, Psikolog ve Seksolog Anke Ehrhardt ile yazdığı, Bir Adam ve Bir Kadın, Bir Oğlan ve Bir Kız kitabıyla “toplumsal cinsiyet” kavramını kamuya açtı: “Her bireyin erkek, kadın ya da kararsız olarak, çeşitli derecelerde ve bilhassa bilişsel ve davranışsal bağlamlarda deneyimlediği bireyselliğinin kimliği, toplumsal cinsiyet rolünün kişiye özgü deneyimidir ve toplumsal cinsiyet rolü, toplumsal cinsiyet kimliğinin toplumsal ifadesidir.”4 68 yenilerde yaşanmıştı. “Cinsel devrim” sonrası, kültürün doğaya üstün geldiğini savunan Money, kavramını şu şekilde tanımlamaya devam ediyordu: “Bir erkek çocuk kız olduğuna inandırılır, kadın gibi yetiştirilirse kadın gibi davranmak isteyecektir. (…) Cinsiyet fiziksel nitelikleri belirler; toplumsal cinsiyet ise aksine benliğin psikolojik bir dönüşümüdür.”

Cinsiyet fiziksel nitelikleri belirler; toplumsal cinsiyet ise aksine benliğin psikolojik bir dönüşümüdür.
Cinsiyet fiziksel nitelikleri belirler; toplumsal cinsiyet ise aksine benliğin psikolojik bir dönüşümüdür.

Money, 1966’da gelip onu bulan Reimer çiftinin oğulları David’le ilgili dertlerini, toplumsal cinsiyete ilişkin fikirlerini somutlaştırabileceği bir fırsat olarak gördü. Reimer’ler, ikiz oğullarını, sağlığa iyi geldiği düşüncesiyle sünnet ettirmek istemişlerdi, ancak sünneti sırasında elektrikli kesici, ikizlerden John’un erkeklik organını kaybetmesine yol açacak kadar kötü kullanılmıştı. Çift, televizyonda Money’in bir erkek çocuğunu bir kız çocuğuna veya bir kız çocuğunu tam tersine çevirebileceğine dair açıklamalarını dinleyince, David konusunda umuda kapılmışlardı. Money’nin büyük bir hevesle çocuğu “hastası” olarak kabulüyle birlikte, Reimer’ler, özellikle de David ve ikizi Brian için dehşet verici bir dönem başladı.

Kavramına bir deneyle güç kazandırmak isteyen Money duruma el koymuştu. David, Joan adıyla bir kız çocuğu gibi yetiştirilecekti. Money, Simone de Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” şeklindeki sözünü dünyaya kanlı canlı bir şekilde sunmak için harekete geçti. Acele ediyordu çünkü toplumsal cinsiyet kimliği erkenden, iki buçuk yaşında sabitleniyordu ve David 19 aylıktı. Acılı ameliyatlar, çocuğu ve ikizini canlarından bezdiren, mahremiyet haklarının hiç umursanmadığı, daha önce benzeri görülmemiş “terapi” seansları… Aradığı sonuçlara ulaşamadığı oranda ısrarcı davranıyordu Money. Klinik çalışmalarını sürdürürken etrafına âdeta “korku salıyor” ve yazdığı kitaplarla kamuoyunu yanıltıyordu.

Money, Simone de Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” şeklindeki sözünü dünyaya kanlı canlı bir şekilde sunmak için harekete geçti.
Money, Simone de Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” şeklindeki sözünü dünyaya kanlı canlı bir şekilde sunmak için harekete geçti.

Kuramı konusunda o kadar büyük bir nüfuz edinmişti ki olay duyulsa bile tıp çevrelerinden kimse çıkıp da onu eleştirmedi. Sakladığı gerçekler ilk kez 1980’de rakibi Psikiyatrist John Colapinto tarafından kamuoyuna ifşa edildi. Colapinto’nun anlattığına göre, David anne ve babasının rızasıyla süren bu dönüştürme işkencesine direnmeyi sürdürmekten hiç vazgeçmemişti. Hâlâ erkek çocuğu gibi davranıyor, erkek çocuğu oyunları oynuyordu; ergenlik çağında ise kızlara ilgi duyacaktı. Money, David’i cinsiyet değiştirmeye ikna için, ameliyat olmuş “benzerleri”yle bir araya getiriyordu. Kendisine vaat edilen bu gelecekten ürken David ise hep ondan kaçmaya çalıştı. 13 yaşından sonra yine hormon tedavisi gördü, yine ameliyatlar geçirdi; bir erkek gibi ömür sürdürmek için. Bir yıl sonra Joan adını terk edip yeniden David adını aldı.

Money bütün bunların farkında olduğu hâlde çocuğa baskı yapmayı sürdürüyordu. Başarısızlığını, yaptıklarının suç olduğunu kabullenemezdi. 1972’de Man-Boy kitabını yayımladığında, David’in onun kurgusunun dışına çıktığını biliyordu. Psikiyatrist Milton Diamond, Money’in iddialarını başından beri sorgulayan tek doktordu. BBC’de Money’in David’e ilişkin belgeselini izledikten sonra şüpheye düşüp tıp basınına bir ilan vermiş, böylelikle kendisine ulaşan bir doktor vasıtasıyla çocuğun Money’in “tedavi”sini bıraktığını öğrenmişti. Diamond 1982’de Money’in gerekçelerini yerle bir eden bir makale yayımlayarak onun iğrenç, kötücül yöntemlerini anlattı. Bu makale üzerine Money’in kliniği kapatıldı. Böyleyken, Colapinto’nun 2000 yılında yayımladığı kitapla, hileli işlerini ve sakladığı her şeyi ortaya çıkarmasından sonra bile kuramlarını dayandırdığı olgunun bir başarısızlık olduğunu kabul etmedi. Her şey açığa çıktığında ise sağcıların ve feministlerin bir komplosuyla karşı karşıya olduğunu öne sürdü. Oysa kuramsal gücünün oluşturduğu sessizlik ortamında genç bir adam adım adım intihara sürükleniyordu. Kendini toparlamayı başaramayan David 2004’te intihar etti. Onun gibi denek olarak kullanılan ikiz kardeşi Brian ise alkolik olmuştu. Bu sırada “toplumsal cinsiyet” kavramı öylesine yerleşmişti ki literatüre, olağan kullanımında genellikle göz ardı ediliyordu bu kirli köken. Kavramı radikal noktalara taşıyan Queer akımıyla birlikte, doğumla “maruz kalınmış” beden, bir bakıma gnostik bir iğrentiyle tamamen reddediliyordu.

“Toplumsal cinsiyet” kavramı, işte bu tanımlanmamış olguya karşılık kullanıldığı için de bu kadar yaygın bir kabul gördü.
“Toplumsal cinsiyet” kavramı, işte bu tanımlanmamış olguya karşılık kullanıldığı için de bu kadar yaygın bir kabul gördü.

Talihsiz insanları amaçları için istismar eden hırslı bilim adamları yüzünden kim bilir ne çok çocuk ve genç acı çekti o tarihten bu yana… Öyle ki feminist akademisyen Janice Raymond 1979’da şöyle bir eleştiride bulundu:

Cinsiyet değişikliği ameliyatlarına hak kazanmak için, çoğu zaman elde edilmek istenen dişi cinsiyetin karikatürleştirilmiş görüntüsüne uymak gerekmektedir.

Karşılık geldiği sorunlar o kadar boşlukta ve tanımsız ki kirli kökenine rağmen toplumsal cinsiyet kavramı, dönemler boyunca yeni içerikler kazanarak yerleşti kaynaklara. Büyük bir akademik metin havuzu, bu içeriklerle kaynaşmış durumda. Bu kaynaşma, cinsiyete bağlı ezilmelerin oluşturduğu, çarpık tanımlamalardan beslenen çözümsüzlük boşluğundan bağımsız düşünülemez. Gelecek yazımda bu çözümsüzlük hâlinin sebepleri üzerinde duracağım.

1. Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyeti, s. 28, Metis Yayınları, 2006 2. Jean- François Braunstein, Felsefe Çıldırdı, s. 38, Raskolnikov Kitap, 2021 3. Jean- François Braunstein, Felsefe Çıldırdı, s. 43, Raskolnikov Kitap, 2021 4. John Money & Anke Ehrhardt, Man and Woman, Boy and Girl: Differentiation and Dimorphism of Gender Identity from Conception to Maturity, s. 44, Johns Hopkins University Press, 1972