Tanışmadığımız Müslümanlar: Çinli Huiler

​Tanışmadığımız Müslümanlar Çinli Huiler
​Tanışmadığımız Müslümanlar Çinli Huiler

Bundan tam iki ramazan önceydi. Bir vesile ile Çin’e gittim. Başkent Pekin’in sıkıcı binaları arasında muhtelif toplantı ve görüşmelere iştirak ettikten sonra farklı bir yer görürüm ümidi ile Xi’an (Şiyan) kentine geçtim. Xi’an Çin’in eski başkentiydi. İpek Yolu ticaretinde eskiden oldukça önemli bir yer tutan ve muhtelif hanedanlıklara ev sahipliği yapmış bu kent, şu an devasa binalar ve üretim merkezleri ile elimize aldığımız hemen her üründe nasıl “Made in China” etiketini gördüğümüzü açıklar bir tavra sahipti. Akla hayale gelmez her türlü aletin, araç gerecin ve elektronik eşyanın üretildiği bu kentin bir başka özelliği daha vardı.

Şehre oldukça uzak olan otelden çıkıp yürümeye başladığımda etrafta sadece binalar gözüküyordu. Bir taksi çevirdim ve uzun uğraşlar neticesinde Xi’an Ulu Camii’ne gitmek istediğimi anlatabildim.

Taksiden indiğimde önümde sağlı sollu küçük dükkânlarla dolu uzun bir sokak vardı. Satıcılar ve sokakta yürüyenler sima itibari ile diğer gördüğüm Çinliler ile aynıydı. Ancak bir fark mevcuttu; erkeklerin hemen hepsinin başında bir beyaz takke vardı. Herkesin telaşlı olduğu ve koşuşturduğu bu sokakta fotoğraf çekip etrafa bakınırken rastgele bir dükkâna girdim. Hemen her dükkânın girişinde bir besmele asılıydı.

Dünyanın neresine gidilirse gidilsin Müslümanları birbirine yakın kılan o selam ile, yani, “selamun aleyküm” ile içerdekileri selamladığımda biraz hayret biraz kafa karışıklığı biraz da heyecan ile selamıma mukabele ettiler. Hiçbir müşterek dil bulamadık. Türkiye, Türk’üm, İstanbul gibi birkaç kelime söylediysem de ne kadar anlaşıldığımdan emin değildim.

Dil bariyerinden ötürü iletişim kuramayacağımızı anlayınca “mescit” diyerek vücut dilim ile namazı işaret ettim. Bunun üzerine aralarından birisi koluma girdi ve beni daracık sokakları ile Kapalıçarşı’yı andıran bir çarşının içinden caminin kapısına kadar götürdü. İlk bakışta camii olduğu hiç de anlaşılmayan bu eser daha ziyade bir tapınağı andırıyordu.

Xi’an Ulu Camii’nin önündeydim. Kapısında Çin alfabesi ile yazılmış bazı kaligrafik yazılar vardı. İçeriye adımımı attığımda dışarının hengamesinden kurtulduğumu ve bir anda bambaşka bir dünyanın içine girdiğimi fark ettim.
Xi’an Ulu Camii’nin önündeydim. Kapısında Çin alfabesi ile yazılmış bazı kaligrafik yazılar vardı. İçeriye adımımı attığımda dışarının hengamesinden kurtulduğumu ve bir anda bambaşka bir dünyanın içine girdiğimi fark ettim.

Xi’an Ulu Camii’nin önündeydim. Kapısında Çin alfabesi ile yazılmış bazı kaligrafik yazılar vardı. İçeriye adımımı attığımda dışarının hengamesinden kurtulduğumu ve bir anda bambaşka bir dünyanın içine girdiğimi fark ettim.

Bahçesi lotus çiçekleri ile dolu ve duvarları Çin alfabesini andıran Arap alfabesi ile yazılmış hüsn-ü hatlar ile tezyin edilmiş bu cami ilk olarak Hz. Osmandöneminde inşa edilmişti. Evet, üçüncü halife Hz. Osman dönemi... Çin’in Müslümanları için “tanışmadığımız Müslümanlar” ifadesini kullanmamın bir sebebi de aslında bu.

Sekizinci asır kadar erken bir dönemde İslam Çin topraklarına ulaşmış, taraftar bulmuş, azımsanmayacak ihtida hareketleri olmuş ve camiler inşa edilerek İslam tatbik edilmeye başlanmıştı. Tüccarlar ve hatta rivayetler doğru ise sahabeden bazıları o dönemde bu bölgeye vasıl olmuşlar ve din-i İslam’ı tebliğ etmişlerdi.

Hz. Osman döneminde yapılan cami daha sonra yıkılmış, Xi’an’a hükmeden muhtelif hükümdarlar bu camiyi inşa ettirmişler, daha sonra defaatle tamirata uğramış ve ihtiyaca göre eklemeler yapılmıştı.
Hz. Osman döneminde yapılan cami daha sonra yıkılmış, Xi’an’a hükmeden muhtelif hükümdarlar bu camiyi inşa ettirmişler, daha sonra defaatle tamirata uğramış ve ihtiyaca göre eklemeler yapılmıştı.

O zamanda da belki dünyanın yine en kalabalık ülkesi olan Çin’in tamamı Müslümanlaşmamıştı ama bu Müslümanlar asırlarca dinî kimliklerini tarihin tüm çalkantılarına ve ehl-i kitap olmayan bir milletin parçası olmalarına rağmen muhafaza etmeye muvaffak olmuşlardı. Çince konuşan, Arap, Türk ve Farisi gibi Müslüman kavimlerle evlenerek kaynaşmak haricinde Çin’in ekseriyetini teşkil eden Hanlar’dan neredeyse bir farkı bulunmayan bu insanlar, bu caminin cemaati takriben on üç asırdır Müslüman’dı.

Camiinin bahçesinde dar ve uzun bir yol vardı. Her tarafı ağaçlar, türlü bitkiler ve çiçekler ile doluydu. Çin’in kendine has mimarisi muhafaza edilerek bir cami ortaya çıkarılmıştı.
Camiinin bahçesinde dar ve uzun bir yol vardı. Her tarafı ağaçlar, türlü bitkiler ve çiçekler ile doluydu. Çin’in kendine has mimarisi muhafaza edilerek bir cami ortaya çıkarılmıştı.

Hz. Osman döneminde yapılan cami daha sonra yıkılmış, Xi’an’a hükmeden muhtelif hükümdarlar bu camiyi inşa ettirmişler, daha sonra defaatle tamirata uğramış ve ihtiyaca göre eklemeler yapılmıştı. On iki bin metrekarelik bir alanı kaplayan ve neredeyse tamamı ahşaptan yapılmış olan cami âdeta Çin kültürünün İslam tarafından nasıl Müslümanlaştırıldığının ve İslam’ın içine dâhil edildiğinin göstergesiydi.

Çiçekli bahçedeki dar patikadan yürürken karşıma tapınak kapısını andıran daha küçükçe bir kapı çıktı. Muhtelif süslemelerle bezenmiş bu kapıdan da geçtikten sonra yine Çin mimarisi ile inşa edilmiş bir yapı daha vardı ki, burasının minare olduğunu öğrendiğimde şaşırdım, zira Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki minareler ile benzerlik arz ettiği söylenemezdi.

Minareyi de geçtikten sonra enlemesine uzun olan caminin namaz kılınan yeri karşıma çıktı. Son cemaat yerinin üstünde muhteşem bir besmele ziyaretçileri ve abidleri selamlıyor, dış duvarlardaki kelime-i tevhid asırlardır bu mekânda söylenegelen bir zikri hatırlatıyordu.

Uzun ve ağarmış sakallarını sıvazlayan amcalar mütebessim bir hâlde gelenleri içeriye buyur ediyor ve bu asırlık mabedin kapısında olmaktan duydukları lezzeti bakışları ile ifade ediyorlardı. İçeriye girdiğimde arı vızıltısı gibi hoş bir seda kulağıma çalındı ki çok geçmeden iftarı bekleyen cemaatten bazı kimselerin Kur’an-ı Kerim kıraat ettiklerini anladım.

Kıraatleri oldukça farklı olsa da Xi’an gibi kirli, gürültülü ve dünyeviliğin merkezlerinden birisi olan bir kentte bu seda, insana dayatılan yaşama şekline mecbur değiliz, dedirttiği gibi kendi ülkem ile bu kentin arasındaki on binlerce kilometreyi de hükümsüz kılıyordu. Caminin girişinin sağ tarafındaki duvarda Fatiha yazılıydı. Fatiha’dan itibaren duvarları takip ettiğinizde caminin girişinin sol tarafındaki duvarda da Nas Suresi’nin olduğunu görüyordunuz. Daha açık bir ifade ile camide boydan boya tüm Kur’an-ı Kerim duvara nakşedilmişti.

Minber ve mihrabın olduğu kısımdaki duvarlarda da ahşap oymacılığının en güzel emsalleri vardı. İçerde Kur’an okuyan, dinlenen ve namaz kılan Huilerin verdiği tepkilerden anlaşılan turist görmeyi pek de yadırgamıyorlardı. Ancak namaz kılan turist görmek ilginç gelmiş olacak ki derhâl yanıma gelerek musafahalaştılar.

İsminin İbrahim olduğunu öğrendiğim, tahminen 70 küsur yaşlarındaki bir amca, koluma girerek beni camiden çıkarttı ve bahçedeki, yine ahşap olan, bir başka yapıya götürdü. Kapıyı açan kişi İngilizce biliyordu. Samimi bir karşılamanın ardından Ramazan münasebeti ile bir ikramda bulunamadığından ötürü özür diledi ve cami hakkında malumat vermeye başladı.

Caminin neredeyse tüm işlerine koşan Yusuf Baibo isimli bu kimse sık sık dışarı çıkıp bahçedekilere bir şeyler söylemek zorunda kalıyordu. Zira camide her akşam fukaraya iftar dağıtılıyordu ve hummalı bir çalışma vardı.

Yusuf’un söyledikleri İslam’ın mimariden ve lisandan anlaşıldığı üzere kendiliğini, özünü muhafaza ederken nasıl birbirinden alakasız coğrafyalarda yaşayan insanları bir kılıcı olduğunu gösterir nitelikteydi. Xi’an’ın Müslüman mahallelerinde de sahura kaldırmak için bir davulcu sokakları geziyordu.

İnsanlar ramazanda tebrikleşiyor, hediyeleşiyor ve iftar etmek için birbirlerine misafir oluyorlardı. Zekâtlar toplanıyor, vakıflar aracılığı ile fakirlere dağıtılıyordu.
İnsanlar ramazanda tebrikleşiyor, hediyeleşiyor ve iftar etmek için birbirlerine misafir oluyorlardı. Zekâtlar toplanıyor, vakıflar aracılığı ile fakirlere dağıtılıyordu.

Mukabeleler okunuyordu. Komünizmin en şedit dönemlerinde bile caminin kapanmadığına hamd eden Yusuf zaman içerisinde cami sayısı azalsa bile şimdi vaziyetin daha iyi olduğunu belirtti.

Sürekli olarak Türkiye’yi çok sevdiğini ve Türkleri sadece kendisinin değil tüm Huilerin kahraman olarak gördüğünü söyleyen Yusuf’un Türklere bir mesajı vardı: “Biz kardeşiz. Gelin tanış olalım.”

  • Çin ve İslamiyet denilince akıllara ilk olarak Uygurlar gelmektedir. Türkçe’nin Uygur lehçesini konuşan, ekserisi Hanefi mezhebine mensup ve baskılardan ötürü durum kısmen değişse bile çoğunun Kadiriyye ya da Nakşibendiyye tarikatlarından birisine müntesip olduğu Uygurlar ve onların yaşadığı Türk toprakları Türkiye’de nispeten daha çok ilgi ile takip edilmektedir. Bu bölgede meydana gelen can sıkıcı hadiseler, Çin hükümetinin uyguladığı baskı politikaları ve bu baskılardan kaçarak Türkiye’ye sığınanlar çok sık olmasa da ülkede gündem oluşturmaktadır. Ancak Çin’de tanımadığımız, tanışmadığımız başka Müslüman topluluklar da vardır ki bunların bir kısmı bizzat Çinlidir. Üstelik Müslüman olmaları neredeyse Türkler ve İranlılar kadar eski bir tarihe dayanmaktadır.