Sultandan şeytana kedi algısındaki kültürel dönüşüm

​Sultandan  şeytana  kedi  algısındaki  kültürel  dönüşüm
​Sultandan şeytana kedi algısındaki kültürel dönüşüm

Dün popülasyonu düzenleyen bir yardımcı iken veya bereket ya da kötülüğü sembolize ederken, kedi bugün “çocuk” statüsüne geçti. Zira kedileri olan bireyler kedilerini oğulları veya kızları olarak tanıtırken kendilerini de onların anne babası olarak ifade ediyorlar. Bu da kedi algımızdaki dönüşümün en somut örneklerinden birini teşkil ediyor.

1730’lu yıllarda Paris’te Saint-Séverin Sokağı’nda Jacques Vincent’ın matbaasında meydana gelen en “eğlenceli olay”, burada çalışan bir işçiye göre, isyan havasında gerçekleşen bir kedi katliamıydı.

Nicolas Contat adındaki işçi burada çalıştıkları sürede maruz bırakıldıkları kötü şartları, pis, buz gibi bir odada uyuduklarını, güneş doğmadan kalktıklarını, ustanın suistimali ve kalfaların küfürleri arasında bütün gün oraya buraya koşturduklarını, yiyecek olarak yemek artıklarından yapılan çorba dışında bir şey yemediklerini anlatıyordu.

1730’lu yıllarda Paris’te Saint-Séverin Sokağı’nda Jacques Vincent’ın matbaasında meydana gelen en “eğlenceli olay”, burada çalışan bir işçiye göre, isyan havasında gerçekleşen bir kedi katliamıydı.
1730’lu yıllarda Paris’te Saint-Séverin Sokağı’nda Jacques Vincent’ın matbaasında meydana gelen en “eğlenceli olay”, burada çalışan bir işçiye göre, isyan havasında gerçekleşen bir kedi katliamıydı.

Yedikleri yemeği özellikle rencide edici buluyorlardı zira ustanın masasında yemek yerine, mutfakta onun artıklarıyla idare etmek zorundaydılar.Daha da beteri, aşçı artıkları gizlice satıyor ve çocuklara kedi yemeği, yani yenmeyen çürümüş et parçalarını veriyordu; onlar da bunları kedilere veriyor, ancak kediler bile bu et parçalarını geri çeviriyordu.

Kediler bu evde önemli bir yer işgal ediyordu. Bu dönemde kedi tutkusu matbaacılık zanaatında ve burjuvalar arasında yükselişe geçmişti. Bir burjuvanın 25 kedisi vardı; kedilerin resimlerini yaptırıyor, onlara kızarmış tavuk veriyordu.Bunun yanı sıra çıraklar evin etrafını sarmalayan sokak kedileriyle de baş etmekte zorlanıyorlardı.

Kediler bütün gece onların kaldıkları odanın tepesinde uluyor ve onları sabaha kadar uyutmuyordu. Bir gün çıraklar bu adaletsizliğe bir son vermek.

Bir gün çıraklar bu adaletsizliğe bir son vermek için harekete geçtiler. Birkaç gece ustanın yatak odasının üzerindeki çatıda kedi taklidi yapıp sabaha kadar onları uyutmadılar.

Nihayetinde usta ve karısı üzerlerinde bir büyü olduğunu düşünmeye başladılar. Bu sebeple çıraklara kedilerden kurtulmalarını emrettiler.

Çıraklar görülmemiş bir şamatayla, kedileri yakaladılar, işkence ettiler ve onları kendi kurdukları mahkemede yargılayıp ölümle cezalandırdılar. Bu hikâyeyi tekrar tekrar anlatan çıraklar her defasında kahkahalarla güldüler, güldüler, güldüler...

18. yüzyıl Fransa’sı üzerine çalışan Amerikalı ünlü tarihçi Robert Darnton Büyük Kedi Katliamı kitabında bu hadiseyi ve 18. yüzyılın sıradan insanlarının yaşamlarından çeşitli sahneleri inceleyerek, bu dönemdeki insanlık durumunu, insanların olayları nasıl gördüğünü ve kurguladığını ele alır.
18. yüzyıl Fransa’sı üzerine çalışan Amerikalı ünlü tarihçi Robert Darnton Büyük Kedi Katliamı kitabında bu hadiseyi ve 18. yüzyılın sıradan insanlarının yaşamlarından çeşitli sahneleri inceleyerek, bu dönemdeki insanlık durumunu, insanların olayları nasıl gördüğünü ve kurguladığını ele alır.

18. yüzyıl Fransa’sı üzerine çalışan Amerikalı ünlü tarihçi Robert Darnton Büyük Kedi Katliamı kitabında bu hadiseyi ve 18. yüzyılın sıradan insanlarının yaşamlarından çeşitli sahneleri inceleyerek, bu dönemdeki insanlık durumunu, insanların olayları nasıl gördüğünü ve kurguladığını ele alır.

Saint-Séverin Sokağı’nda gerçekleşen kedi katliamında çırakları bu kadar eğlendiren şeyin ne olduğunu sorgular. Darnton’dan ilham alarak ve 1730’ların Paris’inde geçekleşen kedi katliamından yola çıkarak ben de bu yazıda kedilerin, sultanlıktan şeytanlığa, cadılıktan ailenin bir üyesi olmaya kadar değişen kültürel değerini inceleyeceğim.

Kedilerle birlikte gömülmek

Kedilerin 4000 yıl önce Antik Mısır’da evcilleştirildiği düşünülse de 2004 yılında Kıbrıs’ta bulunan bir mezardan hareketle araştırmacılar kedilerin, 9500 yıl önce evcilleştirilmiş olabileceğini söylediler. Bu keşif aynı zamanda kedilerin insanlar tarafından anakaralardan adalara taşındıklarını da gösteriyordu.

Zira Kıbrıs’ta hiçbir zaman vahşi kedi bulunmadığı tespit edilmişti. Her ne kadar Kıbrıs’a taşınan kedilerin vahşi mi yoksa evcil mi olduğu bilinemese de, kedinin defin şekli burada bulunan kedilerin evcil olma ihtimalini artırıyordu.

Mısır’ın sultanı

Kedinin menşeinin Habeşistan olduğu ve milattan 2200 sene önce Habeşistan’ın fethi akabinde Mısır’a ithal edildiği ve evcilleştirildiği biliniyor. Antik dönemde Mısır’da, tahılların depolarda saklanması beraberinde birtakım sorunları da getiriyordu. Farelerin ve diğer kemirgenlerin bu tahıl depolarına akın etmesi ile birlikte vahşi kedilerin onları avladıkları fark edildi. Kedilerin fareleri avladığını gören insanlar, bu bölgelere çekmek için kedileri teşvik ettiler ve zaman içerisinde kediler evcilleşmeye başladı.

Evcilleşen kedilerin Felis Lybica (Afrika Vahşi Kedisi) ve Felis Silvestris (Avrupa Vahşi Kedisi) adı verilen iki cins vahşi kediden türediği tespit edilmişti. Nihayetinde kediler ve insanlar arasındaki ilişki güçlendi. İnsanlar kediye kutsiyet atfetmeye başladılar.
Felis Silvestris (Avrupa Vahşi Kedisi)
Felis Silvestris (Avrupa Vahşi Kedisi)

Kedi, Mısır’da musiki, aşk ve güzellik tanrılarını temsil ediyordu. Bir kadının güzellik derecesini anlatmak için kedi bir ölçüttü. Bu sebeple güzel bulunan kadınlar muhakkak kedi gibi güzel olmalıydılar. Kedilerin tanrıçası Bastet başta olmak üzere birçok Mısır tanrısı kedi suretinde tasvir edilmişti.

Bir kediyi öldürmek bir cinayetin işlenmesi için geçerli bir sebepti. Zira Mısır hükümdarı Ptholémée Batlamyus döneminde Roma ile iyi ilişkiler içerisinde olunduğu hâlde, bir Mısırlı kazara bir kediyi öldüren bir Romalıyı öldürmekten çekinmemişti.

Mısır’da kedi öldürmek yasak olduğu için kedi öldürmenin cezası da ölüm idi.
Mısır’da kedi öldürmek yasak olduğu için kedi öldürmenin cezası da ölüm idi.

Milattan 525 sene önce, Pers hükümdarı Cambyses, Mısırlıların kedilere karşı muhabbet ve zaaflarını kullanmış ve savaş esnasında Feluse şehrine yürüdüğünde ordunun önüne büyük bir kedi sürüsü koymuş ve bu sebeple Mısırlılar kedilere zarar vermemek için şehri savaşmadan teslim etmişlerdi.

Mısır’da kedi öldürmek yasak olduğu için kedi öldürmenin cezası da ölüm idi. Herhangi bir evde bir kedi öldüğünde hane halkı matem tutar ve matemlerini göstermek için kaşlarını tıraş ederlerdi. Ölen kediler tahnit edilir, güzel kokularla yıkanır, ceviz sandıklara konulur ve özel mezarlara gömülürdü.

Ölen kedinin başının kabartma resmi sandıklara işlenirdi. 1890 yılında Mısır’da Beni Hasan mevkiinde, Grotte Diane adındaki bir mağarada İngilizler tarafından 180.000 kedi mumyası bulunmuş ve Londra müzesine götürülmüştü.

Hindistan’ın bekçisi

Hindistan’daki kedilerden, fareler, sıçanlar ve yılanların popülasyonlarını kontrol etmek için yararlanılabileceği düşünülmüş ve bu sebeple kediler evlerde, çiftliklerde, saraylarda ağırlanmıştı. Fakat kediler yalnızca kemirgen ve sürüngenlerden koruyan bir bekçi olmakla kalmayıp Hint edebiyatında da yer bulmuştu.

Ramayana’da ise Tanrı Indra, hizmetçisi Ahalya’yı kocasından kaçmak için kullanırken kendisini de bir kedi olarak gizlemişti. Mısır’da Bastet adlı tanrıçanın gördüğü hürmeti, Hintli kedi tanrıçası Sasht Hindistan’da görmüştü.
Ramayana’da ise Tanrı Indra, hizmetçisi Ahalya’yı kocasından kaçmak için kullanırken kendisini de bir kedi olarak gizlemişti. Mısır’da Bastet adlı tanrıçanın gördüğü hürmeti, Hintli kedi tanrıçası Sasht Hindistan’da görmüştü.

Mahabbarata’da birbirlerinin ölümden kaçmasına yardım eden Lomasa adlı bir kedi ve Palita adlı bir fareyle ilgili bir bölüm vardı. Ramayana’da ise Tanrı Indra, hizmetçisi Ahalya’yı kocasından kaçmak için kullanırken kendisini de bir kedi olarak gizlemişti. Mısır’da Bastet adlı tanrıçanın gördüğü hürmeti, Hintli kedi tanrıçası Sasht Hindistan’da görmüştü.

İran’da sihirli yaratık

Bir İran masalına göre kediler sihirle yaratılmışlardır. Büyük Pers kahramanı Rüstem, bir gece bir büyücünün hayatını kurtarır. Büyücü Rüstem’e hayatını kurtarmasının karşılığında ne istediğini sorar. Rüstem ise hiçbir şey istemediğini, ateşin sıcaklığının ve rahatlığının, dumanın kokusunun ve yıldızların güzelliğinin onun için yeterli olduğunu söyler.

Bunun üzerine büyücü bir avuç dolusu dumanı alır, alev ekler ve en parlak yıldızlardan iki tanesini indirir. Bunların hepsini ellerinde bir araya getirip üfler. Ellerini Rüstem’e doğru açtığında, kahraman Rüstem yıldız gibi parlayan gözleriyle bir küçük yavru kedi görür. Bu masala göre ilk kedi kahraman Rüstem’e bir teşekkür hediyesi olarak sihirle yaratılmıştır.

Çin’in konuşan kedileri

Çin’de Tanrıça Li Shou kedi biçiminde tasvir edilmiştir. Bir Çin efsanesine göre, tanrılar kedilere yeni yaratıkların işleyişlerini denetlemeleri ve onlarla iletişim kurabilmeleri için konuşma yetisi vermişlerdir. Ancak kediler dünyanın işleyişiyle ilgilenmek yerine, ağaçların altında uyumayı tercih etmişlerdir.

Çin’de Tanrıça Li Shou kedi biçiminde tasvir edilmiştir. Bir Çin efsanesine göre, tanrılar kedilere yeni yaratıkların işleyişlerini denetlemeleri ve onlarla iletişim kurabilmeleri için konuşma yetisi vermişlerdir.
Çin’de Tanrıça Li Shou kedi biçiminde tasvir edilmiştir. Bir Çin efsanesine göre, tanrılar kedilere yeni yaratıkların işleyişlerini denetlemeleri ve onlarla iletişim kurabilmeleri için konuşma yetisi vermişlerdir.

Tanrılar üç kez kedileri denetlemek için gelmişler ve üç seferde de kedileri uyurken ya da oyun oynarken görüp hayal kırıklığına uğramışlardır. Nihayetinde üçüncü seferde tanrılar, kedilerin bu vazife için doğru yaratıklar olmadıklarını idrak etmişler ve bu pozisyon için insanlara görev verdiklerini açıklamışlardır. Bu sebeple konuşma yetisi kedilerden alınarak insanlara verilmiştir.

Japonya’da bereket sembolü

Japoncada “çağıran kedi” anlamını ihtiva eden “Maneki Neko”, tanrının merhametini temsil eder. Bir inanışa göre, Gotoku-ji Tapınağı’nın önünde oturan bir kedi, o sırada yoldan geçmekte olan imparatoru yanına çağırıyormuş/kabul ediyormuş gibi pençesini havaya kaldırır. Kedinin bu hareketi imparatorun dikkatini çeker ve tapınağa girer.

Çok geçmeden imparatorun az evvel durduğu noktaya yıldırım düşer. İmparatorun hayatını kurtaran kedi önemli bir figür hâline gelir ve bu sebeple onurlandırılır. Bugün bile Maneki Neko sembolü Japon toplumu için oldukça önemlidir. Bu sembol hediye olarak verildiğinde sahibine iyi şans, bolluk ve bereket getireceğine inanılır.

Yunanistan ve Roma’da kötücül kediler

Antik çağlarda Yunanistan ve Roma’da kediler bağımsızlığın simgesi olarak görüldükleri için insanlar tarafından saygıyla karşılanıyordu.

Eski Yunanlılar ve Romalılarda ev kedisi oldukça nadir görülüyor olmalıydı ki Herodot, Mısır’daki evcil kedilerden büyük bir şaşkınlıkla bahsediyordu.

Yunan edebiyatında da kedilerden nadiren bahsedilmişti. Aristoteles “dişi kedilerin doğal olarak ahlaksız” olduklarını söylerken Ezop, kedileri, aldatma ve kurnazlıkla ilişkilendirmişti.

Peygamber Efendimizin kedisi

Kedilerin Arap toplumunda pek çok farklı adı vardı. Erkek kedilere Sinevr, Cüneyda, Haytal, Hır, Kıbt ve dişi kedilere Sinvre, Haytale, Hırre, Kıhte denilirdi. Ayrıca Araplar kedilere soyadları da verirlerdi.

Erkek kediler için Ebu Haddaş, Ebu Elheyten, Ebu Elgizvan, Ebu Semah, dişi kediler içinse Ümmül Samah soyadları kullanılırdı. Plin ismindeki bir tarihçi Arapların İslamiyet’i kabul etmeden önce altından yapılmış bir kediye taptıklarından bahseder.

Peygamber Efendimiz (sav) de kedilere büyük kıymet verirdi. Bir defasında yanından bir kedi geçtiğinde Efendimiz elindeki su kabından içmesi için kediye uzattı ve kediden arta kalan su ile abdest aldı. Peygamber Efendimizin kedinin içtiği su ile abdest alıyor olması kedilerin “temiz” olduğuna işaret ediyordu. Efendimizin Müezza isminde çok sevdiği bir kedisi vardı.

Müezza bir gün Peygamber Efendimizin geniş cübbesinin kolu üzerinde uyurken, namaz vakti geldi. Bunun üzerine Efendimiz kedisini rahatsız etmemek için cübbesinin kolunu kesmiş ve mescide gitmişti.

Kedi uyandığında, hemen Efendimizin yanına gitmiş ve sevincini bacaklarına sürünerek göstermişti. Bunun üzerine Efendimiz bu kedinin sırtını üç defa sıvazlamıştır. Bu sebeple Müezza’dan sonraki kedilerin daima dört ayak üstüne düştüklerine inanılmıştır.

Avrupa’nın şeytanı

Yunan mitolojisinde kediye dönüştürülerek Hekate rahibesi olan Kalenthias’ın, Avrupa’da kedinin, bilhassa kara kedinin, büyü ve büyücülükle ilişkisinin kurulmasının başlangıç olduğuna inanılır. Fakat bu mitosun orijinal versiyonunda bahsedilen hayvan, kedi değil bir tür gelinciktir. Kedi tahıl depolarını kemirgen ve sürüngenlerden koruduğu için bütün tarım toplumlarında kutsiyet kazanmış, bu sebeple Ortaçağ Avrupası’nda kilise bu inanışı paganizmle bağdaştırdığı için kedilere savaş açmıştır.

Böylece Eski Yunan mitolojisindeki, bütün dünyada köylülerin düşman olduğu gelincik, kilisenin husumet beslediği kediye dönüşmüştür. Avrupa’da şeytanın girmekten en çok zevk aldığı kılığın kedi olduğu inancı yayılmıştı.

1764 yılında Voltaire güzelliğin tanımının kişiden kişiye farklılık kazandığını anlatırken “Şeytana sorunuz; size güzelin bir çift boynuz, dört cırnak ve bir kuyruk olduğunu söyleyecektir” der
1764 yılında Voltaire güzelliğin tanımının kişiden kişiye farklılık kazandığını anlatırken “Şeytana sorunuz; size güzelin bir çift boynuz, dört cırnak ve bir kuyruk olduğunu söyleyecektir” der

1764 yılında Voltaire güzelliğin tanımının kişiden kişiye farklılık kazandığını anlatırken “Şeytana sorunuz; size güzelin bir çift boynuz, dört cırnak ve bir kuyruk olduğunu söyleyecektir” der.

Kediler, eski Germen kavimlerinde fuhuş ve özgürlüğün sembolü olarak kabul edilmişlerdir. Papa III. Innocentius’un danışmanlarından Saint-Dominique’in, şeytanı siyah kedi şeklinde tasvir edip, siyah kediyi uğursuzluk ve musibet sembolü yapması akabinde bu görüş pek çok yere yayılmıştır. Bilhassa Ortaçağ boyunca kediler şeytanlarla birlikte anılmış, hükümet ve kilise mensuplarının da katıldığı resmî törenlerde kafese, sepete konularak ya da kazıklara geçirilerek yakılmışlardır.

Kediler çoğunlukla fakir ve yaşlı kadınlar tarafından besleniyordu. Cadı avı başladığında onların yanında yoldaşları olan kediler de iş birlikçileri olduğu gerekçesiyle suçlandılar
Kediler çoğunlukla fakir ve yaşlı kadınlar tarafından besleniyordu. Cadı avı başladığında onların yanında yoldaşları olan kediler de iş birlikçileri olduğu gerekçesiyle suçlandılar

17. yüzyılın ortalarına dek, Metz ve Paris şehirlerinde Saint-Jeane Bayramı’nda kedi yakma törenlerinin gerçekleştirildiği bilinir. Avrupa’da kedi korkusu özellikle İngiltere’de ortaya çıktı. Büyük şehirlerde kedi nüfusunun artmaya başlaması, dikkatleri onun üzerine çekti. Kediler çoğunlukla fakir ve yaşlı kadınlar tarafından besleniyordu. Cadı avı başladığında onların yanında yoldaşları olan kediler de iş birlikçileri olduğu gerekçesiyle suçlandılar. 1630’larda Fransa Kralı XIII. Louis yasaklayana kadar binlerce kedi yakıldı.

Kara Ölüm

Veba hastalığı Çin’de baş göstermiş ve Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. Ticaret yolları aracılığıyla salgın Hindistan ve Ortadoğu’ya ilerlemiş, 1347 yılında önce Ceneviz ardından Sicilya bu hastalıkla tanışmış, akabinde Avrupa ve Kuzey Amerika da vebadan nasibini almış ve milyonlarca insan hayatını kaybetmişti.

Doktorların çabasına karşılık hastalık bir türlü aman vermiyordu. Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor renge dönmesi hasebiyle “Kara Ölüm” adı verildi. Pek çok insan, kara vebanın Tanrı’nın onlara verdiği bir ceza olduğuna inanıyor ve hastalığın sebebi olabilecek bir günah keçisi arıyordu. İşte bu arayış içerisinde iken, salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı söylentisi yayıldı. Parlayan gözleri ve geceleri dışarıda dolaşıyor olmaları kedileri cadıların büyülü hayvanı hâline getirdi. Bu sebeple binlerce kedi katledildi.

kedilerin öldürülmesi, salgının daha da yayılmasına sebebiyet verdi. Zira veba salgını yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler aracılığıyla yayılması sonucu artmıştı.
kedilerin öldürülmesi, salgının daha da yayılmasına sebebiyet verdi. Zira veba salgını yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler aracılığıyla yayılması sonucu artmıştı.

Ancak kedilerin öldürülmesi, salgının daha da yayılmasına sebebiyet verdi. Zira veba salgını yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler aracılığıyla yayılması sonucu artmıştı. Kedilerin de ortadan kaldırılmış olması, hastalığa karşı halkı savunmasız bıraktı. Nihayetinde hastalığın kedilerden değil, mikroptan yayıldığı anlaşılmış ve kediler göreve tekrar çağrılmış.

İşkencelerin odağı

Sınırsızlığın tek kaide olduğu, her şeyin mubah olduğu karnaval dönemlerinde düzenlenen utanç törenlerinde kediler de önemli bir rol oynuyordu. Robert Darnton, Burgonya’da kalabalıkların kaba müziklerine kedilere yapılan işkencelerin de katıldığını anlatır.

Boynuzlanmış biri ya da başka bir kurbanla dalga geçerken, gençler ortalıkta bir kediyi dolaştırır ve onu inletmek için kürkünü yolarlardı. Buna “kedicilik oynamak” diyorlardı. Almanlar da aynı şeyi kedi müziği olarak adlandırıyorlardı. Vaftizci Yahya döngüsünde kalabalıklar ateş yakıp üzerinden zıplıyor, ateşin etrafında dans ediyor, felaketlerden korunabilmek ve talih için ateşe büyülü nesneler atıyorlardı. Kediler de büyülü nesnelerden birisiydi. Burgonya ve Loren’in bazı kısımlarında kedinin bağlandığı yanan bir direğin etrafında dans ediyorlardı.

Hayvanlara, bilhassa da kedilere işkence edilmesi, erken modern dönem Avrupa’sında popüler bir eğlence şekliydi.
Hayvanlara, bilhassa da kedilere işkence edilmesi, erken modern dönem Avrupa’sında popüler bir eğlence şekliydi.

Hayvanlara, bilhassa da kedilere işkence edilmesi, erken modern dönem Avrupa’sında popüler bir eğlence şekliydi. Kedilerin öldürülmesi teması, 17. yüzyıl İspanya’sındaki Don Quijote’den 19. yüzyıl sonları Fransa’sındaki Germinal’e kadar edebiyatta da sıklıkla kullanılmıştı.

“Tırnakları sökülen bir kedi kadar sabırlı” ya da “patileri kızartılan bir kedi kadar sabırlı” gibi deyimler kullanılıyordu. İngilizler de kedilere yönelik acımasız bir tutum sergiliyorlardı.

Londra’da Reformasyon döneminde Protestan kalabalık, bir kediyi rahip şeklinde tıraş etmiş, sonra da ona rahip kıyafetleri giydirip onu darağacına asmıştı. Bigorre’de bir köylü kadın tarlalarda dolaşan güzel, beyaz bir ev kedisine rastlamıştı.

Önlüğüne koyup köye geri götürdüğü kedi tam cadı olduğundan şüphelenilen bir kadının evine geldiklerinde aşağı atlayıp “Mersi, Jeanne,” demişti. Cadıların kurbanlarına kötü büyü yapabilmek için kendilerini kediye dönüştürdüklerine inanılıyordu. (Harry Potter serisindeki müdür yardımcısı Minerva McGonagall’ı akla getiriyor.)

Cadılar bazen özellikle Mardi Gras döneminde geceleri korkunç şabat toplantıları düzenliyorlardı. Dev bir erkek kedi kılığına girmiş şeytanın liderliğinde uluyor, dövüşüyor ve çiftleşiyorlardı. Kedinin büyüsünden korunmanın tek yolunun onu sakatlamak olduğuna inanılıyordu.

Bu yüzden köylüler geceleri karşılaştıkları kedilere sopayla vuruyor, ertesi gün köylerinde cadı olduğunu düşündükleri kadınların vücutlarında berelenmeler görüyorlardı.

Kedilerin bazı efsunlu gücü olduğuna da inanılıyordu. Düşme sonrasında iyileşmek için bir erkek kedinin taze kesilmiş kuyruğundaki kanı emmek faydalıydı.

Zatürre hastalarının da kırmızı şarap içinde bir kedinin kulağından kan emmeleri gerekiyordu. Karın ağrısının çözümü şaraba kedi dışkısı katmak idi. Yeni öldürülmüş bir kedinin beyni hâlâ sıcakken yenildiğinde bu, görünmezlik sağlıyordu.

Kedileri evde beslemenin zararlı olabileceği inancı da diğer batıl inançlardandı. Zira kediler sıklıkla bebekleri boğarlardı. Dedikoduyu anlar ve söylenenleri dışarıda tekrarlardı. Eski bir ritüeli hayata geçiren Fransızlar yeni bir evi korumak için duvarların içine kedileri diri diri gömerlerdi.

Kedilerin maruz bırakıldıkları bu işkenceleri, kedilere yönelik batıl inanışları düşündüğümüzde yazının girişinde bahsettiğim Büyük Kedi Katliamı’nın o dönemin şartları içerisinde toplumun refleksini yansıttığını söylemek mümkün.

Osmanlı sokaklarının demirbaşı

Avrupa’nın şeytanlaştırdığı ve türlü çeşit işkencelere maruz bıraktığı kediler Osmanlı’da önemli bir yere sahiplerdi. Bunda şüphesiz ki dinî arka planın büyük etkisi vardı. Ancak bunun yanı sıra ticaret gemileriyle Kuzey Afrika’dan İstanbul’a getirilen kedilerin kanalizasyon inşası akabinde kemirgen - lerle girdikleri mücadeleler sonucu sokakları temiz tutmayı başarmaları da önemli bir etkendi.

Zaman içerisinde insanlarla ilişkilerini gelişti - ren ve nüfus olarak da onlarla birlikte çoğalan kediler İstanbul sokaklarının önemli bir sembolü hâline gelmişlerdi. İstanbul’da yaygın olan bir rivayete göre

“Bir kedi öldürdüyseniz Allah’ın sizi bağışlaması için yedi cami yaptırmanız gerekirdi.”

Bu da kedilere verilen öneme işaret ediyordu. Kediler, Osmanlı döneminde siyasiler, sanatçılar ve şairlerle iyi ilişkiler içerisinde bulunmuş böylelikle edebiyatta da önemli bir yer edinmişlerdir.

1660’lı yıllarda İngiliz elçilik görevlisi olan Paul Ricaut kedilerin sosyal politikada yer edinmelerini şöyle anlatır. “Sırf kedi ve köpek gibi hayvanlar için özel vakıflar kurmak da âdetti. Bazı şehirlerde kediler için inşa edilmiş binalar bulunuyordu.Gıdaları için vakıflar kurulmuş; kedilere hizmet için vekilharçlar ve uşaklar tahsis edilmiştir.”
1660’lı yıllarda İngiliz elçilik görevlisi olan Paul Ricaut kedilerin sosyal politikada yer edinmelerini şöyle anlatır. “Sırf kedi ve köpek gibi hayvanlar için özel vakıflar kurmak da âdetti. Bazı şehirlerde kediler için inşa edilmiş binalar bulunuyordu.Gıdaları için vakıflar kurulmuş; kedilere hizmet için vekilharçlar ve uşaklar tahsis edilmiştir.”

Kedilere yönelik vakıflar kurulmuştur. 1660’lı yıllarda İngiliz elçilik görevlisi olan Paul Ricaut kedilerin sosyal politikada yer edinmelerini şöyle anlatır. “Sırf kedi ve köpek gibi hayvanlar için özel vakıflar kurmak da âdetti. Bazı şehirlerde kediler için inşa edilmiş binalar bulunuyordu.Gıdaları için vakıflar kurulmuş; kedilere hizmet için vekilharçlar ve uşaklar tahsis edilmiştir.”Şam’da bulunan Mescidü’l-Kıtat (Kediler Camii), sokağa atılan kedi yavrularını himaye etmek için kurulmuş bir vakıftır.

Cami cemaati, yüzlerce kedi yavrusunu vakıftan ciğer getirerek besler. Kediler burada uyur ve gezerler.Bayezid Kütüphanesi Müdürü İsmail Saib Sencer de yüzlerce kediye bakardı. Bu sebeple Bayezid Kütüpha - nesi’ne Kedili Kütüphane de denilmiştir.

Kediler saray için de önem arz ediyordu zira Ankara ve Van’dan saray için kediler getirilmesi talep edilmişti (BOA. Y. PRK.BŞK. / 15–6). Ve bazı münferit hadiseler dışında toplumun tüm kesimlerinin kedileri mükemmel bir şekilde benimsemedikleri anlaşılıyor. 1906 yılında, İştib’in Patrik köyünden iki kişinin kedilerini, İstance köyü Müslüman halkından birilerinin yakması hadisesi bunu delillendirir nitelikte - dir (BOA. TFR.I..KV.. / 115–11490).

1900-1901 yıllarında basına yansıyan iki hadise kuduz hastalığı neticesinde kedilere karşı mesafeli bir tavır takınıldığına dahası kedilerin canavarlaştırıldığına işaret eder. 24 Şubat 1900 tarihli İkdam gazetesinin haberine göre, “Sıhhıye-i umumiye ser-müfettişi ferik saadetlu Rasim Paşa hazretlerinin katibi Abdullah Efendi’nin üzerine sıçrayan alacalı kuduz bir kedi mumaileyhin (adı geçen zatın) melbu - satını (elbiselerini) parçalamış ve hayvan tahlise (kurtarmaya) çalışan ahur kapuda sakin İhsan’ın da elini ısırmış olduğundan her ikisi de mekteb-i tıbbiye-i şahane darü’l-tedavisine izam idilmişdir (gönderilmiştir).

Benzer bir şekilde 21 Mayıs 1901 tarihli İkdam gazetesinde şöyle bir haber yer almaktadır. “Dün sabah Galata’da Erkadı Sokağı’nda Esad’ın kahvesinde bir kedi kudurarak kahvenin camlarını kırmış ve çırak Langalı Yanko ile Tophane’de sakin Cemal namında birini ellerinden ısırmıştır.Kedi tutulduğu gibi mecruhların (yaralıların) tedavisine de ibtidar olunmuşdur (başlanılmıştır).” Her iki haberde de, kedilerin cam kıracak, elbise parçalayacak, insanları yaralayacak kadar çığırından çıktığı ifade edilmektedir.

İstanbul’da kedi beslemek merakı azalıyor mu?

16 Temmuz 1934 tarihli Akşam gazetesinin “İstanbul’da kedi beslemek merakı azalıyor mu?” başlıklı haberine göre “Son günler içinde İstanbul’un muhtelif semtlerinde bırakılan metruk kediler fazlalaşmıştır. Hayvanları himaye cemiyeti büyük bir faaliyetle bu kedileri toplamaktadır. Toplatılan kediler fenni bir şekilde öldürülmektedir.Haziran ayı içinde İstanbul’un muhtelif semtlerinden himaye-i hayvanat cemiyeti üç yüzden fazla kedi toplamış bunları fenni bir surette öldürmüştür. Diğer taraftan İstanbul’da kedi neslinin günden güne azaldığı tahmin edilmektedir. Halkta kedi beslemek merakı azalmakta, bunun yerine köpek beslemek merakı kaim olmaktadır. Hakikaten birçok evde kedilerin yerini köpekler almıştır. Bunun için köpek neslinin kedilerin aksine olarak çoğaldığı tahmin edilmektedir. En çok kedi bırakılan yerler Şişli, Tatavla, Nişantaşı olarak tespit edilmiştir.

Önceleri kedi sahibi olmak yalnızlıkla özdeşleştirilirken bugün kedilerin ailelerin önemli bir “ferdi” konumuna yükseldiğini söylemek mümkün.
Önceleri kedi sahibi olmak yalnızlıkla özdeşleştirilirken bugün kedilerin ailelerin önemli bir “ferdi” konumuna yükseldiğini söylemek mümkün.

Kedinin “şeyleşmesi”

Kimi zaman sultan, kimi zaman tanrıça, kimi zaman şeytan, kimi zaman cadı, kimi zaman evlerin baş tacı, sokakların demirbaşı olan kediler bugün dünyamızın bir yıldızı niteliğindeler. Yalnız sosyal medyada değil, hayatımızın her alanında önemli bir yere sahip kediler.

Önceleri kedi sahibi olmak yalnızlıkla özdeşleştirilirken bugün kedilerin ailelerin önemli bir “ferdi” konumuna yükseldiğini söylemek mümkün. Pek çok çift evliliklerinin ilk dönemlerinde bir çocuğun sorumluluğunu almak yerine bir kedinin sorumluluğunu almayı tercih ediyor ve kedi besleyerek çocuk yetiştirme pratiği kazandıklarına inanıyor.

Hâlihazırda düzenli bir geliri ve düzenli bir hayatı olmayan gençlerin, düzenli bir gelirleri ve hayatları olduğunda kedi sahipleneceklerini dile getirmeleri kedi sahibi olmanın düzenli hayatı ve bir statüyü temsil ettiğine işaret ediyor.

Dün popülasyonu düzenleyen bir yardımcı iken veya bereket ya da kötülüğü sembolize ederken, kedi bugün “çocuk” statüsüne geçti. Zira kedileri olan bireyler kedilerini oğulları veya kızları olarak tanıtırken kendilerini de onların anne babası olarak ifade ediyorlar. Bu da kedi algımızdaki dönüşümün en somut örneklerinden birini teşkil ediyor.

Dahası, sosyal medya ile birlikte kedi videolarının popüler hâle gelmesi, beğeni alma ve takipçi “kasma” kaygısı, kedileri gösterilen bir “şeye”, kedilerin sergilediği her hareketi de bir performansa dönüştürdü. Bu durum gelecekte kedilerin statüsünü ve kedi algısındaki değişimi öngörmeyi bir hayli zorlaştırıyor.