Süheyl Ünver’in Alemdağ hatıraları
Şimdiki hâliyle Alemdağ ne tam olarak günümüz şehir mimarisini ve havasını taşımakta ne de fotoğraf ve çizimlerdeki eski hâlini barındırmaktadır. İçerisinde taşıdığı güzellikleri bir bir kaybeden yapısıyla bir dağdağa arasında kalmış görüntüsünü hemen fark edebiliyoruz. Süheyl Ünver’in seyahat süresince tuttuğu notlardan bazı önemli kısımları seçerek almak meseleyi daha da açık hâle getirecektir.
1917 eylülünde genç tıbbiyeli Süheyl Ünver ve arkadaşları İstanbul’un Anadolu Yakası’ndaki Alemdağı’na doğru bir yolculuğa çıkarlar. Alemdağı o tarihte Üsküdar’a bağlı bir köy konumundadır. Süheyl Ünver bu seyahati iki ayrı deftere kaydetmiştir. Birinci defterine seyahat boyunca yaptığı çizimleri, diğer defterine ise aldığı notları aktarır. Bu iki defter İstanbul’un bir köyünü anlatırken aynı zamanda savaş sonrası toplumda oluşan havayı on dokuz yaşındaki bir tıbbiyelinin gözünden bize gösterir. Şimdiki hâliyle Alemdağ ne tam olarak günümüz şehir mimarisini ve havasını taşımakta ne de fotoğraf ve çizimlerdeki eski hâlini barındırmaktadır. İçerisinde taşıdığı güzellikleri bir bir kaybeden yapısıyla bir dağdağa arasında kalmış görüntüsünü hemen fark edebiliyoruz. Süheyl Ünver’in seyahat süresince tuttuğu notlardan bazı önemli kısımları seçerek almak meseleyi daha da açık hâle getirecektir.
Genç tıbbiyeliler Eylül’ün yirminci günü öğle vaktinde Üsküdar’a geçmişler, ezani saate göre akşam üzeri saat 10.30’da Alemdar Köyü’ne doğru yola çıkmışlardır. Uzun ve uzunluğundan ötürü sıkacak bir yolculuktan sonra yine ezani saate göre 2.30’da köye varmışlardır. Yolculuk süresince o bölgedeki asker kaçaklarından ötürü yaşadıkları korkuyu Süheyl Ünver notlarında şöyle anlatmaktadır: “Yolda epey korku atlatmadık değil. Hem çok korktuk. Zira asker kaçakları o civarda pek kesretle salgınlık ettiğinden bir parça ihtiyatlı bulunmak îcap ediyordu. Zaten ihtiyatın da ehemmiyeti yok ya.”
Ertesi gün sabahında notlarına Alemdar Köyü’nün pek hoşuna gittiğini yazan Ünver bu köy ile ilgili bazı bilgiler de vermiştir: Daha evvelinde bu köyde Ermenilerin çoğunlukta olduğunu ancak İstiklal Harbi’nden sonra mübadele ile buraya Selanik ve diğer Balkan şehirlerinden gelen Türklerin yerleştirildiğini ve Alemdar’ın diğer çevre köylerden daha gelişmiş, “âsâr-ı temeddün”ün daha belirgin, çevre köylerden biri olan Sultançiftliği’nin ise daha fena bir hâlde olduğunu yazmıştır: “Alemdar’ın evleri nisbeten İstanbul evlerini andırıyor. Sultançifliği’ndeki evlerde ise dahilî intizâm kat’iyen görülmez. Hatta evveli daha murdar olduğu halde şimdi hastane olduğundan dolayı ser-tabîb-i sâbıkının sayesinde bir derece intizam peyda edebilmiş.”
Süheyl Ünver notlarının devamında köyde ahalinin çok fazla olmadığını yalnız yol üstü gelen geçenlerin çok olduğunu, civardaki ormanlarda faaliyet gösterenlerin arabalarının ve köydeki hastanenin köye hareket kattığını aktarmaktadır. Notlarının devamında Sultan Abdülaziz’in köyün civarında yaptırdığı Sultan Aziz Sarayı’nı ziyarete gittiğini anlatarak saray hakkında edindiği malumatları da defterine kaydetmiştir: “Pazar günü ben Celal Bey’in neferiyle Sultan Aziz Sarayı’nı gezmeğe gitmiştim. O gün bekçiyi bulamadığımızdan sarayı gezemedik. Burası birkaç daireden mürekkep. Mermer oda, Sultan Aziz’in pehlivan güreştirdiği bina, uşaklar dairesi, ahır ve daha sair mebânîyi hâvî olan bu bina-yı muhteşemin mevkii cidden ihtişamlı ve hakikaten iyi intihap edilmiş. Evet, bu kadar masrafla vücuda getirilen bu sarayda Sultan Aziz ancak üç gün kalmış. Sefahetin mâhasalası bu kadar.”
Süheyl Ünver’in hem çizimini yaptığı hem de hakkında bilgiler verdiği bu sarayın daha sonradan yıkıldığını öğreniyoruz. Neşe Çakın’ın 1967 yılında hazırladığı “Alemdar Köyü (Beşerî ve İktisadî Etüdü)” başlıklı tezinde Sultan Abdülaziz’in yaptırdığı sarayın yıkıldığını yazmıştır. 30 Temmuz 2023 tarihinde sarayın yerini tespit edebilmek için köye yaptığım ziyarette, konumunun şimdiki Alemdağ Kışlası içerisinde olduğunu köyün sakinlerinden öğreniyoruz. Aynı zamanda kışlanın önündeki caddenin ismi de “Saray Caddesi” olarak geçiyor. Alemdağ’da bulunan kiliseden camiye dönüştürülmüş olan Alemdağ Vakfı Camisi’nin çay ocağında görüştüğümüz köyün sakinlerinin saray hakkında büyüklerinden duydukları bilgiler de Sultan Abdülaziz tahttan indirildikten sonra sarayın gözden düştüğü, ziyaretçilerin azaldığı ve bakımının yapılmadığı, en sonunda da 1939 yılı civarlarında sarayın yıkıldıktan sonra askeriyeye verilip kışla yapıldığı şeklindedir. Bugün bu saray hakkındaki malumata Süheyl Ünver’in çizimleri ve notları sayesinde ulaşabiliyoruz.
Alemdağı’na yakın köylerden bir diğeri ise Taşdelen Köyü’dür. Bugün olduğu gibi dün de suyunun lezizliği ve ormanları, mesire alanları ile meşhur olan bu köyü ziyaret eden Süheyl Ünver, Taşdelen suyunun membaını, namazgâhını, yalağını ve o zamanda ailelerin suyun etrafındaki ormanlık alanda nasıl hoşça vakit geçirdiklerini, eğlenceler tertip ettiklerini notlarına kaydetmiştir: “Taşdelen’in bulunduğu mevki güzel suyu hâvî olan çeşme biraz çukurca. Ve iki cihetten bir yalağa doğru akmakta. Bunun sağ tarafındaki Taşdelen suyu imiş. Üstünde parmaklıkla çevrilmiş bir kısımla ortasında namazgâh da vardır. Hey gidi eski adamlar. Müslümanlar. Salâbet-i diniyelerini doğa ve safa içinde bile düşünmekten fariğ olmamışlar.”
Taşdelen suyunu II. Abdülhamid’in bizzat kullandığı, tavsiye ettiği, İstanbul’dan ayrılacağı zaman Sirkeci Garında bir bardak Taşdelen suyu istediği, surre alaylarının ise Hicaz’a giderken yanlarına küplerle doldurarak Taşdelen suyu aldıkları, dönüşte de yerine zemzem suyu doldurdukları rivayet edilir. Bugün bu kaynak Taşdelen Ormanları içerisinde bulunmaktadır. Suyun kaynağı olan yere bir vakıf idaresinde fabrika kurulmuş, bu şekilde dağıtım ve satımı sağlanmıştır.
Süheyl Ünver, çizimleri olan defterinde bir köyün görsel hafızasını da bize miras bırakmıştır. Gördüğü mescitleri, sokakta oynayan çocukların portrelerini, köşkleri, ormanları, dinlenmek için altına oturduğu bir ağacın manzarasını ve hatta seyahat süresince konakladıkları konaktaki yatağını dahi çizerek bize bir şey anlatmaktadır; Hafızayı korumak ve sonraki nesillere bunu aktarmak.
On dokuz yaşındaki Süheyl Ünver’e Alemdağı seyahati boyunca üç yıldır süren savaşın psikolojik etkileri de eşlik etmiştir. Köyü gezerken gördüğü metruk binalar, gecenin ıssızlığında öten böcekler, alacakaranlıktaki mehtabın hüznü, bütün bunları tanıdık bir his olarak kendi iç sıkıntısı ile benzer görmüştür: “Üç senelik harbin ruhumuza ilka ettiği neşesizlikle insanın büsbütün ağlayacağı geliyor. Âh, sanki zannediyor muyuz ki orada her adım atarken bir parça inşirah buluyoruz?... Âh! Hiç… Nokta-i tefekkürâtım! Keşke sen olmasaydın.”
Süheyl Ünver bütün bu notlarının arasında geceleri Cenap Şehabettin’in Evrak-ı Eyyâm’ının kendisini nasıl meşgul ettiğinden, arkadaşı Celal Bey’in av çiftesinin nasıl atıldığını gösterdiğinden, yakındaki ormanda çıkan yangına doğru gittiklerinde yolu kaybedip yangının ortasında kaldıklarında yaşadığı buhrandan, köye gelen gazetelerin ruhunda tuhaf tesirler bıraktığından bahsetmiş. Bu küçük risale sadece içerisinde gezi notları barındırmıyor, bulunduğu ortam ve çevreyle bağ kuran on dokuz yaşındaki bir gencin hâletiruhiyesini de sunuyor. Notlardaki son cümleler bu hâli izah eder: “Artık Alemdağları, Sultançiftliği ortadan kaybolurken sağ ve sol taraflarda baltacı çiftliklerini, Sait Halim Paşa korularını gördük. Ben arabanın hep ileriye doğru gitmesinden seviniyordum. Zira İstanbul’a biraz daha yaklaşıyorduk. Mâmâfih Alemdağı’nda bıraktığım hatıralar da benden aynı suretle uzaklaşıyordu…”