Sosyal medyada insanlar kavga ederken sahada herkes bir iyiliğin ucundan tutuyor
Erhan İdiz depremin ilk gününden beri sosyal medyadaki bilgi kirliliğine dikkat çekip bu paylaşımların özellikle afetzedelere ve sahada çalışanlara zarar verdiğini anlatmaya çalışıyor. Kendisiyle zor zamanlarda sosyal medyada yazılan her şeye neden inanılmaması gerektiğini, hesaplarımızı kullanırken dikkat etmemiz gereken şeylerin önemini ve afet bölgesinde sadece iyilik hikâyeleri anlatmak için çıktığı yolculuğu konuştuk.
Depremin ilk gününden beri özellikle sosyal medyadaki bilgi kirliliğine dikkat çekiyor ve bu kirliliğin sahaya nasıl zarar verdiğini anlatmaya çalışıyorsun. Bu konuşmayı seninle afetin 15. gününde yapıyoruz. Hâlâ aynı durum söz konusu… Neler söylersin?
Şimdiye kadar gördüğüm hiçbir deprem bu kadar büyük değildi. Doğal olarak dezenformasyonun da bu kadar büyüyeceğini tahmin etmemiştim. Van’dan, Elâzığ’dan bildiğim birkaç ezber vardı. Neler olacağını az çok kestirebiliyordum. İlk etapta şunlara dikkat edin, bunlar afetteki kaosun ilk belirtileridir, sosyal medya hemen bu noktaya evriliyor, diye paylaşımlar yaptım. 15. gün olmasına rağmen hâlâ hiçbir şey değişmiyor. Dün akşam yaşadığımız depremde Kilis’teydim. Ciddi sallandık ama sakince dışarı çıktık. O esnada arkadaşların açtığı videodan bir bağrış duydum: “Hatay yıkılıyor!” İnan ki o an daha çok korktum. Bütün arkadaşlarımızı, dostlarımızı orada bırakıp geldik. Hepsi enkazların çevresinde dolanıyor.
Twitter’a bir baktım 15 gün önceki bütün mesajlar o anda yeniden olmuş gibi paylaşılmaya başlandı. Ne olduğunu söylemeden “Acil yardım!” yazmış olanlardan birine “Ne lazım?” diye sorunca “Battaniye.” dedi. 15-20 dakika gibi kısa bir sürede 4000 retweet almış olmasından şüphelendim. “Orada mısınız?” dediğimde, “Hayır, değilim,” diye yanıtladı. Ben de denemek için “Yardım gönderiyorum,” yazdım. Bir süre sonra “Geldi mi?” diye sordum. Bana “Geldi!” yazdı. Orada değil, neye ihtiyaç olduğunu bilmiyor, kafasına göre şu yok diyebiliyor, oraya giden bir şey yok bana da geldi diyor. Sonra baktım tweetini silmiş. Çok sayıda böyle tweet vardı. Muhtemelen dikkat çekmek için yapıyorlar. Maalesef bu yaptıklarının önce afetzedelere, sahada çalışan gönüllülere, en nihayetinde topluma ne kadar zarar verdiği de hiç umurlarında değil.
Bu gibi afet durumlarında sosyal medya kullanıcıları nelere dikkat etmeli?
Depremin ilk anından beri senin de gördüğün üzere insanlar kendilerine ait olmayan ve hiçbir şekilde kontrol etmedikleri hesaplarda bilgiler paylaşıyor. Manipülasyonun türü, şekli değişebiliyor. Yapmamız gereken şey paylaşım yapan hesabın ve paylaştığı şeyin doğruluğundan emin olmak. Eğer bundan emin olamıyorsak bu paylaşımları yaymamak. Diyelim ki bu hesap doğru ve bilgi de doğru görünüyor. Bu sefer kendimize şunu sormalıyız: “Bunu paylaşmak toplum için faydalı mı, zararlı mı?” Bu iki duruma dikkat etmiyorsak her olayda o gün yaşadığımız bilgi kirliliğini yaşamaya devam ederiz. Biz çabuk unutuyoruz. Dün akşam da yaşadık, 15 gün öncesinde de… Hatırlarsan yangın döneminde de böyleydi, ondan önceki Elâzığ depreminde de...
Maalesef fenomenlerin hatta gazetecilerin sosyal medya aracılığıyla sahaya zarar verdiğini izledik. Ajans haberciliğinden gelen, çok sayıda STK’da çalışmış ve birçok afet bölgesi görmüş biri olarak sahada ve klavye başında olmak ayrımını nasıl anlatırsın?
Bugün sahadaki 6. günüm. Sahayla sosyal medyanın farklı olduğunu zaten biliyordum. Ama bu defaki afetin büyüklüğünü de göz önüne alınca, acaba farklılık var mı diye merak ettim. İnsanların acısı büyük, kayıpları büyük. Antakya’da neredeyse sağlam ev kalmamış. Acaba bu tepkinin doğurduğu bir kötülük ortamı oluştu mu, sosyal medyaya bu mu yansıyor, diye kafamda soru işaretleri vardı. Bölgeye geldiğimde bunun böyle olmadığını bir kez daha anladım.
Sahada insanlar bu zorluk karşısında birbirine kenetlenmiş durumdalar. Kimin elinde ne varsa onu diğeriyle paylaşıyor.
Bugün Kahramanmaraş’ta bir abla şöyle anlatıyor: “İlk iki gün arabada kaldık. O telaşla kim evinden ne aldıysa -kuru üzüm, ceviz, fındık, fıstık- herkes birbirinin camına vurup ikram ediyordu.” Bu anlattıkları ilk saatlerden… Buraya iyilik niyetiyle binlerce hatta yüz binlerce insan geldi. Gıdadan temizlik malzemesine her türlü ihtiyaç için milyonlarca koli gönderildi. Bunların hepsini hayırsever insanlar gönderdi. Kahramanmaraşlılar yaralarına rağmen gelenlere destek oluyor. Herkes bir iyiliğin ucundan tutmaya çalışıyor. Zor zamanların da getirdiği bir dayanışma duygusu bu.
Fakat sosyal medyada o an insanların sinir uçlarına dokunacak şey ne ise onun paylaşıldığını görüyoruz. Çünkü ne yazık ki onlar için bu bir etkileşim alma biçimi. Kim en çok neden nefret ediyorsa ona o sunuluyor ki onu alıp hakaret etsinler, yaysınlar. Çoğunlukla sosyal medya başındakiler, bunun gerçekte de böyle olduğunu zannediyor. Fakat dediğim gibi sahada böyle bir şey yok.
Tüm bu olanlardan sonra “Reddediyorum!” diye bir seri yayınladın ve çok dikkat çekti. Yetmedi “sadece iyilik hikâyeleri için” yola çıktın. Yolda karşılaştıklarından ve rotanın nasıl devam edeceğinden bahseder misin?
Depremin ilk günlerinde bütün oklar Suriyelilere döndü. Ve bunu özellikle dışarıdaki insanlar körükledi. Maalesef ki kaos dönemleri herkesin kendi kişisel hesaplarını gördüğü dönemler oluyor. Böyle bir şey başladığında ben dahil hiç kimse sesini çıkaramadı. Çünkü söylemler, iddialar çok sertti. Tabii birkaç gün içerisinde böyle olmadığı anlaşıldı, yine de o suskunluk bozulmadı. Bir parça, başkalarından da cesaret alarak bu suskunluğu bozmak istedim. “Reddediyorum!” aslında onun ürünüydü. Tabii sadece Suriyeliler boyutunda değil, birçok alanda birçok dezenformasyon vardı. Yalan ve kötü olan her şey hızla yayılıyordu. Ben de iyilik yolculuğuna çıkmak istedim. Bugün de 6. gündeyim. İki yönetmen abiyle birlikteyiz. Çektiklerimiz bu sürecin sonunda bir belgesele dönüşecek. İyilik hikâyelerini toplayarak yola devam ediyorum. Sadece yapılan işleri, bu işleri yapan gönüllüleri öne çıkarmak istiyorum. İlk günden beri sosyal medya hesaplarımda onların hikâyelerini paylaşıyorum: işini bırakıp gelenler, işten kovulacak olmasına rağmen burada kalanlar…
Bugün acının ortasında bile yüzümüzü gülümsetebilen iki gencin hikâyesini anlattım. Herkes için moral oluyor. Bugün de Kahramanmaraş’tayız, bir abimiz düğünleri olacak bir gelinle damadın gelip beyaz gömlek istediğini anlattı. Beyaz gömlek bulamıyorlar. Böyle baktığımızda her şeye rağmen hayatın devam ettiğinin izleri bu anlatılanlar. Hayata tutunmak için hem afetzedelerin hem de bizim bu izlere ihtiyacımız var. Adana’dan başladık, Hatay’a ve ilçelerine gittik: İskenderun, Reyhanlı... Sonra Gaziantep’e ve ilçelerine: İslâhiye, Nurdağı... Bugün de Kahramanmaraş’tayız. Sonrasında Elbistan’a ve Adıyaman’a ardından da Malatya’ya geçeceğim.