Senkretik dindarlık: Kendi dinini inşa etmek
Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından 2019’da “Sosyo-kültürel Değişim ve Diyanet Hizmetleri” başlığı altında toplanan 6. Din Şûrası’nda dikkat çekici bir karar vardı: “Arkalarında birtakım yeni dini akımlar bulunan, sağlıklı yaşam, iç huzuru, denge, kişisel gelişim, iş hayatında başarı gibi söylemlerle kendilerini kamufle eden, dinî ve millî kültürümüze yabancı yapılar hususunda toplumu aydınlatıcı çalışmalar yapılmalıdır.” Toplam 37 maddenin yer aldığı kararlar arasında, diğerlerine oranla kısa sayılabilecek bu madde kamuoyunda pek yankı bulmadı. Acaba Şûra’ya katılan uzmanlar Türkiye’de nasıl bir gelişme gördüler de böylesi bir karar aldılar? Aslında bu sorunun cevabını, çoğunlukla Uzak Doğu kaynaklı olan, ancak genelde Batı üzerinden ülkemize gelen akımlardan haberdar olan herkes biliyor. Yoga veya meditasyon adıyla başlayan, daha sonra alternatif tıp olarak çeşitlenen akımlar bir süre sadece belirli bir kesime hitap ederken, son on yılda dindar kişiler tarafından da kabul görmeye başladı. Bu durumun sebebi salt modern tıbba duyulan güvensizlik midir? Yoksa modern kalıpların çözülmesi ve post-modern göreceliğin yaygınlaşmasının etkisinden de söz edebilir miyiz? Toplumun ortalama din anlayışında gözlenen değişim ve senkretik diyebileceğimiz dindarlıkların ortaya çıkışı konunun yeni toplum yapısı çerçevesinde incelenmesi gerektiğini gösteriyor.
Türkiye’de dindarlık tartışmaları
Günümüzde (2023) dindarlık daha önce hiç olmadığı kadar akademik ve popüler bir tartışma konusu hâline geldi. Türkiye’de sosyolojinin tarihi Osmanlı dönemine kadar gider, Cumhuriyet sonrasında da bu bilim sürekli bir gelişme gösterdi. Ancak dinî hayat ve dindarlık araştırmaları akademiyanın gündemine pek girmedi. Din sosyologları konuyla ilgili çeşitli araştırmalar yapıyorlardı fakat konu sanki İlahiyat’la sınırlandırılmıştı ve genel sosyoloji bölümleri bu tür çalışmalara mesafeliydi. Bu yüzden Şerif Mardin’in 1989’da İngilizce olarak yayımlanan, 1992’de ise Türkçeye çevrilen Bediüzzaman Said Nursi Olayı: Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim isimli eseri akademik camiada tam bir şok etkisi yarattı. 1980’lerde daha çok popüler dergilerde işlenen dindarlık 2000’lerle birlikte İlahiyat Fakültelerinin dışında pek çok akademik araştırma ve raporun konusu olmaya başladı. Bugün hâlâ bazı köklü üniversitelerin Sosyoloji Bölümlerinde zorunlu din sosyolojisi dersi bulunmuyor ve bu alan bir anabilim dalı olarak İlahiyat Fakültelerinin bünyesinde yer alıyor.
Akademik olarak yakın döneme kadar dindarlık konusundaki en önemli tartışma sekülerleşme hakkındaydı. Konu hâlâ sıcak ancak bu kavramın gerek dünyada gerekse ülkemizde yaşanan gelişmeleri yorumlamak açısından elverişsiz olduğu ortaya çıktı. Popüler olarak ise yakın dönemde ateizmin ve deizmin, özellikle genç nesil olmak üzere toplumdaki yaygınlığı konusunda çalışmalar yapılıyor. Tabii bu çalışmalarda bilimsel anlamda geliştirilmiş ölçeklerin olmaması (örneğin deizm nasıl ölçülür?), toplumu temsil edecek örneklemin sağlıklı tespiti ve konuya çoğunlukla ideolojik kaygıların karışması gibi problemler görülüyor. Bundan dolayı araştırma şirketlerinin anketlerinde oldukça farklı oranlar ortaya çıkıyor.
Son yıllarda akademide bütün toplumu temsil edecek çalışmalar yerine, belirli bir olguyu derinlemesine kavramaya çalışan nitel araştırmalar tercih ediliyor. Yine de akademik anlamda Türkiye’yi temsil iddiasında bulunan çalışmalar söz konusu. Dr. Zübeyir Nişancı’nın 2022’de yürüttüğü çalışma bu kabilden. Araştırmanın bulgularına göre katılımcıların %85,7’si şüphesiz bir şekilde, %8,6’sı bazı şüpheler yaşamakla birlikte Allah’a inandığını belirtmiş; %1,5’i Allah’a inanmadığını, %2,5’i “Allah’ın var olup olmadığını bilmediğini ve bunu bilmenin bir yolunun olduğuna da inanmadığını” ifade ederken, %1,7’si Allah’a inanmamakla birlikte doğaüstü bir güce inandığını söylemiş. 1
Acaba ateist ve agnostik olarak nitelendirilebilecek %4’lük kesim üzerinde derinlemesine görüşmeler yapılsa metafizik veya spiritüel olarak görülebilecek herhangi bir düşünce ve uygulamanın izine rastlanabilir mi? Örneğin bu kişiler burçlara inanıyor mu, “theta healing” gibi alternatif şifa tekniklerine karşılar mı veya uğur getireceğine inandıkları “totemleri” var mı? David Hume 18. yüzyılda Filozofların Sofrası’nda bu dünyada dogmatik bir ateistin gerçekten var olup olamayacağını sormuştu. Ateizm o günden bugüne çok daha fazla kişi tarafından benimsendi. Ancak bugün o soruyu biraz değiştirerek, “Hayatı sadece fizik ve biyolojinin sınırları içinde gören, bunun dışında hiçbir şeyi kabul etmeyen bir ateist var mıdır?” diye sorabiliriz. Tanrı’yı inkâr eden birisi, pekâlâ “batıl inanç” olarak görülen bir şeye inanabilir. Saf bir ateizm çok istisnai bir durumdur. Bu da sosyolojik analizlerimizde sekülerleşme kavramı yerine öznel dindarlık kavramının kullanımının daha elverişli olduğunu düşündürüyor. Konuya karşı taraftan baktığımızda ise Allah’a inandığını belirten her kişinin kitabî anlamda bir Müslüman olduğunu iddia etmek de zordur. İşte bizim “senkretik dindarlık” dediğimiz durum burada kendini gösteriyor.
Öznel dindarlığın yükselişi ve senkretik dindarlık
Marx 19. yüzyılda katı olan her şeyin buharlaştığını, kutsal olan her şeyin dünyevileştiğini söylemişti. Gerçekten modernlik geleneksel düzenin taşlarını yerinden oynattı, zeminini kaydırdı ama yeni bir düzen kurdu. Üstelik bu düzen modernlik-öncesi toplumlarda görülmediği kadar katı, tek biçimci ve dayatmacıydı. Ancak 20. yüzyılın ortalarına doğru önce sanat ve mimaride ortaya çıkan post-modern yaklaşım, yüzyılın son çeyreğine girildiğinde toplumsal yaşamda da görülmeye başladı. “Bu böyledir!” deme imkânı kalmadı, artık birey nasıl isterse öyleydi. İdeolojilerden aile yapısına, modadan gündelik pratiklere kadar her şey büyük bir melezlenme sürecine girdi; geleneksel ve modern, kırsal ve kentsel, dinî ve seküler… Biçimler birbirleri içinde farklı kombinasyonlara büründüler. Bu süreçten Batı dışı toplumların ve dinlerin etkilenmemesi mümkün değildi. Hakikaten bugün sosyolojide “kurumsal din” olarak isimlendirilen, yani bir dinî gelenek tarafından itikadından ibadet ve gündelik hayat kurallarına kadar hemen her şeyiyle belirlenmiş din anlayışından bireylerin herhangi bir maddi veya manevi kaygı taşımaksızın kendilerinin harmanladıkları bireysel (öznel) din anlayışına doğru bir kayma görüyoruz.
Öznel dindarlığı kendi içerisinde iki tipe ayırmak mümkündür: Birinci tipte birey bir dinî geleneğe bağlı olduğunu söyler, ancak o dinin resmî öğretisinden farklı bir dinî anlayış içindedir. Örneğin Avrupa’da kiliseye devamın en düşük ülke olduğu Lutheryen İzlanda’da insanların %80’i ölümden sonraki hayata inandığını belirtirken, %40’ı da bir Hindu inancı olan reenkarnasyona inandığını söylemektedir. 2 İkinci tip öznel dindar hiçbir dinî geleneğe bağlı olmadığını, ancak güçlü bir inancı olduğunu söyler. Birey kültürel olarak yetiştiği dinin yanında, farklı inanç ve uygulamaları büyük bir rahatlıkla benimser.
Felsefi anlamda senkretizm farklı düşünce sistemlerinden alınan görüşlerin toplamından oluşan, ancak tutarlı bir bütün oluşturmayan öğreti ortaya koyma tavrı olarak tanımlanır. 3 Toplumsal anlamda ise senkretizm kültürün dinle ilgili kısımlarında kendini gösterir. Burada farklı dinî geleneklere ait unsurlar bir araya getirilir ve yeni sentezler ortaya çıkar. Bakış açısına göre değişmekle birlikte bu durum çoğunlukla dejenerasyon olarak görülür. 4 Geçmişte uzun bir tarihsel süreçte belirli bir topluluk içerisinde gelişen senkretik dinî yapılar günümüzde daha bireysel anlamda, kısa zamanda, çok farklı dinsel geleneklerden alınan öğelerle harmanlanmış dindarlık olarak karşımıza çıkıyor. Bu, bilinen anlamıyla bir öznel dindarlıktır, zira öznel dindarlığın temel karakteristiği senkretik olmasıdır. Şüphesiz bireyler kendilerine vahiy geldiğini iddia etmezler ama kolaylıkla farklı dinî geleneklere ait öğeleri birleştirirler. Öznel dindarlığın ikinci temel karakteristiği ise bireyin hiçbir otoriteye tabi olmamasıdır. Otorite bizatihi bireyin kendisidir, senkretik dindar dinden çıkma ya da tekfir edilme endişesi taşımadan kendi dindarlığını inşa eder.
Türkiye’de gittikçe yükselme eğilimi gösteren senkretik dindarlıkta kaynaklara derinlemesine nüfuz etme ve tartışma kaygısı yoktur. Ancak senkretik dindarlar bazı çelişkilerin farkındadırlar. Dolayısıyla senkretizmin meşrulaştırılması ya da İslam ile uzlaştırılması için çaba harcarlar. Bugün senkretik din anlayışına tipik bir örnek olarak verilebilecek olan açlık uygulaması dindar kişiler tarafından “Tıbb-ı Nebevî” adı altında insanlara anlatılıyor. Sadece su içmek suretiyle üç veya on gün yapılan açlıklar “açlık orucu” şeklinde isimlendiriliyor, bu uygulamayı dinî anlamda meşrulaştırmak için de Ebû Zer’den rivayetle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) “Zemzemden başka yiyeceğim olmadığı hâlde Kâbe’yle örtüsü altında kırk gün kırk gece kaldım” dediği naklediliyor. 5 İslâm kültürüne aşina olanlar zemzem ile hayatını sürdürenin Hz. Muhammed (s.a.v.) değil, Ebû Zer olduğunu bilirler. Üstelik rivayetler kırk gün değil, otuz ve on beş gün şeklindedir. Nitekim söz konusu kitabın daha sonraki baskılarından yukarıdaki cümle çıkarıldı. Sağlıkla dinin harmanlandığı bu senkretik anlayış ise artık bir kişinin tıbbî görüşleri olmaktan çıktı ve grup-benzeri bir oluşuma evrildi.
Akışa bırakmak”, “evrene olumlu enerji göndermek”, “karmasını bozmamak”, “çakra”, “mantra” gibi ifade ve kavramlar senkretizmin gündelik hayattaki birer göstergesi. Bunlar yoga terapi, reiki, fengshui, nefes terapisi, EFT, acces bars, theta healing gibi çeşitli şifa tekniklerinin uzantıları. Her ne kadar bu teknikler bir dinin tebliğ aracı olmasalar da felsefelerini telkin ediyorlar. Bu yüzden ülkemizde gördüğümüz senkretizm, sureta farklı dinlerin harmanı değil, İslâm ile şifa tekniklerinin harmanı şeklindedir. Söz konusu teknikler ülkeye ilk girdiklerinde dindarlık düzeyi düşük kişiler tarafından uygulanırken, son on yılda dikkat çekici biçimde dindar, hatta yüksek öğrenim düzeyinde din eğitimi almış kişiler tarafından da kabul edildi. Senkretizm de tam olarak burada ortaya çıktı. Zira dindar bireyler hem tekniğin felsefesini hem “mantra”larını hem de uygulamalarını İslâm ile uzlaştırmak suretiyle tekniği meşrulaştırmaya ve daha büyük kitlelere ulaştırmaya başladılar. Bir “acces bars” uygulayıcısının sözleri bu durumu özetler niteliktedir: “32 bar noktasını 32 farz ile özdeşleştirdik. Seansta temizleme cümlesinde ‘emrediyorum’ yerine ‘niyet ediyorum’ diyoruz. Sonunda ‘kûn fe-yekûn’ diyoruz. ‘Bundan daha iyi nasıl olur’ cümlesine ‘sübhânellâh’ ekliyoruz. Seans bitiminde burun ucuna gül yağı süreriz. Çünkü Peygamberimizin kokusu da gül kokusudur ve frekansı en yüksek yağ gül yağıdır.” 6
Şifa teknikleriyle kendini gösteren bu senkretik dindarlık şüphesiz ana akım dindarlığı oluşturmaktan çok uzak ancak gittikçe yayılma eğiliminde. Son yıllarda akademik anlamda daha fazla çalışmaya konu olması da bunun göstergesi. Senkretik dindarlık artık din bilimlerindeki dindarlık tartışmalarında göz önüne alınması gereken bir olgu olarak karşımızda duruyor.
Şifa teknikleri perdesi altında Uzak Doğu dinleri ile kendini gösteren bu senkretizm bir süre sonra gerileyebilir ama post-modern toplum yapısının gereği olarak gelecekte yeni yeni harmanlarla karşılaşacağımız muhakkak gibi görünüyor.
1. Z. Nişancı, “Sayılarla Türkiye’de İnanç ve Dindarlık” Raporu, İstanbul, 2023, s. 29. 2. R. Stark, Rodney, “Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme,” Sekülerizm Sorgulanıyor, İstanbul: Ufuk Yay. 2002, s. 41-58. 3. A. Cevizci, Büyük Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Say Yay. 2020, s. 1679. 4. K. Emiroğlu, S. Aydın (2020) Antropoloji Sözlüğü, İstanbul: Islık Yay. s. 942-945. 5. A. Salih, Gerçek Tıp, İstanbul: Yitik Şifa Yay. 2008, s. 151. 6. K. N. Sönmez, “Alternatif Tıp Uygulamalarının Din ile Uzlaştırılması Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa, 2022, s. 124.