Sen bu sakalla nasıl Kızılderili olacaksın?
Kaplumbağa Adası; Avrupalılar işgal etmeden önce Amerika yerlileri kıtaya bu ismi vermişler. Önceden dünyanın yaratılmasına dair bir hikâyeyi işaret eden bu isim, yaşadığımız yüzyılda dönüşerek, politik bir birlikteliğin hatta bir direniş imkânının sembolü olmuş durumda. Yüzyıllardır devam eden Hıristiyan işgali ve sömürüsünün sebep olduğu en bariz sonuçlardan biri bu tarz “yerli” kavramların dönüşerek bir başka mefhumu işaret etmeye başlamasıdır muhtemelen. Artık kocaman Amerika kıtasında, kıtayı bir kaplumbağanın taşıdığına inanan tek bir Kızılderili yok. Bu cümlenin verdiği hüznü, insanın hayatında kolay kolay karşılaşamayacağına inandığım bir kişiyle, Müslüman bir Kızılderili olan Hasan Abdülhak Grooms ile yaptığımız röportajla dağıtalım. Kendisiyle İslam’ı nasıl seçtiğinden Kaplumbağa Adası tarihinde Kızılderililerin Müslümanlarla temasına kadar birçok konuyu konuştuk. Beğenilerinize sunarız.
Kendinizi tanıtmanızı istesek...
Tabii, ismim Hasan Abdülhak Grooms. Kızılderili’yim; Cheraw milleti, PeeDee kabilesindenim. Müslümanım.
Ne zaman Müslüman oldunuz?
17 yaşımdayken.
Müslüman olmadan önce Hıristiyan mıydınız?
Hıristiyan bir aileye doğdum fakat çok da dindar bir Hıristiyan olduğum söylenemez. Pazar günleri, kardeşimle birlikte servise biner, kiliseye giderdik. Fakat gitmemizin sebebi daha çok orada verilen abur cuburlar ve yapılan eğlenceli aktivitelerdi. Biz Güney’de büyüyen çoğu aile gibi Baptist kilisesine gittik. Ailemizden yalnızca annem, kabilemizin çoğu gibi, Metodist’tir. Kabilemizde az miktarda Baptist bulunur. Ayrıca, kabilemizde Baptistlerden daha az olmakla birlikte geleneksel Kızılderili inançlarını koruyanlar ya da farklı dinlere inananlar mevcut. Tabii, burada belirtmek isterim ki, Hıristiyanlığı kabul etmiş yerliler, çoğunlukla bizim eski inançlarımızın da içinde bulunduğu sentez bir din yaşarlar. Mesela, Tanrı için çoğunlukla Yüce Ruh (Great Spirit) ismi kullanılır.
Şu anda Kızılderililerin çoğunluğunun Hıristiyan olması bana biraz garip geliyor. Nasıl olmuş bu?
Benim atalarımın inancında, doğa ruhlarına ve atalarımızın ruhlarına tapmak var. Bu inancın pratikleri, İngilizler ve Hıristiyanlar ülkeye geldikten sonra yavaş yavaş kaybolmuş. Bunun sebeplerini etraflıca tartışmak sanıyorum ki bu röportajın sınırlarını aşar. Fakat benim anlam veremediğim ve yanlış bulduğum şöyle bir tavır almışlar, ki bence bu tavır geleneksel inanç pratiklerinin kaybolmasının en önemli sebepleri arasındadır: Kendileri Hıristiyanlığı reddetmişler ama çocuklarını, ittifak kurabilmek amacıyla, İngilizlerin okullarına göndermişler. Bu çocuklar orada Hıristiyanlığı öğrenmiş aslında. Kabilelerin Hıristiyanlığı kabul etmesinde bu tavrın çok ciddi bir etkisi olmuş bence.
Peki siz İslam’la nasıl tanıştınız? Bu dönüşümü anlatabilir misiniz?
Hıristiyanlık hiçbir zaman bana göre değildi. Kendimi Hıristiyanlık kisvesi içinde hiçbir zaman rahat hissetmedim. Tanrı’ya, Hz. İsa’ya, diğer peygamberlere inanıyordum fakat Hıristiyanlığın hak din olduğuna bir türlü kani olamıyordum. Küçük bir çocukken, bir keresinde, arkadaşlarıma o pazar kilisede gördüğüm vaizi taklit ediyor, onun gibi vaaz veriyordum. Tam Hz. İsa’nın Tanrı olduğunu söylediğim kısma geldiğimde, bir anda gökyüzü kapkaranlık oldu ve şimşek sesleriyle sallanmaya başladı. Çok rahatsız hissettim. Fakat bu rahatsızlık fırtınadan dolayı değildi, bana öyle gelmişti ki havada meydana gelen bu ani değişim, bana Hz. İsa’nın tanrı olduğunu söylememem gerektiği yönünde yapılan bir uyarıydı.
12-13 yaşıma kadar İslam hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Yedinci sınıfta iken matematik derslerimize birkaç kez gelen yedek bir öğretmen vardı. Kendisi Müslüman’dı ve bu derslerin birinde, kendisinin de Orta Doğu üzerine bir ders verdiğini söyleyerek bizi o derse davet etmişti. Bu dersin bir kısmını “İslam’a Giriş” bölümü oluşturuyordu. Bu hocamız, bu derste bize İslam hakkında ufak bilgiler verdi ve namaz kılmayı öğretti. O derste kendi kendime şöyle dediğimi hatırlıyorum: “İslam hakikattir!” Eve döndüğümde, Müslüman olmaya karar vermiştim ve hocamın ismini telefon rehberinden aradım. Fakat bu esnada şeytan rahat bırakmadı ve annemin bu konu hakkında ne düşüneceğini sorarak vesvese verdi. Ben de korktum ve onu aramaktan vazgeçtim.
Lisedeyken, elhamdülillah, Allah İslam meselesini tekrar düşünmemi sağladı. O zamanlar, Müslüman olduklarını söyleyen ve şarkılarında İslam’dan bahseden çokça rap grubu vardı. Gerçi daha sonra onların sapkın bir yol tutturduğunu öğrendim ama o zamanlar bunu bilmiyordum ve onları takip ediyordum. Bir gün ünlü “Rap City” televizyon programının meşhur sunucusu Chris “The Mayor” Thomas, programına konuk ettiği bu Müslüman gruplardan birisinin üyesine “İslam nedir?” diye sordu ve cevap çok basitti: “İslam hakikattir!” Bu cevap beni çarptı. Ve artık ben bir çocuk değildim. Kendi kararlarımı alabilecek bir yaşa gelmiştim. Bu cümleyi duyduktan sonra, ilk olarak okul kütüphanesine gittim ve İslam hakkında kitaplar aldım. O kitapları bitirdiğimde, şehir kütüphanesine giderek daha fazla kitap aldım. Fakat bu kitaplar İslam hakkında öğrenmek istediğim meseleler konusunda yeterli gelmiyordu.
Nihayetinde, o yaz Winston-Salem Üniversitesi’nde bir yaz okulu programına katıldım ve oradaki hocalardan ikisi Müslüman’dı. Onlara İslam’a olan ilgimden bahsettim. Onlar bana okumam için bir Kur’an-ı Kerim ve İslam hakkında ufak kitaplar verdiler. O yaz okuluna benimle birlikte gelen iki arkadaşım daha vardı. Onlar İslam hakkındaki görüşlerime şiddetle karşı çıkıyorlardı. Elhamdülillah, ikisi de şu anda Müslüman. Her neyse, sonunda Kur’an-ı Kerim elimdeydi. Açtım ve okumaya başladım. Bu başıma gelen en mükemmel şeydi çünkü bu kitap içerisinden benimle aracısız olarak konuşan Allah’tı. O noktada İslam’ın hak din olduğunu anladım ama teslimiyet gösterme konusunda hâlâ tereddütteydim ve şüphelerimle savaşıyordum.
Geceleri yatakta yatıyor ve Allah’a “Allah’ım sana mı yoksa Hz. İsa’ya mı ibadet etmeliyim?” gibi sorular soruyordum. Hâlbuki şimdi anlıyorum ki Allah bu sorunun cevabını bana çoktan vermişti. Çünkü soruyu sorduğum makam zaten Allah’tı ve Allah’a bu soruyu soruyorsam sorunun cevabını çoktan biliyorum demekti. Sonunda yaşadığım bölgede bulunan camiye gitmeye başladım. Bazı sorular sordum, namaz kıldım ve nihayetinde caminin imamıyla kelime-i şehadet getirdim.
Elhamdülillah, Allah bu maceraya beni yalnız başıma atmadı. Benden çok kısa bir süre sonra en yakın arkadaşım Mustafa (Clinto) Brown da Müslüman oldu.
Ailen ya da kabilenden birisi bu kararına tepki gösterdi mi?
Annem bu kararımdan ötürü çok çile çektirdi. O kadar baskı yaptı ki sonunda onların yanından taşınmak zorunda kaldım. Tabii o zamanlar genç ve cahildim. Eğer İslam hakkında daha bilgili olsaydım, bazı konularda daha sabırlı davranabilirdim. Annem sapkın bir tarikata katıldığımı filan sanıyordu, en azından öyle davranıyordu. Tabağıma bana söylemeden domuz eti koyuyor, bana yedirmeye çalışıyordu.
Hatta bir keresinde Kur’an’ımı alarak okula gitmiş ve beni okul yönetimine şikâyet etmişti. Bir keresinde ciddi bir kavga sırasında bağırarak sordu: “Nasıl hem Kızılderili hem de Müslüman olacaksın?” Ben de şöyle cevap verdim: “Sen nasıl hem Kızılderili hem de Hıristiyan oluyorsan öyle!” Diğer aile üyelerim de çok dindar insanlardır ama hiçbiri annem kadar sert değildi ve beni bir Müslüman olarak kabul etmekte onun kadar zorlanmadılar. Kabile şefim ise en başlarda annem kadar sertti ama daha sonra yumuşadı.
Bir kabile şefi ne yapar? Kabile üyelerinin hayatında nasıl bir role sahiptir?
Şef basitçe kabilenin reisidir, kabile üyelerinin işlerinde, hayatlarında, aldıkları kararlarda söz sahibidir. Tabii bu liderliğin şekli ve sınırları kabileden kabileye değişir. Bazı kabilelerde şef bir “klan annesi” tarafından atanır. Bazılarında ise şeflik babadan miras kalır. Bazı kabilelerde hükümetler vardır ve şefler hükümet üyeleri tarafından oylama yolu ile seçilir. Şeflerin görevleri ve sınırları da kabileden kabileye farklılık gösterir. Bazılarında şef yalnızca ayinlerde görev yaparken, bazılarında daha yönetimsel bir pozisyondadır ve kabilesinin üzerinde daha fazla güç sahibidir. Bazı kabilelerde ise şeflik görevi onursal bir görevdir ve çok bir işi ya da yetkisi yoktur.
Peki sizin şefiniz İslam’ı tercih etmeniz konusunda sonradan yumuşadı mı?
Evet, en başta annemle aynı soruyu soruyordu. Ona göre aynı anda hem Müslüman hem de Kızılderili olmam mümkün değildi. Bu tercihimden dolayı beni kabileden aforoz etmeyi düşünüyordu. Kendisi şef olmasının yanında Kızılderili bölgesindeki kilisenin papazıydı da. Zaten bu kadar sert olmasının sebebi de buydu. Sonrasında kızıyla benim hakkımda konuşmuşlar. Kızı ona dinin kabile üyesi olmakla bir alakasının olmadığını söylemiş ve beni yalnızca dinî tercihimden dolayı kabileden atmanın, kabilenin bizzat kendi içindeki yasaya aykırı olduğunu hatırlatmış. Şefim bana bu konuşmayı aktarırken, onun gözlerini açanın kızı olduğunu söylemişti. Sonrasında bana karşı çok yumuşadı.
İslam’ı seçen, ya da annenizin tabiriyle “hem Kızılderili hem de Müslüman” olan başkaları var mı?
Var tabii. “Ojibwe” kabilesinin en yüksek Müslüman orana sahip olduğunu duymuştum. 50 kadar varlar zannediyorum. “İslam yerlilerin arasında hızla yayılıyor” gibi bir durum yok ama. Bildiğim kadarıyla, Amerika’da ve Kanada’daki ihtidalar bireysel dönüşümler şeklinde oluyor. Meksika, özellikle Chiapas’ta, Maya ve Tzotzil kabilelerinden İslam’a geçen yerliler olduğunu duydum. Kuzey ve Güney Amerika’dan bahsediyorsak çok geniş bir coğrafyadan bahsediyoruz tabii. Allahu alem, belki bizim bilmediğimiz yerlerde ciddi bir dönüşüm yaşanıyordur.
Diğer yerli Müslümanlarla bir araya geliyor musunuz? Ya da haberleşmenizi sağlayan bir platform var mı?
Hayır, böyle buluşmalar yapılmıyor ne yazık ki. Sanırım, birkaç kişi Müslümanca bir Pow Wow (Pow Wow Kuzey Amerika yerlilerinin tanışmak için toplandıkları dinî bir ritüeldir. Bir günden bir haftaya kadar sürebilen toplantılarda genellikle bir dans yarışması yapılır.) yapmak için toplanmak istiyordu. Tabii bunu engelleyen bazı lojistik problemler var. Müslüman yerliler olarak çok azız ve çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olarak yaşıyoruz. Hepimizin bir hayatı var ve onu idame ettirmeye çalışıyoruz. Mesela ben şahsi olarak Müslüman bir Kızılderili tanımıyorum hiç. İnternet üzerinden tanıştıklarım var tabii. Onlar hakkında düşünüyorum, dualarımda onlara da yer ayırıyorum ve elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Bu da yüz yüze gelmemiş olsak da şahsi olarak tanışmaktır işte. Uzun zamandır üyesi olduğumuz bir Facebook grubu var, ismi “Kaplumbağa Adası Müslümanları (Turtle Island Muslims).” Bir Yahoo mail grubu olarak başladı sonrasında Facebook grubuna evrildi. Aslında çok da fazla bir aktivite yok ama amaç zaten en başından beri Müslüman yerlilerin ve genel olarak tüm Müslümanların buluştuğu bir platform kurmaktı.
Bazı ciddi Amerika tarihçilerinin kitaplarına baktığımızda Müslümanların Avrupalılardan önce Amerika kıtasına geldiğini söylediklerini görüyoruz. Hatta bununla bağlantılı olarak İslam’ın Kızılderililer arasında önceden beri var olduğu ya da mesela Cherokee Müslüman kabile şeflerinin olduğu gibi iddialar dolanıyor. Bu iddialar hususunda ne düşünüyorsunuz?
Cherokee bir Müslüman kabile şefinin olduğu iddiası bana gerçekten çok uzak geliyor. Son zamanlarda ne yazık ki Amerika’da bu tarz tevatürler çokça dolaşıma girdi. Bu tarz yorumların çoğu yalan. Mesela 2000’li yılların başlarında Mahir Abdürrezzak El diye birinin yazdığı “Kızıl Köklerin Peşinde (Digging for the Red Roots)” isimli makaleyle ilk karşılaştığımda çok heyecanlanmıştım. Yazıda Kızılderililer ile İslam arasındaki bağlara dair daha önce duyulmamış iddialar vardı. Ben de bir Kızılderiliydim ve Müslüman’dım. Fakat yazıyı okuduğumda bu iddiaların mesnetsiz olduğunu gördüm. Bahsettiğiniz Müslüman Cherokee kabile şefi de bu iddialar arasındaydı. Ayrıca Cherokee dilinde Arapça ile ortak çok kelime olduğu hatta Tallahassee kentinin isminin de Arapçadan geldiği ve içerisinde geçen “allah” kısmının bildiğimiz “Allah” olduğu iddia ediliyordu.
Yazıyı gördüğümde beni ilk rahatsız eden şey, böyle bir makale yazmanın ciddi bir uzmanlık gerektirmesiydi. Çünkü yazıyı yazan en başta Arapçayı çok iyi bilmeli, İslam kültürünü tanımalı ve onlarca kabilenin birbirinden farklı farklı dillerini ve kültürlerini iyi bilmeliydi. Hâlbuki yazının kendisi, yazarının böyle bir uzmanlık sahibi olduğunu hissettirmiyordu. İnsanlar zannediyor ki her Kızılderili, kültürü, dili ve kabile tarihi hakkında bilinebilecek her şeyi bilir. Fakat durum böyle değil. Kendi kültürüne tutunarak onu muhafaza etmeye çalışarak yaşayan insanlar var, evet fakat biz sömürge yapılmış bir topluluğuz ve bizi sömürenler kendi dilini, kültürünü, dinini ve tarihini bize benimsetmişler.
Üstelik sanılanın aksine Kızılderililer tek bir dine inanıp tek bir dil konuşmuyorlar. Bizler bu kıtanın üzerinde millet millet yaşamışız ve kültürümüz, dinimiz ve dilimiz birbirinden ciddi anlamda farklı. Böyle bir durumla karşı karşıya olduğumuz için ben de Mahir’in yazdıkları hususunda uzmanlara danıştım. Elhamdülillah beni hoşgörüyle karşıladılar ve çok yardımcı oldular.
Mesela, Mahir’in makalesinde geçen çoğu iddialar Cherokee halkını ilgilendirdiği için “American Indian Movement of South Carolina” derneği yöneticisi ile görüştüm. Kendisi aynı zamanda Cherokee dili üzerine uzmandır. Ayrıca Oklahoma Cherokeelerinin tarihi üzerine uzmanlaşmış tarihçilerle de görüştüm. Bunun dışında “Yeni Çağ Hilekârları ve Plastik Şamanlar (New Age Frauds and Plastic Shamans)” isimli bir dernekle de bu iddialar üzerine görüştüm. Bu görüşmelerimin sonucunda Mahir’in iddialarının yalanlarla dolu olduğu sonucuna vardım ve bu makaleyi çürüten “’Kızıl Köklerin Peşinde’yi Gömmek (Burying ‘Digging for the Red Roots)” isimli bir makale yazdım.
Mahir neden böyle iddialarda bulundu? Amacı neydi?
Basitçe, Kızılderili kültürü Amerika’da para eden bir şey diyebilirim. Burada, Kızılderililer hakkında yalanlar uydurarak, bu kültürü yeniden üreterek ya da geleneksel seremonileri kullanarak maddi kazanç ya da cinsel istismar için bu kültürü satan çok sahtekâr var. Mahir’in yaptığı kesinlikle budur demiyorum ama bu iş Amerika’da belirli alanlarda belirli kazançlar getiren bir sektör haline gelmiş durumda.
Yani siz Kızılderililer ile Müslümanlar arasında böyle bir ilişkinin olduğuna inanmıyorsunuz…
Hayır, Müslümanlar ile Kızılderililer arasında bir bağ olmadığını, tarihte bir ilişki kurulmadığını asla iddia edemem. Aksine, böyle bir ilişkinin çok muhtemel olduğunu düşünüyorum. Söylemek istediğim Mahir’inki gibi iddialara itibar edilmemesi gerektiği. Yoksa Amerika kıtasının Kolomb öncesi dış dünya ile ilişkileri hakkında çalışan tarihçiler böyle bir ilişkinin çok muhtemel olduğunu söylüyorlar zaten.
Ben de öteden beri böyle düşünüyordum ama en çılgın rüyalarımda dahi büyük büyük dedelerimden birinin Müslüman çıkacağını düşünmezdim.
Dedelerinizden biri Müslüman mıymış?
Evet, ailemin tarihiyle ilgili bir araştırma yapıyordum ve bu araştırmalarım sırasında 3. dereceden büyük büyük annemin Annie Levina (Leviner) olduğunu öğrendim. Onun ailesi ve şeceresi hakkında yaptığım araştırmada ise Symon Lovina isimli birine rastladım. Bu kişi aynı zamanda Syon (Sayyan) Turke, Simon Turke gibi isimlerle anılıyordu. Görünüşe göre bir Müslüman’dı ve burada Amerika’da Portekizliler tarafından bir köle olarak satılmıştı. O benim 17. yüzyılda yaşayan 8. dereceden dedemdi ve 8. dereceden büyük büyükannem olan Joan (Jean) Tucker ile evlenmişti. Büyük annem Nansemond kabilesindendi.
Ona “Türk” soyadı verilmesinin sebebi neydi sizce?
Bilmiyorum. Ya gerçekten Türk’tü ya da Türk değil fakat Müslüman’dı. DNA verilerime bakıldığında dedemin Türk olma ihtimalinin olduğu gözüküyor. Fakat Türk kavramı aynı zamanda bu dönemde Müslüman yerine de kullanılıyor. Yani yalnızca Müslüman olduğu için ona Türk demiş olabilirler.
Peki bu Müslüman dededen annenize bahsettiniz mi?
Evet.
Nasıl bir tepki verdi?
Umurunda bile olmadı. Ailemden yalnızca birkaç kişi bu bilgiden ötürü etkilendi.
Sizce Müslümanlar ile Kızılderililer arasında dinî ya da kültürel bakımdan bir benzerlik var mı? Aralarında tarihte bir ilişki kurulmuş olduğuna böyle bir benzerlikten dolayı mı inanıyorsunuz?
Hayır. Kesin olarak bir benzerlik gördüğümü söyleyemem. Çünkü hem kültür hem de inanç sistemi bakımından, demin söylediğim gibi, Amerikan yerlisi kabileler birbirinden çok farklıdır. Yerlilerden bahsederken birçok inanç sistemi ve kültürden bahsediyoruz yani.
Bu durumda, hangi kabilenin inancı ve kültürü ile Müslümanların kültürü arasında bir benzerlikten bahsediyoruz diye sormak lazım. Kaldı ki Müslümanlar da aynı şekilde bütün ve tek bir yapı değiller.
Şöyle bir yaygın kafa karışıklığı var. İnsanlar zannediyorlar ki Kızılderililerin hepsi tarih boyunca, tek bir yaratıcıya, yani “Yüce Ruh”a inanmıştır. Hayır, bu yalnızca tüm Kızılderililer birleştikten sonraki dönem için büyük ölçüde doğrudur.
Kızılderililer öncesinde çoğunlukla doğa ruhlarına ve atalarının ruhlarına tapıyor, bunun yanında “Yüce Ruh”a inanıyorlardı. Bu anlamda, Müslümanlara değil, bence, Türk şamanlarına ya da Pagan Araplara daha çok benziyorduk.
Daha önce Hristiyanlaşan Kızılderililerin sentez bir dine inandığını söylediniz. Aynı durum Müslümanlaşan Kızılderililerde de geçerli mi?
İslam’ı “Kızıl Yol (Red Road)” ile mezcetmek isteyen bazı Kızılderili Müslümanlarla tanıştım. İslam’ı seçtikten sonra Güneş Dansı yapmaya devam etmek isteyenleri gördüm. İslam’ın Kızılderilileştirilmiş bir versiyonunu yaşamak isteyenleri gördüm. Bu insanlara her zaman İslam ile eski inançlarını birbirine karıştırmamaları gerektiğini söyledim.
“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide/3) ayeti uyarınca İslam’a sımsıkı sarılsınlar. Inipi seremonisi yapmaya devam eden bazı Müslüman Kızılderililerin olduğunu duydum. Bu seremoni, ruhsal temizlenme ve yeniden doğum için yapılır. Fakat içerisinde şeriat ile çelişen bazı meseleler var. Bunun ne kadar farkındalar ya da ne kadar umurlarında emin değilim.
Amerika hem beyaz olmayanlara hem de Hıristiyan olmayanlara karşı ırkçılığı ile meşhur bir ülke. Böyle bir ülkede hem Kızılderili hem de Müslüman olmak zor mu?
Amerika’da Kızılderili, yerli olmak her zaman çok zordu. İnsanların kafasında olan bir Kızılderili kalıbı içerisinde hareket etmeniz bekleniyor. Ve görülen o ki, Amerika’da bu kalıbın altında yatan düşünce aslında bizlerin Kızılderililer olarak şu anda, bu zaman diliminde var olmamamız gerektiği. Hepimiz tarihte Hıristiyanlar ile yapılan savaşlarda ölmüş olmalıydık. Yalnızca yerli olduğum için defalarca psikolojik ve duygusal şiddete maruz kaldım. Özellikle çocukluk yıllarımda. Tıpkı benim gibi annem de benzer şeylere maruz kalmış.
Bana bununla ilgili birçok hikâye anlatırdı. Mesela yaşadığım en acı olaylardan biri henüz küçük bir çocukken kilisede başıma gelmişti. Bölgemizdeki erkek izci grubu kilisede bir program yapıyordu. Orada benden yaşça büyük bir çocuk, sırf Kızılderili olduğum için, suratıma tükürmüştü. Kilise insanın böyle bir ırkçılığı görmeyi en az beklediği yer. Bu olayın kilisede, tanıdığımız insanların arasındayken olması, tanıdığımız bir aileden gelmesi ve kimsenin bu konuda bir şey yapmaması annemi çok üzdü. Beni kolumdan tuttu, arabanın içerisine soktu ve otoparktan hızlıca çıktı. O gün eve gidene kadar ağladı. Aslında, bu, Kızılderili olduğum için başıma gelen en kötü şey değildi ama annemin bu kadar üzüldüğünü gördüğüm için bana en çok acı veren anımdı.
Müslüman olmak bana bu konuda çok yardımcı oldu. Bana farklı bir bakış açısı kazandırdı. Şu anda biliyorum ki tüm bu problemler Allah’tan gelen bir sınav ve ödülü yine ondan gelecek.
- Sadece Kızılderili olduğum için değil fakat Müslüman olduğum için de birçok kez haksızlığa ve tacize uğradım. Amerika gerçekten garip bir yer. Hem Müslüman hem de Kızılderili olduğum için bir ayrımcılığa ya da ırkçılığa uğramıyorum. Ya Kızılderili ya da Müslüman olduğum için bunu tecrübe ettim hep. Çünkü buradaki insanlar her ikisi de olabileceğine ihtimal vermiyorlar hiçbir zaman. Annem ve kabile şefim ile ilgili hikâyeyi anlattım. Bana, “Nasıl hem Kızılderili hem de Müslüman olacaksın?” diye sormuşlardı. Bir keresinde hastanede iken bir hemşire sakalımdan yakaladı ve bana sordu: “Nesin sen?” Bu soru Amerika’da muhtemelen her Müslüman’a sorulmuş bir sorudur. Ben de “Ben Kızılderiliyim.” dedim. Sakallarımdan çekiştirerek sert bir şekilde “Sen bu sakallarla nasıl Kızılderili olacaksın?” dedi. Kafa bu.
Verdiğiniz ayrıntılı cevaplar için çok teşekkür ederim. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Müslümanların Kızılderililerle, sadece Amerika’daki değil ama dünyanın dört bir yanındaki yerlilerle ilişkilerini tekrar düşünmelerini istiyorum. Bu önemli bir mesele. Çünkü mesela eğer Kolomb öncesi Amerika yerlileri ve Müslümanlar arasındaki bir ilişkiden bahsedebiliyorsak, ki yüksek ihtimalle vardı, o zaman Müslümanların Amerika kıtasındaki varlığına meşru bir zemin kazandırmış oluyoruz. Bu durumda şu soruyu sormalıyız: Bu ilişki nasıl sonlandırıldı? Ne oldu da devam etmedi? Elhamdülillah, yakın zamanda bu ilişkiyi güçlendirmek, desteklemek ve büyütmek isteyen Müslümanlar oldu.
Mesela Standing Rock protestolarını destekleyen Müslümanlar ya da Kızılderili bölgelerinde yapılan yardımları arttıran Islamic Relief gibi kuruluşlar…
Son olarak Türkiye’deki okuyucularınıza selamlarımı iletiyorum. Önemli olan tek şey bizim inancımızdır, hangi milletten hangi ırktan olduğumuzun pek bir önemi yoktur. O sebeple hayırlı bir son için çalışmaya devam edelim. Allah bu dünyada ve diğerinde tüm Müslümanlara hayırlar, iyilikler nasip etsin inşallah.