Şark Ekspresi

​Şark Ekspresi(Fotoğraf: Talha Kabukçu)
​Şark Ekspresi(Fotoğraf: Talha Kabukçu)

Calvino anlatıyor, ben araya giriyorum. “O gece bir rüya görüyorsun (rüya gibi bir gece). Bir trende (Doğu Ekspresi ama ben Şark Ekspresi demeyi tercih ediyorum), Ircania’yı (kuzey Anadolu’yu) boydan boya aşan bir trendesin. Bütün yolcular kocaman ciltli kitaplar (bazıları ince ciltli) okuyorlar; gazete ve dergilerin pek çekici olmadığı ülkelerde, bu başka yerlerde olmadığı kadar kolay rastlanabilecek bir durum. Yolculardan bazılarının, belki de tümünün senin yarıda bırakman gereken romanlardan (benim de birkaç tane var) birini okuyor olabileceği düşüncesi aklına geliyor; hatta bütün o kitaplar senin bilmediğin bir dile çevrilmiş olarak aynı kompartımanda (ya da vagonda) bulunuyor bile olabilir. Sözcükleri çözmenin olanaksız olduğunu bile bile cilt sırtlarında ne yazdığını (okuyabildiklerimden birinde Odun Kesmek yazıyordu, Bernhard’ın romanı) okumaya çalışıyorsun.

Calvino anlatıyor, ben araya giriyorum. “O gece bir rüya görüyorsun (rüya gibi bir gece).
Calvino anlatıyor, ben araya giriyorum. “O gece bir rüya görüyorsun (rüya gibi bir gece).

Yolculardan biri (iki kişilik koltuğu kapatmış bir kadın) koridora çıkıyor ve sayfalar arasına bir ayraç koyarak yerini kaptırmamak amacıyla kitabını koltuğuna bırakıyor (ben de alıntıladığım bu satırların bulunduğu Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanını sık sık koltuğuma bıraktım trenin yemekli vagonuna giderken). O çıkar çıkmaz sen kitaba uzanıyorsun, bunu karıştırıyor ve aradığın kitap olduğuna ikna oluyorsun (aradığım kitap: Kar, Orhan Pamuk’un romanı).

O anda bütün öteki yolcuların yersiz davranışını onaylamadıklarını belirten tehditkâr bakışlarla sana döndüklerini (böyle bir şey olmadı, çünkü hemen herkes uyuyordu, bir kişi hariç) fark ediyorsun.

Kafanın karışıklığını gizlemek için yerinden kalkıyorsun (kalktım), kitabı (Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu) elinde tutmayı sürdürerek (tastamam öyle oldu) pencereden dışarıya bakıyorsun (bu, yolculuğun temel eylemiydi).

Tren raylar ve sinyal direkleri arasında duruyor, gözden ırak bir istasyon dışındaki makas değiştirme noktasında olabilirsiniz. Hem sis hem kar olduğundan hiçbir şey görünmüyor (o gece bir rüya görüyorsun). Yandaki raylarda, karşı yöne giden bir başka tren (Şark Ekspresi dönüyor) duruyor; bütün camları buğulanmış.

Karşındaki pencerede beliren elin yuvarlak hareketleriyle cam biraz olsun saydamlık kazanıyor: (Ben miyim?) Arkasında bir kürk bulutuna sarınmış bir kadın karaltısı (“Ben yüzümle kimin yüzü gibiyim?”) beliriyor. “Ludmilla...” (Henriette diyorum ben) diye sesleniyorsun, “Ludmilla, kitap,” (Henriette, kitap) demeye çalışıyorsun sesten çok el hareketleriyle, “aradığın kitabı buldum, burada...” ve treni kalın bir kabuk gibi saran buz sarkıtlarının arasından kitabı ona verebilmek için (gerçekten bunun için) pencereyi indirmeye uğraşıyorsun.

Benim aradığım kitap”, (Henriette’in aradığı kitap) belli belirsiz karaltı da seninkine benzer bir kitap uzatıyor, “dünyanın sonu geldiği duygusunu veren kitaptır; dünyanın, dünyada var olan her şeyin sonu olduğu duygusunu veren, dünyada var olan tek şeyin, dünyanın sonu olduğunu söyleyen kitaptır.” (“Dünya bir kitap olmak üzere” yok muydu?)

Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanını sık sık koltuğuma bıraktım trenin yemekli vagonuna giderken(Fotoğraf: Talha Kabukçu)
Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanını sık sık koltuğuma bıraktım trenin yemekli vagonuna giderken(Fotoğraf: Talha Kabukçu)

Öyle değil,” diye bağırıyorsun (ben fısıldadım) ve kitapta (Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’da) Ludmilla’nın (Henriette’in) sözlerini yalanlayabilecek bir cümle arıyorsun. Ama iki tren de hareket ediyor, ters yönlere doğru uzaklaşıyor (ters yönlere doğru...). Rüya devam ediyor; bir rüyanın rüyası...

Ada Ekspresi

Henüz yazılmamış bir romanın verdiği haz gerçekten çok özeldir. “Roman bir tren istasyonunda başlıyor, bir lokomotif duman çıkarmakta, pistondan çıkan buhar birinci bölümün girişini gölgeliyor, bir duman bulutu ilk paragrafı kısmen örtüyor. İstasyon kokusuna, bir esintiyle istasyon büfesinin kokusu karışıyor.” Koku, hafızanın kıvrımlarına sızarak seni yitik cennete çağırıyor; “istençsiz bellek”. Ada Ekspresi ile çocukluğuma yaptığım bir yolculuk olabilir mi bu?

Kar

İşte Kar’dan bir cümle: “Kar rüyalarda yağdığı gibi uzun uzun, sessizce yağarken cam kenarında oturan yolcu yıllardır tutkuyla aradığı masumiyet ve saflık duygularıyla arındı ve kendini bu dünyada evinde hissedebileceğine, iyimserlikle inandı.” Etrafıma bakıyorum, bu tren, ne olursa olsun, kendini bu dünyada evinde hissedebileceğine iyimserlikle inanan yüzlerce insanla doluydu. Kendimi ilk defa kalabalığın bir parçası olmaktan dolayı bahtiyar hissediyordum, ilk defa...

Kalbime biriken karı kürüyemedim…

Kar ve Anna

Neden tren yolculuklarımda kar yağsın istemişimdir hep? Ya da karlı günlerde trene binmeyi neden bu kadar çok düşlemişimdir? Öyledir, kar, en çok uzun tren yolculuklarına yakışır.

Karlı günlerde trene binmeyi neden bu kadar çok düşlemişimdir? (Fotoğraf: Talha Kabukçu)
Karlı günlerde trene binmeyi neden bu kadar çok düşlemişimdir? (Fotoğraf: Talha Kabukçu)

Bunun cevabını bulur gibi oldum Anna Karenina’yı seyrederken; tren karları yararak gidiyor ve Anna kitap açacağı ile elindeki kitabın sayfalarını ayırarak, bir büyü tesiri bırakmıştı nedense bende, tatlı düşlere dalıyordu.

Anna’nın eldiveni ve şapkasının yüzüne bir masal havası katan tülü… İşte o duygu, usulca kayıp gidiyor kalbi insanın bilinmeze doğru. Öyle yalnız, öyle kırık, öyle sessiz, öyle derin…

Sonsuzluğa bir bilet

Edip Cansever gibi benim de “Diyeceğim şu ki / Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler.” Yok-olan bir gişe memuruna, “Sonsuzluğa bir bilet; gidiş-dönüş olsun…” cümlesiyle başlayan bir yolculuk; Aşk gibiyim…

Sır

Agatha Christie Şark Ekpresinde Cinayet’te şuna benzer bir şey söylüyordu sanırım: “Biliyor musun, hiçbir ortak noktası olmayan ve günleri birlikte geçiren bir grup yabancının bir yerden diğerine gidip birbirlerini asla tekrar görmeyecek olmasında bir şey var.” Galiba, seyahatimizin kışkırtıcılığını en iyi anlatan cümle bu.

Beş duyumuzu serbest bırakıp bizi esrarengiz hazlara, nergis kokulu tahayyüllere salan seyahat; gâh karın gâh karanlığın yağdığı bir gece…

Roman

Kalbime biriken karı kürüyemedim…(Fotoğraf: Talha Kabukçu)
Kalbime biriken karı kürüyemedim…(Fotoğraf: Talha Kabukçu)

Bir “bengidönüştür” bu roman. Kış geceleri gibi... Varlığın içinde “salınmak”... Kesif bir yokluk duygusu... Yalnızlık ağacının kökü olmak... Tek ve tenha bir kamış, havz-ı hayâl’de... Tren yolculukları... “Beyaz geceler”... İnciten uzaklıklar... Ve “zamanın ara odaları” istasyonlardaki bekleme salonları...

Bir “roman”dır bu tren. Siyah ve kalın ciltli bir kitap. Her tarafım göz olmuş, bu romanı okuyorum…

Ceviz sandık

Kendimi bir ceviz sandık içinde Nil’e bırakılmış gibi düşünüyorum nedense bu Şark Ekspresi’nde. Akıyoruz... Onu var eden ulu ceviz ağacına doğru… Şimdi şu soruyu sorabilirim sanırım: Treni Sokratik bir “daimon”a dönüştürün ne?

Şiir

Renk Geyikleri’ni yıllar evvel yazmıştım, şimdi yaşıyorum (yazdığını yaşayanım ben):

“kışladık yolculukta, yollar hep yara

seni de mi alıp götürsün uzak

renk geyiklerinin çektiği kızak

-nedense- hiç oralı olmayanlara

kar yağıyor da yağmıyor gâh

öteler beyazlık, buralarsa kör

şimdi iris nasıl da akkor

görücü melekler için baht-ı siyâh

mühürlerin kırıldığını söyle onlara

bir hikmeti vardır yokluğumuzun

al ‘gam defteri’ni yolumuz uzun

‘elhân-ı şitâ’ya gövdeler ara

izlerinin bağı çözülsün yazın

ger hâlim vaktimse kendime tipi

‘niçinsiz bir gül’ için çekilir ipi

sessizliğin sûruna melek olmaz’ın”

Gayb

Tanpınar, “Antalyalı Genç Kıza Mektup”unda kendine rastlayışını şöyle anlatıyor:

Ergani madeninde üç yaşımda iken bir gün kendime rastladım. Çok karlı bir gündü. Ben sıcak ve buğulu bir camdan karla örtülü bayıra bakıyordum. Sonra birdenbire kar tekrar yağmaya başladı. Bir çeşit çok lezzetli bir hayranlık içinde kalmıştım. Bu anı her karlı günde hatırlar ve yağmasını beklerim.” Sarıkamış’ı geçmiş olmalıydık, Tanpınar’ın anlattığı gibi karlı bir gündü ve ben buğulu tren penceresinden karla kaplı geniş düzlüklere, rüzgârlı bayırlara, uğultulu tepelere bakıyordum.

Sadece lezzetli bir hayranlık içinde değil aynı zamanda ebedî bir an’ın sırrı içinde kaldım. Şiirin bağışlanamaz güzelliği miydi? Belki de “nûr-ı siyâh” tecrübesiydi; bakışı bıraktım çünkü artık bakış yeri değildi dünya. Kendimi gayb-ettim.

Sinema

Trenin penceresi bir sinema perdesi gibi; hem dışarda-olan’ı hem içerde-olan’ı seyrediyorum.(Fotoğraf: Talha Kabukçu)
Trenin penceresi bir sinema perdesi gibi; hem dışarda-olan’ı hem içerde-olan’ı seyrediyorum.(Fotoğraf: Talha Kabukçu)

Trenin penceresi bir sinema perdesi gibi; hem dışarda-olan’ı hem içerde-olan’ı seyrediyorum. Bu doluluk mu demek? Baş dönmesi seansları… “Saptıyordum başdönmelerini” diyen şairin diliyle söylersem düzenleri bozan bir yolculuk bu; bilinmez’e ulaşmak ancak böyle mümkün görünüyor.

Hatıra

Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum” diyor Nazım. Kar’ın hatırlamakla bir ilgisi olmalı. O “saf rüya”nın gül parmağı dokunuyor Lethe’nin saçlarına.

Trenin anlamı

Anton Çehov’un Üç Kızkardeş’inde Tuzenbach, Marscha’ya sorar: “İşte kar yağıyor: Bunun anlamı ne?” Ben de çocuklara (Burak, Kübra, Şeymanur, Talha) soruyorum: İşte tren gidiyor: Bunun anlamı ne? Hayır, farımadı kalbimiz, benim de trenin de…

Ölüm

Kar, ölümü imler Nietzsche’de. Ecce Homo’da, “Hastalığın, hasta insanda kurtulma içgüdüsünün, korunma ve savunma içgüdüsünün bozulması” olduğunu söyleyen bu coşkulu ruha göre “İnsan hiçbir şeyden sıyıramaz kendini, hiçbir şeyle baş edemez, hiçbir şeyi geri çeviremez,-her şey yaralar.” Bunlara karşı “Hastanın elinde bir tek büyük ilaç vardı”: “Rus yazgıcılığı dediğim şey, o başkaldırma bilmez yazgıcılık; bununla Rus askeri sefere artık dayanamaz olunca, karın içine uzanıverir.” Ölüme-yatmak, ölmeye-yatmak ya da ölümle-olmak. Lirik bir son. Belki de tabuttur bu tren, hayatlarının kışında ölmeye yatmış bütün bu kederi kendine zevk edinme hünerini temellük etmiş gençleri toplayıp “arkasında güneş doğmayan o büyük kapı”ya götüren...

Puşkin

Puşkin’in Yüzbaşının Kızı’ndan bir sahne, arabasıyla karda kalan kahramanın diğer kahramanla diyaloğunun olduğu:

“Kötü bir vakitte geldik: Rüzgâr hafif hafif şiddetleniyor; baksana, nasıl savuruyor taze karları.”

“Ne zararı var!”

“Görüyor musun şunu?” (Arabacı kamçısıyla doğuyu gösterdi.)

“Beyaz bozkırla açık gökten başka bir şey görmüyorum.”

“Orada-orada: Bulut şu.”

Puşkin Kars’a ve Erzurum’a aşina bir yazar. Kar, onun eserlerinin neredeyse en önemli kahramanı. Evet, o, bulutsu varoluş; hiçliğin hemen kıyısında…

Kars’ta hamamda ya da Erzurum’da bir otelde kim bilir hangi şiiri kurdun? Belki de “bir kurdun yalnızlığı gibi kurdun yalnızlığı”nı sevgili şair…

Rüya

T.S. Eliot’ın Ailenin Birleşmesi eserinde kahramanı Harry’ye söylettiği o cümle, “Belki de yaşamın yalnızca bir rüya idi.” Evet, belki de yaşamım yalnızca bir rüya…

Trendeki derviş

Bir zamanlar ben de trendim.” Sesimin asasıyla karları yaran bir tren… Sonra “Aşkar”a dönüştü o asa ve "kar içinde yanan kar"ın üzerinden Gül’e uçurdu beni.

Harakanî

“Bir zamanlar ben de trendim.” Sesimin asasıyla karları yaran bir tren.(Fotoğraf:Talha Kabukçu)
“Bir zamanlar ben de trendim.” Sesimin asasıyla karları yaran bir tren.(Fotoğraf:Talha Kabukçu)

Kırk yaşındayım ve bu yolculuğa niçin çıktığımı sezer gibi oluyorum: Ebu’l-Hasan Harakanî’nin “Tam kırk yıldır ki, yekpare zaman içindeyim; Allah gönlüme nazar eder ki, orada kendisinden başkasını görmez” cümlesini idrak etmek için belki de…

Gece

Bütün zatını gece yürüt” dedi.

Yürümek

Kar zordur yürümek”, böyle mi diyordu şarkıda? Şair “efendimiz bu yolu bata çıka yürüdüğümüz yeter” mi diyordu? O “mucizevi bir rüyada”ki Tatyana gibi yürüdük, yana yana, rüya görüp karlı kaplı bir tarlada yürür gibi mi diyordu pencereden bakarken? Nekrasov “Uğulduyor rüzgâr, yığılıyor karlar. / Bir ışık bile yok dışarda ayı bırak! / Göğe bak, bir sürü tabut var, / Bulutlardan sanki acı yağacak…” mı diyordu akşama doğru? Kalbim, kar döne döne yürüyor mu diyordu, üşürken…

Nur ve zulmet

Öyle demişti Pamuk Şeyh: “Birbirine ye’s ü havf lâhık / Geh kar yağar idi geh karanlık / Deycûr ile berf edince ülfet / Bir kâlebe girdi nûr u zulmet”. Galiba, bu yolculuğu böylesine esrarlı kılan şey “nûr” ile “zulmet”in bir kalıba girmesiydi…

Haşim

Yine kış, / Yine şems-i mesâda, âh, o bakış, / Yine yollarda serserî dolaşan / Âşiyânsız tuyûr-ı pür-nâliş…” mısralarını Kars’ta mı yazdı Haşim? Hiç gitmemiş olsa bile… Ve oranın bakış yeri olmadığını bilmiyor muydu?

Akşam olmak

Hasan Hüseyin’in “neden akşam oluyorum tren kalkınca” sorusuna cevap veriyorum: Şehrin yarasını yoklar çünkü her tren.

Yaz

Kars’a vardığımızda Camus ile aynı duygudaydım: “Kışın derinliklerinde nihayet anladım, içimde yenilmez bir yaz olduğunu.

Haiku

Başo bir haiku’sunda şöyle diyor:

“Yağdı mı yeniden

o kar

birlikte seyrettiğimiz?”

Ben de sana söylüyorum işte, hayâl hanım, içinde olduğumuz trene dair:

Geldi mi yeniden

o tren

birlikte seyrettiğimiz?

Hâtime

Yakîn’e vardık mı?

Diyalog

-Nerdesin şimdi?

-İstasyondayım.

Kars İstasyonu

Ercan Yılmaz, Şark Ekspresi’nden Kars İstasyonu’nda indi ve “karlı, soğuk havayı ciğerlerine büyük bir hızla çekti: Vagonun yanında durup peronu, ışıklı istasyonu seyretmeye koyuldu.” Tıpkı Anna gibi…