Şapkasız çıkmam abi!

Fes.
Fes.

Mevsimlerin geçişini hissetmek için keskin virajlar gerekiyor. Yumuşak geçişler artık kimseye çok fazla dokunmuyor. Bahardan yaza geçerken çok da hissedilmeyen değişimler yazdan güze geçerken kendini her hâliyle hissettiriyor. Renkler değişiyor, telaşlar, yaşamlar, sevinçler, hüzünler hep yeni yüzüyle karşımıza çıkıyor.

Eylül olup da yazdan kalma denen günlerde dışarı çıkınca bir bakmışsın rüzgâr uçurmuş şapkanı, koşup duruyorsun bir şapkanın peşinde. Yapraklar misali dönüp duruyor şapka. Sen güzle gelen bir acemiliktesin. Hafifçe üşümeye başlamış tenin. Şapka dönüp duruyor. Aklına hemen bir Atlansoy şiiri geliyor.

“şapka uçuran rüzgâr! saçlarımı sana yöneltiyor! kendimi gülüşüne ayarlıyorum!”

Şapka önemli. İşin içine devrimler karışsa da mevsimlerle değişen bir şapka uçup duruyor gökyüzünde.

MFÖ’nün bir reklâmı vardı; tam konsere çıkacakken bir anda şapkasının olmadığını fark edince “Şapkasız çıkmam abi!” diye tutturan Mazhar Alanson, Petrol Ofisindeki çalışanın şapkasıyla çıkmıştı konsere. Uzun zaman, bir mısra-ı berceste gibi; “Şapkasız çıkmam abi!” sözü dillere pelesenk olmuştu. Şapkadan taviz yok.

Zamanın, coğrafyanın, yaşamın şartlarına göre şekli değişse de insanların taktıkları bir şapka mutlaka var. Şimdi konuyu Hz. Adem’e götürüp de onun da şapkası var mıydı, demek doğru olmaz ama baş önemli. Güneşten, yağmurdan, soğuktan korunmak için şapka takabilir insanlar. Estetik bir figür olmasının ötesinde bir ihtiyaçtır şapka. Yaz sıcağında tarlada çalışan için güneşten koruma vazifesindeyken, tatilde sahilin sıcak kumlarında yanarken de güneşten koruyan bir şapka vardır. Askerin, polisin üniformasını tamamlayan olmazsa olmaz bir aksesuardır şapka. Bir zamanlar postacıların da kendilerine has şapkaları vardı ama günümüzde postacılar daha sivil ve spor hâle gelip değiştirdiler şapkalarını.

70’li yıllarda lise öğrencilerinin de şapka takması mecburiydi. Erkek öğrenciler polis şapkasına benzer bir şapka ile uzun yıllar okula gitmiş, daha sonra bu uygulamadan vaz geçilmişti.

Hindistan ve Pakistan’ın birbirinden renkli türbanı, Rusların mevsim şartlarına uygun kalpağı, Meksika’nın dünyaya yayılan sombrerosu, Amerikanların kovboy şapkası, Bosna’nın bereti ve daha birçok milletle özdeşleşen şapkalar dünyanın bir rengi olarak -nostaljik bir unsur olarak da olsa- kullanılmaya devam ediyor.

Dünyaca meşhur şapkalardan Aliya İzzetbegoviç’in bilgeliğine çok yakışan bereti, Che Guevara’nın direnişi temsil eden savaşçı şapkası, Almanya’nın ve Fenerbahçe’nin efsane kalecisi Toni Schumacher’in bir kalecinin şapkayla maça çıkabileceğini gösterdiği sporcu şapkası, Sait Faik’in balıkçı şapkası, Kadir Mısıroğlu’nun fesi ve daha birçok örnek şapkanın görünürlüğünü pekiştirmiştir.

Bugün üzerinde çok fazla durulan bir nesne değil şapka. Spor kıyafetleri tamamlayan bir figür olmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyor. Yani Süleyman Demirel’in halkı selamladığı fötr şapka gibi ya da Ecevit’in zaman zaman taktığı kasket gibi derin anlamlar arayacağımız şapkalar artık siyaset meydanında yok. Siyasetin sembolü olacak kadar kişilerle özdeşleşen bu şapkalar Demirel ile modern bir yapıya bürünürken Ecevit ile Anadolu’yu temsil eden bir hâldeydi. Ne yazık ki iki siyasetçiden de geriye akıllarda sadece şapkaları kaldı.

  • Bundan binlerce yıl önce rastlanıyor ilk şapkaya. Mısır’dayız. Birçok şeyin ilk örneklerinde olduğu gibi şapkada da Mısır çıkıyor karşımıza.

İlk şapka M.Ö. 3000’li yıllarda Mısır’ın Thebes şehrindeki bir mezar üzerinde resmediliyor. Hasır bir şapka bu. Zamanın şartlarına göre en uygun malzeme olan hasırın kullanılmış olması gayet doğal bir sonuç. Şekli çok da günümüzden farklı değil bu şapkanın. Aradan geçen binlerce yıla rağmen şapkanın evrim geçirmeden günümüze ulaşması da ayrı bir muamma. Daha sonra elbette yeni şekiller ekleniyor şapkaya. Kenarlı, yağmurdan koruyan siperli şapka, deriden, posttan yapılan şapka derken sarık da takke ile de dini bir motif olarak karşımıza çıkınca şapka Türkiye sınırları düşünülünce meselenin boyutu da değişiyor. Şapkanın sosyal ve sanatsal boyutuna 25 Kasım 1925 yılında bir devrimle farklı bir boyut getiriliyor. Adına Şapka Devrimi denilen 671 No’lu “Şapka İktisası Hakkında Kanun” ile TBMM üyeleri ve memurlarına başlık olarak şapka giyilmesi zorunluluğu getiriliyor. Batı normlarına uyum sağlamak amaçlı bu devrim ile artık sarık, takke gibi Batı’ya uymayan başlıkların takılması yasaklanıyor.

Zamanın, coğrafyanın, yaşamın şartlarına göre şekli değişse de insanların taktıkları bir şapka mutlaka var.
Zamanın, coğrafyanın, yaşamın şartlarına göre şekli değişse de insanların taktıkları bir şapka mutlaka var.

Eylemler, protestolar, illere dalga dalga yayılan ayaklanmalar tüm yurdu sarıyor. Sıkı yönetimler, tutuklamalar, İstiklâl Mahkemeleri kararları ile ardı ardına idam edilenler şapka devriminin yankısını da dört bir köşeye yayıyor. İskilipli Atıf Hoca, bu direnişlerin ve idam edilenlerin sembol ismi olarak tarihteki yerini alıyor.

Şapka deyip geçmemek gerek demek ki. Canlara mal olan bir devrim figürüne dönüşen bir objeden bahsediyoruz. Günümüzde durum nedir? Kanun devam ediyor. “İnkılap Kanunlarının Korunması” maddesi altında Şapka Kanunu anayasadaki yerini muhafaza ediyor. Elbette kimse kimsenin şapkasına karışmıyor artık.

Kadınlar şapka konusunda her zaman olduğu gibi meseleyi estetik yönden temsil ediyor. Onlar için elbiselerinin kombinini tamamlayan bir aksesuar olan şapka, ideolojiye bulaşmadan yoluna devam ediyor.

Şapka günümüzde bir keyif hâlinin tamamlayıcısı olmanın ötesine geçmiyor ve tercih edilen bir figür olmayı sürdürüyor. Ben de “Şapkasız çıkmam abi!” diyenlerdenim. Benimle bütünleşen bir parçam olarak taşıyorum şapkamı. Arada aklıma bir şapkanın aramızdan aldığı onlarca âlimin ruhumu inciten isimleri geliyor. İşte o zaman evimin hemen önündeki Yeşilırmak’ın kıyısına gidip; Sezai Karakoç’a bir selam gönderip “Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.” diyesim geliyor. Fakat şapkamın şiirsel duruşuna kıyamıyorum ve bir hıncı bilercesine dua eşliğinde taş sektiriyorum ırmakta. Taş gideceği yeri çok iyi biliyor.