Şair iktisatçı Goethe
Şair iktisatçı, fennî sünnetçi kadar kulağı tırmalayan bir tamlama. Şiir gibi ulvî bir sanatla, iktisat gibi kişisel çıkar anaforunu çözümlemeye çalışan kasvetli bir bilimi yan yana anmak, yakışır mı? Modern dünyanın en büyük şairlerinden birine ayrıca “iktisatçı” demek, onu alçaltmaz mı?
Bu modern dünya, kişisel çıkar anaforuna kapılıp alçalmışsa ne gelir elden? Şair de olsan, hayır, özellikle şairsen, o alçalışın mahiyetini kavramak ve kavrattırmak zorunda değil misin? Üstelik Goethe sadece bir iktisatçı değil, iyi bir işletmeciydi de.
Bir efsaneyle başlayalım. Oğlu İkarus’la beraber kaleye hapsedilen mucit/mimar Daedalus, bal mumu ve kuş tüylerinden oğluna bir çift kanat yapar. Yalnız, uçmanın zevk ve coşkusuna kapılıp, denize veya güneşe yaklaşmamasını tenbihler. Denizin nemi ile güneşin ısısı, kanatları için tehlikelidir. Ölçülü, dengeli bir uçuşla menziline varacaktır. Oğul babaya kulak vermez pek tabii, hırsı yüzünden güneşe fazla yaklaşınca da kanatları erir ve denize düşerek boğuluverir.
Modern iktisatın “kurucu babası” Adam Smith, Ulusların Zenginliği'nde (1776) kâğıt para meselesini tartışmaya başladığı ilk paragrafta bu mitolojik olaya atıfta bulunur. Kâğıt para ve İkarus'un eriyen kanatları! İlginç, değil mi? Hans Christoph Binswanger'in, Faust'un kâğıt para bölümünü simya proseslerinden hareketle incelediği Para ve Büyü başlıklı kitabını (1985) bu alıntıyla başlatması ise daha ilginç. Çok daha ilginç olanı ise, Çin’de Tang hanedanı zamanında (MS 617-907) geliştirilen kâğıt para benzeri bir malî enstrümana feiqian yani “uçan para” adının verilmiş olmasıdır!
Paranın çok sayıda işlevleri arasından üç tanesi her zaman öne çıkarılır: 1) Para bir mübadele (alışveriş) aracıdır. 2) Para bir hesap birimidir. 3) Para bir değer stokudur. Tuzdan deniz kabuklarına kadar birçok eşya para yerine kullanılmıştır. “Para yemek” tabirini muhtemelen Aztekler'e borçluyuz, çünkü para yerine çikolata kullanırlar ve acıkınca yerlerdi. Nihayet “medenî” Asya ve Avrupa ülkelerinde altın ve gümüş gibi metaller para olarak kullanıldı.
Artan üretim ve ticaret hacmi karşısında bu gibi kıymetli madenlerin yetersiz kaldığı Çin'de muhtelif kâğıt para denemeleri yapıldıysa da, tutmadı. Tüccar, devletin şiddetli baskısına rağmen kâğıt parayı bir değer stoku olarak kabule yanaşmadı. Çünkü, arz miktarını denetleyemediğiniz herhangi bir nesne, mutlak surette enflasyona yol açar ve para değer yitirmeye başlar. Değeri sürekli “eriyen” bir para da doğrusu İkarus’un kanatlarına pek benzer…
Gerçeği soytarılar görür, deliler söyler
Para bir kurgudur (fiction), kâğıt para ise hayalî kurgudur. Kurgu zaten hayal değil midir, derseniz, o zaman kâğıt paraya hayalin hayali diyelim. Kalpazanlar, bu çifte oyunu fâş eden talihsiz insanlardır, yakalandıklarında bedel öderler!
Edebî bir kurgu (fiction) olarak romanın beşer düşüncesine önemli katkılarından biri şudur: Paraya hükmedenlerin hükmettiği dünya o kadar değişmiş yahut bozulmuştur ki, hakikati “görmek” için dalgacı, “söylemek” içinse deli olmak lazım. Don Kişot, ikincinin örneğiydi; Faust’taki soytarı ise birincinin.
Mefisto/Faust ikilisi, imparatora kâğıt parayı (Haşmetmeâb, durumu pek de kavramadan) imzalatmış ve böylece memleketin malî açmazına (geçici) çözüm bulmuşlardır. Faust II’den takip edelim:
- Vekilharç: “Temizlendi hesaplar / Kısıldı tefecinin kazancı / Hayat daha mutlu olamaz cennette bile / Bitti bu cehennemî sancı.”
Ordu Komutanı: “Birikmiş maaşları ödendi askerlerin / Tüm ordu yeniden görev başında / Taze kan hissediyor asker, damarlarında / Keyifleri yerinde meyhaneciyle kızların da.”
Bu arada Başbakan, “kaderi değiştiren ve tüm acıları neşeye dönüştüren” o kâğıdı eline alıp okur: “Duysun ilgili herkes / Bin kron değerindedir bu belge / Teminattır buna İmparator’un / Topraklarında yatan sayısız hazine.”
İmparator şaşkın ve öfkelidir: “Bir kötülük seziyorum ve korkunç bir aldatma! / Kimdir taklit eden imzasını imparatorun? / Cezasız mı kaldı böyle bir suç?”
Hazinedar cevap verir: “İmzayı kendin attın Haşmetmeab / Büyük Pan kılığındayken bu gece / Geldi ve şöyle dedi Başbakan: / Çıkart bu eğlencenin tadını / Ver birkaç çizgi ile halkın hakkını.” İmparator’un imzaladığı kâğıdı binlerce sanatçı çoğaltır; sonra her birine mühür basılır. Hazırdır artık onluk, otuzluk, ellilik ve yüzlük desteler. Ölü şehir, büyü yapılmış gibi canlanır. Hazinedar, İmparator’a şöyle seslenir: “Nasıl da iyi geldi halka bu / Bakın şu şehrinize, yarı ölü gibi küflenmekte / Nasıl da canlanıyor herkes ve çalkalanıyor keyif içinde! / Mutlu ettiyse de adın eskiden beri âlemi / Anılıyorsun şimdi bambaşka bir sevgiyle / Gereksizdir artık alfabe / Mutlu olacak herkes bu işaretle.”
Goethe’nin iktisadî dehasına büyük bir delildir şu tek dize: “Gereksizdir artık alfabe!” Kâğıt para, alfabeyi gereksiz kılmıştır. İnsanların konuşmasına bile ihtiyaç yoktur; para tek iletişim aracıdır artık. Dil, fikrî mübadeleyi, para ise iktisadî mübadeleyi kolaylaştıran bir aracı idi. Şimdi dile ihtiyaç yok; para iki işlevi de görmeye yeter! Para konuşur!
Kâğıt para imali bir yandan da modern simyacılıktır; asırlardan beri simyacılardan beklenen işlevi gerçekleştirmiş, “hayal altın” üretmiştir. Buna en fazla şaşıranların başında, bizzat o belgede imzası bulunan, alfabe sayesinde o kâğıda geçerlilik kazandıran siyasi otorite geliyor! İmparator: “Halkım bunu altın para sayıyor, öyle mi? / Yetiyor mu ordu ve sarayın maaşlarını ödemeye? Ne kadar şaşırtsa da beni, mecburum kabul etmeye.”
Goethe’nin kurgusunda, gökteki babanın yeryüzündeki gölgesi olan tahttaki baba şaşkın adamdır; herkesin küçümsediği soytarı ise Şeytan’ı şaşırtacak derecede gerçeği gören adam. Evet, oyunda hayale kapılmayan tek kişi, kimsenin ciddiye almadığı soytarıdır. Elindeki kâğıt parçasını göstererek sorar:
- Soytarı: Şuna bakın, hakikaten para kıymeti var mı bunda?
- Mefisto: Boğaz ve miden neye ihtiyaç duyarsa, sana onları getirir.
- Soytarı: Bunlarla hayvan alabilir miyim, ev ve arazi?
- Mefisto: Pek tabii! Paradan haber ver sen, hazırdır istediğin her şey!
- Soytarı: Av sahası, balıklı havuzu, korusu olan bir köşk de mi?
- Mefisto: İnan bana! Seni soylu bir bey gibi görmek isterdim!
- Soytarı: Bu gece bir bey gibi kurulacağım kendi malikâneme!
- Mefisto (takdirle): Bizim Soytarı’nın aklından kim şüphe edebilir artık?
İktisadî bir dil kullanırsak, soytarı “enflasyon” tehlikesini sezmiş ve bir çıkış yolu bulmuştur: maddî varlıklara yatırım. Yaşlı Baucis nasıl, “Sudan kazanılan yere güvenmem” deyip, kendi küçük kulübesini denizden doldurulmuş araziye kurulan malikâneye değişmediyse; Soytarı da “havadan gelen” değere itimat etmiyor ve “reel varlıklara” yöneliyor.
Binswanger’e göre, tahayyül (imagination) ve etkileme (impression) yardımıyla yapay para üretimi henüz gerçek simya değildir. Kâğıt para altına-denk bir değeri ancak “maddileştiği” zaman kazanacaktır: yani üretken bir biçimde kullanıldığı; kâr yahut faiz amaçlı yatırıldığı; yani para yahut altın değerini üretim sürecine girmekte olan malzemeye verdiği zaman. Başka bir deyişle, simyasal para yaratma süreci bütün ekonomiye yayılıp, ekonomi de para yaratma ilkesine göre genişleyip büyüdüğü zaman; para yaratma değer yaratma hâline geldiği zaman. Bu gerçekleşim, Faust’un (iktisatın konusu olan modern insanın) hâkimiyet arayışını trajik bir destana dönüştüren Faust II’nin dört ve beşinci perdelerinde tasvir ediliyor.
Mülk ve hakimiyet
Nedir Faust’un en derin arzusu? Mülk ve hakimiyet. “Güç kazanmak isterim, mülk, hey! / Eylemdir önemli olan, ün ise hiçbir şey.” Mefisto, iki büyü (hayal altın olan kâğıt para ve savaşta düşmanların gözüne hayal orduların gözükmesi) marifetiyle hizmet ettikleri genç imparatorun “hükmetmeyle safa sürmenin bir arada olabileceğini” düşünmekle yanıldığını belirtir. Faust, onaylar:
- Büyük bir hata! Hükmedecek olan kimse,
- Zevk almalıdır (salt) hükmetmekten;
- Dolup taşar yüce bir emelle yüreği,
- Niyetinin ne olduğunu hiçkimse bilmemeli.
Binswanger, burada anahtar kelimenin mülk olduğuna işaret ediyor. Mülk ile Faust basit olarak patrimonium anlamında toprak, yani atalarınızdan tevarüs edip çocuklarınıza miras bırakacağınız; kullandığınız fakat aynı zamanda geliştirip çoraklaşmaktan kurtardığınız araziyi kastetmiyor.
Faust’un aklında olan dominium yahut Roma hukukunun verdiği mülkiyet hakkıdır. Bu hak, sahibine mülkünün efendisi (Latince dominus) olma, onu arzu ettiği biçimde kullanma yetkisi verir. Böyle bir mülkiyet anlayışı modern ekonominin simyası için aslî bir girdidir. Dominium ile verilen hayatî mülkiyet hakkı tabiata hükmetme gücüdür. Faust, Helen’in elbisesiyle havada uçarken, aşağıda denizin yükseliş ve alçalışını seyredip, denizden arazi kazanıp onu mülk edinmeyi tasarlıyor. “Tabiat kuvvetlerini zapt etme, emeksiz değer yaratmanın hayatî bir ön şartıdır.”
Savaştan sonra, sarayda debdebe, ihtişam. Faust’un hizmetlerine karşılık mülk talebi Başpiskopos dışında kimsenin dikkatini çekmez; bir o uyanır. Engellemeye çabalar; hiç değilse, Kiliseye de pay ister. Şayet Faust’a bağışlanan yerin vergi ve harçları Kilise’ye bağışlanmazsa, ülkenin sahillerinin bağışlandığı bu adamı aforoz edeceklerini söyler. İmparator, “Daha çıkmadı ki o topraklar ortaya, sular altında henüz” dese de, geleceği gören Başpiskopos ihtiyatlıdır:
- Hakkı olanın sabrı da varsa, zamanı gelir elbette onun
- Sözünüz bizim için geçerliliğini korusun!
İktisatçı Goethe, büyük eserinin sonunda Yönetici Goethe’ye dönüşür. “Bin eli işleten bir kafa” olur. Fakat işine o kadar gömülür ki, kanal inşaatı zannettiği bir faaliyetin aslında kendisi için hazırlanan mezar olduğunu fark etmez bile. Gözlerini kaybeder, iç gözüyle görmeye başlar. Neler “gördüğüne” baktığımızda, anlarız ki Faust, modernliğin olduğu kadar, modernlik-sonrasının da habercisidir. Bu bakımdan kitabın finali ayrı bir yazıyı hak ediyor!