Rahvan ata gönül vermiş ağır abiler
Atlara az çok ilgi duyan herkes Rahvan atları bir şekilde işitmiştir. Rahvan, kimine göre Türklerin gerçek atı olan bir ırk, kimine göre ise farklı at ırklarının, âdeta, dörtnala ve süratli gibi, yürüyüş biçimlerinden sadece biri. Bazıları savaşlarda sadece bu atların kullanıldığını, diğer ırk atların uygun olmadığını savunurken, bazısı savaş için yeterince hızlı ve esnek olmadığı görüşünde. Kaynakların yeterince taranmamış olması, nispeten de az kaynak bulunması kesin bir şey söylemeye mâni teşkil ediyor.
Genel olarak atçılığımız sözlü gelenek üzerinden devam ettiğinden ve efsanelerden ciddi oranda etkilendiğinden dolayı, herhangi bir bilgi için doğru ya da yanlış demek bir hayli zorlaşıyor. Ayrıca, atları ırklara göre ayırmak, en fazla 150-200 yıldır yapılan bir iş olduğu için kaynaklardan bugüne ilişkin kesin tanımlamalar çıkarmak pek mümkün olmuyor.
Örneğin iki yüzyıl önce yazılmış bir kaynakta geçen atın, Rahvan mı, Arap mı, Canik mi yoksa Kafkas cinsi mi olduğunu net olarak bilemiyoruz. Kaynak, bir bölge belirtiyorsa ya da yazıldığı bölgenin neresi olduğunu biliyorsak ancak tahminî bir şey söyleme imkânına sahip olabiliyoruz.
Irk ya da yürüyüş şekli olması tartışmaları bir yana, Rahvan atçılığının bugün için en önemli yanı, doğrudan insanlara dokunan türde bir atçılık olması.
Türkiye’de, atların çoğu yarış sektörü için profesyonel çiftliklerde üretiliyor. Bunun dışında farklı spor dallarına ilişkin, yetişmesinde neredeyse hiç katkımızın olmadığı yurt dışından getirilen atlar kullanılıyor.
Muhtelif illerde, yılkı sürüleri olarak hayatını devam ettiren ve doğal ortamda üreyen atlar var. Bunların dışında, halk arasında devam eden neredeyse tek atçılık ve at üretimi, Rahvan atı yetiştiriciliği ve bakımı.
Bu atlar, ağırlıklı olarak mahalli yarışlara katılmak için yetiştirilse de, gündelik hayatta binmek için de tercih edilmektedir.
Rahvan yürüyüşü, sağ ön ve arka, sonra sol ön ve arka ayakların aynı zamanda atılmasıyla oluşan bir yürüyüş şeklidir. Bu, binicinin neredeyse sarsılmadan, düz bir çizgi üzerinde gitmesini sağlamaktadır.
Her yaşta insanın, acemi ya da usta binicinin kolaylıkla yapabileceği bir biniş türüdür. Dörtnal koşusundan yavaş, âdeta yürüyüşünden hızlı bir yürüyüştür.
Bayramiç’te Bir Rahvan Meraklısı: Veysel Alan
At üzerine bir dosya hazırlayıp buna Rahvan atçılığını dâhil etmemek büyük bir eksiklik olurdu. Veysel Alan’la bu sebeple iletişime geçtik ve bizi hem atlarını göstermek hem de işin içinde biri olarak rahvancılık hakkında konuşmak üzere Bayramiç’e davet etti.
Veysel henüz yirmili yaşlarının başında bir genç. Babasıyla beraber çiftçilik yapıyor ve yine babasıyla beraber Rahvan atları yetiştiriyor.Veysel ve babası bu işe sadece atlara duydukları sevgiden dolayı girmiş. Herhangi bir gelir elde etmiyorlar, aksine sadece masraf yapıyorlar.
Aslında bu durum, Veysel ve babasına özgü değil. Türkiye’de bu geleneksel at yetiştirme şekli, devlet tarafından herhangi bir destek görmeden ve gönüllülük esasına dayalı olarak yapılıyor.
Veysel’e Rahvan yarışları hakkında konuşmak istediğimizi söylüyoruz. Kendisi yarışlarda ata binmiyor. Fakat, altı yıldır yetiştiricilik yapıyor ve yarışlara at gönderiyor.
Veysel yarıştaki en önemli kuralın, atın rahvan yürüyüşünü bozmaması olduğunu söylüyor. At üç defa yürüyüşünü bozarak hata yapabilir, dördüncüde diskalifiye edilir. Bu sebeple, atlara genelde, onları daha iyi kontrol edebilen usta jokeyler biniyor.
Rahvan yetiştiriciliğinde herhangi bir destek olmadığı gibi, rahvan koşuşu için jokey yetiştiren herhangi bir okul da mevcut değil. Bu jokeyler ata binmeyi genellikle babalarından ve dedelerinden öğreniyorlar.
Veysel, bütün bu destek eksikliğine rağmen, Türkiye’nin her yerinde mahalli yarışların yapıldığını ve ilginin gittikçe arttığını söylüyor. Kendisi de, atlarını, yakın bölgelerde yapılan yarışlara, elinden geldiğince, götürmeye çalışıyor.
Yarışlara yurt dışından da Rahvan atları getiriliyor. Veysel, daha iri ve daha hızlı atlar olduklarından dolayı, yarışlarda yabancı ve yerli olmak üzere iki ayrı kategorinin olduğunu, yabancı atların yerli atlarla aynı yarışta yarıştırılmadığını söylüyor.
Başka ne gibi kategoriler olduğunu soruyoruz. Veysel, bu yabancı-yerli kategorisi dışında, her birinde kendi içinde olmak üzere deste, orta, başaltı ve baş diye ayrı sınıflandırmaların olduğunu söylüyor.
Bunlar aslında bildiğimiz yağlı güreşlerde kullanılan sınıflandırmalar ve yağlı güreşlerde geçerli kurallar bu yarışlarda da geçerli: Bir at, üst grupta yarıştıktan sonra, tekrar bir alt grupta yarışmıyor. Bir üst gruba da o grupta üç kere bayrak almadan, yani başarı göstermeden, geçemiyor.
Atların, yarışlara kaç yaşından itibaren başladığını soruyoruz. Atların, tıpkı ganyan yarışlarında olduğu gibi, iki yaşından itibaren yarışmaya başladıklarını söylüyor.
- Emeklilik yaşları ise çok daha geç: İyi bir at on beş hatta daha da ileri yaşlara kadar yarışabiliyor. Yarıştan emekli olan atlar konusunda meraklanıyoruz. Zira, ganyan yarışları açısından bakıldığında, bu konu Türkiye’nin kanayan bir yarası. Atlar yarış hayatı bittikten sonra, damızlık olarak kullanılanlar haricinde, genelde çok daha sağlıksız şartlarda yaşadıkları bir başka hayata geçiş yapıyorlar ya da kasaba gönderiliyorlar.
Veysel, Rahvan yarışlarından emekli olan atların aynı kaderi paylaşmadığını, en azından kendilerinin, atı damızlık olarak kullanmaya devam ettiklerini ya da damızlık olarak kullanılmasa dahi, bir vefa borcu olarak, onlara ölene kadar baktıklarını söylüyor ve bir nebze de olsa, içimizi rahatlatıyor. Veysel ve babası, bu atları binek dışında başka bir iş için kullanmıyorlar.
Rahvan yarışlarında, biraz da güreş ile aynı kategorilerin kullanılıyor olmasından cesaret alarak, başka ne gibi geleneklerin olduğunu, mesela yarışlara özel bir kıyafetin olup olmadığını soruyoruz.
Veysel, eskiden olmasa da yeni yeni bazı özel kıyafetlerin kullanılmaya başlandığını söylüyor. Ama bu bir kural değil, jokeyler, kendileri öyle istedikleri için, mesela yelek, köstekli saat ve çizme gibi kıyafetler kullanarak yarışlara katılıyorlar.
Ayrıca Veysel, TJK yarışlarından farklı olarak, jokeyler açısından herhangi bir yaş, kilo ve boy sınırlaması olmadığını söylüyor. Çünkü bu yarışlarda hız ikinci faktör.
Daha önce bahsettiğimiz gibi, asıl önemli olan, atın yürüyüşünü bozmadan birinci gelebilmesi. Bir atı rahvan yürüyüşünü bozdurmadan hızlı bir şekilde bitiş çizgisine götürmek ise atın hızından ziyade, jokeyin tecrübesi ve bilgisi ile ilgili bir konu.
Veysel ile görüşmemiz bittikten sonra, atlarını görmek istediğimizi söylüyoruz. Kabul ediyor ve arabalara binip atlarının bulunduğu araziye doğru yola çıkıyoruz. Veysel atlarını, Bayramiç’e bağlı bir köyün yakınlarındaki bir arazide tutuyor.
Dışarıdan bakıldığında arazinin içi, yolun kenarındaki yabani otlar ve ağaçlar engellediği için görünmüyor. Diğerlerinden hiçbir farkı olmayan herhangi bir bahçe gibi duruyor.
Araziye girmek için biraz daha aşağı indiğimizde ise, arazinin az bir miktarda voltaj veren elektrikli telle çevrelenmiş olduğunu görüyoruz. Bu tel dokunulduğunda bir hasar vermiyor fakat hem atların dışarı çıkmasını hem de yabani hayvanların içeri girmesini engelliyor.
Araziye girdiğimizde, biri tay olmak üzere dört atın otladığını görüyoruz. Genellikle at deyince aklımıza gelen İngiliz atlarından çok daha ufak ve yavaş atlar bunlar. Fakat dayanıklılık ve kıvraklık konusunda çok daha iyiler diyebiliriz.
Atlar burada serbest bir şekilde dolaşıyor, otluyor ve yaşıyorlar. Veysel, bir atının daha olduğunu fakat yarışa hazırladığı için ona başka bir yerde özel olarak baktığını söylüyor.
Veysel’e atların bu şekilde serbest kalmalarının atlar için bir sıkıntı oluşturup oluşturmadığını soruyoruz. Yarış dışı zamanlarda bu şekilde bakılmasının atlar için daha sağlıklı olduğunu söylüyor.
Atlar bu şekilde daha rahat ürüyor, yavruları ile ilgilenebiliyor ve daha sosyal oluyorlar. Ayrıca, arazide bakmak, maliyetleri ciddi miktarda düşürdüğü için, bakıcı açısından da büyük kolaylık. Veysel, arazi olmadan at bakım maliyetlerinin çok yüksek olacağını belirtiyor.
Bu esnada yanımıza demir kırı olan at geliyor. Burnunu bize yaklaştırarak ve derin bir şekilde nefes alıp vererek tanışmaya geldiğini söylemiş oluyor. Bu atların yanında bulunmak, mesela dev gibi bir Hollanda atının yanında bulunmaya benzemiyor.
İtiraf edelim, atları ne kadar seversek sevelim, kendimizi yaklaşık bir tonluk bir atın yanında bulduğumuzda, bir miktar ürküyoruz. Rahvan atlarında ise bu ürküntüden eser yok. Hem çok sıcakkanlılar, hemen yanınıza gelip sizi tanımak istiyorlar, hem de boyutları daha ufak olduğu için, içinizde öyle bir ürküntüden eser olmuyor. Siz de, onun izin verdiği ölçüde, hemen yakınlaşmak istiyorsunuz.
Bu esnada bir atın yarış için nasıl hazırlandığını soruyoruz. Veysel, atların, ister yarışacak olsun ister olmasın, iki yaşına kadar birbirlerinden ayrılmadığını söylüyor. At yarış için yetiştirilecekse, iki yaşından sonra, özel bir program içerisine dâhil edilerek günlük antrenman yaptırılıyor ve bu atlara farklı bir diyet uygulanıyor.
Veysel’e yarışların atın masrafını çıkartıp çıkartmadığını soruyoruz. Rahvan atçılığının ve yarışlarının genelde para kazanmak için yapılmadığını, yarışların en fazla yol masrafını çıkartabildiğini söylüyor.
Ayrıca yarışlarda herhangi bir bahis oyunu da yapılmıyor. Veysel, bu yarışların ticari bir faaliyet olmadığını ve bu yarışlar üzerinden kumar oynanmadığını özellikle belirtiyor.
Yetiştiricinin, ancak çok iyi atlar yetiştirirse, onları satarak belki bir miktar para kazanabileceğini söylüyor. Ama Veysel at satmıyor; eş dost isteyince onlara hediye ediyor.
Veysel, sohbetimiz esnasında, böyle bir yazı hazırlarken mutlaka gidip konuşmamız gereken bir başka isimden bahsetti: Ahmet Hamdi Özergan. Kendisi rahvancılık hususunda hem çok iyi bir bilgi birikime sahip hem de yarışlara giderek, bilabedel orada rahatsızlanan ya da sakatlanan atlara bakım yapıyormuş.
Veysel onunla, Ahmet Bey’in yöneticisi olduğu ve bizim de bu yazının başlığı olarak uygun gördüğümüz,“Rahvan Ata Gönül Vermiş Ağır Abiler” Facebook grubu üzerinden tanışmış ve daha sonra muhabbetlerini ilerletmişler.
Veysel, atların sağlıkları ile ilgili ciddi bir problemle karşılaştığında ya da bakımıyla alakalı bir konu hakkında bilgi almak istediğinde, Ahmet Bey’i arayıp ona fikir danışıyormuş.
Ahmet Bey’le telefonda konuşup ziyaret etmek istediğimizi söyledik. Gayet sıcak bir şekilde karşıladı ve memnuniyetle bizi kabul edebileceğini söyledi. Veysel’in yanından ayrılırken, içimiz, bu geleneksel at yetiştirme ve yarıştırma şekline gönül vermiş insanların, niçin bu kadar yalnız bırakıldığı hususunda bir miktar kırgındı. Bu kırgınlık hissinin Ahmet abinin yanında katmerleneceğini henüz bilmiyorduk.
Gönüllü Bir Rahvan Elçisi: Ahmet Hamdi Özergan
Bayramiç’ten ayrılarak yolumuzu Ahmet abinin Rahvan atlarına ve muhtelif birçok hayvana daha baktığı Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı İnegazi köyüne çevirdik. Ahmet abi ve iki köpeği bizi kapıda karşıladı.
Onlarla tanıştıktan sonra bahçeye girdik. Bahçeye girdiğimizde, kendimizi Nuh’un gemisinin minyatür bir versiyonunda gibi hissettik. Bu bahçede yok yoktu; kaz, ördek, köpek, hindi, tavuk, sülün, eşek, tavus kuşu, tavşan, maymun ve Rahvan atı.
Maymunu pazar yerinde çocukların elinden kurtarmış. Burada maymun bir hayvanat bahçesindekinden daha iyi bakım görüyor. Afrika’ya göndereceklerse vermeye hazırım, diyor. Ama göndermeyip yine hayvanat bahçesine koyacakları, yani hapsedecekleri için, kendisi bakmaya devam ediyor.
Biraz üzülmüyor değil maymun için. Her ne kadar bu bahçenin afacan köpeğinin ona âşık olduğunu söylese de, kendisi için bir eş aradığını belirterek ekliyor: “Bulmak ne mümkün!”
Eşekler de çok sağlıklı görülüyor. Bunlar bizim bildiğimiz eşeklerden daha ufak, “cüce ırk” deniyormuş. Ahmet abi, buradaki hayvanların ne etinden, ne sütünden, ne de yumurtasından faydalanıyor: “Kendi ecelleriyle ölene kadar bakıyorum” diyor ve biraz da istihzayla ekliyor: “Bizde hep zarar abi ya!” Ama keyfi yerinde, insanlarla olmaktansa bu hayvanlarla vakit geçirmeyi yeğlediğini söylüyor.
Ahmet abi, bu bahçeyi bilerek bu kadar sapa bir yerde ve rakım olarak yüksek bir mevkide kurmuş. “Sadece meraklısı gelsin istiyorum” diyor, fazla insana ihtiyacı yokmuş. Arada sırada çevre köylerden ve ilçeden okullar, hayvanları tanısınlar diye öğrencileri buraya getiriyormuş. Ayrıca Rahvan atlara binmek, onları tanımak isteyenleri de ağırlıyor.
Ahmet abiye bu bahçenin hikâyesini ve nasıl başladığını soruyoruz. Ahmet abinin babasının da atları varmış, dolayısıyla biraz da yetişmesi itibariyle atlarla iç içe büyümüş. “Eğer plazada yetişseydim, telefon veya bilgisayar merakım olurdu, ne bileyim, bowling filan oynardım herhâlde...” diyor.
Emekli olduktan sonra, yarışlardan çıkmış ve kaderine terk edilmiş atların gönüllü olarak bakımını üstlenerek başlamış. Daha önce Uludağ eteklerinde başka bir arazisi olduğunu fakat hava şartlarının orada daha zor olmasından dolayı, bu araziye taşındığını belirtiyor. Terk edilmiş yarış atlarıyla başlayan süreç, zaten gönlünde yatan Rahvan atlarıyla devam etmiş ve sonrasında da, hazır mekân varken, sayılan diğer bütün hayvanlar buraya yavaş yavaş gelmiş.
Bunlar, tıpkı atlar gibi, terk edilmiş ya da zor durumdaki hayvanlarmış. Dolayısıyla, burada bu kadar hayvanın bakımına vesile olan, atlar olmuş; daha doğrusu Ahmet abinin at sevgisi: “Bu hastalık bana çocukluktan geldi” diyor. Ahmet abiye göre bu bir “sevgi hastalığı.” At, kuş, köpek bunların sevgisi insana bir hastalık olarak geliyor ve sonrasında da hiç gitmiyor.
Ahmet abiye göre, bu çok yorucu bir iş. Kar, kış, yağmur, çamur dinlemeden her gün buraya geliyor ve hayvanların günlük ihtiyaçlarını karşılıyor. Böyle bir hayat tarzı seçtiği için hiç pişman olmamış. Aksine burada hep huzur bulmuş.Ahmet abi, atlarıyla Rahvan yarışlarına hiç katılmamış. Ama Rahvancılar arasında en ünlü kişilerden biri. O kendisini hayvanlara ve özellikle Rahvan atlara vakfetmiş durumda.
Rahvan atçılığın geliştirilmesi ve korunması için kendi imkânlarını zorlayarak birçok çalışma yürütmekte. Türkiye’de nerede bir yarış olsa katılmaya çalışıyor ve farklı bölgelerden Rahvan atçılarının birbiriyle tanışması ve bilgi birikimlerini paylaşması için çaba harcıyor.
Ona göre, Rahvancılığın bugün en büyük sorunlarından biri bu atların kayıt altına alınmaması. Rahvan atları diğer yarış atları gibi kayıt altına alınmıyor.
Dolayısıyla bu iş bir türlü resmiyet kazanamıyor. Ahmet abi, genelde acemice ve gönüllü olarak yapılan Rahvancılığın, daha profesyonel bir şekilde yapılması için elinden geleni yapmakta.
Konu hakkında araştırma yapan insanlarla sürekli iletişim hâlinde ve Rahvancılık hakkındaki bilgi ve belgeleri sosyal medya üzerinden ve ikili ilişkilerle, bu işe gönül vermiş insanlarla paylaşmakta.
Ahmet abiye göre, atların kayıt altına alınmamasının beraberinde getirdiği bir diğer problem, kan hatlarının takibinin yapılamaması. Kendisi uzun zamandır atlarına kimlik çıkarmaya çalışıyor ve birçok atçıyı da bunu yapması için teşvik ediyor. Atların kayıtlarının tutulmadığı müddetçe, sağlıklı ve verimli bir kan hattının oluşmayacağını, bu işin rastgele yürüyemeyeceğini belirtiyor.
- Kayıt tutulmamasının bir başka olumsuz yanı da, atların yaşının, şeceresinin tam olarak tespit edilemiyor olması ve dolayısıyla art niyetli insanların at satarken hatalı bilgiler verebilmesi... Bu durum, Rahvancılığa gönül vermiş insanların ilgilerinin suistimal edilmesine sebep oluyor ve birçok insan bu sebeple Rahvancılıktan soğuyor.
Ahmet abiye göre, devlet, Rahvan atı üretimine dâhil olmalı. 1960 yılında Kars Göle’de devletin bir Rahvan at yetiştirme çiftliği kurduğunu fakat sonraları muhtelif sebeplerden dolayı devam ettirmediğini söylüyor.
Geleneksel Spor Dalları Federasyonu’na bağlı olarak da bazı çalışmalar yürütüldüğünü fakat bunların da yeterli olmadığını, Rahvancılığın yeterince destek görmediğini belirtiyor.
Ahmet abiye göre, Rahvan atının gelişmesi için öncelikle kayıt sisteminin yürürlüğe girmesi, sonrasında ise küçük çapta dahi olsa teşviklerin yapılması gerekiyor. Bu hâliyle insanların gönüllü olarak bu yükün altına girdiklerini ve çabaladıklarını belirtiyor.
- Rahvancıların atlar hususunda ne kadar bilgi sahibi, ya da ne kadar bilinçli, olduklarını merak ediyoruz. Ahmet abi kitlenin genel olarak bu işe gönül vermiş iyi niyetli insanlardan oluştuğunu fakat bunların bilgi birikimi açısından zayıf bir kitle olduğunu belirtiyor.
Ahmet abi, Rahvancılarla ilgili bir başka soruna daha değiniyor. Bu yarışlarda herhangi bir bahis ya da kumar söz konusu değil. Fakat nihayetinde ortada bir yarış var ve bu rekabet ortamından dolayı Rahvancılar arasında sıklıkla türlü küskünlükler ve kırgınlıklar görülebiliyor.
Evet, bazı insanlar, at sayesinde sosyal çevresini geliştirebiliyor ve sadece bu yüzden dahi at sahibi olanlar var, ama çoğunlukta değiller. Bu durum, beraber hareket etmeyi ve sağlıklı bir yapı oluşturmayı zorlaştırabiliyor.
Rahvancıların kendi içlerindeki çatışmalardan ve küskünlüklerden dolayı birçok olumsuzluk yaşanabiliyor. Ahmet abi bu durumu, Rahvancılığın gelişememesinin, devletin hiç desteği olmaması dışında, ikinci sebep olarak görüyor.
Veysel’e sorduğumuz soruyu Ahmet abiye de sorarak, yarışlar hakkında bilgi vermesini istiyoruz. Ahmet abi konuya, Veysel’den biraz daha farklı yaklaşarak, konuyu yine devlet desteği meselesine getiriyor. Anlaşılan, bu ciddi bir eksiklik.
Yarışlar yine gönüllüler tarafından organize edilip duyuruluyor. Her yerde değil ama bazı bölgelerde belediyeler bu yarışlara sponsor oluyormuş. Küçük bütçelerle yarışlar tertip ediliyor ve insanlar bir araya geliyor.
Ahmet abi dikkatimizi celbeden bir ayrıntıdan bahsediyor: Yakın çevresindeki yarışlara, kendisi at yarıştırmadığı hâlde yarışlarda sakatlanan ya da rahatsızlanan atlara bilabedel ilk yardımda bulunmak amacıyla, sıklıkla gidiyormuş.
Bu yarışlarda gördüğünü şu sözlerle aktarıyor bizlere: “Bu yarışlara halkın ilgisi TJK yarışlarına olan ilgiden çok daha fazla. TJK yarışlarının izleyici kitlesini genelde ganyan oynayan kişiler oluştururken, bu yarışlara insanlar ailecek, güzel vakit geçirmek ve ‘at görmek’ için gidiyorlar. Bazen yoğunluktan insanlar ayakta kalıyor.”
Ahmet abi, yarışların, aslında ne kadar ilgi çeken bir hadise olduğunu aktardıktan sonra, Rahvancılığın gelişimi için çok önemli olduğunu tekrar vurgulayarak konuşmasını şöyle sürdürdü: “Yakın tarihlere kadar, genelde, yarışlar daha küçük bir bölge içinde kalan atçılarla gerçekleştiriliyordu fakat şimdilerde Türkiye’nin farklı bölgelerinden atçılar daha sık bir araya gelebiliyor.Bu atların çeşitlenmesi ve Rahvancılığın gelişmesi için çok önemli bir adım. Kan hattının zenginleşmesi açısından farklı bölge atlarının eşleştirilmesi çok mühim.” Belediyelerin yarışlara sponsorluk dışında herhangi bir desteklerinin olup olmadığını soruyoruz. Genel olarak olmadığını, yalnız Kocaeli Gölcük Belediyesi’nin bir yarış pisti yaptırdığını ve bunun başkanın şahsi ilgisinden kaynaklandığını, bu vesileyle orada güzel çalışmaların yapıldığını söylüyor.
Onun dışında, eski belediye başkanı zamanında Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin, orada Türkiye’nin en büyük ve güzel Rahvan yarış pistini yaptırdığını ama maalesef belediye başkanı değişince, bu pistin ilgisiz bırakıldığını ve oradaki demirlerin ve diğer alet edevatın zamanla yağmalandığını sözlerine ekliyor. Bunun dışında genelde daha küçük desteklerde bulunan belediyeler olabiliyor. Ahmet abiye göre, bireysel ilgiler Rahvancılığa ancak bir yere kadar destek olabilir. Bunun yerine kurumsal anlamda bir yapılanmanın getirilmesi şart.
Yarışlar meselesini kapattıktan sonra, Ahmet abiye, Türkiye’de yıllık tahminen ne kadar Rahvan at üretildiğini, bu işi, İngiliz ya da Arap atçılığında olduğu gibi, büyük çapta yapan birilerinin olup olmadığını soruyoruz.
Mesele yine Rahvan atlarının kayıt altına alınmaması noktasına geliyor. Ahmet abiye göre, kayıt olmadığı için kesin bir şey söylemek zor, fakat senede yaklaşık bin tane yeni tayın dünyaya geldiğini tahmin ettiğini belirtiyor. Türkiye’de yüzün üzerinde kısrağı olup bunlardan tay alan ancak iki üç tane büyük üretici olduğunu belirtiyor. Bunlar dışında, genelin daha az sayıda atı olan ve dar imkânlarla bu işi yürütmeye çalışan insanlardan oluştuğunu söylüyor.
Türkiye’de at üretimi yapmayan ve yurt dışından Rahvan at getiren kişilerin eskiye nispetle arttığını ve bu iş için ciddi paralar ödendiğini belirtiyor. Yurt dışından gelen atlar tabii mecburen kayıtlı oluyor. Yurt içinde ise üreticilerin bunu sağlayacak bir sertifikası yok. İngiliz ya da Arap atı yetiştiriciliğinde olduğu gibi bir süreç ve kontrol bulunmuyor. Rahvan atı üreticiliği, gönüllü kişilerin inisiyatifinde, dar imkânlarla devam etmekte.
Son olarak, hem konu hakkında özellikle düşünüp, belge ve bilgi topladığı hem de konunun uzmanlarıyla ve tarihçilerle sıklıkla görüştüğü için, Ahmet abiye kafamızdaki bir diğer soruyu, Rahvan atının bir ırk mı yoksa yürüyüş şekli mi olduğunu soruyoruz.
Ahmet abi Rahvan atının bir ırk olduğunu savunanlardan. Öncelikle bu yürüyüşün farklı atlara da muhtelif eğitimlerle öğretilebildiğini, ama bu atların güçlü olmadıkları için, Rahvan yürüyüşünü çok uzun bir süre devam ettiremediğini söylüyor.
Ahmet abiye göre, Rahvan ırkı atlar için, bu yürüyüş doğal bir yürüyüş. Diğer ırklar için ise sonradan öğrendikleri için biraz zorlama bir yürüyüş hâline geliyor. Ahmet abi, Rahvan ırkı atın, kısa boylu, küçük fakat güçlü atlar olduklarını, uzun mesafeleri rahatça alabildiklerini belirtiyor.
Boyca kendisinden daha büyük atların gittiklerinden çok daha fazla mesafeleri rahatlıkla gidebiliyorlar. Bu vasıfları özellikle savaş alanlarında çok faydalıydı. Korkusuzca yol alıyorlar. Zeminin bozuk olması, yolda çukurların bulunması atı etkilemiyor.
Bütün bunların ötesinde, aylarca yolculuk gerektiren, uzun süreli savaşlarda, az bir miktarda beslenerek yaşamlarını çok rahat bir şekilde sürdürebiliyorlar. Savaşlarda atların beslenmesi büyük bir sorun ve uzun süreli hazırlıklar gerektirirdi.
Her türlü ot, çalı çırpı ile beslenen Rahvan atı, böyle bir durumda büyük üstünlük sağlamakta. Bu ve benzeri özelliklerinden dolayı Ahmet abi, Rahvan atını ayrı bir ırk olarak görmemiz ve bu manada Türklerin en önemli at ırkı olarak korunması ve geliştirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Mülakatımız bitiyor ve istemeye istemeye Ahmet abiye, atlarına, eşeklerine, koyunlarına, keçilerine, köpeklerine ve tüm bu hayvanların bakımını yaptığı, onlar için bir yuva hâline getirdiği güzel bahçesine veda ediyoruz.
Mutlaka, tekrar beklediğini söylüyor ve bir dahaki gelişimizde at binme sözü de alarak bizi yolculuyor. Ayrıca, Rahvan meraklılarını, bu atı tanımak isteyen herkesi mekânına beklediğini ekliyor.
Yalnız, Rahvan ata gönül vermiş belki de en ağır abi olarak, iki şartı var: Gelen edebiyle gelecek ve diğer at çiftliklerinde beklediği hizmeti burada beklemeyecek.