Pulların peşinde bir ömür
Bende olmayan bir postanenin damgasını bulduğum vakit, hele bir de kaybedilen topraklardansa, orayı geri almış gibi seviniyorum.
Nedendir bilmem, pullara merakım var. Kendi harçlıklarımla postaneden yeni çıkan pulları alıyorum. Memur bey benimle yakından ilgileniyor. Bakışları sürekli “aferin” diyor. İlk aldığım seri: Altı pulluk Anadolu Dağları, 17 Temmuz 1982.
Henüz pul defterim yok. Pullarımı kitapların arasına koyuyorum. Bazıları sayfaya yapışıyor. Büyük sıkıntı. Komşulara gelen mektupların peşindeyim. Bir komşumuza Almanya’dan mektuplar geliyor. Biraz nazdan sonra zarfları veriyor bana. Hemen pulu zarftan ayırmak için ılık su hazırlıyorum. Tam doküman olarak elde tutmanın daha kıymetli olduğunu bilmiyorum o sıralar. Sonunda bir pul defterim oluyor. Az kullanılmış.
Türkiye Çocuk dergisi pul kuponu veriyor. Yıl 1983. Belli bir sayıya ulaşınca kuponları kampanya adresine gönderiyorum. Bir hafta sonra pullarıma kavuşuyorum.
Büyük, renkli pullar. Çiçekler, kuşlar. Magyar Posta, Polska, Helvetica, Denmark, Nederland. Bunlar hangi ülkeler acaba? Dünyanın her yerini gösteren haritalara bakıyorum. Nasıl olur? Bu ülkelerin çoğu haritada geçmiyor. Pulların sayısı artıyor. Yeni bir defter daha almak gerekiyor. Şark pasajındaki Altıntaş kırtasiyede satılıyor. Akranlarım Kâğıthane’deki derelerden su yılanı yakalayıp Pınar eczanesine satıyor. Kazandıkları paraları sevinçle gösteriyorlar. Yeşil onluk ve kırmızı yirmilikler.
Kısa bir süre onlara takılıyorum. Babam durumu öğreniyor. Annem bulduğu her şeyle ellerimi yıkıyor. Tehdit ve tembih.
- Benim için yeni ve heyecan verici bir bilgi: Mecidiyeköy semtinde bir pulcu varmış. İçim içime sığmıyor. Oraya giden herhangi bir vasıta yok. Çağlayan yokuşunu tırmanıyor, Hürriyet mahallesini geçiyor, Şişli üzerinden Mecidiyeköy’e varıyor ve sonunda pulcuyu buluyorum: Işık pasajı, Işık kırtasiye, İhsan Işık. 1984. Henüz çocuk sayılırım.
İhsan Amca şüpheyle yaklaşıyor bana. Birkaç soru soruyor. Beni deniyor herhâlde. Galiba sınavı geçiyorum. Önüme iki defter koyuyor. Birinde yerli, diğerinde yabancı pullar var. Gözü üstümde. Cebimdeki para ise yok hükmünde. Hep aynı sorudan sonra almaktan vazgeçiyorum: Bu ne kadar? O gün kırtasiyeden üzgün ayrıldım. Aklım orada kaldı. Acilen para lazım. Annem ümmi. Cüzdanını hep aynı yere saklar ve parasını saymaz. Birkaç kez, söyleyemediğim o şeyi yapıyorum.
Babam annemi su gibi para harcamakla suçluyor. Annem de çaresizce kendini savunmaya çalışıyor: “Ah Ahmet Ağa, paranın bereketi mi kaldı?” Elbette üzgünüm. Yıllar sonra hem itiraf hem telafi ettim. İki yıl boyunca düzenli olarak Işık kırtasiyeye gittim. Güzel pullar aldım. İhsan Amca’dan çok şey öğrendim.
Koleksiyonculuk serüvenim işte böyle başladı ve devam etti. Artık iyice büyüdüm. Elli yaşına geldim. Belli bir aşamadan sonra şunu öğreniyor insan:
Ülkemizdeki pul tüccarlarının ve ödüllü filatelistlerin önemli bir kısmı gayrimüslim vatandaşlarımızdan oluşuyor.
Ayrıca: Osmanlı pul ve damgalarına yurt dışındaki yabancılar bizden daha fazla ilgi gösteriyor. Filistin topraklarında kurulan postanelerin damgalarını Yahudiler topluyor mesela. Çünkü her biri vesika kıymetinde... İşte bundan dolayı, sadece Osmanlı pulları ve posta damgaları toplamaya başladım.
Tamamen mesuliyet ve mensubiyet duygusuyla, yangından bir şeyler kurtarmak gayesiyle… Bende olmayan bir postanenin damgasını bulduğum vakit, hele bir de kaybedilen topraklardansa, orayı geri almış gibi seviniyorum. Mesela en son Yafa ve Taşlıca şehirlerini kurtardım. Okuduğunuz gibi, nasıl başladık, nereye geldik?