Popüler kültürde cinsiyetsizlik “akımı”
BTS üyeleri kendi neşeli dünyalarında, toplumun tüm dayatmalarından ve cinsiyetin tuzaklarından uzakta yaşıyorlar. Giydikleri kıyafetler kadın ve erkek kıyafetleri arasındaki çizgileri bulanıklaştırıyor. Her üye kendi özgün stilini yansıtıyor. Bu da onların dışarı taşan özgüvenlerinin ve yaratıcılıklarının yansıması olarak görülüyor. Makyaj yapabilirler, tüylerini alabilirler, sık sık saçlarını boyatabilirler… Erkeklik, kadınlık, androjenlik tüm bu kimlikleri üstlenebilirler.
Ursula Le Guin’in Karanlığın Sol Eli romanı, dünyamıza oldukça benzeyen “Kış” adındaki bir gezegende geçer. Bu gezegenin tüm sakinleri androjen, yani çift cinsiyetlidir. Cinsiyet kalıplarının olmadığı bu toplumda, insanlar yılın bazı dönemlerinde, o anki hormonal durumlarına bağlı olarak erkek ya da kadın olabilmektedir. Bir kadın birkaç çocuk doğurmuş olsa bile, başka bir zaman başka çocukların babası olabilmektedir...
Birkaç yıl önce kitabı okuduğumda Le Guin’in inşa ettiği androjen toplum bana oldukça fantastik gelmişti. Fakat bugün dünyada yayılan “cinsiyetsizlik” ya da “akışkan cinsiyet” akımını düşündüğümde Karanlığın Sol Eli’nin fantastik bir gezegeni anlattığına olan inancım gittikçe azalıyor.
Bilhassa son iki yılda, popüler kültürün tüm enstrümanları kullanılarak, üretilen “cinsiyet kalıplarının yeni dünyaya uyumlu olmadığı” ve ancak “cinsiyetsiz bir toplum ile özgür ve renkli bir dünyaya ulaşabileceğimiz” söylemi ile cinsiyetsizlik propagandası yapılıyor. Durum o kadar vahim ki, propagandalarını yapıp bu yeni “cinsiyetsiz cinsiyete” yönelik ürünlerini pazarlarken, kendi söylemleriyle çelişip yeni bir cinsiyet kalıbı ürettiklerinin farkında değiller. Dilerseniz, pek çoğunu fastfood gibi anlık olarak tükettiğimiz, tüketip geçtiğimiz ve belki de fark etmediğimiz, cinsiyetsizliğin “ürün yerleştirme” mantığı ile servis edildiği bu popüler kültür enstrümanlarına yakından bakalım.
Kore dalgası ya da kasırgası
- Mutlu Binark, Kültürel Diplomasi ve Kore Dalgası “Hallyu”: Güney Kore’de Sinema Endüstrisi, K-Dramalar ve K-Pop, kitabında Kore dalgasını, Kore kaynaklı popüler kültür ürünlerinin tüketimi olarak tanımlar. “Kore dalgası (Hallyu), Kore dramalarının ‘K- Drama’, Kore müziğinin ‘K-Pop’, Kore sinemasının ve Koreli yıldızların tüm dünyada bir fan kitlesi oluşturması ve yoğun olarak tüketilmesi ile sonuçlanmıştır.” Son 10 yılda ülkemizde de oldukça geniş bir fan kitlesi oluşturan bu dalga, Kore’ye, Koreceye ve Kore mutfağına olan ilgiyi de artırmıştır.
BTS, EXO, Girls Generation, SHINee gibi gruplar, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en sevilen K-Pop gruplarından. Kendine özgü tarzları, yaptıkları müzikler, dansları, kıyafetleri ve makyajları ve en önemlisi “Kendini sev” mottoları onları Z kuşağının idolü yapmaya yetiyor. Bu gruplardan en popüleri olan BTS’nin fan kitlesi kendisini ARMY diye isimlendiriyor ve gruba yönelik hiçbir eleştiriyi kabul etmiyor.
K-Pop gruplarının cinsiyetsiz olduklarını beyan etmeleri veya androjen görünümlü üyelerinin Türkiye’de bilhassa liseli gençler arasında geniş ve “sadık” fan kitlelerine sahip olmaları, geçtiğimiz yıl Türk medyasını oldukça endişelendirmiş ve pek çok gazete bu mesele hakkında haberler yapmış, yazarlar bu husustaki kaygılarını dile getirmişti.
Mutlu Binark çalışmasında farklı olan içeriklerin hemen sapkınlaştırıldığını söyleyerek, gösterilen bu tepkileri “ahlaki panik” ve bilimsellikten uzak olarak nitelendirmiştir. Her ne kadar Binark’ın işaret ettiği gibi henüz bu hususta kapsamlı bir saha çalışması olmasa da -Binark’ın çalışması da Kore dalgasının Türkiye’deki tüketimini pas geçmiştir- Kore dalgasındaki “cinsiyetsizlik” fenomenini görmezden gelmek ve bu fenomenin tüm dünyada yayılan “cinsiyetsizlik” akımının bir parçası olduğunu es geçerek getirilen eleştirileri, farklı olana gösterilen tepki ve “ahlaki panik” olarak nitelendirmek bütünsellikten uzak bir yaklaşımdır.
- BTS’nin dünyada nasıl göründüğünü araştırırken ARMY mensubu 13-14 yaşındaki Amerikalı bir gencin yazısına rastladım. BTS, benliğin akışkanlığı üzerine odaklanıyor diyor ARMY’e mensup bu genç. Ona göre, BTS üyeleri kendi neşeli dünyasında, toplumun tüm dayatmalarından ve cinsiyetin tuzaklarından uzakta yaşıyorlar. Giydikleri kıyafetler kadın ve erkek kıyafetleri arasındaki çizgileri bulanıklaştırıyor. Her üye kendi özgün stilini yansıtıyor. Bu da onların dışarı taşan özgüvenlerinin ve yaratıcılıklarının yansımasıdır. Makyaj yapabilirler, tüylerini alabilirler, sık sık saçlarını boyatabilirler… Erkeklik, kadınlık, androjenlik tüm bu kimlikleri üstlenebilirler. Toplumun tanımladığı her şeyin ötesine geçtiler. BTS üyelerini queer ya da eşcinsel olarak tanımlamak onlara bir cinsel kimlik atfetmekten ziyade estetiklerinin akışkanlığını tanımlamakla ilgilidir. BTS’nin kimliğinin akışkanlığı özellikle şarkı sözlerinde kendini gösterir. Şarkıları cinsiyetsizdir. Zira onlar “her”, “she” gibi kadınları niteleyen zamirleri kullandıkları gibi, erkekleri niteleyen “he”, “him” zamirlerini ve cinsiyetsiz bireylerin tercih ettiği “they”, “them” zamirlerini de kullanırlar. BTS tüm aşk formlarını yansıtır şarkılarında. Geleneksel tek eşliliğin ötesine geçerler. K-Pop müziğinin dünyayı ele geçirdiği iddiası gerçeği yansıtmıyor, dünyayı ele geçiren BTS. Sanat ve müzik konusundaki benzersiz vizyonları, başka hiçbir erkek grubunun aynı küresel ölçekte başaramayacağı şekilde tek başına queer, akışkan ve androjen… Bu nedenle varlıkları politiktir ve gençlerin karşılaştıkları sorunların temsilidir. Grubun lideri RM bir konuşmasında şöyle diyor “Kim olursanız olun, nereli olursanız olun, ten renginiz, cinsiyet kimliğiniz ne olursa olsun, sadece kendiniz için konuşun. Kendiniz için konuşarak kim olduğunuzu ve sesinizi bulun.” ARMY’e mensup Amerikalı bir gencin gözünden BTS böyle iken, Türkiye’deki ARMY mensuplarının BTS’nin cinsiyetsiz kimliğine ve gençler için idol olduğu için bu kimliğin özendirildiğine yönelik eleştirileri kabul etmemeleri, BTS’nin yalnızca tarz sahibi olduğunu ve bunun yanlış anlaşıldığını söylemeleri nasıl izah edilebilir? Basit bir dil problemi ile? Belki…
Türkiye’deki ARMY mensupları kendilerini nasıl savunursa savunsun, bir arkadaşımın yakını bu kimlik karmaşasını bizzat kızı üzerinden tecrübe etmiş. Henüz ortaokulda iken K-Pop ile tanışan kızı daha sonra arkadaşlarının etkisiyle K-Dramaları da takip etmeye başlamış. Annesi kızının bu dizileri izlediğini gördüğünde, diğer çocukların annelerine bu dizilerden haberdar olup olmadıklarını, içinde bir çocuğun izlemesinde sakıncalı bir şey olup olmadığını sorduğunda, hiçbir sorun olmadığını, hatta cinsellik barındırmadığını öğrenmiş. Fakat o dönemde henüz “cinsiyetsizlik” algısı olmadığı için aslında bu dizilerde “cinsiyetin de olmadığını” o zamanlar fark etmemişler. Fakat kızı bir süre sonra deist olduğunu söyleyip akabinde saçlarını kısacık kestirmiş, erkek gibi giyinmeye başlamış. Bir müddet sonra da Taksim’de yapılacak LGBTQ’nun “onur yürüyüşü”ne katılmak istediğini, eğer katılamazsa intihar edeceğini söylemiş. Annesi neden gitmek istediğini sorduğunda da kendisini biseksüel hissettiğini belirtmiş. Fakat sanki zorla, birinin baskısı ile gidiyormuş gibi hem yürüyüşe katılmak istiyor hem de o tarihlerde İstanbul’da olmak istemiyormuş.Annesi yaşadığı bu ikilemi görünce onu şehir dışına akrabalarının yanına göndermiş. Kız, yaşadığı bu kimlik karmaşası ileri boyutlara ulaştığında psikolojik tedavi görmeye başlamış. Arkadaşım bu hadiseyi anlattığında hem BTS’nin cinsiyetsiz imajı hem de K-Dramaların etkisinin bu kadar yoğun ve “yakınımızda” olmasına şaşırdığımı söylemeliyim.
Kore dizilerinde (K-Drama) sıklıkla kullanılan temalardan biri de “gender bender” yani “karşı cins gibi giyinip, hareket eden kişi”dir. Bu temayı kullanan ve hakkında sitayişlerle bahsedilen en popüler dizi Coffee Prince’tir. Eun Chan, ailesinin geçimini temin etmekten mesul genç bir kadındır. Fakat görünüşü ve hareketleri sebebiyle insanlar onu genellikle erkek zannetmektedir. Bir gün bir kapkaç olayı sebebiyle Han Kyul ile tanışır. Han, büyükannesinin ısrarıyla New York’tan Seul’a dönmüş, zengin ve çapkın bir gençtir. Eun Chan’ı ilk gördüğünde erkek zanneder ve Eun Chan da ona gerçeği söylemez. Fakat Han Kyul’un başka bir sorunu vardır. Büyükannesi onu zorla görücü usulü evlendirmek istemektedir ve Han Kyul da artık sıkıldığı bu görüşmelerden kurtulmak istemektedir. Bütün bunlardan kurtulmak için Eun Chan’ı kendisinin erkek arkadaşıymış gibi davranması için işe alır. Bu sayede tüm kadınlar ondan uzaklaşır.
Büyükannesi ise New York’a dönebilmesi için son bir şart öne sürer. Harabe gibi olan bir kahve dükkânının gelirini 3 ayda 3 katına çıkaracak ancak ondan sonra New York’a dönecektir. Böylece Han Kyul anlaşmayı kabul eder. Eun Chan’da bu kahve dükkânında yalnızca erkeklerin çalışabildiğini öğrendiği için bir müddet daha kadın olduğunu Han Kyul’dan gizlemeye karar verir. Fakat olaylar birbirini takip eder ve bir müddet sonra ikili birbirlerine âşık olurlar.
Han Kyul için bu kabullenmesi zor bir süreçtir zira Eun Chan’ı erkek zannetmektedir. Bir süre sonra da bunun önemli olmadığını düşünür ve aşkını itiraf eder. Coffe Prince’teki cinsiyet karıştırma teması, diğer Kore dizilerinden ayrılır zira Eun Chan özellikle erkek kıyafeti giyen, erkekmiş gibi davranan bir kadın değildir; o, erkek sanılan bir kadındır. Bu da 2007 yılında yayınlanan bu dizinin “cinsiyetsizlik” temasını erken denilebilecek bir zamanda “kucakladığını” gösterir.
Kore’nin popüler kültür endüstrisinin yıkıcılığı, yalnız dış dünyayı etkileyen bir süreç de değil ne var ki… İmzaladıkları kontratlar sebebiyle küçük yaşlardan itibaren hayatları tahrip olan, popüler kültürün kölesi hâline gelen pop starların birbiri ardına intihar etmeleri aslında temsil ettikleri pek çok şeyin nasıl bir ideolojinin dayatması olduğunu anlatmaya da yetiyor.
Bütün bunlar ve burada bahsedemediğim pek çok şeyi göz önünde bulundurduğunuzda Kore dalgasının yalnız tüketilen bir şey olmadığını, belki de pek çok şeyi yıkıp geçen bir kasırga olduğunu söyleyebiliriz belki de… Ne dersiniz?
Dizilerde “ürün” yerleştirme
Son yıllarda yabancı dizilerde bir ürün yerleştirme yöntemi olarak muhakkak bir LGBTQ temsili ve hikâyesine rastlamak mümkün. Bilhassa en popüler dijital platform olan Netflix’te yayınlanan dizilerde “bu” neredeyse bir kural gibi, ki belki de öyledir. Eşcinselliğin temsilinin artık neredeyse “normalleştiği” günümüz dünyasında, cinsiyetsizliğin de pek çok dizide yansımasını görebiliyoruz. Billions dizisindeki Talor Mason, Grey’s Anatomy’de Toby Donelly, Another Life’da Zayn Petrossian, Sense 8’de Disney, Orange is the New Black’te Dominga “Daddy” Duarte, Carmilla’da La Fontaine, The Good Place’te Janet, Chilling Adventures of Sabrina’da Susie Putnam, Next Class’ta Yael Baron Degrassi, Vida’da Sam, Good Girls’te Sadie, kendisini “cinsiyetsiz” olarak tanımlayan karakterler.
Benim de içinde bulunduğum Y kuşağının kısmen ve Z kuşağının tamamen TV’den uzaklaşıp dijital platformlar üzerinden yayınlanan yabancı dizileri hayatının merkezine aldığı, dünyaya olan bakışını dizilerle şekillendirdiği bir zamanda, eşcinselliğin, transeksüelliğin ve cinsiyetsizliğin propagandasının dizilerden daha iyi yapılabileceği bir mecra da zannediyorum yoktur. Bu sebeple, cinsiyetsizlik temsilinin henüz küçük ölçeklerle verildiğini, zaman içerisinde dozunu gittikçe artıracağını söyleyebilirim.
Reklam sektörünün yeni hedef kitlesi
Reklam sektörü onlarca yıldır cinsiyetçi kalıpları tabiri caizse “kanırtarak” kullanırken sahi ne olmuştu da son yıllarda sanki onlarca yıldır cinsiyetçi söylemleri kendileri üretmemişler gibi cinsiyetsizlik maskesini geçirip cinsiyetlere savaş açmışlardı. Onlarca yıldır, kadınları birer arzu nesnesi olarak kullanan, giyindirip, süsleyip taliplerini bekleten; erkekleri gücün ve hızın temsili yapan sektör şimdi cinsiyetler arasında akışkanlığı savunuyor ve erkeklerin de tıpkı kadınlar gibi giyinebileceğini, kadın ve erkek kıyafetleri, kadın ve erkek tarzı arasında bir sınır olmadığını vurguluyor. Bu senaryo kimilerine inandırıcı gelebilir elbette.
Reklam sektörünün “yeni” ve “sınırsız” dünyaya uyum sağladığını düşünebilir kimileri… Fakat ben bunun gerçeği yansıttığına inanmıyorum. Reklam sektörü, Z kuşağının artık eski söylemlerden etkilenmediğini, “sınırsızlık”, “kendini sevmek”, “özgürlük” ve “renklilik” söylemleriyle etki altına alınabileceğini keşfettiğinden olacak, hedef kitlesinin meşrebine uygun reklamlar ve sloganlar üretiyor. Bunun yanı sıra erkeklerin de kadın kıyafetleri giyebildiği, makyaj yaptığı, aksesuarlar kullandığı, estetik ve epilasyon yaptırdığı bir senaryoda ürün pazarının ne kadar büyüyebileceğini tahmin etmek zor değil.
Herbal Essences şampuan reklamının sloganı “Değişimi Kucaklamak”! Küçükken kendisini ne kız gibi ne de erkek gibi hissettiğini söyleyen reklam oyuncusu, kızı doğduktan sonra nihayet saçlarını tıraş ettiğinde kendisi gibi olabildiğini söylüyor.
Gucci’nin Memoire parfüm reklamı da “herhangi bir cinsiyete atanmamış” olarak tanımlıyor unisex parfümünü.
Âdeta 68’in “Çiçek Çocuklarını” onların giyim ve hayat tarzını yansıtıyor reklam. Cinsiyetsiz cinselliğin açıkça gösterildiği bu reklamda “he”, “she” zamirlerinin yanı sıra cinsiyetsizliği temsil eden “they” zamiri de kullanılıyor. Coca Cola da 2015 yılında, “Dude” veya “Diva” olarak iki ayrı kutuya sahip ürünü limitli olarak piyasaya sürerek Z kuşağını yakalamayı amaçlamış. Bu ürün için iki ayrı reklam filmi çekilmiş ve her ikisinde de şarkıcı Christina Grimmie oynamıştır. Bu reklamların “Dude” versiyonunda Grimmie daha maskülen kıyafetlerle, “Diva” versiyonunda ise “feminen” kıyafetlerle şarkı söylemiştir. Ve nihayetinde gençlere kendilerini daha çok “dude” mü yoksa “diva” mı hissettikleri sorusu yöneltilerek, kendilerini yansıtan kola kutusu ile fotoğraflarını göndermeleri istenmiş ve yarışmanın kazananı Grimmie ile kayıt stüdyosuna girmekle ödüllendirilmiştir. Fakat bilhassa bu reklam, bir yandan cinsiyetlerarası akışkanlığı savunurken bir yandan da cinsiyet kalıplarını vurguluyor. Ne kadar ironik öyle değil mi?
Bütün cinsiyetsizlik akımının taşıyıcısı bu ve daha pek çok reklamın yanı sıra, -reklamına henüz rastlayamasam da- Algida’nın, bu yıl piyasaya sürdüğü dondurma Cornetto Unicorn da cinsiyetsizlik akımının başka bir temsili…
Unicorn yani “tek boynuzlu at”, gökkuşağı renkleriyle ilişkilendirilmesi ve cinsiyetsiz ya da iki cinsiyet arasında geçişken olması hasebiyle günümüzde LGBTQ toplumunu sembolize ediyor. Bu sebeple Cornetto Unicorn’un bütün bunlardan bağımsız bir ürün olduğunu düşünmek oldukça masumca…
Masumiyetin ölümü: çizgi filmler
Babaannem, çocukluğumuzda izlediğimiz çizgi filmlerden irite olur, onlara tahammül edemez ve “kapatın guzum şu şiytanları” derdi. Babaanneme o yıllarda kızdığımı hatırlıyorum. Zira zaten sabah saatleri dışında yayınlanmadığı için sınırlı olan çizgi film izleme zevkim, böylece hayal kırıklığı ile sonuçlanıyordu. Fakat şimdi geriye dönüp baktığımda o yıllarda bile izlediğimiz pek çok çizgi filmin hiç de masum olmadığını görüyorum. Her ne kadar bugün TRT Çocuk gibi kanallar, alternatif, bize ait ve bizi yansıtan çizgi filmler yayınlansa da çocukların ve dahi yetişkinlerin izlediği pek çok çizgi filmi masumiyetin ölümü olarak nitelendirmek mümkün…
Eşcinsel, transeksüel çizgi film karakterlerinin yanı sıra cinsiyetsiz, akışkan cinsiyetli çizgi film karakterleri azımsanmayacak kadar çok. Danger & Eggs’te Milo, Steven Universe’te Shep Stevonnie, Sunstone, She-Ra and the Princess of Power’da Double Trouble, The Dragon Prince’te Kazi cinsiyetsiz karakterler. Bu çizgi filmlerden/animelerden pek çoğu aslında yetişkinler için yapılsa da çocukların izlemesinde de bir sakınca olmadığının altı çizilmiş. Hâl böyle olunca yetişkinler için üretildiği söylenen içeriklerin çocukları nasıl etkilediği sorusu boşlukta kalıyor.
- Bu çizgi filmlerden en popüleri olan Steven Universe. Bu çizgi filmde, Steven adındaki küçük bir çocuğun Kristal Taşlar olan Garnet, Amethyst ve Pearl’le birlikte büyümesi ve dünyayı kendi türlerinden korumak için onlara yardım etmesi konu edilir. Kristal taşlar ölümsüz uzaylı savaşçılardır ve Steven da annesi kristal olan yarı insan yarı kristal bir varlıktır. Kristal taşlar cinsiyetsizdir. Hâlihazırda Steven’ın dünyası da cinsiyetlerarası geçişkenliğin olduğu, eşcinselliğin, transeksüelliğin normal sayıldığı, cinsiyet kalıplarının olmadığı bir dünyadır. Mesela Steven kız arkadaşı Connie ile birlikte sahilde dans ederken füzyonu sayesinde ikisi birleşerek Stevonnie adında cinsiyetsiz bir kişilik oluştururlar. Yine Shep ve Sunstone da çizgi filme dâhil edilen cinsiyetsiz karakterlerdir.
Geçtiğimiz haziran ayında Marvel, çizgi romanında Thor’un çekicini tanımlarken kullandığı “he” zamirini değiştirerek “they” yaptı ve böylece üçüncü cinsiyeti çizgi romana da taşıdı.
Çizgi filmlerin/ çizgi romanların çocukların üzerinde ne denli etkili olduğunu bildiğimiz için çizgi dünyanın yeni temsili olan cinsiyetsizliğin çocuklar üzerinde nasıl bir etki bırakacağını tahayyül etmek güç değil…
Özgürlük mü dayatma mı?
Pek çok çocuk edebiyatçısı, çocuklara okutulacak kitapların tarafsız olması, hiçbir fikri, ideolojiyi dayatmaması gerektiğini, çocukların ancak böylece özgür bireyler olarak yetişebileceklerini söyler. Hâl böyle iken cinsiyetin akışkanlığını anlatan çocuk kitaplarını nereye koymalı? Çocuklara empoze edilmemesi gereken fikirler, ideolojiler genellikle dinle ilişkilendirilirken, cinsiyetin akışkan olabileceğini ve cinsel kimliğin çeşitliliğini anlatan çocuk kitapları bir dayatma sayılmıyorlar mı? Bu iki yüzlü yaklaşımın gerçekten hayret verici olduğunu söyleyebilirim. Are You a Boy or Are You a Girl?, Jacob’s New Dress, I am Jazz, The Boy with Pink Hair, It’s Okay To be Different, My Princess Boy, A Fire Engine for Ruthie, Roland Humphrey is Wearing a What?, Backwards Day, cinsiyetsizliğin, cinsiyetler arasında akışkanlığın konu edildiği çocuk kitapları. Hemen hepsi, kız kıyafeti giymek isteyen erkek çocuklarını, kendisini erkek gibi hisseden kız çocuklarını ya da bazı günler erkek bazı günler kız olan çocukları anlatıyor. Bugün iyi olarak nitelendirilebilecek çocuk kitaplarının “cinsiyet kalıplarını” “cinsiyetsiz” olarak nitelendirilen bu kitaplar kadar vurgulamadığını söyleyebilirim. Hâl böyle iken cinsiyetçi olanın ne olduğu sorusu tekrar gündeme alınabilir belki…
Cinsiyetsiz oyuncaklar da kitaplar gibi her geçen gün sayılarını artırıyor. Barbie bebeğin üreticisi olan Mattel firması kurulduğu günden bu yana, ideal kadın bedeni ve cinsiyet kalıplarının keskinleşmesi üzerinde belirleyici rol oynuyor. Fakat geçtiğimiz yıl cinsiyetsizlik akımına Mattel de kapılarak cinsiyetsiz/trans bebeklerini piyasaya sundu. Söz konusu firma Mattel olduğu için, her iki cinsiyetin de kıyafetlerinin kutu içerisinde bulunduğu, saç şekillerinin değiştirilmesine imkân tanıyan bu bebekler, cinsiyetsizlik akımının nasıl bir piyasaya sahip olduğunu anlatmaya yetiyor.
Rol Model Hikâyeler
Angelina Jolie ve Brad Pitt çifti ilk biyolojik çocukları olan Shiloh’u cinsiyetsiz yetiştiriyorlar. Bir kız olarak doğan Shiloh erkek kıyafetleri giymeyi ve erkek gibi davranmayı seviyor. Adele de çocuğunu cinsiyetsiz yetiştiren ünlülerden biri. Disneyland ziyareti sırasında oğlu prenses kostümü giymek istediğinde buna izin vermiş. R. Kelly, Anne Hathaway, Chris Evans, Cher, Anne Rice, Charlize Theron ve Eric Stonestreet, Beyonze ve Jay Z, Kate Winslet, Will Smith de çocuklarını cinsiyetsiz yetiştiren ünlü isimlerden. Hayatlarının her detayı merak edilen ve takipçileri tarafından taklit edilen ünlülerin bu cinsiyetsiz çocuk yetiştirme eğilimlerinin rol model teşkil ettiğini ve edeceğini, dünyanın pek çok yerinde yankı bulduğunu ve bulacağını söylemek mümkün.
- Ünlülerin yanı sıra hikâyeleri birer “başarı hikâyesi” olarak lanse edilen cinsiyetsiz kişilerin de gençler üzerinde rol model teşkil edeceğini söyleyebilirim. Time dergisinde kapak olan şarkıcı Miley Cyrus da onlardan biri. Yine, Netflix’te yayınlanan bir grup gay erkeğin, insanların saç şeklini, giyim ve yaşam tarzını değiştirmesini konu edinen Queer Eye programındaki Jonathan Van Ness de geçtiğimiz yıl kendisinin cinsiyetsiz olduğunu itiraf etti. Geçtiğimiz yıl şubat ayında hakkında bir yazı yazdığım “Desmond is Amazing” lakaplı Desmond hem drag çocukların hem de cinsiyetsizliğin çocuk temsili niteliğinde… TED platformunda yapılan cinsiyetsizliğe dair “ilham verici” konuşmalar, I am They gibi cinsiyetsiz bireylerle ilgili çekilen belgeseller de bu hususta taşıyıcı rol üstleniyor.
I am They belgeselinde birlikte olan Owl ve Fox kendilerini cinsiyetsiz olarak tanımlıyorlar. Ve fakat Fox kız olarak doğduğu hâlde cinsiyet değiştirerek erkek olmuş, Owl ise erkek olarak doğup cinsiyet değiştirerek kadın olmuş… Bu oldukça kafa karıştırıcı denklemde cinsiyetsizliğin, cinsiyet kalıplarına bir tepki olarak doğduğu, cinsiyet kalıplarını yıkan bir devrim olduğu söylemi nasıl bir zemine oturuyor idrak edemiyorum. Denklemi daha da karmaşıklaştırmak pahasına söylemeliyim ki asıl adı Andrej Pejic olan İzlandalı model, İzlanda’nın en “seksi kadını” olarak seçilmiş. Belki sizin matematiğiniz bu denklemi çözmeye yeter…
Amerikalı muhafazakâr siyaset yorumcusu ve yazar Ben Shapiro, anneler günü hakkında yazdığı bir yazıda artık hiçbir değerin savunulamayacağını, hemen o değeri tahrip eden birilerinin çıkacağını söylüyor. Zira artık annelik bile kadınlara özgü bir şey olarak kutsandığı gerekçesiyle eleştiriliyor. İki gay baba tarafından büyütülen çocukların bu kutsal annelik söyleminden etkileneceğini söylüyor annelik kavramını eleştirenler.
Ben Shapiro da tüm bu eleştirileri tiye alarak, oldukça ironik olan şu cümleleri kuruyor: Cinsiyeti Belirtilmemiş Yasal Vâsi Gününüz Kutlu Olsun! Cinsiyetsizlik söylemi bugün kullandığımız emojilere kadar etki etmiş vaziyette. Hâl böyle iken, anne baba demenin bile gerçekten suç sayılacağı bir dönemi öngörmek mümkün… Dediği gibi Cem Karaca’nın, “Bindik bi alamete gedoyoz gıyamete… Amanieynn! Amanieynn!”