Paganizmin izinde bir seri katil : Der Pass
Almanya-Avusturya sınır taşının üzerinde donmuş bir ceset bulunmasıyla başlayan cinayet serisi, mesajlarını pagan sembolleri ve ritüelleriyle vermeye çalışan bir seri katil, iki farklı ülkeden bir araya gelen sıradan iki dedektif, Alp dağlarından başarıyla süzülen “pitoresk sinematografik anlatısı” ve bir müzik dehasının elinden çıkma müzikleriyle dikkat çeken Der Pass, artması beklenen gerilim tonunun yer yer azalışına rağmen seyircide merak duygusunu bir an olsun düşürmemesiyle “azalan verimler yasasını” hatırlatan güçlü bir dizi.
Başarılı bir “Bron/Broen” uyarlaması
Danimarka-İsveç ortak yapımı Bron/Broen (Köprü/Köprü) isimli dizi, 2011’de gösterime girdiğinde, ilginç konusuyla oldukça ilgi uyandıran bir yapım olmuştu.
Dört sezon boyunca büyük bir gerilim eşliğinde tüm zamanların en çok izlenen dizilerinden biri olmayı başaran Bron/Broen, Danimarka’nın başkenti Kopenhag ile İsveç’in Malmö şehrini birbirine bağlayan Öresund köprüsünün ortasına kim tarafından bırakıldığı bilinmeyen, İsveç vatandaşı bir kadın bürokratın cesedinin bulunmasıyla açılıyordu.
Olayı sıradan cinayet vakalarından farklı kılan durum ise cesedin köprünün tam ortasına bırakılmasıydı. Yarısı Danimarka’da diğer yarısı ise İsveç sınırları içinde kalan ve ilk etapta hangi ülke polisinin ilgileneceğine emin olunamayan ceset, daha sonra yapılacak otopside ortaya çıkacak çok ilginç veriler ışığında bir anda iki ülkeyi de ilgilendiren bir vakaya dönüşüyordu.
Sonrasında katil tarafından “bu cinayetin bir başlangıç olduğu ve çok daha fazlasına hazır olunması gerektiği” mesajlarının verilmesi, katile ve başlangıç cinayetine olan ilgiyi bir anda artırmayı başarıyordu.
Kopenhag ve Malmö polis makamlarınca açılacak ortak soruşturma sonrası iki şehirden iki cinayet masası dedektifi, zorlu katilin peşine düşerek, dört sezon sürecek bir gerilim ve heyecan dalgası oluşturmayı başarmışlardı.
Bron/Broen dizisinin elde ettiği dikkat çekici başarı sonrası, 2013 yılında benzer bir senaryoya sahip ABD dizisi The Bridge (Köprü) seyirciyle buluştu. Fox Crime’da iki sezon yayınlanan ve ABD-Meksika sınırında cinayetler işleyen bir seri katilin peşine düşen iki ülke polisinin hikâyesini ele alan dizi, ufak farklılıklar dışında her ne kadar Bron/Broen’in iskeletini koruyan bir yapım olsa da, beklenen ilgiyi uyandırmayı başaramadı.
Bron/Broen’in benzer başarıya ulaşan ilk uyarlaması ise yine 2013’te Canal+ ve Sky Atlantic ortaklığıyla ekrana taşınan ve 2018’e kadar dört sezon yayınlanan İngiliz-Fransız ortak yapımı The Tunnel (Tünel) dizisi oldu. Dizide, İngiltere ile Fransa’yı deniz altından birbirine bağlayan Manş Tüneli’nin ortasında bir ceset bulunmasıyla başlayan olaylar konu alınıyordu.
Son olarak 2019’da ekrana gelen Almanya-Avusturya ortak yapımı Der Pass (Pagan Zirvesi) isimli dizi ise konusu itibarıyla Bron/Broen’in hikâyesinin iskeletini korumakla birlikte, barındırdığı farklılıkların yanı sıra gerek başarılı kurgusu ve sinematografisi gerek ise muhteşem oyunculukları ve müzikleriyle oldukça iyi bir uyarlama olduğunu ortaya koymayı başardı.
Sınır taşındaki grotesk ceset
Yapımcılığını Sky Atlantic’in üstlendiği Der Pass, Almanya-Avusturya sınırında donmuş bir ceset bulunduğu ihbarı üzerine, bölgeye Alman ve Avusturya polisinin intikaliyle gelişen olayları konu alıyor.
Sonradan bir insan kaçakçısına ait olduğu anlaşılacak cesedin sınır taşı üzerinde yer alması ve vücudunun üst kısmının Avusturya, alt kısmının ise Almanya sınırları içerisinde yer alan sıra dışı konumu, soruşturmayı kimin yürüteceğine dair kısa bir tereddüt doğuruyor.
Avusturyalı cinayet dedektifi Gedeon Winter (Nicholas Ofcazarek) cesedi şaka yollu olarak “Alman usulü” yarı yarıya paylaşma teklifinde bulunuyor. Sonrasında ise maktulün üzerinden Almanya kayıtlı evraklar çıkması nedeniyle, olayı Alman cinayet dedektifi Ellie Stocker’a (Julia Jentsch) devredip çekiliyor.
Bu cinayetin ardından gerçekleşecek başka cinayetler ve saldırılar ise dedektiflerin bir seri katil ile karşı karşıya olduklarını ortaya koyuyor. Ancak katilin iş görme tarzı ve uyandırdığı gizem ise sıra dışı bir suçlu profiliyle karşı karşıya olunduğunu kısa zamanda anlamalarını sağlıyor.
Sıra dışı “Krampus Katili”
İki dedektifin çabalarıyla bir yandan soruşturma derinleşirken, diğer yandan katil de daha fazla ilgi uyandırmak için sansasyonel başka suçlar işleyip, medyaya servis etmekten çekinmiyor. Katil, hakkında ilk somut veriye ulaşılması sonrası “Krampus Katili” olarak isimlendirilmeye başlanıyor.
Zira katil, tüm Orta Avrupa ve pagan kültüründe Noel Baba’nın korkutucu yol arkadaşı olarak bilinen, Noel döneminde iyilik yapan çocukları ödüllendiren Noel Baba’nın aksine yaramazlık yapan ve yanlış davranan çocukları cezalandıran, “yarı keçi, yarı şeytan” olarak tanımlanan ve boynuzlu bir yaratık olarak resmedilen, antropomorfik bir figür olan “Krampus” maskesi kullanması nedeniyle, “Krampus Katili” olarak isimlendiriliyor.
Bir anda iki ülke kamuoyunda ilgi ve korku odağı olmayı başaran katil, teknoloji ve bilişim alanındaki bilgisi ve sakince gerçekleştirdiği dahiyane hamleleriyle de, medya ve polisi istediği gibi yönlendirmekten de geri kalmıyor.
Maktuller yoluyla “cehennemden geldiği” mesajını ileten katil, “Her şey değişir. Yeni ve daha iyi bir dünya olacak. Yılın kızıl vakti yaklaşıyor!” sözüyle bir yandan korku atmosferini büyütürken, diğer yandan da kendisine dair gizemi büyüterek, merak ve gerilim oluşturmayı başarıyor.
Gerilim dozu ve “azalan verimler yasası”
Diziye yönelik olarak, özellikle Avrupa medyasında yer bulan değerlendirmelerde, dizinin bir polisiye dramasından beklenen düzeyin altında bir gerilim diline sahip olduğu ve oldukça yavaş aktığı eleştirileri yapılıyor.
Olayların geçtiği Alp dağları eteğindeki bölge; dağlık yapısı, sert karasal iklimi, karanlık atmosferi ve nispeten seyrek nüfusuyla, aksiyona çok müsait olmayan ve hayatın nispeten yavaş akmasının olağan olduğu bir coğrafya. Bu yönüyle, eleştiriler çokça haklılık payı taşımıyor.
Diğer yandan, beklenenin aksine bir polisiye dizide gerilim dozunun artmak yerine kademeli olarak azalışına rağmen, seyircideki merak dozunu bir an olsun düşürmemesine yönelik olarak, İngiliz sinema eleştirmeni Jasper Rees’in yaklaşımı dikkate değer: “Tamamen sürükleyici olmasa da, Der Pass azalan verimler yasasını kanıtlıyor.”
Etkileyici oyunculuklar, muhteşem müzikler
Diğer yandan, dizide Avusturyalı dedektifi oynayan, suç şebekeleriyle ilişkisi nedeniyle soruşturma geçirdiği için Viyana’dan Salzburg’a sürülen, kendine has giyimi ve davranışlarıyla izleyiciye farklı bir polisiye karakter izletmeyi başaran Gedeon Winter rolünde Nicholas Ofcazarek ile Alman kadın dedektif Ellie Stocker’ı canlandıran Julia Jentsch’in oyunculukları oldukça başarılı.
Avusturyalı polisin kabarık sicili, mesleki yılgınlıkları, salaş giyim tarzı ve umursamaz davranışlarının aksine, Alman polis kendisinin titizliğiyle dalga geçilecek kadar disiplinli, özenli ve güçlü bir karakter. Tüm bunlara rağmen iki karakter de olabildiğine sıradan, idealize hayatlar yaşamayan ve gündelik hayatta sorunlarıyla yüzleşmek zorunda kalan, karanlık yönleri olan karakterler. Bu durum dizideki gerçeklik algısını oluşturmayı başarması açısından kayda değer.
Dizide Krampus Katili Gregor Ansbach’ı canlandıran Franz Hartwig ise oyunculuğuyla âdeta büyülüyor. Hartwig; başta mimikleri, paranoyaklığı ve çift karakterliliği, parlak zekâsı, sakinliği, sıra dışı amaçları ve yöntemleriyle ortalama seri katil tipolojisinin oldukça üstünde bir performansla oynadığı karakteri yıldızlaştırıyor.
Dizinin bir diğer kayda değer yanı ise dizi müziklerinin Gladyatör, Inception, The Dark Knight Rises, Dunkirk, Interstellar, Terminator: Genisys, Blade Runner 2049: Bıçak Sırtı, Auschwitz, Genius, Simpson Ailesi, Aslan Kral, Küçük Prens başta olmak üzere dünya çapında üne kavuşmuş birçok film, dizi ve çizgi filmin müziklerini yapan Alman besteci Hans Zimmer tarafından yapılmış olması.
Zimmer’in yer yer oldukça sarsıcı, sinir bozucu ve gerilimin dozunu tam tadında ayarlayan müzikleriyle dizinin çıtası oldukça yükseliyor.
Dizide mülteci meselesi, kentleşme, kapitalizm ve doğaya karşı hoyratlık vb. olgulara eleştirel düzeyde Avrupa’nın içinden nasıl bakıldığına dair görüşlerin bir seri katil hikâyesiyle buluşturulmasının yanı sıra, pagan ritüelleri ve sembolizminin etkileri, bölge kültürü ile özellikle Alp dağlarından başarıyla süzülen pitoresk sinematografik anlatının bir aradalığı ilginç ve tatminkâr bir seyre kapı aralıyor. İlk sezonu sekiz bölümden oluşan Der Pass, ikinci sezonuyla da bu yıl izleyiciyle buluşacak.