Oz Büyücüsü ve kâğıt para
Oz Büyücüsü’nün sevimli kahramanı Korkuluk beyinsizdi ve bedeni saman doluydu. Dorothy’nin peşine takılmasının sebebi, muhteşem büyücünün kendisine bir beyin takma ümidiydi. Yazar ikinci kitapta öyle bir alegori kurguluyor ki, Korkuluk’un bütün bedeni paraya boğuluyor. Parayla saadet olsa da olmasa da, bol paranın zengin olmak anlamına gelmeyebileceğini öğreniyoruz. Şimdi söyleyin bakalım: Çocuk romanı mı bu, yoksa üniversitede okutulacak iktisat kitabı mı?
Akıllıyım diyorsun, neden zengin değilsin? Modern çağda akıldan beklenen en büyük fayda, bol paraya sahip olmak galiba. Beyin başka ne işe yarasın? Oz Büyücüsü’nün sevimli kahramanı Korkuluk beyinsizdi ve bedeni saman doluydu. Dorothy’nin peşine takılmasının sebebi, muhteşem büyücünün kendisine bir beyin takma ümidiydi. Yazar ikinci kitapta öyle bir alegori kurguluyor ki, Korkuluk’un bütün bedeni paraya boğuluyor. Parayla saadet olsa da olmasa da, bol paranın zengin olmak anlamına gelmeyebileceğini öğreniyoruz. Şimdi söyleyin bakalım: Çocuk romanı mı bu, yoksa üniversitede okutulacak iktisat kitabı mı?
Paranın tarih boyunca en temel üç işlevi değer ölçüsü, hesap birimi ve değer stoku olmasıdır. “Değer ölçüsü” olmasa, alışverişte kullanamayız. “Hesap birimi” olmasa kredi/borç ilişkisine giremeyiz. “Değer stoku” olmasa, kimse onu uzun süre elinde tutmaz. Onun için yüzyıllar (belki binyıllar) boyu, ya çok tüketilen tuz, buğday, pirinç gibi metaların kendisi, ya da altın ve gümüş gibi birkaç değerli maden para olarak kullanıldı. Meiji restorasyonuna değin (1868), Japon yönetici sınıfının (samuraylar) maaşlarının pirinç cinsinden ödendiğini; Afrika’nın birçok bölgesinde ise Maldiv adalarından getirilen özel deniz kabuklarının (cowries) 20. yüzyıl başlarına kadar para olarak kullanıldığını hatırlayalım. Edebiyat bu gerçekliğe bigâne kalmamıştır. Nijeryalı Achebe’nin benimle yaşıt romanında, kahramanımız Okonkwo sürgüne gönderilince, sahipsiz kalan ekinlerine dostu Obierika bakmış, hasat gelirini de paraya çevirerek kendisine götürmüştü: “Yanında iki genç adam getirmişti, ikisinin de başında ağır bir çanta vardı. Çantaların cowry dolu olduğu belliydi. ... Sen gidince olgunlaşmış yamların, daha sonra da tohumluk yamların bir kısmını sattım, bir kısmını da yarıcılara verdim. Şimdi paraya ihtiyacın olabileceğini düşünüp getireyim dedim. Yarın ne olacağını kim bilebilir?”1 Geleceğin bilinmezliğine karşı bir emniyet sübabıydı deniz kabukları, afedersiniz, para!
Okonkwo ve diğer beş kabile şefi, beyaz sömürgecilere karşı bir direnme siyaseti geliştirmek amacıyla toplandıklarında, yakalanıp mahkemeye çıkarıldılar. Yargıç insafsızdı: “Böyle bir şey, dünyanın en güçlü lideri olan kraliçemizin hükmü altındaki bir yerde kabul edilemez. Ceza olarak iki yüz çanta cowry ödemenize karar verdim.” Mübaşir bunu çaktırmadan iki yüz elliye çıkardı ve kabile halkı pazar yerinde toplanıp “beyaz adamı yatıştırmak için vakit kaybetmeden 250 çanta cowry toplamayı kararlaştırdılar. Bunun elli çantasının mübaşire gideceğini bilmiyorlardı.” Çocukluk günlerimde defalarca babamın köy köy dolaşıp, kabileler arası kavgalarda ölen her kişi başına yüz koyun topladığını hatırlıyorum. Başlık paraları da çoğu defa koyun cinsinden ödenirdi. “Beş yüz koyunluk gelin,” ya çok güzel ya da bir ağa kızı demekti...
Bir kâğıt para dünyasının içine doğanlar bu tür tuhaflıklara akıl erdirmede elbet zorlanacaklardır. Tıpkı Faust’taki imparator gibi. Maaşları ödenemediği için askerler isyan etmişlerdir; Mefisto ile çırağı Faust, hükümdara (Krallığın yer altındaki altınlarını teminat gösteren!) kâğıt parayı imzalayıp orduya dağıtmasını önerirler. Hafif çakırkeyf imparator, ne olduğunu pek de anlamadan imzayı atar, ama endişelidir:
- Bir kötülük seziyorum ve korkunç bir aldatma!
- Kimdir taklit eden imzasını imparatorun?
- Cezasız mı kaldı böyle bir suç?
- Geldi ve şöyle dedi Başbakan:
- İmzayı kendin attın haşmetmeâb
- Çıkart bu eğlencenin tadını
- Ver birkaç çizgiyle halkın hakkını.
- Gereksizdir artık alfabe
- Mutlu olacak herkes bu işaretle.
Evet, kâğıt para alfabeyi gereksiz kılmıştır. Dil, fikrî mübadeleyi, para ise iktisadî mübadeleyi sağlıyorsa; kâğıt para şimdi ikisini de temin ediyor. Tuhaf ama, bu yeni gerçekliğe en zor akıl erdiren, kâğıt paraya imzasıyla geçerlilik kazandıran hükümdarın kendisidir:
- Halkım bunu altın para sayıyor, öyle mi?
- Yetiyor mu ordu ve sarayın maaşlarını ödemeye?
- Ne kadar şaşırtsa da beni, mecburum kabul etmeye.2
Edgar Allan Poe ve Richard Nixon
Kâğıt paraların “Piyasa” tarafından kabulü, önceleri değerli madenlere çevrilebilir olmalarıyla mümkündü. Sanayi çağının ilk yüzyılının (yaklaşık olarak 19. yy) para sistemi iki-metalli (bimetallic) idi: Her ülke kendi millî parasını ya altına veya gümüşe endekslemişti ve bu iki metal arasında istikrarlı bir oran vardı, 1A=16G gibi. Hangi metal çoğalsa, oran diğeri lehine değişir ve o madene endeksli millî paralara rağbet azalırdı. Yüzyılın ikinci yarısında gümüş çoğaldıkça yukarıdaki oran 1A=20G olmuş ve gümüşe endeksli paralar piyasa tabiriyle “el yakmaya” başlamıştı.
Tersi de nazarî olarak mümkündü; nitekim Edgar Allan Poe, daha 19. yy ilk yarısında, altın arzı çoğalırsa değerinin düşeceğini hikâyelerine konu etmişti. Felsefe taşını bulan (!) Von Kempelen, simyacıların asırlardır yapamadığını becerip, kurşundan altın yapmaya başlamıştı: “Kaliforniya’daki madenlerde bol miktarda altın bulunması nedeniyle değerinin önemli ölçüde düşeceği endişesiyle, onu aramak için o kadar uzaklara gitmeye değip değmeyeceğinin kuşkulu bir hale gelmesi yüzünden birçok kişi bu ülkeye gitme cesaretini kendinde bulamazken, Von Kempelen’in bu şaşırtıcı buluşunun duyulmasının şimdi maden bölgesine göç etmeye hazırlanan insanlar üzerinde, özellikle de şu anda orada bulunanların üzerinde nasıl bir etkisi olacak acaba? ... Altın bundan böyle kurşundan daha değerli olmayacak, gümüşün değerinin altına düşecektir.”3
Altın bile çoğalınca değeri böylesine azalacaksa, altına endeksli kâğıt para bollaşınca ne olur? 1929 büyük buhranından sonra, ABD dünya kâğıt para sistemine işlerlik kazandırmak maksadıyla, bir ons altını 35 dolara eşitledi. Yani, bu ülkeye 35 bin dolarla gidip altın talep ederseniz, size bin ons altın vereceğini Amerikan devleti taahhüt ediyordu. Bunun üzerine Amerikan doları dünyanın her yerinde rezerv para haline gelmeye başladı; ülkeler kendi millî paralarını altına değil, dolara endekslediler. Tâ ki 1971 Ağustosunda Başkan Nixon “altın gişesinin kapandığını” ilân edinceye kadar.
ABD’nin 1934 yılında ilan ettiği parite (1 ons altın = 35 Dolar) 1967 yılına kadar hiç yükselmedi, hatta bazı yıllar 32 doların altına bile indi. Dolar altından daha kıymetli oldu! Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya yeniden sanayileşip ihracat yaptıkça, dolar rezervleri yükseldi. Dünyada dolar bollaştıkça da, değeri düşmeye başladı. 1971’de altının onsu 40 dolar civarındayken, Nixon’ın işaret ettiğim konuşmasıyla ikisi arasındaki bağ koparıldı ve ülkelerin paraları gerçek anlamda kâğıtpara olmaya başladı: Arkasında hiçbir değerli madenin bulunmadığı saman parçaları. Müteakip üç yılda bir ons altının karşılığı sırasıyla 58, 97 ve 154 dolar oldu; 1980 yılındaysa tam 615 dolar. Açık bir soygundu bu: Mesela bir Türk işadamı, Amerikan firmasına sattığı fındıkların bedeli olan 350 bin dolar ile 10 bin ons altın alabiliyorken; kısa bir süre sonra (diyelim ki 1 ons altın 70 dolar olunca) ancak 5 bin ons altın alabiliyor, diğer 5 bin ons ise Amerikalıların cebinde kalıyordu. “Bunun sonucu, altın rezervi olmayan yoksul ülkelerden ABD ve İngiltere gibi rezervi olan zengin ülkelere muazzam bir net servet aktarımı oldu.”4
Dolar dolu korkuluk
Bu kadar lafı size Oz Büyücüsü’nün kıymetini bilesiniz diye anlatıyorum pek tabii. Türkçeye ne yazık ki sadece 1900 yılında yayımlanan ilk kitabı çevrilen bu “çocuk romanı”, 1904 yılında yayımlanan ikincisinde (Muhteşem Oz Ülkesi), yetmiş yıl sonra başa gelecekleri öngörüyor. Yolculuk sırasında bir arbede yaşanıyor ve Korkuluk’un bedenini dolduran samanlar uçup gidiyor. Gerisini meraklı okuyucu için çevireyim:
“Canıma okudunuz,” dedi Korkuluk. “Bedenimi dolduran saman nerde?”
Korkunç soru hepsini sarstı. Dehşetle yuvanın etrafına göz attılar, hiç saman kalmamıştı. Kargalar samanı son çöpüne kadar aşırmış ve uçurumdan aşağı silkelemişlerdi.
“Ah benim zavallı, zavallı dostum!” dedi Teneke Adam, başını kaldırıp şefkatle kucağına koyarak. “Bu hale düşeceğini kim hayal edebilirdi?”
“Dostlarımı kurtarmak için yaptım bunu,” diye dile geldi Baş; “böyle soylu ve fedakâr bir tarzda can verdiğime memnunum.”
“Öyleyse neden böylesine umutsuzsunuz hepiniz?” dedi Halka-Böcek. “Korkuluk’un giysisi hâlâ sağlam.”
“Evet, dedi Korkuluk, fakat içinde saman olmadan bi şeye yaramaz ki!”
“Niye parayla doldurmuyoruz?” diye sordu Tip.
“Para!” diye çığırdılar hep bir ağızdan.
“Yuvanın altında binlerce dolar kâğıt banknot var,” dedi Tip, “iki, beş, on, yirmi ve elli dolarlar. Bir düzine Korkulukun içini dolduracak kadar var. Niye bu parayı kullanmıyoruz?”
Teneke Adam baltasıyla çöpleri ters çevirmeye başladı. O alçak Kargaların yıllar boyu gittikleri köy ve şehirlerden aşırdıkları, bunların da önce gayet değersiz saydığı muhtelif tarihlerde basılmış paralar havalanmaya başladı. O ulaşılmaz yuvada muazzam bir servet yatıyordu; Tip’in önerisiyle en yeni ve en temiz olanlarını seçip birkaç yığın haline getirdiler. Korkuluk’un sol bacağı ve çizmesi beş dolarlık banknotlarla; sağ bacağı on dolarlıklarla dolduruldu. Tüm bedeniyse elli, yüz ve binliklerle öyle tıka basa dolduruldu ki ceketinin düğmesini rahatça ilikleyemez oldu.
“İşte şimdi ekibimizin en değerli üyesisin,” dedi Halka-Böcek, iş bitince; “sadık dostlar arasında bulunduğun için, harcanma tehliken de yok.”
“Teşekkür ederim,” dedi Korkuluk minnetle. “Kendimi yeni bir insan olarak hissediyorum. Her ne kadar ilk bakışta bir Emanet Para Kasası ile karıştırılma ihtimalim varsa da, Beynimin hâlâ o eski maddeden (saman) ibaret olduğunu hatırlamanızı istirham ediyorum. Tehlike anında daima bel bağladığım tek malımdır o.”5
Samanın paradan kıymetli olduğu zamanlar vardır. Ne demiş atalarımız: Sakla samanı, gelir zamanı!
1. Chinua Achebe: Parçalanma, İstanbul: İthaki, 2011, s. 127-32.
2. Geniş bir değerlendirme için bkz. Mustafa Özel: Roman Diliyle İktisat, İstanbul: Küre, 2018, s. 21-49.
3. Edgar Allan Poe: “Von Kempelen ve Buluşu,” Bütün Öyküleri 2, İstanbul: İletişim, 2015, s. 359.
4. David Graeber: Debt: The First 5000 Years, New York: Melville House, 2011, s. 362.
5. L. Frank Baum, The Marvelous Land of Oz (1904), New York: Dover, 1997, s. 127-9.