Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Ramazan ayının tezahüründeki dönüşüm

Ramazan boyunca tiyatrodaki kadın karakterler gayrimüslimler tarafından oynanır. 17. yüzyıl Fransız seyyahlarından Thevenot, karagöz oynatan sanatçıların çoğunun Yahudi olduğunu aktarır.
Ramazan boyunca tiyatrodaki kadın karakterler gayrimüslimler tarafından oynanır. 17. yüzyıl Fransız seyyahlarından Thevenot, karagöz oynatan sanatçıların çoğunun Yahudi olduğunu aktarır.

Ramazan tek tek her Müslümanın hayatında bir değişiklik gerçekleştirerek toplumsal anlamda da yaşantıda bir değişikliğe sebebiyet verir. Ve doğal olarak toplumun yaşadığı belde Ramazan ayında ayrı bir surete bürünür.

Ramazan ayı, tüm müminler için umut ayıdır. Bir aylık bir ibadet sonucunda Müslümanlar arınmış bir şekilde bayram etme umudu taşır. Ramazan boyunca her Müslüman oruç tutarak bedenini tahakkümü altına alır; böylece nefsinin prangasından kurtulur, nefsine hükmeder, fırsat bilerek tövbe ve istiğfar ile affedilmek için çabalar ve o umutla da ay bittiğinde bayram eder. Ramazan Bayramı esasında günahlardan affolunmanın, nefsin esaretinden kurtulmanın, Allah için ibadet etmiş olmanın, nefse hükmetmenin getirdiği sevincin bayramıdır.

Bir Müslümanın dünya hayatındaki imtihanı için esas amacın nefsinin boyunduruğundan özgürleşmek olduğu söylenebilir. Ramazan ayında Müslüman oruç tutarak ne kadar arzu duyarsa duysun belli bir süre içinde vücudunu yiyecekten, içecekten, cinsel ilişkiden mahrum kılarak iradesini nefsinin önüne geçirir. Nefsi ne kadar iştah duyarsa duysun o nefsinin çağrısına aldırmaz ve Allah için nefsinin arzusunu yerine getirmez. İftar vaktinde nefsinin arzusunu dindirmek için değil, Allah’ın iftarı bir ibadet olarak ona sunduğunu düşünerek yemeğini içer, içeceğini içer. Öyle ki oruçluyken kavga etmez, yalan söylemez, karşısına hangi günah çıkarsa çıksın o orucu günaha ve nefsine karşı bir kalkan yapar.

Bireysel olarak Ramazan ayında nasıl hayatını belli bir programın içine sokuyorsa aynı şekilde Müslümanın yaşadığı toplum da o programdan nasibini elbette alır. Ramazan tek tek her Müslümanın hayatında bir değişiklik gerçekleştirerek toplumsal anlamda da yaşantıda bir değişikliğe sebebiyet verir. Ve doğal olarak toplumun yaşadığı belde Ramazan ayında ayrı bir surete bürünür.

Osmanlı’da Ramazan

Ramazan ayı boyunca bütün Müslümanlar ibadetlere ayrı bir özen gösterirler. Birbirlerine saygıda ve hürmette kusur etmezler.
Ramazan ayı boyunca bütün Müslümanlar ibadetlere ayrı bir özen gösterirler. Birbirlerine saygıda ve hürmette kusur etmezler.

Osmanlı İstanbul’unda Ramazan’ın gelişi, henüz gelmeden kendisini belli eder. Çocuğundan büyüğüne, kamu dairesinden sokaklara, esnafından padişaha her kişi, her yer Ramazan’ın geldiğini haber verir.

Diğer on bir ayda gece çöker çökmez (ki yatsı namazından sonrasıdır gece) karanlığa gömülen şehir, Ramazan geldiğinde rengarenk ve aydınlıktır. Sokaklar meşaleler ve kandillerle aydınlatılmıştır. Camiler ve minareler ışıklı kuşaklarla donatılır. Büyük camilere “Hoş geldin Ramazan”, “Maşallah” mahyaları asılır.

Thêopile Gautier.
Thêopile Gautier.

Thêopile Gautier, Constantinople adlı eserinde, 19. yüzyılda ziyaret ettiği Osmanlı başkentinde mahyalara hayran kalır ve bu hayranlığınışu sözlerle aktarır:

“İki minare arasına, ilahi bir kitabın sayfaları gibi, gökyüzün ateşten harflerle Kuran ayetleri yazılmıştı: Ayasofya, Sultanahmet, Yeni Camii, Süleymaniye ve Sarayburnu’ndan Eyüp tepelerine kadar Allah’ın bütün mabedleri ışıklar içinde parıldıyor, Müslümanların benimsediği sözleri alev alev emirlerle ilan ediyordu.”

Berat Kandili’nin gelişi, Ramazan’ın gelişinin habercisidir. Saraydan evlere her yerde Ramazan için hazırlıklarla başlanır. Sultan’ın sarayından başlanıp bütün dini binalara, devlet dairelerine, dükkânlara ve en mütevazi ikametgahlara kadar her yerde büyük bir temizliğe girişilir.

Üç top atışıyla imsak vakti duyurulur ve Ramazan başlamış olur. Devlet daireleri, dükkanlar yavaş açılır. Öğlene doğru iş başlar, hayat biraz hareketlenir. Akşam üstü geldiğinde pideler alınır, evin yolu tutulur. Yoksullar, paşaların kapısında toplanır, bedava dağıtılacak iftardan nasiplenir. Ramazan ayı aynı zamanda paylaşma ayıdır. Paşaların hepsi onlarca kişiye iftar sofraları düzenler, davet eder, kapısına gelen yoksulların karnını doyurur.

Ramazan’da gayrimüslimler Osmanlı çeşitli ırktan, inançtan kişinin yaşadığı bir imparatorluktur. Gayrimüslimler de Ramazan ayından payını almıştır. Onlara oruç konusunda zorlama yapılmaz ama onlar temkinli davranmaktan da geri durmazlar. Müslümanların inancına, Ramazan yaşantısına saygı duyarlar. Meyhanelere yine gidebilirler ama meyhanelerin kapısı kapalı tutulmak zorundadır. Teravih namazından sonra Müslümanların eğlenceli geçirdikleri vakitlere iştirak ederler. Ermeni ya da Yahudi müzisyenler, tiyatro sanatçıları geceleri sahneye çıkarlar. Ramazan boyunca tiyatrodaki kadın karakterler gayrimüslimler tarafından oynanır. 17. yüzyıl Fransız seyyahlarından Thevenot, karagöz oynatan sanatçıların çoğunun Yahudi olduğunu aktarır.

Gayrimüslimler aynı zamanda ziyaretlerden, misafirliklerden de paylarını alırlar. 19. yüzyılın sonunda padişah dinî cemaat temsilcilerini, patrikleri, din adamlarını saraya iftara davet eder. Osmanlı memurlarının yıllıklarına bakıldığında, iftara davet ettiği kişilerin arasında çok sayıda gayrimüslim de yer alır.

Batı âdetlerini terk

Osmanlı İstanbul’unda Ramazan’ın gelişi, henüz gelmeden kendisini belli eder.
Osmanlı İstanbul’unda Ramazan’ın gelişi, henüz gelmeden kendisini belli eder.

Ramazan ayında pazar yerleri İslam ümmetinin açıkça görüldüğü yerler olur. Büyük camilerin avlularında açılan tezgâhlarda Kuzey Afrika’dan Hint Okyanusu’na kadar İslam aleminin dört köşesinden gelen eşyalar sergilenir, satıcılar Mağrip’ten, Afganistan’dan ve daha başka Müslüman memleketlerden gelmişlerdir

Ramazan aynı zamanda gelenek de demektir. Gündelik hayatta unutulan ve yerini Batı âdetlerine bırakan gelenekler, Ramazan’da tekrar göz önüne çıkarılır. Türkiye’de uzun seneler yaşamış İngiliz vatandaşı Garnett şöyle yazar:

“Bu dönem genelde öteki Müslüman ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de bir tür yeniden doğuş gibidir. Batı âdetleri, benimsendikleri yerlerde bile geçici olarak terk edilir ve en ilkel yerli yaşama tarzıyla yeniden bağ kurulur.”

Batılı olmayanların yaşam tarzının ilkel bulunduğu, Batılı olan âdetlerin ilkel olmadığı dönemden elbette Osmanlı’da payını almıştır ama Ramazan’da tekrar köklerine dönüş gerçekleşmiştir. Geçici de olsa önemlidir.

Avrupa tarzı sofra adabı terk edilir. Yemekler masada ayrı tabaklarda yenmez. Yere serilen bir sini etrafında oturulur. Çatal takımları rafa kaldırılır, yemekler elle yenilir. Alaturka yemeklere, tariflere geri dönülür. Ve iftara mutlaka hurma ile başlanılır.

Camilere gitme adabı

Osmanlı memurlarının yıllıklarına bakıldığında, iftara davet ettiği kişilerin arasında çok sayıda gayrimüslim de yer alır.
Osmanlı memurlarının yıllıklarına bakıldığında, iftara davet ettiği kişilerin arasında çok sayıda gayrimüslim de yer alır.

Büyük camilerin tabiri yerindeyse kendi günleri vardır. Ramazan’ın ilk Cuma günü, Cuma namazını Ayasofya’da kılmak âdettir. İkinci Cuma namazı Eyüp Sultan’da, üçüncüsü Fatih Camii’nde, son Cuma namazı ise Süleymaniye’de kılınır. Kadir Gecesi’nde herkes Ayasofya’ya koşar. Ramazan boyunca sadece Cuma namazlarında değil, teravih namazı dahil bütün vakit namazlarında küçük camiler de dahil olmakla birlikte bütün camiler doludur. Ama göze çarpan cami Eyüp Sultan’dır; Ramazan boyunca en kalabalık cami hep Eyüp Sultan olur, herkes en az bir kez olsun oraya gider.

Ramazan ayı boyunca bütün Müslümanlar ibadetlere ayrı bir özen gösterirler. Birbirlerine saygıda ve hürmette kusur etmezler. Oruç tutmak cebren gerçekleştirilen bir amel değildir ama yine de oruç tutmayanlar gün içinde sokaklarda aleni yemek yiyemezler. Suçtur. Sokakta yemek yiyenlerin polis tarafından karakola götürüldüğü görülmüş olaylardandır. Hatta bununla ilgili meşhur fıkralar dahi türemiştir.

Bir polis memuru, sokakta bir adamı tütün içerken yakalar ve bağırır: “Ramazan’da aleni tütün mü içiyorsun?” Adam korkmuştur: “Unutmuşum!” Polis sorar: “Neyi unuttun?” Adam şaşkındır: “Sokakta olduğumu…”

Misafirperverlik ve diş kirası

'Ramazan, Türklerin en misafirperver olduğu aydır.'
'Ramazan, Türklerin en misafirperver olduğu aydır.'
Henry F. Woods.
Henry F. Woods.

Osmanlı donanmasında zabit olan Henry F. Woods’a göre Ramazan, Türklerin en misafirperver olduğu aydır. Halk da devlet ricali de iftar öncesinde kapısını herkese açar. Sadece tanıdık, eş, dost değil; kapıyı çalan herkes iftara davetli olacağını bilir. Örneğin, 2. Abdülhamid dönemi hariciye nazırı Ahmed Tevfik Paşa, 1900 yılı dolaylarında Taksim’deki konağında her akşam en az 400 kişilik iftar yemeği verir.

Sadece yemek verilmez, yemeklerde hediyeleşme de âdettendir. Üstelik yemeğe giden misafirlere has değildir hediye vermek, ev sahibi de misafire hediyeler verir. Örneğin, âdetlerden biri diş kirasıdır. Ev sahibi, iftara gelmiş her misafiri diş kirası adı altında bağışta bulunur, para verir. Amacı sevaba girmektir elbette. Çünkü misafir onların iftar sofrasına oturarak sofralarını zenginleştirmiş, evlerini bereketlendirmiş ve onların sevaba girmesini sağlamıştır.

Padişahtan en aşağı memura herkes, kendisinden alt seviyede bulunana hediye verir. Bu sayede fakirlerin yararlandığı bir hayırseverlik sistemi oluşmuş olur. Başmabeyinci fakirlere yemek dağıtır, loncalar sayesinde yoksul evlere pirinç dağıtılır. Olağanüstü durumlar da bu sistemle çözüme kavuşturulur. Örneğin, 1877 senesinde Rus ordularından kaçıp İstanbul’a sığınan Balkan muhacirler, kentin camilerinde toplanan fitreler ile yerleşim yeri sahibi olurlar.

Jön Türk devriminin etkisi

Jön Türk devrimiyle beraber gündem değişmeye başlar. Değişimin en belirgin hâli basın üzerinden açığa çıkar. O zamanlara kadar Ramazan geldiğinde basın bu mübarek aya çok yer verir. Ancak Jön Türklerle birlikte basın da Ramazan ile ilgilenmemeye başlar. Gazetelerin tek gündemi politik olaylardır.

Aynı durum vaazlara da yansır. Vaazlar dahi politik meselelerden oluşmaya başlar. Hocalar vaaz kürsüsünden İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni eleştirir, muhalif yürüyüşler düzenler. Tam tersi de mevcuttur. Bazıları da vaaz yoluyla halkı yeni anayasaya alıştırma gayretine girer. Halk ise siyasi kavgaların içinde canlarının derdine düşmüş, yoksullukla pençeleşmektedir. Zira artık sarayın Ramazan ayı da yardımlaşma da gündemlerinde yer bulmaz.

Cumhuriyet ve Ramazan Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’i ilan etmesiyle birlikte inkılaplar art arda çıkar sahaya. Değişimlerden elbette Ramazan da etkilenir.

Ramazan ve bayram kutlamaları eskisi gibi şatafatlı değildir artık. Zaten birkaç sene taklit şeklinde kutlanır, sonra o da rafa kalkar. Kuran okutulması, Topkapı Sarayı ziyaretleri unutulur. Osmanlı geleneklerinden ilk kopuş esasında 1926 yılında görüldü. Ramazan ve bayram tarihleri o güne kadar çıplak gözle ve iki şahitle birlikte hilalin doğuşunun tespitiyle gerçekleşirdi. 1926 yılına geldiğinde bu yöntem şiddetle tenkit edilir ve “fen vasıtalarından istifade etme” kararı verilir. Tabi sorun hemen çözülmez. Örneğin, 1927 yılında Doğu Anadolu’nun küçük bir kenti olan Dinar’dan gelen bir telgrafla Bayram’ın geldiği duyurulur, müminler orucu bırakır, bayram kutlaması yapar. Kısa süre sonra, aynı gün içinde Ankara’dan gelen bir başka telgraf ise Bayram’ın ertesi gün geleceğini yazar.

Ramazan’a özel değişiklik gösteren iş saatleri değiştirilir, on bir ayda nasıl ise Ramazan ayında da öyle olması kararı verilir. Fitre, zekat, sadaka gibi bağışlar müminlerin kendi tercihine bırakılırken yeni rejimde el konulur ve müminlerin sadakalarını Himaye-i Etfal Cemiyeti gibi yarı resmi derneklere vermesi zorunlu kılınır.

Bir değişiklik de mahyalarda görülür. Önceden mahyalarda “Hoş geldin Ramazan”, “Elhamdülillah” gibi yazılar yazılırken Cumhuriyet’te artık “Yaşasın Cumhuriyet”, “Yaşasın Gazi’miz (Mustafa Kemal)”, “Hakimiyet Milletindir” yazıları görülmeye başlanır.

Bir diğer değişiklik ise camilerde verilen vaazlarda olmuştur. Yeni rejimin destekçileri vaizleri gerici olmakla itham eder. Diyanet İşleri’nin kurulmasıyla rejim kendi vaizlerini oluşturur ve vaazları denetler, istediği doğrultuda vaaz verilmesini sağlar. Göz açtırmayan sansür de basında Ramazan’ın eski kutlanışına dair özlem yazıları yazılmasını engeller.

Tekke ve zaviyelerin kapatılması, fes ve sarık takmanın yasaklanması, takvimlerin değiştirilmesi, yeni kanunların yürürlüğe girmesi ile otoriter laiklik denilen sistem yerleşmiş olur. Eskiden de oruç tutmanın zorunlu olmadığı ama Ramazan dolayısıyla tutmayanların kendini belli etmediği toplumsal düzen değişir. Artık Ramazan’da oruç tutmamak, gündüzleri yiyip içmek normalleştirilir. Özetle söylemek gerekirse Ramazan, müminlerin kendi hâlinde yaşadıkları bir ay olur, toplumsal hüviyetini kaybeder.

Nitekim Cumhuriyet’in entelektüelleri Bakara suresinin 184. ayeti üzerinden oruç tutmanın herkes için zorunlu olmadığı konusunda bir tartışma başlatır. Türkçeye çevrilen mealler ile de insanlar oruç tutmamaya teşvik edilir. Alkollü içeceklerin yasaklandığı kanunlar yürürlükten kaldırılır. Gazetelerde Osmanlı Ramazanlarını eleştiren, alaya alan karikatürler yayınlanır. Orucun zorla tutturulduğu, artık insanların özgür olduğu yönünde yazılar kaleme alınır.

Daha sonrasında Türkiye artık gelgitli dönemler yaşayacaktır. Örneğin, 1950 yılında Türkçe ezan uygulaması kaldırılacaktır. Kaderin cilvesidir, yasak bir Ramazan ayında kaldırılır…

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İstanbul’da Ramazan.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İstanbul’da Ramazan.

François Georgeon, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İstanbul’da Ramazan adlı eserinde yukarıda özetini verdiğimiz dönüşümü ayrıntılarıyla ele alır. Bu toprakların dini anlamda nereden nereye savrulduğunu, Müslümanların neleri kaybettiğini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seren eser, yaşadığımız çağda bizi kendimize getirecek en önemli çalışmalardan birisi. Neyi kaybettiğimizi hatırlayamazsak, hiçbir zaman bulanlardan olamayacağız. Teşhissiz, tedavi mümkün değildir. Modern zamanın içinde savrulmuşken, teşhisten uzak kaldığımız her gün bizi yeni krizlere sokmaktan çekinmeyecektir.

Faydalanılan Kaynak: François Georgion, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İstanbul’da Ramazan, Çev: Alp Tümertekin, İş Bankası Kültür Yayınları, 2018