Orta dünyanın izinde: Tolkien
Tolkien’in biyografisi, iyilikle kötülüğün savaşını betimlerken dört başı mamur bir manevi olgunlaşma hikâyesi anlatan Yüzüklerin Efendisi’nin her şeyden önce yazarın kendi hayatındaki zorluklardan uzaklaşacağı bir sığınağa benzediğini düşündürüyor.
Sanatçı ile eseri arasındaki ilişki her zaman merak uyandırır. Eserin ne ölçüde yazarın yaşantısını, dönemindeki toplumsal olayları, bunlar karşısındaki hissiyatını yansıttığı veya tüm bunlardan sıyrılabilmesinin imkânı tartışılagelir.
Hele ki Yüzüklerin Efendisi gibi özgün, sıra dışı ve farklı kuşaklardan çok sayıda insana ilham veren bir edebiyat evreni söz konusu olduğunda her kafadan ayrı ses çıkar.
İşte, sıcak yaz günlerinde sessiz sedasız sinema salonlarından gelip geçen Tolkein, bu kakofoninin dışına çıkıp derli toplu bir bakış açısı ortaya koymayı deniyor.
Yazarın babasızlığın sancılarını çektiği çocukluk günlerinden eğitim yıllarına, ilk aşkı ve dört kişilik yakın arkadaş grubuna dair detaylarla oluşturulan olay örgüsü, J. R. R. Tolkien’in Hobbit’in ilk cümlesini kaleme aldığı yetişkinlik günlerinde sona eriyor.
Filmin yapımcıları merak edilen ancak herkesi memnun etmenin mümkün olmadığı bir biyografiyi ele aldıklarının farkında olsa gerek ki (son sahne hariç) büyük sözlerden ve iddialı tespitlerden uzak duruyorlar. Tartışmalardan uzak kalmaya çalışan bu yaklaşım işe yarıyor ve filme ölçülü bir sadelik kazandırıyor.
Tolkien’in biyografisi, iyilikle kötülüğün savaşını betimlerken dört başı mamur bir manevi olgunlaşma hikâyesi anlatan Yüzüklerin Efendisi’nin her şeyden önce yazarın kendi hayatındaki zorluklardan uzaklaşacağı bir sığınağa benzediğini düşündürüyor. Mesela çocukluğunda ve gençliğinde muzdarip olduğu sahipsizlik duygusuyla baş etmek için kurgulanmış gibi görünen Gandalf yazarın hiç sahip olmadığı baba figürünü anımsatıyor.
I. Dünya Savaşı’nda İngiltere adına cepheye giden yazar, savaşların gördüğünden daha anlamlı ve onurlu olduğu bir dünyanın hayalini kuruyor.
Yüzüklerin Efendisi evrenindeki bazı karakterin, mekânların isimlerini veya yüzük kardeşliğinin bir benzerinin yazarın hayatındaki yerini görmeye imkân vermesi, Tolkien’i heyecan verici kılıyor. Ancak Orta Dünya’ya aşina olmayanlar için filmin sınırlı bir etkiye sahip olacağını söylemek gerek.
Filmin kurgusu içinde ana eksene savaş yerleştirilse de biyografinin en ilginç bölümleri Tolkien’in Oxford’un filoloji kürsüsünde geçirdiği, dil üzerine denemelerini yoğunlaştırdığı dönemden oluşuyor.
Küçük yaşlarından beri mitoloji okumaktan hoşlanan ve epik hikâyeler yazan Tolkien’in eserlerinin en özgün tarafı da dille alakalı. Yazar Yüzüklerin Efendisi’ndeki farklı ahaliler için tutarlı bir grameri, sözdizimi, kelime hazinesi olan farklı diller tasarlayıp yeni alfabe sistemleri geliştiriyor.
Halkların toplumsal hafızalarını şekillendiren şarkı ve şiirlere de kitaplarında geniş yer veriyor. Dil üzerine çokça düşünen Tolkien, milletlerin farklı karakterlerinin ancak dille anlaşılabileceğine inanıyor. Filmde hocaları ve ilk aşkı Edith ile kelimelerin tınısı ve anlamları üzerine gerçekleştirdiği sohbetler bu açıdan görülmeye değer. Yazarın hayatına dair tüm bu detaylar ister eserlerinden yola çıkarak biyografisine dâhil edilmiş olsun, ister tam tersi her hâlükârda filme değer katıyor.
Daha önce Çavdar Tarlasında Asi (Rebel in the Rye, 2017) filminde dünya savaşı yıllarında yaşamış bir başka yazarı, J. D. Salinger’ı canlandıran Nicholas Hoult’un Tolkien rolünün hakkını verdiğini de eklemek gerek.
Tolkien kendini gerçekleştirmek için çıkılacak zorlu yolculuk konusunda cesur olmayı aşılayan eserin müellifinin hayatındaki cesaret ve korkaklık anlarını yansıtmayı başarıyor.