Oradaydık ve şimdi buradayız*
Bütün içe dönükler bilir ki okulun ilk günü hatırı sayılır bir kriz sebebidir. Tanıdık olmayan bir kalabalığın içinde bulunma zorunluluğu ve sosyalleşme baskısıyla baş etmek gerekir. 2001 yılının eylül ayında ortaokula başladığım ilk gün, o zaman tarif edemesem de benzer duygular içindeydim. Nasıl olduysa, ilkokulu birlikte okuduğumuz birkaç içe dönük birbirimizi bulmayı başarıyor; kahkahalardan ve abartılı jestlerden uzakta bir köşede alçak sesle sohbete koyuluyoruz. Uzun sessizliklerin eşlik ettiği bu sohbet sürer ve göz temasından kaçınmak adına önümüzdeki defter kitabı tükenmez bir ilgiyle karıştırırken arkadaşımın yaz tatilinde okuduğu bir romanla ilgili sözlerine kulak kesiliyorum. Büyücülük okuluna başlayan 11 yaşındaki bir çocuğun maceralarını anlatan kitabın ismini, ilk fırsatta kitapçıya sormak için defterimin köşesine not ediyorum: “Heri Potır”
Harry Potter veya Yüzüklerin Efendisi gibi modern mitolojilerin eşliğinde büyüyen çoğu genç, kendi hikâyesinden buna benzer bir başlangıç anı anlatır. İlk ergenlik sancılarımı bir kenara bırakırsak -ki kesinlikle bırakmalıyız- 2001, Türkiye’de her yaştan edebiyat (özellikle fantastik edebiyat) okuru için akılda kalıcı bir yıl. Nisandan kasıma yedi ay gibi kısa bir sürede Harry Potter serisinin ilk dört kitabının Türkçe tercümeleri yayımlanır ve Yapı Kredi Yayınları’nın etkili tanıtımlarıyla geniş kitlelere ulaşır. Türk seyircinin yeni yılı beklemesi gerekecekse de kasım ayında ilk kitap Harry Potter ve Felsefe Taşı’nın sinema uyarlaması İngiltere ve Amerika’da gösterilir. Aralık ayında ise Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin ilk sinema uyarlaması Yüzük Kardeşliği tüm dünyada aynı gün vizyona girer.
Önce romanlar sonra filmler, bazense tam tersi sırayla dalga dalga yayılan ve giderek ete kemiğe bürünen bu fantastik hikâyeler eserlerin sınırlarını hızla aşar. Bugün internette hâlâ meme’leri dolaşan replikler, günlük konuşmaların ayrılmaz bir parçasına dönüşür. Kendisini “Ringer” veya “Potterhead” olarak tanımlayan hayran toplulukları oluşur. J. R. R. Tolkien’in ve J. K. Rowling’in kendi çocukları okusun diye kaleme aldığı hikâyeler çok kısa sürede, dünya genelinde çeşitli yaşlardan gençlerin aidiyet hissettiği bir hayal evrenine dönüşür.
Yeni yetişen jenerasyonların coşkuyla kucakladığı eserleri, yetişkin dünyasındaysa çoğunlukla eleştirel bir mesafeyle karşılar. Fantastiğe karşı önyargısını, nitelikli edebiyatın savunusu kisvesiyle sunup ayrık otu muamelesi yapanlar bile olur. Kimisiyse daha ılımlı görünen bir yaklaşımla “çocuklar için iyi” demekle yetinir, iyi edebiyatın yalnızca yetişkinlerin hakkı olduğunu varsayarak… Hâlbuki Ursula K. Le Guin’e göre “fantastik tüm yaşları eşitler”. Yerdeniz serisini kaleme alan ve fantazi üzerine çokça düşünen yazara göre bir metin “on iki yaşındayken iyiyse, otuz altı yaşında da iyidir, hatta daha iyidir”.
Gerekli kaçışlar
Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi’nin -sinema uyarlamalarının etkisiyle uzun yıllar ağırlığını koruyacağı- popüler kültürün merkezine oturduğu 2001 yılına geri dönersek… O yıl bir şey daha olur. Öncesinde ve sonrasında dünyamızı muhtemelen geri dönüşsüz bir biçimde değiştiren, kimlikler üzerinden kurulan ayrımları ve ayrımcılığı derinleştiren, geride kaldığı düşünülen sıcak savaşın hâlâ bir seçenek olduğuna ikna eden, kendi dünyasında yaşayan sade vatandaşı bile tekinsizle ve belirsizlik duygusuyla yüzleştiren bir olay: 11 Eylül. Temelleri benzer bir hayal kırıklığı çağında, II. Dünya Savaşı sonrasında atılan fantaziye duyulan ilginin 2000 sonrasında yükselişe geçmesi dönemin kitlesel ruh hâlinden bağımsız olmamalı.
Buhranlı zamanlarda kitlesel hâle gelen bu yönelim, fantastik türünü “kaçış edebiyatı” veya “kaçış sineması” çerçevesine indirgemekte ve hakir görmekte ısrar edenlerin iştahını artırıyor.
- Mahiyeti tam manasıyla bilinmese de mutlaka muktedir olmak isteyen kötülük’e karşı, (ister küçük bir hobbit olsun, ister yetim bir çocuk) zayıf ve sıradan karakterlerin mücadelesini ve nihayetinde zaferini anlatan hikâyeler hakikaten “gerçek” dünyanın monotonluğundan veya çıkışsızlığından kaçmaya yarıyor. Hem yazar hem okur için…
Üstelik kaçılan yer, dış dünyada sarsılan değerlerin yeniden inşa edilebileceği ve iyileşmenin sağlanabileceği güvenli bir zemin de sunuyor. Seyircinin veya okurun özdeşleşmesine açılan karakter, iyilikle kötülüğün mücadelesinin merkezinde yer alıyor. Bu ikisi arasındaki sınırlar muğlaklaştığında bile, birçok kez kendisine zor gelen seçimler yapmak zorunda kalıyor.
Bu tanıdık olmayan, karanlık ama bir o kadar ümitli dünyanın içinde saatler, günler, haftalar geçirmeye ikna edecek; onu inandırıcı, kendi içinde tutarlı ve tecrübe edilebilir kılacak detaylı işçiliği bir kenara bıraksak bile bu metinler daha insaflı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Genelde kurmacaya, özelde fantaziye yönelen kaçış/oyalanma suçlamasına Tolkien şöyle cevap veriyor: “Kendini hapiste bulan bir insan kalkıp evine gitmek istedi diye onu nasıl küçümseyebiliriz? Ya da kaçamıyorsa bile duvarlar ve gardiyanlar dışında bir şeylerden söz etmesi suç mu? Mahkûm onu göremese de dışarıdaki dünya hâlâ gerçektir.”
Bu fantastik hikâyeler bizi “gerçekten daha gerçek” bir dünyaya sokuyor. Peki, bu “alternatif gerçekte” büyük ihtimalle kaçacak daha az derdi olan gençler ne buluyor?
Büyümek zorunda kalanlar
Le Guin’in haklı itirazını göz ardı etmemekle birlikte şunu kabul etmeli, romanların okurlarının ve filmlerin seyircilerinin yaş ortalaması oldukça genç. Bu evrenlerde vakit geçirmekten hoşlanan yetişkinlerin birçoğu da bu mitolojilerle gençliğinde karşılaşmış olanlar ve genellikle nostalji duygusuyla tanıdığı bir sığınağa dönmek isteyenler. (Pandeminin başındaki kapanma dönemlerinde fantastik serileri bir kez daha baştan sona geçmeyen kaldı mı?) Le Guin’in Yerdeniz Büyücüsü bağlamında kurduğu şu cümleler Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi için de geçerli olmalı: “Yerdeniz Büyücüsü’nün en çocuksu yanı, konusu: Büyümek. Büyümek, benim yıllarımı alan bir süreç oldu; bu süreci otuz bir yaşımda tamamladım -ne kadar tamamlanabilirse; o yüzden de çok önemsiyorum. Çoğu genç de önemser. Ne de olsa esas işleri budur: Büyümek.”
Çoğu genç önemser evet, öte yandan herhâlde hiç kimse büyümek istemez. Herkes dünyadaki yerini arar, ama bulduğunda yükleneceği sorumluluktan ölesiye korkar. Yine de büyümek zorunda kalır.
Tolkien’in ve Rowling’in kurguları sadece ana karakterlerin değil, onların etrafındakilerin ve hatta “kötülük”ün tarafında olanların bile tekâmül ettiği, buna mecbur kaldığı bir izleği takip ediyor.
Yalnızca Frodo Baggins ve Harry Potter değil, soyunun ve kehanetlerin ona yüklediği görevi üstlenmekte mütereddit olan Aragorn, altı erkek kardeşin en küçüğü olmanın baskısını hissederek büyüse de “Kral” olarak anılacak kahramanlıklar gösteren Ron Weasley, pısırık bir çocuktan dört başı mamur bir savaşçıya dönüşen Neville Longbottom, hatta henüz macera başlamadan önce “Arif” olan Gandalf bile kendilerinin seçmediği ancak kaderlerinde yürümenin olduğu yolda ilerlerken manevi açıdan olgunlaşır. Karakterler kendilerini hazır hissetmeseler de onlara verilen görevleri yüklenir, düşer, kalkar, popüler tabirle kendisini gerçekleştirir ve nihayetinde en yalın hâliyle, büyür.
Edebiyattan sinemaya
- Kitapların sinemaya uyarlanması tıpkı hikâyelerdeki kahramanların yolculuğu gibi kaçınılmazdır. Hollywood sinema endüstrisi Tolkien’in ve Rowling’in, hayal gücünü harekete geçiren detaylı tasarımlarına ve tabii kitapların satış rakamlarına kayıtsız kalamaz.
Kelimelerle teşekkül eden anlatının görüntüyle ele alınması uyarlamanın temel gerilimidir. Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi uyarlanırken yapımcılar, ticari anlamda doğru, sinema açısından tartışmalı bir karar verir ve okur beklentileriyle kavga etmemeyi seçer. Filmler zamansal ve yapısal kısıtlamaların elverdiği ölçüde kitaplardaki olay örgüsünü takip eder, tüm unsurlar romanlarda betimlendiği gibi görselleştirilmeye çalışılır. Hâlbuki edebiyat uyarlamalarını “metne sadık olanlar” ve “sinemaya sadık olanlar” diye ikiye ayırsak, iyi örneklerin genellikle ikinci kategoride toplandığı görülür.
Kaynak metinden sinemanın gereklilikleri uyarınca yapılan sapmalar, filmin niteliğinde belirleyicidir.
Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter uyarlamalarının endüstrinin tüm olanaklarına erişmesi görsel dünyalarını zenginleştirir evet, öte yandan metne sadık kalma baskısı sinemanın kendi yolunu bulmasına ket vurur. Filmler romanların dünyasından bağımsızlaşamaz, zaten tek başına var olmaları da istenmez. Bu yüzden romanları hiç bilmeyen seyirci için filmler tek başına değerlendirildiğinde yüzeysel bir anlam ifade edebilir. Yine de kitapların kurduğu evreni yakından tanıdığımız, sevdiğimiz ve filmleri zihnimizdeki romanın atmosferiyle beslediğimiz için sakil durmaz. Fantastik evren mecralar arasında genişlerken kolektif hafıza imdada yetişir
Yıl 2021… “Heri Potır”la tanışmamdan yirmi yıl sonra, İstanbul’un büyük sinema salonlarından birinin girişinde sıra bekliyorum. Doksanların çocukları, büyümeden önceki hâlimize dair bir anıyı paylaşmak için toplandık; Harry Potter ve Felsefe Taşı’nı ilk gösteriminden yirmi yıl sonra bir kez daha beyazperdede izleyeceğiz. Büyücü cüppeli, asalı insanların koşturduğu fuayenin tantanasını geride bırakıp karanlık salona sığınıyorum. Ben hariç her şey tam da hatırladığım gibi. Film bitip ışıklar yeniden yanınca gördüğüm yüzlerde bir tarihe tanıklık etmiş olmanın ağırlığı seziliyor, kendi tarihimize.
* Tolkien’in -sonradan Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin de mekânı olacak- Orta Dünya’da geçen ilk romanı The Hobbit, or There and Back Again’in ismi, Esra Uzun tercümesiyle.