Semerkand (Özbekistan)
Şâh-ı zend’te her kapı karşısındaki kapıya b/akar, yol ve delil olur biri bir diğerine.
Ki kapılar, nevi şahsına münhasır o nekropol sisteminde, aynı zamanda zemine dönüşürler dünya güzelliklerinin nakşedildiği.
Kelam-ı kadim’in bildirdiği cennetin güzelliklerini de imaen dal dal, boğum boğum, düğüm düğüm serimleyen geometrik şekiller, bitkisel bezemeler, kesintisiz bir bakış zevki içinde taşırlar bakışları bir yere.
“Kullu men aleyhâ fân” zikri, cümle kapıların b/aktığı nihai taç kapı olarak, hayatın farkını burada ölümle tekrar eder.
Buhara (Özbekistan)
Dekoratif bir desenin tekrarında, kavramın mutlak surette aynı kalmasına karşılık, figürün yeniden üretildiğini söyleyen Deleuze, nakkaşın zihnine doğru şöyle yol alır:
Açıklamasındaki açıksızlığın, dilindeki dilsizliğin farkındadır Deleuze, Levi-Strauss’u çağırır imdadına ve o da şöyle der: “Bu unsurlar yerlerinden çıkarılarak birbirlerine kilitlenir ve figür icra edildiği dinamik sürecin tamamını hem teyit eden hem yalanlayan bir istikrarı ancak son anda kazanır.”
Taşkent (Özbekistan)
Işık, ne yüzeydir ne de suret; sürekli kendi içine akan namütenahi bir ırmaktır; aşkınlığıyla azleder tüm yüzeyleri ve suretleri; kendi cevelanında kuşattığı bakışları bakışında kör eder.
Ah, bu cilveleşme ki, kokusunu yayması için fesleğene dokunan narin bir el gibi dokunarak bakışlara, temsile tenezzülü zül addeden bir idrak bahşeder zevk sahiplerine.
Ah, bu cilveleşme ki, soyutu kendi içinde ve değerinde soyuttan soyutlayıp, çeker geometrinin yedeğine; imgenin, alışkanlığın, mühlete tabi olanların ömrü ömürsüzlüğe bitişir de Tek-Bir Hüve’l-Bâki kalır geriye