İpek (Kosova)
Lafızda uzak, yakının yokluğudur.
Manada uzak, İbn-i Sînâ’ya göre, “zaman” diye adlandırdığımız şeyin, mesafe cinsinden önceye ve sonraya ayrıldığı hareket sayısının sayısızlığıdır.
Hâl’de uzak, önceye ve sonraya ait akli ve fiilî suretlere mesafesizliğimizdir; uzağına düştüklerimizle, uzağına düşürüldüklerimizin, umulmadık kimi etkilerle hafızamızda harekete geçecek şekilde “dürülü” hâle gelmesidir.
Dolayısıyla uzak, zaman ve hareket yönünden var olmakla birlikte, bize bitişik olan şeydir.
Yol, uzağı kendimize çektiğimiz bir ip; geçitler, uzağın kapıları; ufuk, uzağın münadisi; vuslat uzağın uzaklıktan uzaklaştırılmasıdır.
Hani, “Hem avcısıyız kendimizin, hem avıyız biz” der ya Ahmed Gazâlî.
Uzakla da böyleyiz: Uzağın avcısı ve avıyız uzaklığın.
Travnik (Bosna-Hersek)
Lafızda yakın, uzağın yokluğudur.
Manada yakın, erişilebilir olma potansiyelinin kuvvesi ve fiili arasındaki berzahtır.
Hâl’de yakın, ilme’l-yakin, ayne’l- yakin ve hakka’l-yakin menzillerindeki vakfelerdir; mahrem ile mahrum arasındaki mesafenin aşılamazlığına şahit olmanın yarattığı gerilimdir; uzaklığı tüketmenin zevkidir; halvette edebin lügattan silinmesidir; vuslatta erişilenin erişenle katışmasıdır.
Bundandır ki, klasik aşk hikâyelerimizin olmasa olmazı, âşığın bir şehirden bir diğerine varmasıdır; âşık ya ayrılırken ya da erişirken havalandırır aşkın divanından bir türküyü; çünkü her şehir onun için kapanan ve açılan bir kapıdır.
Âşık diyorsak, açık ya da kapalı her kapıdan sevdiğine bakandır.
Bir şehir de bir kandile pervane ve kendi iç yangınının, yalnızlığında yalnız olandır.
Fez (Fas)
Ömer Hayyam, “Çok gezdik ovada kırda / Çok dolandık, tozduk ufuklarda / Duymadık bu yoldan gelen birini / Giden yolcu dönmedi, kaldı orada” rubaisini söylerken, kendisine yakındı, gelişini duymadıklarına ve dönüşünü görmediklerine çok uzak...
Benim şimdime göre ise Ömer Hayyam, hem gelmişliğiyle hem gitmişliğiyle, meçhuliyetin silik öznelerinden biri ve iki hareketinden de şüphe duyulan...
Geçmişteki muhkem bir kalenin imgesi kabilinden, büyük bir yıkımdan arta kalan şu pencereden dışarıya düşmanı fark etmek, içeriye dostunu seçmek için bakmış olabileceklerle aynı soydan...
Nispetlerden bir nispet olarak uzağı ve yakını kendinde toplayan; kısaca insan!
Söz kılıcını kınından uzaklaştırdığı için, her âkilin aklına yakın olma hakkını kazanan...
Yakova (Kosova)
Fetih bitemez, kan uyuyamaz, fethedenin fethedilişine mâni olunamaz.
Mühlet biter, ten pörsür, can tükenir, yarılır toprak ve çeker bizleri içine.
O hâlde, bu süreçlerin ve tamamlanan mühletlerin zarfı olarak Yakova (kan-ovası), onun yeni fatihi olmak isteyen hemen yanı başındaki Sırplara mı, yoksa uzağındaki Türklere mi daha yakın düşer?
Kadim bir dayanışmayı ve direnişi temsil eden şu mezar taşlarından okunur bu yakınlığın ve uzaklığın hükmü ya da o taşların kendilerini bana göstermek için, bir seher vaktinde beni yollara düşürmelerinden okunur belki.
Veya uzaklık ve yakınlık nispetlerini aşıp, uzağın uzaklığını, yakının yakınlığını teslim ederek, kendi kulluk hadlerinde duranların şu ortak zikrinden okunur, belli:
“Küllü men aleyhâ fân!
Ve yebkâ vechu rabbike zü’l-celâli ve’l-ikrâm!”