Nihayet pazardayız
Dosyayı hazırlarken ekipçe pazara çıkmak istedik ve bir cuma günü Kadıköy Göztepe Pazarı’nda buluşmak üzere sözleştik.Ortaya o günkü taze pazar gözlemlerimizle başlayıp eskideneyimlerimizi de konuştuğumuz bu söyleşi çıktı.
Ahmet Murat:
Nereden başlayalım arkadaşlar?
Kübra Yaşar:
Buluşmamızdan başlayalım hocam. Geldiğimizde ne yiyordunuz?
Ahmet Murat:
Biberli, domatesli karışık tost. Çayı da güzeldi.
Kübra Yaşar:
Genelde pazarda gözleme yenir.
Ahmet Murat:
Pazarın girişinde gözlemeci bulamadık. Sizinle buluştuktan sonra daha ileri bir noktada gördük. Bilseydim ben de gözlemeye saklardım hakkımı. Tost beni tıkamasaydı halka tatlılardan da yemek istiyordum aslında.
İslâm Dalp:
Halka tatlıcının tezgâhına “Yesem mi acaba?” der gibi bakarken bir fotoğrafınızı çektim. Dilara, sen turşu suyu içtin. Nasıldı?
Dilara Yabul:
Çok güzeldi. Ben farklı turşu kaplarının içerisinden tek tek verecek sanıyordum ama suyu ayrı bir damacanadan verdi. Turşu suyunu damacanaya, yanına da bardakları koymuş. Oradan istediğin kadar alıyorsun. Acı istiyorsan onu da ayrıca ekliyor. Ben 1,5 liralık içtim.
İslâm Dalp:
Pazar çok büyük olduğu için hakkını vererek gezenler orta noktadaki gözlemecinin olduğu yeri, dinlenme istasyonu olarak kullanıyor.
Ahmet Murat:
Zeytin de pazar tadı sayılabilir. Hepimiz üçer dörder tane yedik.
Zeynep Özel:
Her geçen çekinmeden üçer dörder tane yiyordu. Satış için ne kalıyor satıcıya, ben onu düşündüm.
Ahmet Murat:
Pazarda cömertlik esastır. Her şeyin tadına bakabilirsin.
İslâm Dalp:
Havuç satan tezgâhın sahibi bile ısrar etti, tadına bakın diye!
Ahmet Murat:
Onun tadına bakmak çok zor. Sarı Özbek havucu aldık. Bir de Konya’dan tanıdığımız mor havuç aldık.
Kübra Yaşar:
Pazarın hepsini gezebildik mi sizce?
Zeynep Özel:
Bu pazar bayağı büyük. Çok az kısmını gezdik.
Ahmet Murat:
Epey gezdik aslında. Çok fazla kumaşçı vardı. Oraları hızlı geçtiğimiz için hepsini gezmedik gibi gelebilir size.
İslâm Dalp:
Biraz arayışta olmak lazım. Genelde zihinde belli şeyler olunca daha dikkatli geziliyor.
Zeynep Özel:
Halı benim için sürpriz oldu. Daha önce de pazarlarda halı görmüştüm ama İran, Afgan halıları gibi bu kadar çeşitli ve iyi halı görmemiştim.
Ahmet Murat:
Kaliteli halıcı ben de ilk defa görüyorum. Afgan halısına 7500 lira istedi.
Zeynep Özel:
Dönüşte uğrasaydık o halıyı 5000’e alırdık.
Ahmet Murat:
Ödemem var bugün demişti. Muhtemelen verirdi.
Kübra Yaşar:
Fatih Çarşamba pazarına da geliyor aynı halıcı.Haftaya bizim pazara gelseniz o gün de “Ödemem var” diyebilir. (Gülüşmeler)
Ahmet Murat:
Cumartesi günleri de Beşiktaş pazarındaymış. Bu halılar ağır halılar. Sabah bunları nasıl getirip asıp hazırlıyorlar acaba?
Kübra Yaşar:
Çarşamba sabahları geçerken görüyorum. Araçlarından katlanmış şekilde çıkarıyorlar. 9.30 gibi henüz hepsini asmamış oluyorlar. İplere aşağıdayken asıp yukarıya doğru çektikleri bir sistemleri var. Hatta bazılarını mandallarla ipe tutturuyorlar.
Ahmet Murat:
7500 liraya halı sattığına göre belli ki alıcısı var.
Dilara Yabul:
Pos makineleri vardı.
İslâm Dalp:
7500 lirayı nakit olarak yanında taşıyan biri var mıdır ki? Varsa bile bu pazara geliyor mudur? Bugün cuma. Aynı pazar, salı günleri de kuruluyor. O zaman bitpazarı olmuyor. Yemeklik malzemeler oluyor. O pazarda daha fazla pazar tadına rastlamak mümkün. Salı günleri çiçek bölümü de oluyor.
Zeynep Özel:
Burada bitpazarı olarak antikacılarda bir artış olmuş. Eskiden bu kadar değildi. Bu pazarın ilk hâli çok güzeldi. Kadıköy Boğa heykelinin ilerisinde kurulduğu hâli. Mekânla pazar ünsiyet kurmuş gibiydi. Buraya alışamadım.
İslâm Dalp:
Önceden bitpazarı pazarın içinde olmazdı, hususi bitpazarı bölümleri vardı.
Zeynep Özel:
Feriköy Pazarı var şimdi o şekilde.
İslâm Dalp:
Alıcı ve satıcı çok iyi o pazarda. Üründen anlıyorlar. (1938 tarihli, bir öğrencinin Osmanlıca-Fransızca defterini göstererek) Şu defteri oradan bir liraya alamazdım muhtemelen.
Zeynep Özel:
Feriköy’de fotoğraf çekince söyleniyor satıcılar. Bugünkü gibi rahat çekim yapamazdık.
Ahmet Murat:
Orası biraz daha antikacı dükkân sahibi esnafın açtığı bir pazar hâline gelmiş. Burası daha döküntü bir bitpazarı. Niye fotoğraf çektiğimizi de anlamamış olabilirler. Yanımızda bir abi “Buraya hâkim olabilmek için sabah gelmek gerekli” diyordu. Çok büyük ve biraz dağınık. Muhtemelen meraklıları sabah seçiyordur her şeyin iyisini.
Dilara Yabul:
Parça kumaşların iyileri zaten sabahtan bitiyor.
Ahmet Murat:
Bitpazarı kısmındaki iyi eşya ve kitaplar da…
Zeynep Özel:
Benim tanıdığım terziler mefruşatları daha uygun olduğu için genellikle buradan alıyor. Lastiğidir, biyesidir, düğmesidir...
Ahmet Murat:
Kumaş çok ucuz ve kaliteli ama elinden terzilik gelmesi lazım. Yoksa bir işe yaramaz. Abiye kumaşların olmasına çok şaşırdım.
Kübra Yaşar:
Çarşamba’daki kumaşçı sokağında da abiye kumaşlar var. Muhtemelen abiye diken terziler gelip buralardan alıyorlar.
Dilara Yabul:
Koltuk kumaşları bile var.
Ahmet Murat:
Anadolu pazarlarında kumaş olmaz. Onun için şaşırıyorum ben. Oralar sebze, meyve ağırlıklıdır. Kıyafet de olur ama biraz köyden pazara gelmiş olanların ihtiyacını karşılayacak sınırda, ucuzlukta ve kalitededir. Burada gezen profili de görüyoruz. Sanki terzisi, modacısı da var gibi aralarında.
Zeynep Özel:
Tabii vardır. Pazarda kumaşçı gezmek büyük keyif. İstediğin her şeye bakabiliyorsun. Kumaşçılarda bir minnet hâli ile “Şunu açar mısın, bunu açar mısın?” derken birkaç çeşitten sonra tezgâhtar sıkılıyor. Burada her şey elinin altında. Bir kumaş seni diğerine götürüyor.
İslâm Dalp:
Pazarın genel olarak öyle bir hâli var. Sebze meyve seçerken de o gerilimi yaşamıyorsun.
Ahmet Murat:
O teklifsizlik satıcılarda da var. Konuşurken abi, abla, yenge, teyze’ye hızla geçebilirler. Anne diyen de çok. Bir de ben çocukken bizim oralarda pazara çoğunlukla erkekler giderdi.
Kübra Yaşar:
Şimdi yine pazara giden erkek sayısı artmış görünüyor. Çok fazla erkek görüyoruz pazarlarda.
Ahmet Murat:
Belki sebepleri değişti bunun. Eskiden kadının dışarı çıkmasıyla alakalı bir hassasiyet vardı. Bu sebeple birçok yerde daha çok erkeklerin alışverişe gittiğini hatırlıyorum. Bazı yerlerde tam tersi olabilir. Hatta satıcıların çoğu kadın da olabilir.
İslâm Dalp:
Ayvalık tarafında erkekler, dondurma ve çayın olduğu gölgelikli bir yerde otururlar. Kadınlar pazarı gezer, alacağını alır, bir tezgâha bırakır. Sonra haber verir. Erkek gider, eşyaları alır döner. Satıcıların çoğu da kadındır. Yörük kültürünün etkili olması da var işin içinde bizim oralarda. Ahmet Murat: Epeydir bu pazara gelmemiştim. Eskiden bitpazarı kısmı erkeklerin ilgisini çeken bir bölümdü. Bugün çok kadın gördüm. Özellikle bardaklar, kadehler, porselenler.
Dilara Yabul:
Bir ara gençler arasında da bitpazarı çok moda olmuştu. Hipsterlar ya da genel olarak eski kıyafetlere merak salanlar hep oralardan alışveriş yapıyordu. Marka marka orijinal reyonlar vardı. Ben de o zaman bir sürü ayakkabı almıştım. Şu an hiç göremedim.
Kübra Yaşar:
Satıcı profili daha orijinal olan bitpazarlarına kaymış olabilir. Burası fazla döküntü. Ahmet Murat: Ayakkabıların 1 liraya satılması ilginç geldi. Bağcığını alamazsın 1 liraya. İslam sen defter aldın 2 liraya.
İslâm Dalp:
Yazılı olduğu için 1 liraya aldım. (Gülüşmeler)
Ahmet Murat:
2 liraya Hayyam aldık, A. Kadir çevirisi.
İslâm Dalp:
Biraz dikkatli gezmek gerekiyor. Benim genel olarak pek sabrım yoktur. Annemle gelmiştik bir keresinde. Annem hem uygun hem kaliteli meyve sebzeyi alabilmişti. Sanırım kitaplarda da yığınların altını biraz karıştırsak daha başka şeyler de bulabiliriz.
Ahmet Murat:
İstanbul’daki pazarlarda meyve sebzede pek sürpriz olmuyor. Her yerde aynı şeyi buluyorsun. Otlar yok mesela. Bugünün sürprizi Özbek havucu ve Konya’nın mor havucuydu. Anadolu’daki pazarlarda hep böyle şeyler var. Alıç mesela. Burada bulmak zordur. Ama gidersin Anadolu’ya mevsiminde her yer alıçtır.
Kübra Yaşar:
O da o yöre insanı için sürpriz olmuyor.
Ahmet Murat:
Şöyle, diyelim ki Kastamonu’da, Karabük’te de alıç sürpriz olabilir. Şehirliler için köy meyve sebzesi değerli hâle geldi. Eskiden böyle değildi, her şey köyden gelirdi. Şimdi seralardan gelen daha biçimli sebze, meyveler var. Ama genelde Anadolu’daki pazarların hafif dışına doğru, köyden getirdikleri ürünleri satan köylüler vardır.
Zeynep Özel:
Burada da köylü pazarları var.
Ahmet Murat:
Benim burada gördüklerim iki üç tezgâhı geçmeyecek şekilde. Köyden kastı da Beykoz ve Sarıyer tarafları.
Zeynep Özel:
Biz şöyle bir şeye tanık olduk. Yaşlı bir teyze iki üç demet maydanoz çıkarmış tezgâhına. Yanındakine diyor ki “Aslında tezgâhın altında daha çok maydanoz var ama organik olan azdır inancıyla kimse maydanozumun organik olduğuna inanmıyor. Ben de satıldıkça kalanı az az çıkarıyorum.”
Kübra Yaşar:
Pazar günleri Kasımpaşa ve Balat’ta Kastamonu’nun köylerinden getirilen ürünler satılıyor yıllardır. Bir akşam öncesinden getirilen ürünleri, pazarda erken saatlerden itibaren bulabiliyoruz. Bir sokağı geçmeyecek büyüklükte, otuz otuz beş tezgâh var diyelim. Mevsiminde ne çıkıyorsa marul, maydanoz, biber, kestane, mantar, dağ çileği, elma, armut, yoğurt, yumurta, tavuk, ekmek… Görüntülerinden, tadından doğal olduğu anlaşılıyor.
Ahmet Murat:
Büyük şehirlerdeki pazarlarda köyden getirdim denilen şeye pek itimat edemiyorum çoğu zaman. Anadolu’da hakikaten köydendir o ürünler.
Annemin uzmanlık alanıdır, hangi köyün domatesi, hangi köyün şeftalisi meşhursa onu alır. Üzümleri annem köy köy bilir ve gidip onu bulur. Onun pazarda bir çevresi var.
Zeynep Özel:
Evet, bazen mevsimi geldiği hâlde kurutmalık biber patlıcan almak istesek de “Daha döküm başlamadı” der kayınvalidem. “Daha uygun fiyata, daha bol zamanı başlamadı” der. Anadolu pazarlarında dikkatimi çeken bir başka şey de sebze ve meyvelerin elinin yüzünün düzgün olmaması. Tat ve kokuları ise bambaşka ve çok güzel.
Ahmet Murat:
Pazardan pekmez aldık bu sene. Toplamda kardeşlerimle birlikte yirmi-yirmi beş kilo almışızdır. Kola şişelerine doldurmuşlar. Buradan gitsen güvenemezsin, ambalaj ve sunum yok. Başında uyuklayan bir abi var. Biz iki üç kilo aldık. Sonra annem sipariş verdi, beş kilo daha aldık. Derken kardeşlerim de aldı.
Kübra Yaşar:
Şile Belediyesi bu yöresel ürün olayını çok güzel çözmüş. Köylünün cumartesi-pazar günleri kullanabilecekleri küçük bir pazar alanı oluşturmuş. Ayşe teyze bahçesinde ne varsa getirip satıyor. Ayrıca bahçesindeki sebzelerden yaptığı turşu, reçel, sirke gibi ürünleri de nasıl ambalajlaması gerektiğini öğreten ve destekleyen bir kooperatifleri var. Pazarda zaten bahçe sahibiyle muhatap oluyorsunuz. Çok merak ederseniz sizi alıp bahçesine de götürebiliyor. Kooperatif desteğiyle internet üzerinden her yere satış yapabiliyorlar. En son kışa girmeden uğramıştık. Tezgâhlarda marul, bal kabağı, köy peyniri, bal, sirke, reçel, turşu, yumurta vardı. Muhtemelen yazın gitsek domates, salatalık ve bolca meyve bulabiliriz.
Ahmet Murat:
Eğitim ve yönlendirme olmuş o bölgede. Bahsettiğimiz Anadolu’daki pazarlarda, köy pazarlarında hiç böyle bir organizasyon olmuş bir peynir var. İnsanlar o peyniri alıyorlar. Nasıl ambalajlarsan ambalajla, başka bir yerde onu satmana imkân yok. Bu tarz yerlerde de böyle organizasyonlar olursa o zaman şehirlinin damak tadına uygun şeyleri üretip, o yeşil peyniri artık üretmeyebilirler. Bazı peynirleri o şehrin dışında hiçbir yerde bulamazsın. Mağarada yapılan özel peynirler var. Mağaranın kapasitesi belli dolayısıyla üretimi de…
Zeynep Özel:
Mesela İran’da ve Fas’ta sebzeler çok doğaldı. Ben yıllardır İstanbul’da öyle domates, sebze görmüyorum.
İslâm Dalp:
Pazarın kendi iç yapısından girdik konuya ama pazarda alışveriş yapmayı şehirliler terk ediyor. Özellikle kadın erkek çalışıyorsa ve ikisi de işlerine sabah erken gidip akşam geç geliyorsa pazara pek çıkamıyorlar.
Ahmet Murat:
Hafta sonu pazar varsa belki.
İslâm Dalp:
Ona da kalkıp gitmek gerekiyor. Bulunduğu semtte hafta içi kuruluyor genellikle. Eşim Hüsna bu hafta, taşındığımızdan beri ilk defa bizim mahalledeki pazara gitti. Diyor ki marketten aldığımız ürünler ne kadar kötüymüş. Capcanlı, renkler parlıyor, daha ucuz, seçme özgürlüğün yok. Bu da iyi bir şey diye düşünüyorum aslında.
Zeynep Özel:
O sunum fiyatları yükseltiyor mu acaba? Çuvalımsı kumaşlarla süslenmiş kavanoz vs. olunca?
Kübra Yaşar:
Fiyatlar çok yüksek değildi. Anadolu için sunuma ihtiyaç yok gerçekten ama büyükşehirler için böyle bir organizasyona ihtiyaç var gibi geliyor bana. Az önce söylediğiniz gibi neye güveneceğimizi bilemiyoruz. Memleketimize gittiğimizde pazarın bir köşesinde köyden gelen teyzelerin kendi bahçelerinden getirdikleri ürünleri sattıklarını görüyoruz. Orada şüphelenecek bir şey yok zaten, belli ki bahçesinden toplamış gelmiş. Ama Şile gibi bir yerde bu organizasyon ve sunum ürünü daha güvenilir hâle getiriyor.
Ahmet Murat:
Şöyle bir şey de var. Mesela tulum peynirini biraz şehirlinin damağının ortalamasına göre uyarlıyorlar. Şile de buna dâhil olabilir. Zeytinyağı, alıç sirkesi gibi ürünler için de geçerli bu durum. Anadolu’da pazarlarda başka yerde hiç rastlayamayacağın, oradaki halkın tercih edeceği, başka yerden birinin damak tadına çok uzak gelen, buradan gitsek yüzüne bakmayacağımız ve küften yeşil olmuş bir peynir var.
İnsanlar o peyniri alıyorlar. Nasıl ambalajlarsan ambalajla, başka bir yerde onu satmana imkân yok. Bu tarz yerlerde de böyle organizasyonlar olursa o zaman şehirlinin damak tadına uygun şeyleri üretip, o yeşil peyniri artık üretmeyebilirler. Bazı peynirleri o şehrin dışında hiçbir yerde bulamazsın. Mağarada yapılan özel peynirler var. Mağaranın kapasitesi belli dolayısıyla üretimi de…
Zeynep Özel:
Mesela İran’da ve Fas’ta sebzeler çok doğaldı. Ben yıllardır İstanbul’da öyle domates, sebze görmüyorum.
İslâm Dalp:
Pazarın kendi iç yapısından girdik konuya ama pazarda alışveriş yapmayı şehirliler terk ediyor. Özellikle kadın erkek çalışıyorsa ve ikisi de işlerine sabah erken gidip akşam geç geliyorsa pazara pek çıkamıyorlar.
Ahmet Murat:
Hafta sonu pazar varsa belki.
İslâm Dalp:
Ona da kalkıp gitmek gerekiyor. Bulunduğu semtte hafta içi kuruluyor genellikle. Eşim Hüsna bu hafta, taşındığımızdan beri ilk defa bizim mahalledeki pazara gitti. Diyor ki marketten aldığımız ürünler ne kadar kötüymüş. Capcanlı, renkler parlıyor, daha ucuz, seçme özgürlüğün var. Geçenlerde markette pırasa aradım, eli yüzü düzgün bir şey bulamadım.
Kübra Yaşar:
Pazardaki en büyük kavgalar tezgâhtarların seçtirmemesi olayından çıkar ya. Çünkü tüketici seçme özgürlüğü için gidiyor pazara.
Ahmet Murat:
Seçtirmeyen yerler ya çok ucuzdur, iyice öldürmüştür fiyatını, onu bitirmek üzere gelmiştir. Ya da istisnai bir titizliği, hastalığı vardır. Yoksa pazar seçim yeridir. Ben eskiden pazara çıktım birkaç kere. Elma, armut, erik satmak için çıkmıştım. Tahminime göre otuz kırk sandık elma satıyordum bir günde. Her sandık 25 kilo olsa ortalama 750 kilo elma satmışım yani bir çıkışta. (Burada siz okuyucularımızın şaşırması gerekiyor. Biz Ahmet Murat’ın elma sattığını önceden biliyorduk. İlk duyduğumuzda şaşırmıştık hâliyle.)
Dilara Yabul:
Aaaa, nasıl o kadar çok satılıyor!
Kübra Yaşar:
Tek elmacı mıydınız hocam?
Ahmet Murat:
Değildim ama iyi bir yerdeydim. Bir de güzel bir elmamız vardı. Artık bahçemiz de rahmetli oldu. Öğleye kadar pazarcının bir enerjisi olur. Bağırır, çağırır. Bugün de biz geç gittik. O nedenle seslerini pek duyamadık. Artık pazarcı yorulmuş, satacağını da satmış. Şu an saat 17. Artık yavaş yavaş toparlanmaya başlayacaklar. Sabahleyin pazarcılar daha gürültülü, enerjik olur. Fiyatlar da yüksektir. Ben de onu bilmeden yapmıştım, sabah elmanın kilosu 2 liraydı, öğleden sonra radikal bir kararla ben onu 1 liraya, 50 kuruşa kadar indirmiştim. Bitirmek için öyle yapmıştım. Sonuna doğru üç kiloyu 1 liraya falan vermiştim. Etrafıma bakıp taklit ederek biraz da bağırmıştım. Ne söylediğimi hatırlamıyorum ama.
Zeynep Özel:
Şiirsel bir şey miydi?
Ahmet Murat:
Tabii olmaz mı, elmaya şiir yazdım. (Gülüşmeler)
Zeynep Özel:
Rahmetli baban sonuçtan memnun kaldı mı?
Ahmet Murat:
Para bana kaldığı için ben sonuçtan daha çok memnun kaldım (Gülüşmeler). İyi de para kazandım. Pazardan iyi para kazanılır.
Zeynep Özel:
Helal para.
Kübra Yaşar:
İnanılmaz da yorucu bir iş. Benim evimin alt ve üst sokaklarına pazar kuruluyor. Fatih Çarşamba pazarı İstanbul’un en büyük pazarlarından biri. Salı akşam işten eve dönerken tezgâhların sokaklardaki belli yerlere çıktığını görüyorum. Gece yarısı pazarcıların araba sesleri geliyor. Sabah namazından sonra tezgâh açma sesleri. Demirleri, tenteleri, ne satacaksa artık malzemelerini indiriyorlar. Çarşamba sabahı işe giderken hâlâ telaşları bitmiyor. Herkes birbiriyle yardımlaşarak tentelerini açıyor. Birlikte kahvaltı yapıyor, sohbet ediyor, ilginç bir şekilde o gün gündem neyse onu konuşuyorlar. Aralarında inanılmaz bir dayanışma var. Akşam da özenle hazırladıkları tezgâhları gerisin geriye bozup sokağı dolduran kamyonlarına yüklüyorlar. Hiç bitmek bilmeyen bir koşturmaca…
Zeynep Özel:
Aslında her gün ayrı yerde sahne alan ve kulisi, hazırlık aşaması provasına filan tanık olmadığımız bir oyun gibi.
Ahmet Murat:
Sabah müşteri yokken birbirlerine takılmaları, şakalaşmaları, bir müzik açıp birlikte dinlemeleri… Geçen hafta Cuma pazarı yeni kurulurken biri telefonundan Neşet Ertaş açmış. Öbürü dedi ki “Senin yaşın tutuyor mu onu dinlemeye?” “Tabii tutuyor hatırlıyorum” diye cevap verdi dinleyen. Laf nereden geldiyse Ahmet Kaya’ya geldi. Onun hakkında biraz konuştular. Ahmet Kaya politik bir isim ya sanki ortam elektriklenecek gibiydi. Okuryazarların sofrası olsa orası, ortam biraz karışabilir. Ama pazarcı bunu insani şakalaşmalar içerisinde eritiyor ve çalışmaya devam ediyorlar. Bugün de arabesk bir şey duyduk.
Dilara Yabul:
Adnan Şenses’ten, “Neden Saçların Beyazlamış Arkadaş?” İlginçtir, ben de bu sabah bunu söyleyerek uyandım. (Gülüşmeler)
Ahmet Murat:
Kaset satıyorlardı, hâlâ kaset alan var mıdır?
İslâm Dalp:
Kaset toplayan insanlar var. Hâlâ tamamen kaybolmuş değiller. CD’ler düşmedi henüz bitpazarı tezgâhlarına. Kasetçalar da vardı.
Zeynep Özel:
Marka takıntısı ve parası olmayan gençler pazardan ev düzerek evlenebilirmiş gibi geldi bugün. Gelinlik bile vardı. Ortalama bir ev çıkabilir. Tabak, çanak, kıyafet, her şey var. Hatta düğün öncesi bohça merasimlerinin vazgeçilmezi bohça kapları için şantuk, kadife kumaş bile vardı.
Kübra Yaşar:
Sadece bitpazarı için değil, normal pazarlarda da bir evin ihtiyacı olacak her şey var. Birinci el züccaciye ürünlerinden tutun da halı, kilim, çarşaf, her keseye uygun eşyalar bulunuyor.
Ahmet Murat:
Bazı ürünler de daha ucuz değil gibi. Çoraplara baktım. Kaliteli çoraplar mağazalardan daha ucuz değildi.
İslâm Dalp:
Ucuz-pahalı karşılaştırması için biraz daha dikkatli gezmek ve sık gitmek lazım pazara.
Ahmet Murat:
Şimdi tanzim satışlar var. Onlarla rekabet eden marketler de var. Bunlar pazardan daha ucuz olabilir. Ama bunların hiçbiri pazardaki malın çeşitliliğini tutturamaz. Bugün gördüğümüz zeytin tezgâhını hatırlayın. Kaç çeşit zeytin vardı orada. Benim ilk defa gördüğüm zeytinler vardı. En son aldığımız neydi?
İslâm Dalp:
Kalamata zeytini. Çok sayıda farklı zeytin ağacının zeytini vardı. Hepsi farklı dönemlerde toplanıyor. Kimisi daha yeşilken kimisi hafif kırmızıya çalarken. En son da siyah olur. Yapma usulü olarak da kırma ve çizme zeytin vardı. Bazı zeytinler siyaha dönmeden mora çalar biraz. Ama o tezgâhta -zannediyorum- pancar suyunda yapılmış kırmızımtırak zeytin de vardı. Kübra Yaşar: Her pazarda böyle favori zeytinciler var galiba. Bizim pazarda da çeşidi bol bir zeytinci var, sürekli müşterisi var.
Ahmet Murat:
Çeşitlilik açısından çok dikkat çekici. Ben üç dört tanesinin tadına baktım. Ama pazardaki peynirler de çok iyidir.
İslâm Dalp:
Yanımızda ekmek olsa zeytincide karnımız doyardı.
Ahmet Murat:
Bu arada bir teyze senin çantanın modelini aldı.
İslâm Dalp:
Evet, dikkatle çantayı inceledi ve muhtemelen gözüyle biçti o anda.
Zeynep Özel:
Üsküdar Cuma pazarında bir kadın vardı. Rahat kullanılabilen, pamuklu tek renk yazmamsı örtülerin kenarlarına oya ile farklı modeller uyguluyor. Ayrıca ilginç broşlar yapıyor. Artık kumaş parçalarını değerlendiriyor. Çok estetik bir tezgâh.
Ahmet Murat:
Üsküdar’da Beypazarı’ndan gelen ürünler de var. Kurular, sarmalar… Çok başarılı.
Kübra Yaşar:
Serap’ın her cuma koşarak almaya gittiği marullar da Kastamonu’nun köyünden geliyormuş.
Zeynep Özel:
Doğal marul çok önemli. Onun takıntılıları var.
Ahmet Murat:
Eski İstanbul resimlerinde falan görüyorum. İnsanlar mesire yerlerinde marul yiyorlar. Marul yiyen kadınlar var. Çok lezzetli galiba sanki pamuk şeker yiyorlar gibi. Özel bir marul gibi gelir hep bana ve düşünmeden edemem acaba yedikleri marulun tadı nasıldı?
Zeynep Özel:
Zor bulunan bir şey miydi acaba? Doktorlar da özellikle göbek şeklinde olanın yurt dışı menşeli olduğunu, diğerinin tercih edilmesi gerektiğini söylüyorlar.
Kübra Yaşar:
Bahçe marulu o zaten. Çocukluğumdan hatırlıyorum. Babaannemin ektiği öyle bir maruldu. Salkım saçak, topraklı…
Zeynep Özel:
Bir dönem hormonlu şeyler almamak için özellikle kurtlu şeyleri tercih ediyordum. “A ne güzel kurtlu, doğalmış” dediğimde kayınvalidemden ilginç bir şey öğrendim. Kurtlu olması, onu çok fazla ilaçlamış oldukları anlamına da gelebiliyormuş. Çünkü bazı kurtlar ilaca direnç gösterebiliyormuş. Kurtlu olması doğal olduğunu göstermiyor yani.
Ahmet Murat:
Eskiden bahçemizdeki elmayı biz yılda beş kere ilaçlardık. Şimdi on beş kere ilaçlanıyor. Yirmi yılda beşten on beşe çıktı. Sebebi hastalıkların, kurtların daha dayanıklı hâle gelmesiyle ilgili. (İlaçlama sayısı karşısında ekipte derin bir sessizlik...)
Zeynep Özel:
Bakterilerin direnç kazanması gibi.
Kübra Yaşar:
Dolayısıyla ilaçsız elma yok şu anda.
Ahmet Murat:
Onu dağda bulursun. Belki organik bahçeler varsa oralarda vardır.
Kübra Yaşar:
Dedem vefat ettikten sonra bizim bahçelerdeki ağaçlara bakan olmadığı için köye gittiğimizde şekilsiz doğal elmalar oluyor, tatları çok güzel, onları yiyoruz. Ama aynısını burada bulamıyoruz.
İslâm Dalp:
Anneannem eskiden çok fazla pazara indiğinden bahseder. Tezgâhlardan birine bırakır gidermiş. Sonra parasını almaya gelirmiş. Şimdi hep halden alınıyor.
Kübra Yaşar:
Belki ilçelerde falan kalmıştır, hâlâ köyden getirip tezgâha bırakılan bahçe ürünleri. Bahçesindeki fazla şeyi götürüp bir yere vermek zorunda.
Zeynep Özel:
Pazarcıların çok dışa dönük oluşu dikkatimi çeker benim. İnsan ilişkilerinde çok cevval oluşları.
Ahmet Murat:
Bence şart değil. Bazıları da çok uslu, sakin oluyor. Yapılacak iş çok sınırlı zaten. Bağıranlar olduğu gibi hiç bağırmayan pazarcılar da var. Bazıları çok eğleniyor gibi görünüyor.
Kübra Yaşar:
En sinirli anları akşam toparlanırlarken bir şey almaya çalıştığınızda…
Dilara Yabul:
Dövebilirler bile o an. O kadar sinirli oluyorlar ki!
Ahmet Murat:
Sizce pazar gezmenin nasıl bir etkisi var insanın üzerinde? Ben enerji dolduğumu, uyandığımı hissediyorum.
İslâm Dalp:
Alışveriş barkotlarla geçtiği için kasiyerle ne konuşulur: Ürünü verip, para üstüne teşekkür edilir. Pazarda öyle değil. Beş ise üçe olur mu muhabbeti yapılabiliyor. Etrafımızda çokça konuşma var. Pazarın kendi evreni metaforik bir genişleme sağlıyor. Orada gördüğü şey bir çağrışım Yanındakine bir hikâye anlatıyor, tezgâhtarın diğeriyle muhabbetini duyuyoruz.
Zeynep Özel:
Sanal değil gerçek bir âlem, hayatın tam içi. İnsan ilişkilerinde çok başarılılar. Seçim zamanları vs. başımıza gelir ya, tipine göre iğnelerler, o bile sevimli geliyor bana. Tezgâhtaki renk cümbüşü pazarcıların hâllerine de yansıyor. Terapi merkezi gibi…
İslâm Dalp:
Hüsna salata yaparken bunda bir kırmızı veya sarı eksiği var diye bakar olaya. Pazarda bütün renkleri bir arada görünce buradan alışveriş yapılır, burada her şey yerli yerinde der, sanırım. Kübra Yaşar: Pazardaki sebze ve meyve tezgâhları çok sanatsal gerçekten. Neyle neyi yan yana, hangi rengi nereye koyacaklarını çok iyi biliyorlar.
Zeynep Özel:
Pazarlarda şekilli sebze meyve doğrayıcılarıyla ne şekiller yapıyorlar, nasıl yapıyorlar anlamıyorum. Ben alıp denediğimde öyle güzel şekiller çıkmıyor.
İslâm Dalp:
Bu pazarda da gördüm. Adam tezgâhında sessiz sakin çalışırken bir anda sandalyeye çıkıp bağırmaya başlıyor. Herkesin bir anda dikkatini çekiyor.
Dilara Yabul:
Aşırı öz güvenliler gerçekten.
Zeynep Özel:
Bazen para üstünü vermemiş olan tezgâhtarlar oluyor. Verdim diye ısrar ediyor.
Ahmet Murat:
Orada sürekli bir döngü var, aynı anda üç dört kişiyle ilgileniyor. Sen patates isterken, diğerine poşet verip, senin patatesini tartması, öbürünün para üstünü de ayarlaması lazım. Tek kişiye odaklanamaz, öyle olursa müşteriyi kaçırır. Böyle bir organize kabiliyeti lazım.
Kübra Yaşar:
Biz küçükken pazara çıkmak daha kendini koruman gereken bir şey gibiydi. Çok fazla kapkaç olurdu.
Zeynep Özel:
Çantaları kesilen, cüzdanları alınan fazlaca olay görürdük. Şu an pek karşılaşmıyoruz.
İslâm Dalp:
Bende birkaç kere annem tezgâhtarla konuşurken başka birinin elini tuttuğum anları hatırlıyorum. (Gülüşmeler)
Kübra Yaşar:
Annesi çarşaf giyen bir arkadaşım çocukluğunda hep başka kadınlarla yürüyüp annesi olmadığını anlayınca ağlamaya başlıyormuş. Defalarca yaşadığı için hâlâ pazara çıktığında anlatır. (Gülüşmeler)
Ahmet Murat:
Çok acayipmiş!
Zeynep Özel:
Pazarcıların her şeyden anladığını düşünürüm hep. Aktar gibi, doktor gibi, sürekli sattığı şeyle ilgili bilgi veriyor.
Ahmet Murat:
Tezgâhında sınırlı şey olduğu için onlar hakkındaki bilgileri derliyor. Yoksa nasıl pazarlayacak.
Zeynep Özel:
Haberlerde Cumhurbaşkanı altın çilek kullanıyor diye çıkmıştı. Sonraki hafta pazarlar altın çilek doldu.
Dilara Yabul:
Gündemi takip ettiklerini pazarcıların slogan hâline getirdikleri sözlerden de anlıyoruz. “Rihanna da buradan aldı. Beş lira da borcu kaldı” diyor mesela.
Ahmet Murat:
Meşhur dizilerdeki başrollere atıflar da çok olur. Onların kullandığı kolyeler, yüzükler hemen tezgâha düşer. Bugün pazardan iki liraya aldığımız A. Kadir tercümesi olan Hayyam kitabından bir rubaiyle noktayı koyalım:
- İyi bir düzen olsaydı dünyada
- Doğru tartılsaydı insan onuru
- Dünya, sevilen dünya olurdu
- Erdemli insanlar kalmazdı bir köşede